05 Haziran 2021

,

PR


Bazı sol örgütlerin, örgüt mensuplarının Marksist veya Marksist-Leninist görünme çabalarını, Marksizmin ve Leninizmin küçük burjuvaziye yönelik eleştirilerine karşı bir tür savunma yöntemi olarak yorumlamak gerekiyor. Bu şekilde görünerek, kendilerini o eleştirilere karşı koruma imkânı buluyorlar.

İştirakî blog, basit manada, Marksizmin ve Leninizmin küçük burjuvaziye/orta sınıfa dönük teorik, ideolojik ve politik eleştirileriyle çizilmiş olan yolu takip ediyor. Bu hattı, haddi ölçüsünde, bugünde güncellemeye, derinleştirmeye çalışıyor.

Ama örgütler, eleştiriler karşısında, “biz ML’yiz, devrimciyiz, bizi eleştiremezsiniz” diyorlar. Bu laftan şunu anlıyoruz: Bu lafı edenler, hiç Marx, Engels, Lenin okumamışlar. Bu isimlerin kimleri eleştirdiklerine hiç bakmamışlar. Hatta bazen yayın organlarında şu tür hatalar yapıyorlar. Marx, Engels ve Lenin’in yazılarında eleştirdikleri isimlerin cümlelerini alıntılıyorlar, örgütler, bu cümleleri Marx’ın, Engels’in veya Lenin’in zannedip sahipleniyorlar.

Külliyatı az buçuk okuduklarına hiç şüphe yok elbette, ama oradaki eleştirileri savuşturmak, kendi üzerlerine almamak için Marx, Engels ve Lenin’den yanaymış gibi poz kesiyorlar, böylece eleştirilerden kurtulacaklarını düşünüyorlar. Belki de kurtulmak için hemen dergi, örgüt, parti oluyorlar. Küçük burjuva sol, Marksizm-Leninizmin eleştiri kırbacını yememek için Marx-Lenin maskesi arkasına saklanıyor.

* * *

Bugün sol örgütlerin neredeyse tamamı, Marx öncesi ve Lenin öncesi dönemin siyasetini güdüyor, ama nasıl oluyorsa, Marksizmden, Leninizmden dem vuruyorlar. Marksizmi, Leninizmi, bugünde kendisini arı, temiz, saf bir şeymiş gibi satabilmek için kullanıyorlar. Ekim 1917’de Bolşeviklere kim ne tür bir eleştiri yöneltmişse bu cümleleri tekrar ediyorlar, Bolşevikleri eleştirenlerle aynı şeyleri söylüyorlar, ama nedense “Lenin”e de sahip çıkma gereği duyuyorlar. Bu durum, analize muhtaç.

Kendini satma işleminde, bu PR faaliyeti dâhilinde herkes Marksçı, Leninci kesiliyor, ama hiçbirisinin sözünde ve eyleminde Marx ve Lenin yok. Marx’lı ve Lenin’li değil. Marksizm ve Leninizm, örgütlerin ve kadroların ruhunda, aklında, eyleminde devinmiyor, dolaşmıyor, kavga etmiyor. Marx ve Lenin, kavgadan kaçırılıp sırça köşklere hapsediliyor. Sol, belki de bu yüzden yüceye yerleştiriliyor, allanıp pullanıp pazara çıkartılıyor. Marksizm ve Leninizmdeki şiddeti yoğun sol eleştirisinin üzeri örtülüyor.

* * *

Çünkü kadrolar örgütlü değil, örgütçü! Örgütün PR’ını yapmayı devrimcilik ve sosyalistlik zannediyorlar. Hiçbir örgüt, kadrolarını örgütlü olmak üzerinden yetiştirmiyor. Örgütün tepesinde üç beş kişi var, asıl örgüt onlar. Diğerleri ancak örgütçü olabiliyorlar. Sadece buna izin var.

Burada aslında dinî cemaatlerdekine benzer bir süreç işliyor. Laik devletin inşa ettiği cemaatin üyesi, başka türlü hareket edemiyor. Gündelik hayatında her türlü kâfirliği, münafıklığı yapıyor, ama şeyhinin elini öpünce arındığını düşünüyor. Örgütlerde de durum aynı. Birey, gündelik hayatında her türlü küçük burjuvalığı, yozluğu yapıyor, iki bildiri dağıtınca, şefini biraz dinleyince arındığını sanıyor. Aldanıyor, daha da önemlisi, aldatıyor.

* * *

Aşağıdaki cümleleri bir sol örgütün mensubu yazıyor:

“Orta sınıf bir meslek olduğu su götürmez olan hekimliğin ve dünyaya bu pencereden bakan hekimlerin çoğunun karşısına dikilen ezilenler, artık devlet misyonunu üstlenmiştir. Üzeri yırtık, felçli ve yoksul hasta, devlet adına veya arkasındaki devletle konuşmaktadır.”[1]

Bu cümlelerde ezilen düşmanlığı, aşikârdır. Devletin o yoksulu maniple etme, kontrol altına alma girişimini eleştireceğine, ezilene saldırmayı hak gören yazar, kendisinin “Marksist-Leninist” olduğunu iddia edebilmektedir.

İzmir’de yaşlı bir adamı muayene odasına girdi diye azarlayıp atan, üstelik adamı hırsızlıkla suçlayan doktoru savunan söz konusu yazıda, bu olayla ilgili olarak bizim bloga yazı yazan kadın arkadaş, “nevrotik” olmakla eleştirilmişti. Yazan doktor ya, doktora yönelik öfkeyi destekleyen herkes, “hasta” olarak etiketlenmişti. Bu kafa iktidar olsa, ortaya nasıl bir sonuç çıkar, varın siz düşünün! “Sol suç makinesi değil” deriz, kendimizi avuturuz nasıl olsa...

Komünist değil doktor olarak yazı döşenen kişi, küçük burjuva mesleğinin ideolojik sınırlarından kurtulamıyor. Her şeyi ve herkesi, kendince üstün saydığı yerden ölçüp tartıyor. Komünist siyaseti meslekî ideolojisinin sınırlarına çekiyor. Her şeyi kendisinde başlatıyor, her şeyi ve herkesi kendisine mecbur etmeye çalışıyor. “Küçük burjuvasın” denildiğinde de kızıyor. Devletin ve sermayenin bu pratikte varolduğunu görmek istemiyor.

Öte yandan, bu doktorun örgütü, bu tür doktorları örgütlemiş olmaklığıyla, gidip anarşistlere hoş görünmek için yazılar yazıyor.[2] Liberaller gibi, “kişi ismiyle tanımlanmayı aşılması gereken bir durum olarak düşünüyor.” Marksizmi, Leninizmi eleştiriyor. “Zındığız biz” diyor. Örgüt, örgütlediği kişilerin sınıfsal niteliğine bağlı olarak, mecburen, Kadıköy solculuğuna hoş görünmek için türlü maskeler takıyor. Burjuva karargâhı olarak Kadıköy, kendi elemanlarını örgüt tepelerine gönderiyor.

* * *

Anarşizm, Paris Komünü’nde sermayeyi rahatsız etmemek için bankayı kamulaştırmayan banka müdürüdür.[3] O, “toplumda varolan, işçi-patron, efendi-köle arasında cereyan eden tüm çelişkileri uzlaştırma yoluyla çözme hayali kuruyor.” Anarşizm, burjuva felsefesini ve bireyciliğini uç noktaya vardırmayı, böylece burjuva diktatörlüğünü aklamayı anlatıyor. İfrat ve tefrit arasında salınan anarşist, Kadıköy solcularına, mülkünü kimseyle paylaşmak istemeyen küçük burjuvalara sıcak geliyor.

Ali Tekin yazısında, tam da bu sebeple premodern-postmodern ayrımı yapıyor, böylece moderni, yani bugündeki varlığını koruma altına alıyor. Ezilenlere karşı kendi meslekî varlığını koruyor. Yoksul, ezilen ve işçi düşmanlığını meşrulaştırmak için solcu oluyor. Solculuk, bir tür zenginlik imgesi, imajı olarak yeniden kurgulanıyor. Bu yüzden koruma altına alınıyor, bu sebeple satışa çıkartılıyor. Kimlerin dişine uygun hâle getirildiğine, kimlerin üzerine süs niyetine takıldığına bakan yok!

* * *

Y. Dizdar da Sedat Peker ile ilgili yazısında[4] Paris Komünü’nün anarşist banka müdürü gibi, egemenlere işmar ediyor, “sağ kötü, solu alın” diye yalvarıyor. Birileri adına PR çalışması yürütüyor. Dizdar’ın örgütü, o sebeple komünist olmayı gericilik, komüncü olmayı ilericilik diye pazarlıyor. Komün diye savundukları şey, aslında o anarşist banka müdürü!

Yazar, sağcılığın kötülük ürettiğini söylüyor, “sol üretmez” diyor. Oysa sol da kötülük üretiyor. Yazıda geçen örgütlerin hemen hemen hepsinin akçeli işleri var, mafyaya özenip yaptıkları eylemler var. Bu açıdan, esasen sol örgütlerin ak, saf, temiz bir şeymiş gibi pazarlanması, ideolojik anlamda sorunlu. Çelişkilere, gerilimlere kör olmak, övünülecek bir durum değil. Solun nereye satıldığına, kimlere ne için pazarlandığına bakmak lazım. Satış ve pazarlama sürecinde sol ideolojinin içeriği ve biçimi ne tür bir dönüşüm yaşıyor, onu incelemek lazım.

Sorunlu, çünkü sol içi sınıf mücadelesini akamete uğratıyor. Solu sütten çıkmış ak kaşık olarak formatlıyor, kapatıyor. Solu, çelişkisiz, çatışmasız, dengeli, istikrarlı, huzurlu varoluş hâli olarak satıyor. Egemenlerin dişine uygun kıvama getiriyor. Bunun için sınıfsal-politik kavgayı eziyor. Çapakları, dikenleri, pürüzleri temizliyor. Solu eleştiriden muaf tutuyor, sorguyu, şüpheyi, muhakemeyi öldürüyor. Egemenlere pazarlanan, hoş gösterilmeye çalışılan solun eleştirilme imkânını ortadan kaldırıyor. Bu kafa, “zihnimizdeki düşman” mefhumunu silip hepimizi “rakipler” gibi kavramlarla düşünmeye ikna etmeye çalışıyor. Devrimci siyaseti burjuva pazarında yavan bir rekabete kul ediyor.

Bu liberalizm bağlamında, geçmişte doktora kızan yoksul adam “devlet buu!” denilerek hakarete uğrarken, bu pandemi koşullarında devlete akıl veren, ona hizmet eden TTB gibi kurumlar, sınıfsal analize ve eleştiriye tabi tutulamıyorlar. O gün yoksul, nasıl oluyorsa “devlet” oluyor, ama bugün egemen ideoloji tarafından yüceltilen, alkışlanan, devlete akıl ve yön veren doktorlar, nedense “devlet” olmuyorlar. Bu yaklaşım, tabii ki eleştirilmeli.

Peker’i fırsata çevirip, onun solcuları avlamak adına ağızlara çaldığı bala aldanıp, hemen solu birilerine pazarlamaya çalışmak, doğru bir tutum değil. Pazarlanacak ürün olarak görüldüğünde sol, kendisine kapanıyor, güzel bir ambalaja sarılıyor, üzerine “fragile do not bend” etiketi vuruluyor. Pazara çıkartılıyor. Pazarın kutsallığı yalanına hemen inanmaya başlıyor.

Burjuva siyaset dünyasında bir koltuk kapabilmek adına, bir ürünü şişirip satmaya çalışmak, dolandırıcılık. Neticede yoksul, ezilen, işçi, devlet ve düşman olarak etiketlendiğine göre, demek ki sol başka bir yere, başkalarına pazarlanmaya çalışılıyor, burası açık. Açık olmasına açık, ama şu gerçek görülmüyor: Ezilenin, yoksulun, işçinin kavgası, soldan ve onu pazarlama çabalarından yücedir.

Eren Balkır
4 Haziran 2021

Dipnotlar:
[1] Ali Tekin, “Yavuz Dizdar, Ercan Kesal ve Sağlık Emekçileri: Rollerin Değişimi”, 14 Ocak 2019, Komün.

[2] Mehmet Güneş, “Devrimci Anarşizmle Tartışma”, 17 Kasım 2020, Komün.

[3] Michael Roberts, “Paris Komünü’nün Ekonomi Politiği”, 18 Mart 2021, İştiraki.

[4] Y. Dizdar, “Gezi, Peker ve Rakipten Hata Bekleyen Halimiz”, 31 Mayıs 2021, MB.

0 Yorum: