Aşağıda
yer verilen harita, çok az insanın anlayacağı türden bir etnisite haritası.
Haritadan da anlaşılacağı üzere, Yugoslavya’nın bölünüp bağımsız cumhuriyetler
kurulması, kan akmaksızın mümkün değildi.
Sarı:
Sırplar, Koyu Yeşil: Müslümanlar, Açık Mavi: Hırvatlar, Açık Yeşil: Slovenler,
Turuncu: Karadağlılar, Pembe: Arnavutlar, Lacivert: Makedonlar.
* * *
24
Mart 1999’da, yani bundan 19 yıl önce, Yugoslavya’nın, Sırbistan’ın ve
Kosova’nın yasadışı ve gayrimeşru biçimde bombalanmasına başlandı. Bombardıman
78 gün sürdü. Bu olayı Batı tümden unutmuş durumda.
Savaşın
arkasında Clinton ve dışişleri bakanı Madeleine Albright vardı. Bombardıman,
Paris’in dış mahallelerinden Rambouillet’de Sırplar ve Arnavutlar arasında
(tarafların hiç yüz yüze gelmedikleri) “müzakereler”in ardından başladı.
Clinton
denilince aklımıza Monica Lewinsky ile ilişkisi ve eşi Hillary Clinton
geliyordur. O, aynı zamanda Albright ile birlikte Afganistan’ı, Sudan’ı,
Bosna-Hersek’i bombalayan isim. Onun aynı zamanda Yugoslavya’daki etnik
temizliğe de büyük katkıları oldu. Hırvatistan’daki Sırplar, 1995’te 400 yıldır
yaşadıkları Doğu ve Batı Slavonya’dan, Krajina’dan Fırtına Operasyonu ve
Yıldırım Operasyonu ile temizlendiler.
Clinton,
aynı zamanda Gorbaçev’e ve NATO’nun önde gelen siyasetçilerine teşkilâtın
büyütülmeyeceğine dair verdiği güvencelere rağmen, NATO’yu büyütmeye başladı.
Eski Yugoslav cumhuriyetleri, bugün NATO üyeleri (Slovenya, Hırvatistan ve
Karadağ). Clinton, ayrıca 500.000 kişi öldükten sonra Irak’taki masum insanlara
dayatılan yaptırımların arkasındaki isim.
Müdahaleciliğin
militarizmin tarihine dönük nesnel bir analiz üzerinden Rusya’nın Kiev’deki
sözde darbeye cevap verip Kırım’ı ilhak etmesi de uluslararası düzeyde cereyan
eden önemli bir hak ihlali olarak değerlendirilebilir, fakat bu olay Yugoslavya
ile kıyaslandığında, gayet ufak kalıyor.
Böylesi
bir tarihi olan Batı’nın/NATO’nun herkesi, Rusya’yı, Suriye’yi, İran’ı, Kuzey
Kore’yi ve Çin’i şer ilân etmesine şaşmamak gerek. Psikopolitik açıdan buna
yansıtma denilebilir, başkaları da amnezi veya yeni suçlar işlemek adına
dikkatleri başka yöne çevirme olarak ifade edebilir.
* * *
Yugoslavya’nın
dağılması, Tito’nun ölümünü takip eden on yıl içerisinde biriken iç
dinamiklerin bir eseri. Fakat öte yandan daha geniş açıdan bakıldığında, bu
sürece uluslararası toplum da dâhil oldu ve bu müdahale, özünde yıkıcı
sonuçlara yol açtı. Ülkedeki çatışma ihtimallerini Batılı hükümetlerin ve
diplomatların ekseriyeti bilmezdi. Herkesin kafası, Soğuk Savaş’ın oluşturduğu
kalıba göre işlerdi, bu nedenle Sırplar kötü, yayılma derdinde olan Ortodoks
Ruslar olarak görülür, geri kalan özgürlük peşindeki halklarsa “bizim olmalı”
denilerek ele alınırdı.
Herkes,
meselenin etnisiteyle alakalı olduğunu düşünüyordu. Etnisite ise İkinci Dünya
Savaşı sonrası travmaların istismar edilmesi ve savaşmak için gerekli
enerjilerin harekete geçirilmesi için basit bir araçtan ibaretti. Buradan
Batılılar, çatışmanın çözüme kavuşturulması meselesini karmaşık yönleri budayıp
ortaya iki taraf çıkartmak esası üzerinden ele alıyorlardı. İyi ve kötü
belirlendikten sonra da doğalında iyiye destek verilecek, kötü de
cezalandırılacaktı.
Yugoslavya’daki
sorunların amatörce teşhisi ve bu noktada böylesi bir yetersiz zihinsel alet
çantası üzerinden, hastalığın sonuçlarına dair yanlış kestirimlerde bulunuldu.
Nihayetinde bu tarz bir çözüm, dağılmaya, böl-yönet politikasına, aşırı
milliyetçileri ödüllendirip Rusya’nın burnunun sürtülmesine ve her şeyin
felakete sürüklenmesine yol açtı.
İyi
bir doktor, çok az acıya ve kan kaybına neden olur. Batı’daki “çatışma
doktorları”, silâh tüccarları ile birlikte, mümkün oldukça daha fazla kan
döktüler. Yereldeki hükümetler, savaş ağaları ve ülkenin paramiliterleri de bu
süreci beslediler.
* * *
Rusya’da
o dönemde karışıklıklar hâkimdi. Herhangi bir rol oynaması mümkün değildi. Bu
sebeple şarlatanlar başarı kazandılar. Kendi kendilerini görevlendiren
arabulucular, yeni numaralara başvurdular. Tüm bunlar, Yugoslavya’nın
dağılmasının yol açtığı uzun vadeli etkileri daha da önemli hâle getirdi.
Bu
noktada şu gerçeklere işaret edilmek zorunda:
Sovyetler
Birliği ve Varşova Paktı’nın dağılışı sonrası yaşanan ilk büyük çatışma olması
sebebiyle, her şeyin mümkün olduğuna inanılan bir ortam oluştu ve kimse bir şey
ifade etmediğinden, Rusya’nın yapacaklarını dikkate alma ihtiyacı bile duymadı.
Birleşmiş
Milletler ve Bağlantısızlar Hareketi’nin bir üyesi, şiddet araçlarıyla bölündü.
BM
Güvenlik Konseyi’nin talimatı olmaksızın bir ülke bombalandı (böylelikle BM’nin
farklı yollarla başarılı sonuçlara ulaşma ihtimali ortadan kalktı.).
Yugoslavya’dan
bağımsız bir varlık olarak Slovenya ve Hırvatistan tanındı, ama bunlar (toprak
üzerinde kontrol gibi) bağımsızlık ilân etme ölçütlerini karşılamayan
devletlerdi.
Bu
ikisinin cumhuriyet olarak tanınması yanında kimse, Yugoslavya’dan geriye
kalanlarla ne yapılacağına dair hiçbir fikre sahip değildi, sonuçta da
Bosna-Hersek’te savaş kaçınılmaz bir hâl aldı.
BM’nin
Barış Ajandası raporunda barışın zorla dayatılması fikrinin gündeme getirilmesi
yüzünden BM’nin dayandığı tüm temel çöktü, bu da kimseden cevaz almadan askerî
harekâta girişmeyi mümkün hâle getirdi.
“İnsanî
müdahale” denilen olgu, bir biçimde icat edildi ve soykırımın yaşanmadığı
(hatta Kosova gibi gündemde bile olmadığı) yerlere uygulandı. Tarihsel açıdan
eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir insanî felâkete yol açtı. Kimse, kitlesel
katliamları durdurma noktasında böylesi müdahalelerin bir işe yaramadığını
idrak edemedi.
Sırbistan’a
78 gün boyunca acımasız biçimde ve utanma arlanma nedir bilmeden bomba atılması
sonucu Kosova isminde yeni bir devlet ortaya çıkartıldı. Bu devlet, Avrupa’daki
ikinci Arnavut devletiydi.
Cumhurbaşkanı
Miloseviç Kosova’dan çıkmazsa, Belgrad yıkımla tehdit edildi.
Lahey’de
Ruanda’dan sonra bu savaşla ilgili olarak özel bir mahkeme kuruldu. Başka
ülkelerin usullerinin hâkim olduğu bu mahkeme, politik hiçbir modele uymuyordu.
Özünde Batı’nın çatışmayla alakalı teşhisi eksik ve yanlıştı.
Birleşmiş
Milletler’in Yugoslavya’daki savaştan önce de birçok kez boşa düşürüldüğüne
tanıklık ettik. En iyi örneklerden birisi de Vietnam. Fakat bu sefer BM kıyıya
köşeye atıldı, faydasız olmakla eleştirildi ama öte yandan da 1999’dan beri
büyük çatışmalara zemin hazırlayan veya onlara sebep olan bir güç olarak
devreye sokuldu. Egemen devletlerin suç ortağı olarak görevini ifa etti.
Ruder
Finn gibi pazarlama şirketleri, süreçten ciddi bir avantaj sağladılar.
Böylelikle Hırvatistan, Bosna Müslümanları ve Kosovalı Arnavutlar yanlış bir
imajla dünyaya takdim edildiler. Yugoslavya’da olduğu gibi, Suriye’de de
anlatılan her türden hikâye, hakikate değil belirli çıkarlara hizmet
etmekteydi. Tekellerin medyası hükümetlerine sadakatle hizmet ettiler ve bu
noktada dünyadaki en karmaşık çatışmalardan birini iki taraf üzerine kurulu
anlatılarla izah etmeye kalkıştılar ki asıl insanları yanlışa sürükleyen işte
bu türden anlatılardı.
Yugoslavya’da
bulunan insanlar ise olan biteni başka bir açıdan değerlendirdiler ve dış
yardımın bir tür ötenaziyi ifade ettiğini söylediler.
Jan Oberg
23 Mart 2018
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder