14 Nisan 2015

,

Tendürek


Gezi’de polisin şiddetine karşı halk, kendi imkânlarıyla belirli bir şiddet geliştirdi. Küfür de bu şiddetin doğal bir bileşeni idi. Sonra LGBT, kadın ve hayvan sevenler geldi, küfrü yasakladılar. Burada küfür, bahaneden ibaretti; “Gezi Ruhu” diye bir ölçü vardı ve her şey o ölçüye uygun olarak düzene sokulmak isteniyordu. Polise edilen küfürlerin yasaklanması, esasında polise yönelik şiddetin kırılması içindi.

Gezi Ruhu’nun yerini, bugün 7 Haziran seçimi almış görünüyor. Bu sefer sözkonusu ölçüye kilitlenmeden kaynaklı kimi tepkilere tanık olunuyor. Ağrı’da ordunun yaptığı saldırı bu bağlamda değerlendiriliyor. Çağlayan saldırısına açıktan küfreden solcular, bu saldırı karşısında belirgin bir şok yaşıyorlar. Allah’tan Demir Küçükaydın var da bu şoktan birileri çıkıyor, dillerinin altında ıslattıkları bakla görünür hâle geliyor.

Küçükaydın, daha önce belirttiğimiz kimi HDP’liler gibi[1], şiddeti tasması tutulması gereken bir köpeğe benzetiyor: “Bu durumu hükümetin bir provokasyon olanağı için kullanacağı apaçıktı. Çünkü siz bir birliğe, git orayı koru, dediğiniz anda, makine harekete geçer, gerisi kendiliğinden olur. Düşünün saldırmaya alışmış bir köpeğiniz var ve tasmasını çıkarıp salıyorsunuz. Gerisinin ne olacağı bellidir” diyor.[2] Gerillanın “devrimci uyanıklık”tan yoksun olduğunu söylüyor. Yazısının sonunda da HDP’nin yüzde onu aşmasının “ikinci Kobanê devrimi” olacağını ve böylelikle PKK’nin “karşı-devrimci” bir pozisyon almış olduğunu iddia ediyor.

Buna karşılık HPG’nin saldırıyla ilgili açıklaması Küçükaydın’ı boşa düşürüyor. HPG, gerillanın şenliklere katılmadığını, askerin daha önceden operasyon düzenlediğini söylüyor. Küçükaydın’ın da içinde olduğu solcular, Çağlayan eylemi bağlamında nasıl bir tepki veriyorlarsa, Ağrı konusunda da benzer bir refleks geliştiriyorlar. Derhal silâhlı güçleri hedef tahtasına oturtuyorlar. Bu refleksin devletin PKK’yi zorla silâhlandırma girişimine ortak olduğunu, başta belirtilen Gezi ve küfür bahsine atıfla, görmek gerekiyor.

HPG’nin açıklaması, esasen birçok HDP ve DBP yetkilisini de boşa düşürür nitelikte. Çünkü HPG, ordunun saldırısında yaşanan çatışmada “5 askerin öldürüldüğünü” söylüyor. Oysa HDP ve DBP’liler, AKP’nin asker cenazeleri ile oy devşirmek istediğini iddia ediyorlar. Eğer HPG’nin sözü doğru ise ve bu 5 askerin cenazesi gündeme gelmiyorsa, burada bir tuhaflık var. Bu açıklama, gerillanın askerleri öldürmemeye çalıştığını, köylülere yardım ettiğini iddia eden Küçükaydın’ı da sorunlu bir yere itiyor.

* * *

Jeopolitik açıdan Kürd hareketi, genel manada Botan’a sıkıştırılmak ve buradan da Barzani’ye itilmek isteniyor. Daha önce Lice ve Cizre’de yaşanan çatışmaların bu bağlamda bir sınır mücadelesi olarak anlaşılması mümkün. Mevcut “barış” süreci dâhilinde gerilla geçişlerine izin verildiği iki yıllık süreçte hiçbir çatışmanın yaşanmamasının, ama bugün böylesi bir çatışmanın gündeme gelmesinin, muhtemelen seçimle dolaylı bir ilişkisi var.

1930 Ağrı isyanı sonrası gazetelerin attığı “muhayyel Kürdistan burada gömülüdür” manşetine karşılık, gerillanın gene Ağrı’da “sömürgecilik burada gömülüdür” eylemi yapması, bu konuda belirgin bir gerilimin olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bir provokasyonun da Dersim’de yaşanması muhtemel.

Bakur filmi ve Tendürek, devletin bir tür had bildirme girişimi. Burada sorun, seçim gündemi üzerinden, kimi solcuların sözkonusu had bildirme girişimine ortak olma konusunda bu denli tez canlı olmaları.

İstanbul Film Festivali’ndeki saldırı da Ağrı ile belirli bir koordinasyona sahip. Kürd hareketine örtük olarak, “Botan’dan çıkma, HDP’yi kullanıp başını çıkartma” talimatı veriliyor. Maliyeti yüksek belgeleri almadığı için filmin festivalde gösterimi yasaklanıyor. Gene liberaller devreye girip meseleyi soyut bir “sansür” vak’asına indirgiyorlar. Film festivali yöneticisi, Tayyip Erdoğan ağzından sık sık duyduğumuz gömlek metaforuna sarılıyor ve büyüyen Türk sinemasının ve festivallerin bu gömleğe sığmadığından, Bakur filmine yönelik saldırının fırsata çevrilmesinden, kendi piyasasını rahatlatacak bir yasanın acilen çıkartılmasından söz ediyor. Muhtemelen Küçükaydın da bu konudaki engin görüşlerini kaleme döküp, “kardeşim, bu filmi niye çekiyorsunuz, hadi çektiğiniz, böylesi koşullarda niye festivale gönderiyorsunuz, hadi gönderdiniz, niye o belgeleri almıyorsunuz, provokasyona çanak tutuyorsunuz, kim tutacak bunların tasmasını?” diyerek bu piyasa akıncılarına ortak olacaktır.

* * *

Seçime kilitlenenler, kilitlenmeyenleri derhal düşman tarafa atıyorlar. Düşmanı da kendileri gibi bildikleri için, her şeyin seçimle ilgisi olduğunu düşünüyorlar. Bu ülkede egemen güçlerin ezel-ebed belirli planları, hesapları olduğunu görmememizi istiyorlar.

24 Nisan’a doğru, bu hesapları değerlendirirken, Ermenileri anımsamak şart. Devlet aklının yıllardır Kürd’e “Ermeni dölü” demesini anlamak gerekiyor. Mecazî olarak devlet, Türk ve Müslüman olmayışını gizlemek için, bu türden ideolojik silâhlara sarılıyor. Ama öte yandan, zulmün temelini de Ermenilere yönelik katliam üzerine kuruyor.

Bu aşamada, Tendürek vesilesiyle, Tondraklıları ya da Tendüreklileri de anmak gerekiyor. Dokuzuncu yüzyılda ilgili bölgede neşet eden bu halk hareketinin dinî yönü ikincil bir öneme sahip ve mücadelenin doğasına ait basit bir dışavurum. Tendürek Dağları’na yaslanan bu hareket, kilise hiyerarşisini reddediyor.

Sımbat Zarehavantsi ismindeki liderleri, hareketi eşitlikçi temelde inşa ediyor. Kadın-erkek eşitliğine inanıyorlar. Feodalizmin sıkılaştığı momentte yoksul Ermeni köylülerinin bir isyanı olarak vücut buluyor. Dokuzuncu yüzyılın başında doğan hareket, Bizans’ın, seküler Ermeni ağaların ve Müslüman emirlerin ortak saldırıları ile yeniliyor. İşte bugün tüm yaşananları basit seçim gerilimleri değil, bu eşitlikçi derdin ve öfkenin toprağı çatlatması olarak görmek gerekiyor. Dolayısıyla liberalizmin bu sürece sokulmuş hançer olduğu bilinmeli. Zira o, bağrında feodal çağa dönük sinik bir özlem saklıyor.

Eren Balkır
14 Nisan 2015

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Eşme”, 22 Mart 2015, İştirakî.

[2] Demir Küçükaydın, “Başka Bir Açıdan Diyadin Provokasyonu”, 14 Nisan 2015, DK.

0 Yorum: