21 Nisan 2018

, ,

Nefret mi Öfke mi?

“Evinizi işinizi çalan patronlardır. Savaş ve açlıktan kaçarken botlarda yaşamlarını yitirenler değil!” [İtalya]

Ernst Bloch Söyleşisi
1967

Nefret, her gün bizim doğrudan veya dolaylı olarak yüzleştiğimiz bir olgudur. Kanaatimce kolektif nefret, politik düzlemde istismar ve maniple edilebilir. Yaptığımız bu sohbette ben, bilhassa ırksal nefret ve sınıfsal nefret meselelerini nasıl değerlendirdiğinizle ilgileniyorum. Motifler farklı. Fakat üzerinde durulduğunda görülüyor ki ortaya hep aynı sonuç çıkıyor ve halklar yok ediliyor.

İlk planda nefret, hoş bir vasıf değil. İnsanı öfkelendirir ve kör eder. Doğru olduğunda bile insanın simasını kötüye doğru değiştirir. Ama gene de sınıfsal nefretle ırksal nefret arasında içerik ve muhatap noktasında net farklılıklar olduğunu belirtmek gerek. Irksal nefret ve yabancı düşmanlığı gibi nefretin bastırılmış biçimlerinde saldırganlık, aşırı ölçüde körüklenir ve insan, o saldırganlığın temellerini bile sorgulamaz. Sınıfsal nefret ise ta Spartaküs döneminden beri sömürü ve zulümden kaynak alır.

“Yahudilerdir başımızdaki belâ” ve “yabancı işçilerdir başımızdaki belâ” türünden sözlerle Marx’ın Kapital’de incelediği, insanların kapitalizme yönelik duydukları gerçek düşmanlık arasında net bir ayrım yapmak lazım. On sekizinci yüzyılda, Adam Smith’in döneminden, hatta onun öncesinden beri, yani on beşinci ve on altıncı yüzyılda müteşebbisler kendilerini loncalardan kurtardılar, böylelikle üretici güçler zincirlerini kırmış oldu. Fransız Devrimi, Aydınlanma ve Ansiklopedistler bu döneme ait. Tüm bunlar, hatta özgürlük denilen kategorinin kendisi bile, ekonomik sistemin prangalarından kurtulması sayesinde ortaya çıkabildi. Bu anlamda Marksizm, 1800 yılına dek yaşanan kapitalist gelişimi oldukça ilerici kabul eder (ki bu ilerleme, her daim muhafazakârların ve gericilerin kafasını karıştırmış bir husustur). Ancak kapitalizm, çelişkiler yurttaşların eski feodal yatağa yuvarlanmasına neden olacak ölçüde derinleşene dek ilericiliğini muhafaza etti.

Ortaya çıktığı noktada aşağıdakilerin nefreti, esasen yukarıdakilerden kaynaklanır. Bu noktada nefret edilenler, önemli bir rol oynarlar zira nefret yüklü olanlar bizatihi kendileridir: yukarıdakiler, küçük insandan, köylüden ve ezilenden nefret ederler, bilhassa isyan ettiklerinde. Beyaz terör, kızıl terörü aşan boyutlarda gerçekleşmese bile her daim ona denk düzeydedir. Buradaki aşırılık, yoksul odun hırsızlarına darağaçlarında verilen orantısız cezayla kıyaslanabilir ancak.

Irka ve yabancılara dönük nefret, muhafazakârların körlüğünden, gerçeklere mantıklı yaklaşmamasından kaynaklanır. Bu özellikleri yüzünden muhafazakâr, yukarıdakilerin beslediği nefrete veya sağdan kaynaklanan nefrete alkış tutar ve o nefrete ortak olur, sonuçta da nefret ettiği kişilere iftiralar atar ve onun yolu büyük bir aptallıkla anti-komünizme çıkar. Çoğunlukla sağdan kaynaklanan antisemitizm gibi bu anti-komünizm de “Rus”u, “Alman”ı, “Fransız”ı ve “Yahudi”yi genelleştirir. Anti-komünizm de genelleme çabasının en kötü biçimlerinden biridir ve her türden farklılığa karşı kördür. Genellemeci yaklaşım, aptallığın hüküm sürdüğü yerde gelişip serpilir.

Fakat bence asıl mesele, şu soruyu sormaktadır: somut devrimci durumlarda nefret, en azından bir süre, izin verilebilecek bir araç mıdır? Yukarıdakilerden yetkiyi aldığı noktada yozlaşan ve körlükle, saf hınçla suça bulaşan bu nefret gözden kaybolur. Bu nefret öfkeye dönüştürülmelidir. Öfke, nefretten çok farklıdır. İnsanların haklı nefretten değil de haklı öfkeden söz etmelerinin sebebi buradadır. Öfke, kitlelerin Bastille’e hücum edip yıkmasına, Zwing-Uri Kalesi’nin fethedilmesine ve William Tell’in Gessler’in şapkası önünde eğilmeyi reddetmesine neden olan ana unsurdur. Öfke, insan haysiyetine, dik duruşumuza yönelik saldırılara duyduğumuz kızgınlıktır. Nefretse soluktur, karamsardır, korkaktır, insanın içini yiyen kurttur, üzerindeki gaz kimi zaman patlar. Öte yandan öfke alenidir, soluk yüzü kıpkırmızı eder. Sefil küçük burjuva Nazi, kendi nefreti dâhilinde gayet ihtiyatlı hareket eder ama öfke o ihtiyatı yele savurur. Öfke asla fırsatçı değildir, birden kişinin çıkarları aleyhine dönebilir. Bu sebeple öfke, yüce vasıflara meyillidir.

O hâlde siz, sınıfsal nefreti nefret değil de daha çok öfke olarak değerlendiriyorsunuz?

Her devrimde öfke vardır. Öfkenin insanı her daim körleştirmesi gerekmez. O, aynı zamanda aktif ve geçici bir olgudur. Buna karşılık nefretse çürümeye devam eder. Öfke patlaması yaşandığında insan, hâlen daha düşünmek için vakit bulur. Aksi takdirde kişi, çürütmeye meyilli nefret duygusuyla kirlenir. Nefret, öfkedeki vuzuha, duruluğa dönüştürülmediği durumda yoz bir duygudur. Nefret, her şeyi tüm yalınlığı ile gören gözleri kör eder, dolayısıyla kesinlikle sınıf mücadelesine ait bir duygu değildir. O, doğru muhatabını asla bulamaz.

Kaynak

0 Yorum: