Erdoğan Aydın’ın ağzından çıktığı biçimiyle,
“İslam öncesi putperestlik dönemi daha demokratikti” cümlesi, böylesi bir
öneriyi sunuyor aslında. Mit, put veya kutsal olan, burjuvazinin çeşitli
kültürel-ideolojik yansımaları olarak iş görüyor. Yükselmek için sağ ya da sol
şeritten yukarı çıkmaya bakanlar, yücedekini her yer ve zamanda alttakilere
kabul ettirmek için uğraşıyorlar. AKP, sağ şeritten çıkanları toparladığı için
başarılı bulunuyor. Başarıcı siyaseti sola önerenler, “sol-AKP” türetmenin tek
çıkar yol olduğunu söylüyorlar. Biri, “benim ecdadım Ermeni öldürmedi” diyor,
diğeri de “Ermenilerden özür dileriz”… Omuz başımızdaki boşluk, sırtımızdaki
soğukluk, efendiler adına, tüm şiddetiyle muhafaza ediliyor. Yükselenler,
Ermenilerin mallarıyla zengin olup yükselmiş olanların yanına çıktıklarını iyi
biliyorlar. Sağ ve sol yaklaşım, bu konuda da söz konusu şiddeti
etkisizleştirmek için var.
Sağ yaklaşım, yücedeki gücün eylemine; sol
yaklaşım sözüne öykünüyor. Aradaki yarış, alt ve üst arasındaki kadim kavganın
şiddetini düşürüyor. Söz konusu şiddetin dağıtılması, etkisizleştirilmesi için,
eylemle sözün aynı ortak güce ait olduğu gerçeği örtbas edilmek isteniyor.
Yükselmeye, yüksek siyasete odaklananlar, öykünme yöntemlerini yarıştırıyorlar.
Sol da sağ da bu amaçla, “dayatma”dan bahsediyor. “Eylemini dayatma” diyen,
kendi sözünün; “Sözünü dayatma” diyen kendi eyleminin yüceliğine ve
kutsallığına iman ediyor. Burada liberallerin hamleleri, ilgili güzergâhı
veriyor. Geçmişte “kutsal söz”le yol almış AKP’nin arkasında duran liberaller,
bugün gene geçmişte “kutsal eylem”le yol almış Kürd’ün arkasına saklanarak,
ilerlemeye çalışıyorlar. Bu ilerlemenin, geleceğin sosyalizmi için, bugünde
halkın zihninde, gözünde olan perdeleri bir bir yırttığını düşünüp kendini
kandırmak da sosyalistlere düşüyor. Kutsallığın burjuvaziyle tanımlı bir olgu
olduğu görülmüyor.
Selahattin Demirtaş, bir TV konuşmasında, “bizde
sosyalist gelir sosyalizmi anlatır, Müslüman gelir İslam’ı anlatır ama ne
sosyalist sosyalizmi, ne de Müslüman İslam’ı başkalarına dayatır” diyor.
Sorulması gereken soru şu: Müslüman’a ve sosyaliste bu yüce gönüllülüğü
gösteren, lütufta bulunan kimdir ve nedir? Demirtaş, sosyalist ya da Müslüman
değilse, kimdir ve nedir? “Üstte, yücede bir şey olmasın” derken, sadece
serbestçe semada süzülenlere ve yükselmek isteyenlere seslenilmiş olmaz mı?
Lütfeden irade olarak “eylem”i sorgulamak, onun batı ve liberalizmle bağlantılı
yanlarını tartışmak, o eyleme düşmanlık mıdır yoksa o eylemi gene özel
insanlara kapatanlara inat, kolektivize etmek, toprağa yedirmek midir?
Ya da İslam öncesi putperestlik döneminin
“demokratikliği”ni yücede, üstte sağlayan nedir? Örneğin bugün HDP’ye negatif
herhangi bir eleştiri, neden bir “mit, put veya kutsal”la karşılanıyor?
“PKK”den “LGBT” veya “kadın”a bir dizi putun eleştirilerin önünü almak için
devreye sokulması, irtifa ile ilgili olabilir mi? Bunları istismar edenler, bir
ve aynı öznenin çeşitli tezahürleri midir?
İrtifada mesele, hem tarihsel ve toplumsal
yüklerden arınmak hem de her türlü dayatma imkânını ortadan kaldırmakla
ilgilidir. Şiddetsiz dünya, en çok, yücedekilerin hayali olarak dil bulur.
Yüceye, efendilerin yanına yükselme çabası için
siyaset, bir balon gibi şişiriliyor. İrtifa kazanmak için halk, sınıf vs. gibi
yükler bir bir atılıyorlar. Özel şahısların bindirildiği bu balona bazen
hidrojen değil de normal hava üfleniyor, sıkıntı burada yaşanıyor. Örgütlerin
balon gibi şişip sönmesinin sebepleri burada aranmalı. O kadar çabaya rağmen,
kurtulmak istenen “aşağılık, kaba, kontrolsüz” kitlelerin arasında dolaşmak,
balonu tehlikeye sokuyor. “Dayatma” gibi görülen, hissedilen bu kitleler ve
onun kolektif şiddetidir.
Kişilerin gündelik pratikleri içerisinde de bu
yönde sonuçlar alınıyor. Sınıf atlama, yükselme ve burjuvaziye yaranma
derdiyle, önce birileri kurban seçiliyor. Dışarı atılıyor. Örneğin Sivaslı bir
genç, kendi doğusundaki insanı aşağılayıp ona vurarak yükselmek istiyor. Ona
topukları ile vurup yükselmek öğütleniyor. Halkın cahilliği, geriliği,
sıradanlığı gibi konular, gündelik sohbetleri kaplıyor birden. Elde millet ve
din ile ilgili cephanelik sağlam olduğundan, derhal bu imkânlar kullanılıyor.
Mekânlar değiştiriliyor, dil ve üsluba çekidüzen veriliyor. Diyalektik ve
madde, kendi özneliğinin parantezine alınıyor; kitleler, metafiziğin ve
değersiz bir ruhun kölesi kabul ediliyorlar. Bu, yükselmek için bir bahane
olarak kullanılıyor. Özünde, parantezdeki diyalektik ve madde, döne dolaşa ya
burjuvaziyle tanımlanıyor ya da ona doğru büzülüyor. Kitlelerin içerisinden
birileri, yenik, ezik, düşmüş, garip olmaya mahkûm insanlardan tiksinmeyi,
onlardan kaçmayı öğreniyorlar. Böylelerine saray kapıları hemen açılıyor.
Burjuvazinin iki yüz yıl önce düşürdüğü söylenen
bayrakta özetle üç renk vardı. Beyaz, mavi ve kırmızı, bugün kimi solcuların
aklında ve dilinde, “kesk u sor u zer”e dönüşüyor. Yeşil-sarı-kırmızı, yeni
yükselen balonun rengi oluveriyor. Bu, hem bu toprakların kolektif şiddetine
örgütlenmiş, onu örgütlemiş bir yapının dağıtılması, hem de onu istismar ederek
yükselmek için yapılıyor.
Yüceyle, yükselmeyle tanımlı siyaset, özel
insanlara, özel pratiklere bakıyor sadece. Örneğin PKK önderi, eldeki sonuç
üzerinden, sırf başarılı bir kişi olarak örnek alınıyor. Her şey bireysel
beceriye indirgeniyor, böylelikle özel bireyler, kendi becerilerine işaret etme
imkânı buluyorlar. Aynı özel bireyler, Türk ve Müslüman içerisinde siyasi
çalışmada da onun yöntemini öneriyorlar. “O, Kürd’ü aşağılayarak, ezerek bugüne
geldi, biz de aynısını yapalım” deniliyor. “Adam bir ‘sömürge’ dedi bu hâle
geldi, biz de her şeye ve her yere ‘sömürge’ deriz, çok daha başarılı
oluruz”dan başka bir şey söylenmiyor.
Genel siyaset bağlamında da aynı yöntem
öneriliyor. AKP ve bilcümle sağ siyaset, Tayyip Erdoğan’a indirgeniyor. Ona
karşı mücadele, doğalında, sadece yükselmek isteyen özel balon sahiplerine,
bireylere hoş gelecek bir içeriğe ve biçime kavuşturulmaya çalışılıyor. Bu,
betonun soğuğunu, toprağın sıcağını duymamak için yapılıyor. AKP ise kendisini
buradan tahkim ediyor. Kendisine de kızan öfkeli halkı gene örgütlemeyi
biliyor. O öfkeden, şiddetten kaçan sol ise AKP ile mücadele ettiğini
zannediyor. Bu mücadele, sadece yükselmek için ifa ediliyor. AB kriterlerine
topyekûn ikna edilmek istenmemizin nedeni de burada. O kriterleri dillerine
pelesenk edenlerin Yunanistan, Portekiz, İspanya sokaklarındaki derde ve öfkeye
bakması gerekiyor. Bir avuç efendinin özel koşullarda, üç-beş kömür maden ocağı
üzerinden, Sovyet tehdidi bahanesiyle, dışa dönük saldırıları için anlaşmış
olmasında, genel, evrensel ilkeler bulmak cidden sorunlu.
İlkeler adına balona binip yükselmek için
topuklarıyla mazlumlara, fukaraya vuruyorlar. Onun ahlakını ezerek yükselmek
isteyenler, “sokaklara çıkın sevişin, sevişmek politik bir eylemdir” diye
yazılar döşeniyorlar. Bu yazılar, bir yanıyla cinsel ilişkinin yasak olduğu
dağlara söylenmiş oluyor. AB kriterleri, Botan ve Okmeydanı kriterlerini
tasfiye etmek istiyor. Buna mecbur. Para ve metanın akışı için aşağının
rahatlaması, kontrol altına alınması, sorun çıkaracakların yukarıya kul
edilmesi, sadece oraya bakıyor olması gerekiyor.
Tasfiyenin genel tezahürü, bir yanıyla, yüce
gönüllülük, lütufkârlık. Mazlumun, fukaranın şiddetini “dayatma” olarak
görenler, kendi burjuva efendilerinin yanına çıkmak için böylesi laflar
ediyorlar. Hadi diyelim, Demirtaş’ı tenzih edelim; ama “dayatma” sözünün para
ve metanın sahiplerine verilmiş gizli bir söz gereği söylendiği açık.
Onların akılları gibi gönülleri de yüce…
Fukaranın, mazlumun kolektif iradesine değil, efendilerle yan yana oturma
arzusundaki özel şahıslara bakıyorlar. Birden Ermeni oluyorlar, vazgeçiyorlar,
Türk olup Ermenilerden özür diliyorlar. Havada uçtukları için her şey
olabiliyorlar. O uçsuz bucaksız şiddeti özel bir-iki Ermeni’ye; komünizmi özel
bir-iki kişiye, teoriyi özel bir akla kapatıyorlar. Kendi örgütsel
kariyerlerini, yükselme imkânlarını, örgüt şeflerinin içki masalarına oturma
şansını düşünüyorlar sadece. Onun dışında her şey tüketilecek, mendil gibi
kullanılıp atılacak nitelikte.
Kim fukara-mazlum halkın
aklıyla, kendisiyle dalga geçiyorsa, burjuvazinin tanrısına, yükselmek için dua
ediyordur. Yüksek siyasetin hâkim olması, bu “din”le ilgilidir. Bu nedenle,
soldaki “neden kitleselleşemiyoruz?” sorusu boş ve yalandır.
Eren Balkır
26 Nisan 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder