Bu tip insanlar için ekoloji siyasetinin tarihinin
her daim doğası gereği, zorunlu olarak ilerici ve iyi kalpli olmadığını
öğrenmek bir sürpriz olacaktır. Esasında ekolojik fikirlerin tarihi bozulmuştur
ve alabildiğine geriletici sonuçlara yol açan, faşizme bile hizmet eden bir
tarihtir. Alman “ekolojizm”indeki, kökleri on dokuzuncu yüzyıl doğa
mistisizmine uzanan önemli eğilimler, yirminci yüzyılda Nazizmin doğuşuna katkı
sunmuştur. Nazi Almanya’sında Nazi “ekolojistler” de organik çiftçilik,
vejetaryenlik, doğa ibadeti gibi konu başlıklarında faaliyet yürüten
insanlardır. Bu insanlar, söz konusu kilit unsurları sadece ideolojilerine
değil, hükümet politikalarıyla da ilişkilendirmişlerdir. Dahası, Nazilerin
“ekolojik” ideolojisi, Avrupa Yahudiliğinin yıkımını meşrulaştırmak için de
kullanılmıştır. Ama bu temaların bir kısmı, bugün ekoloji konusunda endişeli
insanların başvurdukları temalara rahatsız edici ölçüde benzerlik arz
etmektedir.
Sosyal ekolojistlerde görüldüğü üzere, bizim niyetimiz,
çevrecilerin ve ekolojistlerin biyosferi yıkımdan kurtarmak için ortaya
koydukları tüm önemli gayretlere itiraz etmek değil. Tam aksine: temel
endişemiz, ciddi ekoloji hareketlerinin kötü ve gerici eğilimlerle
bütünleşmesi. Bu eğilimler, geriletici gündemleri için ekolojik sorunlarla
ilgili halk arasındaki yaygın endişeyi istismar etmeye çalışıyorlar. Ancak biz,
günümüzde mistisizmin ve antihümanizmin giderek ağırlık kazandığı “ekoloji
sahnesi”nin, ekoloji hareketinin içine girdiği hareket yönüyle ilgili ciddi
sorunlara yol açtığı kanaatindeyiz.
Yirminci yüzyılın sonlarında birçok batılı ulusta
ırkçılığa dair ifadeler ve göçmen karşıtı hisler, sadece giderek daha fazla
duyulmakla kalmamakta, artık bu hisler daha fazla hoşgörüyle karşılanmaktadır.
Aynı ölçüde kaygı veren diğer bir husus da faşist ideologların ve politik
grupların ciddi bir canlanma yaşıyor olmasıdır. İdeolojilerini güncelleyip
ekolojiyle ilgili yeni bir dil konuşan bu hareketler, bir kez daha sosyal
gerilemeye hizmet etmek için ekolojik temalara başvurmaktadırlar. Bazen ilerici
ekolojistlerin ortalama inançlarına benzer şekilde bu gerici ve sağcı
ekolojistler, Dünya’nın insanlar karşısında üstün olduğuna vurgu
yapmaktadırlar; akıl pahasına sezgi ve “duygular”a seslenmektedirler; kaba sosyobiyolojist
olan bu kesimler Malthus’çu biyolojizmi bile desteklemektedirler. “Yeni Çağ”a
özgü eko-ideoloji ilkeleri, İngiltere ve ABD’de birçok insana tehlikesiz
gelmektedir; özellikle mistik ve akıl karşıtı akımlar, Almanya’da ekofaşizmde
iç içe geçmektedir.
Sahip olduğu tekilliklere karşın Alman deneyimi,
bir zamanlar köhnemiş ve değersiz kabul edilen ideolojilere ve hareketlere daha
fazla hoşgörü gösterildiği bir dünyada, ekolojinin yanlış kullanımına karşı
açık bir uyarı sunmaktadır. Politik ekoloji düşünürleri, hem Almanya’da hem de
İngilizce konuşan dünyada söz konusu fikirlerin politik içerimlerini tam
anlamıyla incelemek zorundadırlar.
Ekoloji siyasetini,
ekolojik bir küfe sahip gericilik veya faşizm üretmekten alıkoyacak olan,
ekolojik krizi toplumsal bağlama yerleştiren ve geniş bir toplum vurgusunu
muhafaza eden bir ekoloji hareketi oluşturmaktır. Sosyal ekolojistler olarak
bizler, ekolojik krizin köklerini ne insanların biyolojik fıtratında ne de özel
bir dinde, akılda, bilimde veya teknolojide buluyoruz. Aksine biz aklın,
bilimin ve teknolojinin ilerici bir ekolojik hareket ve ekolojik bir toplum
yaratma noktasında sahip olduğu öneme vurgu yapıyoruz. Biyosferi bugün imha
eden, belirli bir toplumsal ilişkiler kümesi, her şeyin ötesinde, rekabetçi
piyasa ekonomisidir. En iyi hâliyle, mistisizm ve biyolojizm, bu türden
toplumsal meselelerden halkın dikkatini uzaklaştırmaktadır. Bizim ekolojik
siyasetin tüm ileri ve özgürleştirici anlamlarını muhafaza etmemiz
gerekmektedir. Ekoloji konusunda ortaya konulacak bir vaadin bugün, ekoloji
hareketi, günümüzde giderek güçlenen mistik ve antihümanistik eğilimler içinde
yutulmasın diye, geçmişin hatalarını tekrarlamaktan kaçınması zorunludur.
Janet Biehl
Peter Staudenmaier
22 Aralık 2010
22 Aralık 2010
0 Yorum:
Yorum Gönder