27 Nisan 2015

,

Balon



Burjuvazinin iki yüz yıl önce yere düşürdüğü bayrağı alıp göğe yükseltmek… Önerilen ve uygulanan siyasetin özü bu. Bir avuç azınlığın yüceye kurulduğu kurguda, kabaca, aradaki sınıfsal katmanlar, orta sınıf veya daha dar anlamda küçük burjuvazi, söz konusu azınlığın varlığına öykünmeyi, onun yaptıklarını yapmayı önermekten başka bir şey yapmıyor. Burjuva siyaseti, aşağıdan, kendi ajanlarını bulup yanına çağırıyor. Buna “özne olmak” diyorlar. Allah’sızlığın öteki ismi, bu oluyor.

Erdoğan Aydın’ın ağzından çıktığı biçimiyle, “İslam öncesi putperestlik dönemi daha demokratikti” cümlesi, böylesi bir öneriyi sunuyor aslında. Mit, put veya kutsal olan, burjuvazinin çeşitli kültürel-ideolojik yansımaları olarak iş görüyor. Yükselmek için sağ ya da sol şeritten yukarı çıkmaya bakanlar, yücedekini her yer ve zamanda alttakilere kabul ettirmek için uğraşıyorlar. AKP, sağ şeritten çıkanları toparladığı için başarılı bulunuyor. Başarıcı siyaseti sola önerenler, “sol-AKP” türetmenin tek çıkar yol olduğunu söylüyorlar. Biri, “benim ecdadım Ermeni öldürmedi” diyor, diğeri de “Ermenilerden özür dileriz”… Omuz başımızdaki boşluk, sırtımızdaki soğukluk, efendiler adına, tüm şiddetiyle muhafaza ediliyor. Yükselenler, Ermenilerin mallarıyla zengin olup yükselmiş olanların yanına çıktıklarını iyi biliyorlar. Sağ ve sol yaklaşım, bu konuda da söz konusu şiddeti etkisizleştirmek için var.

Sağ yaklaşım, yücedeki gücün eylemine; sol yaklaşım sözüne öykünüyor. Aradaki yarış, alt ve üst arasındaki kadim kavganın şiddetini düşürüyor. Söz konusu şiddetin dağıtılması, etkisizleştirilmesi için, eylemle sözün aynı ortak güce ait olduğu gerçeği örtbas edilmek isteniyor. Yükselmeye, yüksek siyasete odaklananlar, öykünme yöntemlerini yarıştırıyorlar. Sol da sağ da bu amaçla, “dayatma”dan bahsediyor. “Eylemini dayatma” diyen, kendi sözünün; “Sözünü dayatma” diyen kendi eyleminin yüceliğine ve kutsallığına iman ediyor. Burada liberallerin hamleleri, ilgili güzergâhı veriyor. Geçmişte “kutsal söz”le yol almış AKP’nin arkasında duran liberaller, bugün gene geçmişte “kutsal eylem”le yol almış Kürd’ün arkasına saklanarak, ilerlemeye çalışıyorlar. Bu ilerlemenin, geleceğin sosyalizmi için, bugünde halkın zihninde, gözünde olan perdeleri bir bir yırttığını düşünüp kendini kandırmak da sosyalistlere düşüyor. Kutsallığın burjuvaziyle tanımlı bir olgu olduğu görülmüyor.

Selahattin Demirtaş, bir TV konuşmasında, “bizde sosyalist gelir sosyalizmi anlatır, Müslüman gelir İslam’ı anlatır ama ne sosyalist sosyalizmi, ne de Müslüman İslam’ı başkalarına dayatır” diyor. Sorulması gereken soru şu: Müslüman’a ve sosyaliste bu yüce gönüllülüğü gösteren, lütufta bulunan kimdir ve nedir? Demirtaş, sosyalist ya da Müslüman değilse, kimdir ve nedir? “Üstte, yücede bir şey olmasın” derken, sadece serbestçe semada süzülenlere ve yükselmek isteyenlere seslenilmiş olmaz mı? Lütfeden irade olarak “eylem”i sorgulamak, onun batı ve liberalizmle bağlantılı yanlarını tartışmak, o eyleme düşmanlık mıdır yoksa o eylemi gene özel insanlara kapatanlara inat, kolektivize etmek, toprağa yedirmek midir?

Ya da İslam öncesi putperestlik döneminin “demokratikliği”ni yücede, üstte sağlayan nedir? Örneğin bugün HDP’ye negatif herhangi bir eleştiri, neden bir “mit, put veya kutsal”la karşılanıyor? “PKK”den “LGBT” veya “kadın”a bir dizi putun eleştirilerin önünü almak için devreye sokulması, irtifa ile ilgili olabilir mi? Bunları istismar edenler, bir ve aynı öznenin çeşitli tezahürleri midir?

İrtifada mesele, hem tarihsel ve toplumsal yüklerden arınmak hem de her türlü dayatma imkânını ortadan kaldırmakla ilgilidir. Şiddetsiz dünya, en çok, yücedekilerin hayali olarak dil bulur.

Yüceye, efendilerin yanına yükselme çabası için siyaset, bir balon gibi şişiriliyor. İrtifa kazanmak için halk, sınıf vs. gibi yükler bir bir atılıyorlar. Özel şahısların bindirildiği bu balona bazen hidrojen değil de normal hava üfleniyor, sıkıntı burada yaşanıyor. Örgütlerin balon gibi şişip sönmesinin sebepleri burada aranmalı. O kadar çabaya rağmen, kurtulmak istenen “aşağılık, kaba, kontrolsüz” kitlelerin arasında dolaşmak, balonu tehlikeye sokuyor. “Dayatma” gibi görülen, hissedilen bu kitleler ve onun kolektif şiddetidir.

Kişilerin gündelik pratikleri içerisinde de bu yönde sonuçlar alınıyor. Sınıf atlama, yükselme ve burjuvaziye yaranma derdiyle, önce birileri kurban seçiliyor. Dışarı atılıyor. Örneğin Sivaslı bir genç, kendi doğusundaki insanı aşağılayıp ona vurarak yükselmek istiyor. Ona topukları ile vurup yükselmek öğütleniyor. Halkın cahilliği, geriliği, sıradanlığı gibi konular, gündelik sohbetleri kaplıyor birden. Elde millet ve din ile ilgili cephanelik sağlam olduğundan, derhal bu imkânlar kullanılıyor. Mekânlar değiştiriliyor, dil ve üsluba çekidüzen veriliyor. Diyalektik ve madde, kendi özneliğinin parantezine alınıyor; kitleler, metafiziğin ve değersiz bir ruhun kölesi kabul ediliyorlar. Bu, yükselmek için bir bahane olarak kullanılıyor. Özünde, parantezdeki diyalektik ve madde, döne dolaşa ya burjuvaziyle tanımlanıyor ya da ona doğru büzülüyor. Kitlelerin içerisinden birileri, yenik, ezik, düşmüş, garip olmaya mahkûm insanlardan tiksinmeyi, onlardan kaçmayı öğreniyorlar. Böylelerine saray kapıları hemen açılıyor.

Burjuvazinin iki yüz yıl önce düşürdüğü söylenen bayrakta özetle üç renk vardı. Beyaz, mavi ve kırmızı, bugün kimi solcuların aklında ve dilinde, “kesk u sor u zer”e dönüşüyor. Yeşil-sarı-kırmızı, yeni yükselen balonun rengi oluveriyor. Bu, hem bu toprakların kolektif şiddetine örgütlenmiş, onu örgütlemiş bir yapının dağıtılması, hem de onu istismar ederek yükselmek için yapılıyor.

Yüceyle, yükselmeyle tanımlı siyaset, özel insanlara, özel pratiklere bakıyor sadece. Örneğin PKK önderi, eldeki sonuç üzerinden, sırf başarılı bir kişi olarak örnek alınıyor. Her şey bireysel beceriye indirgeniyor, böylelikle özel bireyler, kendi becerilerine işaret etme imkânı buluyorlar. Aynı özel bireyler, Türk ve Müslüman içerisinde siyasi çalışmada da onun yöntemini öneriyorlar. “O, Kürd’ü aşağılayarak, ezerek bugüne geldi, biz de aynısını yapalım” deniliyor. “Adam bir ‘sömürge’ dedi bu hâle geldi, biz de her şeye ve her yere ‘sömürge’ deriz, çok daha başarılı oluruz”dan başka bir şey söylenmiyor.

Genel siyaset bağlamında da aynı yöntem öneriliyor. AKP ve bilcümle sağ siyaset, Tayyip Erdoğan’a indirgeniyor. Ona karşı mücadele, doğalında, sadece yükselmek isteyen özel balon sahiplerine, bireylere hoş gelecek bir içeriğe ve biçime kavuşturulmaya çalışılıyor. Bu, betonun soğuğunu, toprağın sıcağını duymamak için yapılıyor. AKP ise kendisini buradan tahkim ediyor. Kendisine de kızan öfkeli halkı gene örgütlemeyi biliyor. O öfkeden, şiddetten kaçan sol ise AKP ile mücadele ettiğini zannediyor. Bu mücadele, sadece yükselmek için ifa ediliyor. AB kriterlerine topyekûn ikna edilmek istenmemizin nedeni de burada. O kriterleri dillerine pelesenk edenlerin Yunanistan, Portekiz, İspanya sokaklarındaki derde ve öfkeye bakması gerekiyor. Bir avuç efendinin özel koşullarda, üç-beş kömür maden ocağı üzerinden, Sovyet tehdidi bahanesiyle, dışa dönük saldırıları için anlaşmış olmasında, genel, evrensel ilkeler bulmak cidden sorunlu.

İlkeler adına balona binip yükselmek için topuklarıyla mazlumlara, fukaraya vuruyorlar. Onun ahlakını ezerek yükselmek isteyenler, “sokaklara çıkın sevişin, sevişmek politik bir eylemdir” diye yazılar döşeniyorlar. Bu yazılar, bir yanıyla cinsel ilişkinin yasak olduğu dağlara söylenmiş oluyor. AB kriterleri, Botan ve Okmeydanı kriterlerini tasfiye etmek istiyor. Buna mecbur. Para ve metanın akışı için aşağının rahatlaması, kontrol altına alınması, sorun çıkaracakların yukarıya kul edilmesi, sadece oraya bakıyor olması gerekiyor.

Tasfiyenin genel tezahürü, bir yanıyla, yüce gönüllülük, lütufkârlık. Mazlumun, fukaranın şiddetini “dayatma” olarak görenler, kendi burjuva efendilerinin yanına çıkmak için böylesi laflar ediyorlar. Hadi diyelim, Demirtaş’ı tenzih edelim; ama “dayatma” sözünün para ve metanın sahiplerine verilmiş gizli bir söz gereği söylendiği açık.

Onların akılları gibi gönülleri de yüce… Fukaranın, mazlumun kolektif iradesine değil, efendilerle yan yana oturma arzusundaki özel şahıslara bakıyorlar. Birden Ermeni oluyorlar, vazgeçiyorlar, Türk olup Ermenilerden özür diliyorlar. Havada uçtukları için her şey olabiliyorlar. O uçsuz bucaksız şiddeti özel bir-iki Ermeni’ye; komünizmi özel bir-iki kişiye, teoriyi özel bir akla kapatıyorlar. Kendi örgütsel kariyerlerini, yükselme imkânlarını, örgüt şeflerinin içki masalarına oturma şansını düşünüyorlar sadece. Onun dışında her şey tüketilecek, mendil gibi kullanılıp atılacak nitelikte.

Kim fukara-mazlum halkın aklıyla, kendisiyle dalga geçiyorsa, burjuvazinin tanrısına, yükselmek için dua ediyordur. Yüksek siyasetin hâkim olması, bu “din”le ilgilidir. Bu nedenle, soldaki “neden kitleselleşemiyoruz?” sorusu boş ve yalandır.

Eren Balkır
26 Nisan 2015

0 Yorum: