Gezi’de polisin şiddetine karşı halk, kendi
imkânlarıyla belirli bir şiddet geliştirdi. Küfür de bu şiddetin doğal bir
bileşeni idi. Sonra LGBT, kadın ve hayvan sevenler geldi, küfrü yasakladılar.
Burada küfür, bahaneden ibaretti; “Gezi Ruhu” diye bir ölçü vardı ve her şey o
ölçüye uygun olarak düzene sokulmak isteniyordu. Polise edilen küfürlerin
yasaklanması, esasında polise yönelik şiddetin kırılması içindi.
Gezi Ruhu’nun yerini, bugün 7 Haziran seçimi almış
görünüyor. Bu sefer sözkonusu ölçüye kilitlenmeden kaynaklı kimi tepkilere
tanık olunuyor. Ağrı’da ordunun yaptığı saldırı bu bağlamda değerlendiriliyor.
Çağlayan saldırısına açıktan küfreden solcular, bu saldırı karşısında belirgin
bir şok yaşıyorlar. Allah’tan Demir Küçükaydın var da bu şoktan birileri
çıkıyor, dillerinin altında ıslattıkları bakla görünür hâle geliyor.
Küçükaydın, daha önce belirttiğimiz kimi HDP’liler
gibi[1], şiddeti tasması tutulması gereken bir köpeğe benzetiyor: “Bu durumu
hükümetin bir provokasyon olanağı için kullanacağı apaçıktı. Çünkü siz bir
birliğe, git orayı koru, dediğiniz anda, makine harekete geçer, gerisi
kendiliğinden olur. Düşünün saldırmaya alışmış bir köpeğiniz var ve tasmasını
çıkarıp salıyorsunuz. Gerisinin ne olacağı bellidir” diyor.[2] Gerillanın
“devrimci uyanıklık”tan yoksun olduğunu söylüyor. Yazısının sonunda da HDP’nin
yüzde onu aşmasının “ikinci Kobanê devrimi” olacağını ve böylelikle PKK’nin
“karşı-devrimci” bir pozisyon almış olduğunu iddia ediyor.
Buna karşılık HPG’nin saldırıyla ilgili açıklaması
Küçükaydın’ı boşa düşürüyor. HPG, gerillanın şenliklere katılmadığını, askerin
daha önceden operasyon düzenlediğini söylüyor. Küçükaydın’ın da içinde olduğu
solcular, Çağlayan eylemi bağlamında nasıl bir tepki veriyorlarsa, Ağrı
konusunda da benzer bir refleks geliştiriyorlar. Derhal silâhlı güçleri hedef
tahtasına oturtuyorlar. Bu refleksin devletin PKK’yi zorla silâhlandırma
girişimine ortak olduğunu, başta belirtilen Gezi ve küfür bahsine atıfla, görmek
gerekiyor.
HPG’nin açıklaması, esasen birçok HDP ve DBP
yetkilisini de boşa düşürür nitelikte. Çünkü HPG, ordunun saldırısında yaşanan
çatışmada “5 askerin öldürüldüğünü” söylüyor. Oysa HDP ve DBP’liler, AKP’nin
asker cenazeleri ile oy devşirmek istediğini iddia ediyorlar. Eğer HPG’nin sözü
doğru ise ve bu 5 askerin cenazesi gündeme gelmiyorsa, burada bir tuhaflık var.
Bu açıklama, gerillanın askerleri öldürmemeye çalıştığını, köylülere yardım
ettiğini iddia eden Küçükaydın’ı da sorunlu bir yere itiyor.
* * *
Jeopolitik açıdan Kürd hareketi, genel manada Botan’a
sıkıştırılmak ve buradan da Barzani’ye itilmek isteniyor. Daha önce Lice ve
Cizre’de yaşanan çatışmaların bu bağlamda bir sınır mücadelesi olarak
anlaşılması mümkün. Mevcut “barış” süreci dâhilinde gerilla geçişlerine izin
verildiği iki yıllık süreçte hiçbir çatışmanın yaşanmamasının, ama bugün
böylesi bir çatışmanın gündeme gelmesinin, muhtemelen seçimle dolaylı bir
ilişkisi var.
1930 Ağrı isyanı sonrası gazetelerin attığı “muhayyel
Kürdistan burada gömülüdür” manşetine karşılık, gerillanın gene Ağrı’da
“sömürgecilik burada gömülüdür” eylemi yapması, bu konuda belirgin bir
gerilimin olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bir provokasyonun da Dersim’de
yaşanması muhtemel.
Bakur filmi ve
Tendürek, devletin bir tür had bildirme girişimi. Burada sorun, seçim gündemi
üzerinden, kimi solcuların sözkonusu had bildirme girişimine ortak olma
konusunda bu denli tez canlı olmaları.
İstanbul Film Festivali’ndeki saldırı da Ağrı ile
belirli bir koordinasyona sahip. Kürd hareketine örtük olarak, “Botan’dan
çıkma, HDP’yi kullanıp başını çıkartma” talimatı veriliyor. Maliyeti yüksek
belgeleri almadığı için filmin festivalde gösterimi yasaklanıyor. Gene
liberaller devreye girip meseleyi soyut bir “sansür” vak’asına indirgiyorlar.
Film festivali yöneticisi, Tayyip Erdoğan ağzından sık sık duyduğumuz gömlek
metaforuna sarılıyor ve büyüyen Türk sinemasının ve festivallerin bu gömleğe
sığmadığından, Bakur filmine yönelik saldırının fırsata çevrilmesinden,
kendi piyasasını rahatlatacak bir yasanın acilen çıkartılmasından söz ediyor.
Muhtemelen Küçükaydın da bu konudaki engin görüşlerini kaleme döküp, “kardeşim,
bu filmi niye çekiyorsunuz, hadi çektiğiniz, böylesi koşullarda niye festivale
gönderiyorsunuz, hadi gönderdiniz, niye o belgeleri almıyorsunuz, provokasyona
çanak tutuyorsunuz, kim tutacak bunların tasmasını?” diyerek bu piyasa
akıncılarına ortak olacaktır.
* * *
Seçime kilitlenenler, kilitlenmeyenleri derhal düşman
tarafa atıyorlar. Düşmanı da kendileri gibi bildikleri için, her şeyin seçimle
ilgisi olduğunu düşünüyorlar. Bu ülkede egemen güçlerin ezel-ebed belirli
planları, hesapları olduğunu görmememizi istiyorlar.
24 Nisan’a doğru, bu hesapları değerlendirirken,
Ermenileri anımsamak şart. Devlet aklının yıllardır Kürd’e “Ermeni dölü”
demesini anlamak gerekiyor. Mecazî olarak devlet, Türk ve Müslüman olmayışını
gizlemek için, bu türden ideolojik silâhlara sarılıyor. Ama öte yandan, zulmün
temelini de Ermenilere yönelik katliam üzerine kuruyor.
Bu aşamada, Tendürek vesilesiyle, Tondraklıları ya da
Tendüreklileri de anmak gerekiyor. Dokuzuncu yüzyılda ilgili bölgede neşet eden
bu halk hareketinin dinî yönü ikincil bir öneme sahip ve mücadelenin doğasına
ait basit bir dışavurum. Tendürek Dağları’na yaslanan bu hareket, kilise
hiyerarşisini reddediyor.
Sımbat Zarehavantsi ismindeki liderleri, hareketi
eşitlikçi temelde inşa ediyor. Kadın-erkek eşitliğine inanıyorlar. Feodalizmin
sıkılaştığı momentte yoksul Ermeni köylülerinin bir isyanı olarak vücut
buluyor. Dokuzuncu yüzyılın başında doğan hareket, Bizans’ın, seküler Ermeni
ağaların ve Müslüman emirlerin ortak saldırıları ile yeniliyor. İşte bugün tüm
yaşananları basit seçim gerilimleri değil, bu eşitlikçi derdin ve öfkenin
toprağı çatlatması olarak görmek gerekiyor. Dolayısıyla liberalizmin bu sürece
sokulmuş hançer olduğu bilinmeli. Zira o, bağrında feodal çağa dönük sinik bir
özlem saklıyor.
Eren Balkır
14 Nisan 2015
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Eşme”, 22 Mart 2015, İştirakî.
[2] Demir Küçükaydın, “Başka Bir Açıdan Diyadin
Provokasyonu”, 14 Nisan 2015, DK.
0 Yorum:
Yorum Gönder