HDP’nin seçim bildirgesi, itikatta liberal, amelde
sosyal demokrat bir programdır. Genelde HDP’nin “Twitter partisi” kulislerinde
kullandığı bir cümleye atfen, “çocuklara masal” derekesindedir. Huzur, iç
güven, istikrar zeminine oturmaktadır. Dolaylı olarak AKP’ye eklemlenmektedir.
Liberaller, dışarıdan ve içeriden verdikleri destekle, HDP’yi muhtemelen
AKP’nin “yaramaz” müttefiki olmaya zorlamaktadırlar.
AKP, koalisyon yaygarasını bile seçim malzemesine
dönüştürebilmektedir. Öz itibarıyla CHP’nin ekonomik önerileri, AKP’nin ekonomi
politikalarının ve sicilinin “başarılı” olduğunu dolaylı olarak teyit
etmektedir. Yani AKP, HDP ve CHP’ye “onca şey öneriyorsunuz, kaynağınız var
mı?” diyerek kendi tuzağına çağırmakta, onlar da örneğin Kılıçdaroğlu ağzından,
“bu ülke zengin, yeterince para var” cevabını vererek bu tuzağa düşmektedir.
Dolayısıyla, Figen Yüksekdağ’ın “bildirgenin her cümlenin arkasında onlarca
yılın mücadelesi vardır” derken “neyin mücadelesi ve kim için mücadele?”
sorularının cevabını vermesi gerekir.
Sol, HDP şahsında, 19. yüzyılın ortasında Adiller
Birliği ağzından çıkan ütopik “tüm insanlar kardeştir” cümlesinin daha da
gerisine düşerek, “tüm canlılar eşittir” noktasına gelmiştir. Bilindiği üzere,
Marx-Engels bu sözü “tüm insanlar kardeş değildir, dünya iki sınıftan
müteşekkildir” diye tashih etmiştir. Oysa “tüm canlılar eşittir” sözünün
politik bir anlam ve bağlam kazanabilmesi için dünyanın uzaylıların saldırısına
uğraması gerekir. Böylesi bir boşlukta ileri sürülen öneriler de aynı uzay
boşluğunda salınmak zorundadır. Bu soyutluk, mevcut somutun sorumluluğunu
almamak, ona müdahale etmemek, “ilkeler siyaseti” üzerinden, somut dumurun
somut tahlilini de gerçekleştirememektedir. Dumur, orta sınıfın huzur ve güvene
dayalı, tatminsiz dünyasına kapanmakla ilgilidir. Asıl “orta sınıf tuzağı”
budur.
Soldaki ütopik apolitizm, “gençlik ve kadın” denilen
sınıfsız, sınırsız, politika dışı bir kavramsallaştırmaya denk düşmektedir. 100
yıl önce sol partiler, işçileri nicel, sayısal olarak ele alıp işçilerin
sayılarının artışına bakmışlar, bu yönde seçimlerde başarı imkânları
aramışlardır. Yüz yıl sonra o işçilerin yerine, gene soyut bir gençlik ve soyut
bir kadın sosyalitesi ikame edilmiş görünüyor. Aynı nicelikçi yaklaşım,
işçileri daraltıcı buluyor, sayısal baktıkları için işçilere küfrederek
onlardan uzaklaşıyor ve gençlerle kadınlara işaret ediyor. Gençlik ve kadın,
seçime dönük bir aritmetiğe indirgeniyor. Onların kimliği yüceltiliyor, ne’liği
çöpe atılıyor.
HDP’li bir aydın, kısa süre önce partisine öneriler
sunduğu yazısında, bir olaydan bahsediyor. Ümraniye’de bir HDP binasında
yapılan toplantıda yoksul Kürd genci, mini etekli orta sınıfa mensup bir
kadına, bu kadının bacak bacak üstüne atması üzerine, “toparlanır mısınız?”
diye uyarıda bulunuyor. Bu yazarın çözüm yöntemi ise, en azından seçim
sürecinde, bu kadınla yoksul Kürd gencini birbirine değmeyecek şekilde ayırmak.
Dolayısıyla HDP, esas olarak kaynaşmanın, ortaklaşmanın, birlikteliğin, “biz”in
dağıtılması işlemi olarak var ediliyor. Bu kadar çok “biz” güya “ben” demiş
olmamak için dillendiriliyor ama ancak mülk sahibi olunduğu vakit “ben”
diyebilmenin imkânlarına oynuyor. Bu kadar mülkün ve mülkiyetçiliğin olduğu
yerde sol, fuatavnicilikten, boğazdaki Diken’den, yirmi dört saat
tasfiyecilikten (T24) medet umar hâle geliyor. Devrim, devrimci mücadele,
mücadelenin dip dalgasına katılmak, tümden geçersiz kılınıyor.
Özünde kadın ve gençlik meselesi, birilerinin kendi
itikadî liberalizmini güncellemek ve güçlü kılmak için istismar ediliyor. Yoksa
kadının ve gençliğin mücadelesi kimsenin umurunda değil. Bu, öyle güçlü bir
ideolojik hücum ki dün bizim İslam’a dair vurgularımızı boşa düşürme
kaygusuyla, “tarih sınıf mücadeleleri tarihidir” diyenler, bugün
“patriyarka”dan dem vurur hâle geliyorlar. Buradan, “işçi sınıfı” vurgusunun,
mazlumların-sömürülenlerin derdine ve öfkesine uzak durmaya yeminli
tercümanlarca yapıldığı anlaşılıyor. Meslekî ideolojiler birden kendi yuvasına
koşuyorlar. AKP ise kendisini buradan konsolide ediyor.
Seçim bildirgelerinde, vapurlarda cüzdan satan
işportacının kafası işliyor. Her bir cepten tırnak makası, tarak vb. çıkıyor
ama mazlumlar-sömürülenler için devrimci bir program ve strateji çıkmıyor. HDP,
gayri safi yurtiçi hâsılanın yüzde üçünü; CHP de yüzde üç buçuğunu sosyal
yardım olarak dağıtacağını söylüyor. “İslamcı” bankaların faize “kâr payı”
demesi gibi, bu sefer de laik bir müdahale gerçekleştirilip AKP’nin yaptığına
“sadaka”, kendi yaptığına ise “sosyal hak” diyor. Dolaylı olarak AKP’nin iktisadî
zeminine bağlanılmış oluyor.
İnsan Hakları Derneği’nde son dönemde yaşanan iç
kavga, seçim bildirgesinin soyut içeriğinin somut hayatta hiçbir karşılığının
olmadığını gösteriyor. Somutta eşbaşkanlık önerisini yapanın da ona karşı
çıkanın da HDP’li olması insanı afallatıyor. Tüm bu kadın ve genç vurgusuna
karşın, pratikte başka güçler devreye giriyor. Kadın ve genç denilen paravanın
ardında başka türden ilişkiler kuruluyor. Savaşın ön cephesine sürülen kadın ve
genç, başka güçlerin siyasetiyle hareket ediyor. Gündelik siyasete bağlandıkça
geçmiş-gelecek, bağlam, neden-sonuç ilişkileri hükmünü yitiriyor. Efendiler,
mevkilerini korumak için herkesi metafiziğe ikna ediyorlar. Diyalektik ve
maddîlik düşman kabul ediliyor. Neoliberalizmin kadın ve genç kapısından
girişine karşı devrimci bir direniş hattı örülmüyor.
Sol burjuva partisi olarak HDP, genel politik
podyumdaki yerini almış görünüyor. Allı pullu lafların ardında düzenin bekası,
sistemin sürekliliği ve liberalizmin güncellenmesi duruyor. Bir başkaldırı
olarak 2013 Haziran’ı böylelikle 2015 Haziran’ında kendi cenazesinin
kaldırılmasını bekliyor. Tabuta son çivi çakılıyor.
Kürd hareketiyle sol yapılar, ya teslimiyetçi ya
çıkarcı ya da gizli bir düşmanlık/tasfiyecilik ilişkisi kuruyorlar. Son çivi de
onlara ait. Kendi metafizik gerçekliklerinin geçmişle, gelecekle, dışarıyla,
hayatla ilişki kurmalarını istemedikleri için, “kadın ve genç” liberalizmine
sarılıyorlar. Kadını ve genci kendi metafizik konumlarına benzetmeye,
etkisizleştirmeye, örgüt içerisinde pasifize etmeye çalışıyorlar. Ağızlara
çalınan balın, kulaklara çalınan hoş sözlerin bir hükmü yok.
Bu cenaze törenine bir de bir düğün eşlik ediyor. İki
yapı, “Dev-Güç” ismiyle birleştiklerini ilân ediyor. Muhtemelen bol miktarda
maytabın patlatıldığı bu düğünde gene soyut bir gençlik güzellemesine tesadüf
ediliyor. Örgüt, bu güzelleme dâhilinde, Castro ve arkadaşlarının kavgaya
“genç” olarak girdiklerini varsayıyor. “Ücretsiz internet” vaatleriyle gözlerini
boyayacaklarını düşündükleri gençlere bir de toprağa düşmüş devrimcilerin
posterleri gösteriliyor. Ama “eskinin yollarıyla gidilemeyeceği artık çok
açıktır” denilerek, gençler pohpohlanıyor, onların gökkuşağı liberalizmine ait
bir renk olması isteniyor. Bu liberalizm, doğalında Deniz’e, Mahir’e ve
İbrahim’e ancak “Dev-Genç”in üyesi olmaklığıyla tahammül edebiliyor. Böylece
şefler, geçmişten çıkardıkları derslerle, kafalarındaki TİP güzellemeleri ile,
gençlere had bildiriyorlar: “Boynuz olmayın, bu kulaklar her şeyi duyuyor!”
Gösteri dünyasına teslim oluşumuz, düğünün ve
cenazenin havasını, içeriğini tayin ediyor. Kendimizi göstermek istiyoruz.
“Kendimizi kime göstermeye çalışıyoruz?”, soru bu. Kendimizde ve onu
gösterdiğimizde devrimci bir dönüşüme yazgılı değilsek, teslimiyet kaçınılmaz.
Şunu bilelim: bahsedilen düğün de cenaze de iç içe ve aynı mekânda icra
ediliyor.
Eren Balkır
22 Nisan 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder