Asimilasyon ve Irkçılığın Liberal Yüzü
Irkçı söylemin iç içe geçen, birbirini besleyen,
çelişkili iki yönü mevcuttur: dışlama ve asimilasyon. Avrupamerkezciliğin genel
çerçevesi açısından Avrupalı olmayan halklar, aralarında tercihte
bulunamayacakları iki seçenekle yüzleşirler. Onlar, Avrupa’nın yönelimlerini
redde tabi tuttuklarında gayri medeni kabul edilecekler veya onca engele
rağmen, Avrupa’nın tayin ettiği normlar uyarınca “uygarlığa” sahip oldukları
noktada ise onların ancak dışarıdan bir itkiyle ilerleyebileceğine dair
kanıtlar öne sürülecektir. Yüzeyden bakıldığında, ırkçılık karşıtlarındaki kafa
karışıklığının ana kaynağı budur. Tabi ırkları aşağılık gören ve onların bu konumdan kurtulamayacağına inanan dışlayıcılık
kulağa hoş gelmeyen bir ifadedir. Ama sonuçta bahsi geçen iki yön de esasen
aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Sadece dışlayıcılığa saldırdığınızda
asimilasyonist ırkçılığı besler, böylelikle de ırkçılığı pekiştirmiş olursunuz.
Bu durum, en çok on dokuzuncu yüzyılda kölelik karşıtlarının oluşturduğu
yazında karşımıza çıkar. Bu bağlamda kaleme alınan eserler, ağırlıklı olarak
“iyilik yapan” siyahların hayat hikâyeleri üzerine kuruludur. Irkçılar ise bu
çalışmaları söz konusu insanların en iyi hâliyle, sadece beyazları taklit
edebilecek kişiler olduklarını söyleyebilmek için kullanmışlardır. Tam da
Curtin’in o mükemmel sözünde dile getirildiği gibi, “Siyah yanlısı grupta
gördüğümüz kültürel şovenizm, geri dönüp ırkçılığın yardımına koşar.”[1] Bu
sözü, solun bünyesinde tanış olduğumuz yığınla “ırkçılık karşıtı” güce tatbik
etmek mümkündür. Bu kesimler, kendilerini Avrupamerkezci bakış açısından
kurtaramamaktadırlar.
Başka halkların bağımsız sosyo-ekonomik
hayatiyetini ortadan kaldırmak için ne vakit sömürgeci ekonomik zemine ihtiyaç
duyulsa o halklar, ilerleme sürecinin dışına düşmeye mahkûm, geleceği olmayan,
hükmünü yitirmiş halklar olarak resmedilirler. Amerika veya Avustralya’da
yaşandığı üzere, ister bu halkların yerleşimci sömürgecilik için toprağı
temizlemek adına fiziken imha edilmesi ister bu halkların ucuz emek kaynağı
olarak elde tutulmaları gerektiğini ifade etsin, isterse bu halkların daha
incelikli yollardan, örneğin sömürgecilerin “kaçakçılık ve ticaret yoluyla
zenginleşmesi”[2] amacıyla (ki bu yaklaşım, İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni
sömürgecilik rejiminde geliştirilmişti) kullanıldığı durumlara işaret etsin,
söz konusu argüman temelde geçerliliğini korur. Fizikî imhayı dillendirenlerle
bir halkın kimliğinin yok edilip onun köleleştirilmesini savunanlar arasında
niteliksel bir ayrım yoktur. Mesele, hâlen daha bir soykırım meselesidir.
On dokuzuncu yüzyıl başlarında yürütülen
tartışmalar, dünya halklarının tek bir soydan mı yoksa farklı soylardan mı
türediği ile ilgili münazaralara tanıklık etmiştir. Tek soydan çıkışla alakalı
argüman bilimsel açıdan doğrudur, zira insanlık Afrika’da bulunan tek bir
kaynaktan çıkış almıştır ama aynı zamanda insanlık (insandan yana, kölelik
karşıtı çevreler tarafından) Kitab-ı Mukaddes kaynaklı, yaratılışçı bir anlayış
dâhilinde takdim edilmiştir. Süreç içerisinde Darwinizm, kutsal kitap kaynaklı
argümanı yok etmiş ama sonuçta “ırkların” farklı yollardan evrimleştiğine dair
sözde bilimsel bir önermenin dillendirilmesine yol açmak gibi bir yan etkiye
sebep olmuştur. Bu muhakeme tarzını, fikirlerini Nazizmin sahiplendiği, önde
gelen İngiliz ırkçı Robert Knox’un yazılarında bulmak mümkündür. Oysa Darwin,
söz konusu çıkarımı reddetmiştir. İnsanın
Türeyişi isimli çalışmasında Darwin şunu söylemektedir: “İnsanın tüm
milletlerden ve ırklardan insanlara yönelik sevgi ve ilgisine mani olan
bariyer, esasen sunidir.” Bu cümle, çoğunlukla ilerici bir görüş olarak takdim
edilmiştir. Özünde Darwin, kendi teorisi üzerinden varılan ırkçı çıkarımları
redde tabi tutmuştur.[3] Ne var ki sözün
derinine indiğimizde, sömürgeler sahasında olan bitenleri ve yaşanan gerçekleri
dikkate aldığımızda, Darwin gibi birlik yanlısı isimlerle Robert Knox gibi
dışlayıcılar arasında niteliksel bir fark yoktur. Darwin’de karşımıza çıkan,
insanlığın birliği anlayışı, esasen doğal seleksiyon dâhilinde bazı insanların
başka insanları kaçınılmaz olarak yok etmesi gerektiği tespitinin soğukkanlı ve
“bilimsel” bir yaklaşımla kabul edilmesini öngören anlayışla uyum
içerisindedir. Darwin’in başka bir çalışmasında açık bir dille aktardığı
biçimiyle, “uygar milletlerin barbarlarla temas kurduğu noktada açığa çıkan
mücadele, kısa sürecek bir mücadeledir.”[4] Temelde Darwin’in ulaştığı bu
sonucun yaslandığı veriler, soykırımlara dair gözlemlere aittir. O, yerli
halkın çorak bir adaya sürgün edilmesinden sonra Tazmanya’ya gitmiştir. Yerli
halkın başka bir adaya gönderilmesinin nedeni, “o halkın neslinin tükenmesini
sağlamak”tır.[5] Tuttuğu günlüklerde şu türden sevinç dolu ifadelere rastlamak
mümkündür: “Van Diemen’e ait ülke [Tazmanya] yerli halktan kurtulmuş olmak gibi
büyük bir avantaja sahip. Bu acımasız
adım kaçınılmaz olarak atılmış, zira siyahların gerçekleştirdikleri
hırsızlıkların, kundaklama girişimlerinin ve cinayetlerin son bulması ancak bu
şekilde mümkündü.”[6]
Bu cümlelerde
sömürgeciliğin her daim kullandığı “kargaşa” denilen efsanenin yalın bir
ifadesine rastlıyoruz. Ayrıca burada temelde doğayı yönetme konusunda uygun
olmayan bir halktan o doğanın sömürgeci eliyle alındığından, onun mülk
edinildiğinden bahsedilmektedir. Darwin, “bazı hemşerilerinin kötü amellerinden
rahatsız olan ve onları eleştiren bir isimse de” onun muzafferin elindeki
araçlar ne kadar kötü olursa olsun, zayıfın yok edilmesini iki toplumsal grup
arasında yaşanan çatışmanın kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirdiğini görmek
gerekmektedir. Sömürgeciliğin yaptığı zulümler, berbat bir mantık üzerinden
meşrulaştırılmaktadır: doğal seleksiyon kanunlarına göre, bazı halkların yok edilmiş
olması onların aşağılık olduklarının kanıtıdır. Sömürgecilik işte buradan
meşrulaştırılmaktadır.
Robert
Biel
[Kaynak:
Eurocentrism and the Communist Movement,
Kersplebedeb, 2015]
Dipnotlar
[1] Curtin, Philip D. The Image of Africa: British Ideas and Action 1780–1850. Londra:
Macmillan, 1965, s. 386.
[2] Pearce, Roy Harvey. The Savages of America. Baltimore: John Hopkins University Press,
1965, s. 19. Çalışmada 1635’te Maryland’de yaşananlardan bahsediliyor.
[3] October I:2
(1980s), s. 9.
[4] Charles Darwin’in İnsanın Türeyişi’nden aktaran: Curtin, Philip D. Imperialism: Documentary History of Western
Civilization. Londra: Macmillan, 1972, s. 45.
[5] Bugün o yerli halkların torunları büyük bir
şevkle hâlen daha varolduklarını söyleseler de sistem, bu soy kurutma konusunda
başarılı olduğuna inanmaktadır.
[6] Darwin, Charles. The Voyage of the Beagle. Londra: Everyman, 1959, s. 430. Vurgu
yazara aittir.
0 Yorum:
Yorum Gönder