10 Nisan 2015

, ,

İran'da Batı Düşmanlığı


Sürekli “Amerika’ya ölüm!” sloganlarının atıldığı İran’da yapılan o büyük yürüyüşler üzerinden bakıldığında, kimi Amerikalıların Obama yönetiminin İran’la bu ülkenin nükleer kapasitesi konusunda bir anlaşmaya varma konusunda neden bu denli kararlı olduğunu anlamak gerçekten güç bir durum. Öte yandan ben de Amerika’nın bir parçası olduğum ve ölme konusunda güçlü bir itirazım olduğu için, bu sloganlar beni de mutsuz kılıyor.

Ama bizim İran’la yaşadıklarımızın hikâyesini bilseniz, bu sloganlarının sebebini de anlarsınız. İranlıların bize kızması ve bizden korkması için anlaşılır kimi sebepleri var. Aynı şeyleri örneğin Norveç bize yapmış olsa, biz de sokaklara dökülüp “Norveç’e ölüm!” diye bağırırdık. Ne yazık ki ABD ve müttefikleri İran’a korkunç şeyler yaptılar ve bizim de bu yapılanları anımsayarak gerekli nazik tutumu geliştirdiğimiz söylenemez.

Bu tarihi kendimize anımsatmak, İran’ın nükleer başlıklı kıtalararası balistik füzelere sahip olmasını onayladığımız anlamına elbette gelmiyor. Bu anımsama, önerilen anlaşmayı eleştirenlerin ABD’nin zayıf taraf olduğunu söylemesindeki saçmalığı ya da Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın, “İran Obama’dan yeterince korkmuyor, bu sebeple biz kötü bir anlaşma imzaladık” türünden sözlerindeki zırvalığı anlamamızı sağlıyor. Oysa bu tespitin tersi geçerli: Bu, ABD’nin yapabileceği en iyi anlaşma, zira 35 yıl içinde ilk kez ABD-İran ilişkilerinin ana dürtüsü, korku değil.

1. Reuters’in sahibi 1872’de İran’ı satın aldı

1848-1896 arasında İran şahı olan Nasreddin Şah, İran’ın tüm demiryollarını ve kanallarını, madenlerinin önemli bir bölümünü, devletin elindeki tüm ormanları ve endüstrileri Baron Julius de Reuter’e sattı. Ünlü İngiliz devlet adamı Lord Curzon’un ifadesiyle, “bu, bir krallığın tüm endüstriyel kaynaklarının bütünüyle ve olağanüstü bir biçimde yabancı ellere teslimini ifade ediyor. Söz konusu teslimiyet, kimsenin düşleyemeyeceği büyüklüktedir.” Bu gelişme üzerine İranlılar öylesine öfkelenmişlerdir ki bir yıl sonra Şah satışı iptal etmek zorunda kalmıştır.

2. BBC CIA’in 1953’te İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ı devirmesine yardım etti.

Reuters İranlıları Batı medyasına yönelik olarak yeterince öfkelendirmemiş olacak ki süreç içerisinde devreye BBC girer ve bu kuruluş, Musaddık’a karşı Amerikan ve İngiliz eliyle yapılan darbe için gerekli zemini teşkil etmesi amacıyla Kermit Roosevelt’e (Teddy’nin torunu) gizli bir kod aktarır. (BBC Farsça da İngiliz hükümetinin talimatları üzerine darbe yanlısı propaganda yayınları yapar.) Kısa bir süre sonra ABD, İranlıların nasıl soruşturulacağı konusunda rejimin gizli polisini eğitir. Bir CIA analizcisine göre, “bu eğitim, II. Dünya Savaşı’nda Almanların kullandıkları işkence tekniklerine dayanmaktadır.”

3. İran’da nükleer silâhlar kullanma konusunda kapsamlı planlara sahiptik.

1980’de ABD ordusu Sovyetler Birliği’nin İran’ı işgal etme ve İran Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı’nı ele geçirme konusunda İran Devrimi’ni fırsata çevirmesinden korkar. Bu nedenle Pentagon bir plan yapar: eğer Sovyetler birliklerini yığmaya başlarsa, ABD de Sovyetler’in birliklerini ülke içlerine sokmak için kullanacakları Kuzey İran’daki dağları yok etmek amacıyla ufak çaplı nükleer silâhlara başvuracaktır.

Sonuçta ABD İran’da nükleer silâh kullanmadı. Pentagon tarihçisi David Crist’in tespitiyle, “İranlıların bu türden bir senaryoyu nasıl görecekleri hususunda kimsenin bir fikri bile yoktu.” Muhtemelen İranlıların böylesi bir saldırıdan memnun olacakları düşünülmüştür, öyle ya, misal, eğer İranlılar Minnesota’ya nükleer bomba atıp Kanada’nın Meksika Körfezi’ni kontrol altına almasına mani olması hâlinde biz de gayet mutlu olur, “sorun değil” derdik. “Nuestra casa es su casa.” [Ev bizim evimiz]

4. Suudi Arabistan’ın İran-Irak Savaşı esnasında nükleer silâh yapması için Saddam’a beş milyar dolar vermesini hiç sorun etmedik.

Muhtemelen biliyorsunuzdur, Saddam Hüseyin 1980’de İran’ı işgal ettiğinde, Irak (bizim yardımımızla) İranlı askerlere kimyasal silâhlarla saldırdı, biyolojik, kimyasal ve nükleer silâhlar yapmaya çalıştı. Bilmediğiniz şey ise şu: Suudi Arabistan, Saddam’ın milyarlarca dolar tutan nükleer programı için gerekli parayı temin etti, Reagan yönetimi de tüm bu olup bitenlerden haberdardı ve hiç ses etmedi.

Tüm yaşananların İran’da nasıl karşılandığını anlamak için İran’ın toplam nüfusunun en az %0,75’inin sekiz yıllık savaş esnasında öldüğünü hatırlamak yeterli. Bu oran ABD’ye vurulduğunda 2,4 milyon insan ediyor. Kıyaslamaya devam edersek eğer; 70 yıl sonra bile hâlâ lafını edip durduğumuz II. Dünya Savaşı’nda savaşta toplam 400.000 Amerikalı ölmüştü ki bu rakam nüfusun %0,3’ü idi.

5. ABD liderleri İran’ı sürekli yok etmekle tehdit ettiler.

“İran’ı bombala, bombala, bombala!” diye şarkı söyleyen, sadece John McCain değil. 2008’de CENTCOM’un [ABD Merkezî Komutanlığı] başında iken emekliye ayrılan Amiral William Fallon da İran ile ilgili şunları söylemişti: “Bu herifler karınca gibidir. Vakti geldiğinde ezip geçmek gerekir. 1980’lerde ABD Pasifik Filosu komutanı Amiral James Lyons Jr. “onları dördüncü yüzyıla fırlatıp atmak için hazırız” diyordu. O dönemde savunma bakanı yardımcısı olan Richard Armitage, “İran’ı bütünüyle yok edip etmemeyi düşünmemiz gerek.” tespitini yapıyordu. Milyarder ve Cumhuriyetçi Partisi’nde önemli bir nüfuza sahip olan Sheldon Adelson da nedensiz yere İran’a nükleer saldırı gerçekleştirilmesi fikrini savunuyordu. Bu saldırı önce çölün ortasına yapılmalı, ardından nüfusu görece daha yoğun yerlere kaydırılmalıydı.

Daha ciddi bir tehdit de şuydu: Obama yönetiminin 2010 tarihli Nükleer Konusunda Genel Tavır Değerlendirmesi’nde “nükleer silâhları olmayan, Nükleer Silâhların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması'nın tarafı olan ve nükleer silâhların yaygınlaşmasını önlemeye dair yükümlülüklerini yerine getiren devletlere karşı nükleer silâha başvurmayacağız” diyordu. Bu kategoriye sadece bir tek ülke giriyordu. Bu tespitle, biz İran dışında hiçbir ülkeye nükleer silâh kullanmayacağımızı söylemiş oluyorduk. Böylece İran nükleer konusundaki çalışmaları ile bu kategoriye giriyordu.

6. İran’a ait sivil bir yolcu uçağını vurduk, 66’sı çocuk 290 insanı öldürdük.

3 Temmuz 1988’de İran Körfezi’nde devriye gezen USS Vincennes isimli kruvazör ateş açıp İran’a ait 655 sayılı uçağını havaya uçurdu. New York Times “Havada Cinayet” başlıklı haberini naklederken kendi yorumunu ekleyerek, Sovyetler’in 1983’te yanlışlıkla Güney Kore’ye ait bir uçağı vurmasını anımsattı ve “zararsız bir uçağı vurmak için hiçbir ülkenin makul bir bahanesi olamaz.” dedi. Vincennes’ten yapılan füze saldırısına ilişkin olarak bir Times editörü de 655 sayılı uçağın başına gelenlerin “İran’la ilgili kimi soruları gündeme getirdiği”ni söyledi. Aynen öyle, editöre göre sorun İran’daydı. İki yıl sonra ABD Donanması Vincennes’in komutanına oldukça prestijli bir “liyakat madalyası” verdi.

7. İran’ın nükleer silâhları bizi endişelendiriyor çünkü bu silâhların bizim askerî saldırılarımızı engellemesi muhtemel.

İran ile ilgili kullandığımız retorik abuk sabuk. Saldırı hâlinde, gelişkin nükleer güce sahip ülkelerden ani ve yıkıcı bir misilleme yapılacağı düşünülürse, ABD’li liderler, bugün İran’ın ilkin İsrail’e ya da ABD’ye nükleer saldırı gerçekleştireceğine mi inanıyorlar?

ABD’nin muhafazakâr dış politika uzmanları bile biliyorlar ki bu tip bir saldırı neredeyse imkânsız. Onların temel endişesi, İran’ın nükleer silâhlara sahip olması değil, onlar esas olarak nükleer silâha sahip İran’ın bizi bu tip saldırılardan caydıracağı konusunda endişeleniyorlar. Amerikan Müteşebbisler Enstitüsü’nde üst düzey analizci olan Thomas Donnelly’nin 2004’te ifade ettiği biçimiyle, “İran’ın nükleer silâhlara sahip olma ihtimali bizim için tam bir kâbus. […] ABD’nin geliştirdiği büyük Ortadoğu stratejisi için nükleer silâhlara sahip olma imkânını sınırlayıcı bir etkiye sahip. Amerika’nın faaliyetlerini engelleyecek en emin yol nükleer cephaneliğin işlevli kılınmasıdır.”

Başka ülkelerin bizim savaş başlatma ihtimalimizi engelleme becerisinin ortadan kaldırılmasına dayanan böylesi bir bakış açısı, ABD’deki müesses nizamın temel inancıdır ve gerçekte Irak’ın işgal edilmesi için ana sebep olarak gösterilmiştir.

Jon Schwarz
7 Nisan 2015
Kaynak

0 Yorum: