Zamanla rejimin devrimci ateşi söner, “devrim
ihracı” arzusu silinir. Tıpkı Suudi Arabistan ve Türkiye gibi, bölge üzerinde
nüfuz sahibi olma arzusunda olan İran bu arzusundan vazgeçer; aslında İran,
sahip olduğu beceriler ve cazibe konusunda, görece daha gerçekçi bir konum
alır. Bir ara İran rejimi, Arapların kendisine ait modele öykünmek isteyeceğini
varsayar. Ama bu arzunun ömrü pek uzun olmaz: rejim, tüm Körfez rejimleri
tarafından yolunun daha az kapatıldığı, katı kontrolün azaldığı momentte bile,
Araplara birçok nedenden ötürü cazip gelmez. Ülkedeki ana ideoloji, sahip
olduğu mezhepçi ideolojiden ötürü, tanım itibarıyla dışlayıcıdır ve şüphesiz ki
İsrail ve ABD’nin emri üzerine, Suudi rejimi tarafından kasıtlı olarak
tetiklenen mezhepçi ajitasyon çağında, daha az cazip görülmeye başlanır.
Bugün İran rejiminin Arap dünyasında, bilhassa
Arap Doğu’da bir dizi politik önceliği mevcuttur. Kuzey Afrika bölgesi burayla
ilgili tüm niyetler ve amaçlar için kapalıdır: Suudi Arabistan, Şii karşıtı bir
öğretiyi benimsemeleri için Mısır ve Fas’ta gerekli düzenlemeleri yapmıştır,
bugün Libya ise İran’ın ya da Şiiliğin varlığını hoş karşılamayacak düzeyde,
fazla Selefî ve fazla İhvan hâkimiyeti altında bir ülkedir. İran’ın dış
politikada attığı adımların tümü, esas olarak Arap Doğu’ya odaklanmakta, İran,
Körfez ile kendisi arasındaki çatışmanın burada çözüleceğini bilmektedir.
1.) Suudi Arabistan’ın ilgili hedefe ulaşmak için
elinden geleni yapmaya devam edeceğini bildiğinden, İran, Sünni-Şii
çatışmasının, ne pahasına olursa olsun, derinleşmesinden kaçınmaya
çalışacaktır. IŞİD ve Nusret Cephesi’nin üzerinde yükseldiği dalga, Suudi
rejimini belirli bir süre durmak için gerekli gerekçeyi sunacaktır. Suudi
kraliyet ailesinin mezhepçi ajitasyonun sunduğu faydalara dair coşkusu,
özellikle Suriye ve Lübnan’daki vekâlet savaşları Suudilerin istekleri
doğrultusunda ilerlemediğinden, azalmış durumdadır.
2.) Hizbullah ve onun korunması, İran’ın politik
önceliğidir. Ama Hizbullah, İran’ın bekasına artık muhtaç değildir. Örgüt,
Lübnan’da ve Şii diasporası içinde güçlü bir üs teşkil etmiş durumdadır. Yaygın
yanlış kanaatlerin aksine, Nasrallah, partisindeki seleflerinin geçmişte
yaptığı gibi, Lübnan’da uygulamak üzere, İran rejiminden talimatlar
almamaktadır. Nasrallah’ın Lübnan ile ilgili meselelerde kararlar alma
hürriyetine sahip olduğunu söylemek gerçeğe en yakın yaklaşımdır; İran’ın dinî
lideri, İran’ın bölgedeki dış siyaset yönelimleri konusunda Nasrallah’a
danışmaktadır.
3.) İran için öncelikli olan, Suriye rejiminin
bekasıdır, Beşar Esad’ın değil. Ama rejim, Suriye’nin İran’la birlikte bir
bütünü teşkil edecek şekilde ona yamanmayacağı bir gerçeklikle uzlaşma
eğilimine girebilir. Rejim, muhtemelen Suriye’nin bölünmesini kabul edecek,
Şam’ın nüfusu kalabalık olan büyük şehirlerdeki kontrolünün sürmesini
isteyecektir. Eğer Batı ile yapılacak anlaşma, Suriye veya Lübnan dosyalarını
kapsarsa, Beşar’ı feda etme eğilimine kolayca girebilir. Esasında İran’ın (ABD
ile belirli bir anlaşmaya varıldıktan sonra Malikî’yi feda etmesi gibi) Beşar’ı
feda etmesi ihtimali, İran ile Batılı güçler arasında kurulacak “politik
uzlaşma”nın ana bileşeni olarak zuhur edebilir.
4.) Suudi Arabistan ile ilişkiler, merkezî
konumunu sürdürecektir, ancak İran, Suudi rejiminin elindeki kartlardan daha az
karta sahip durumdadır. Suudi çıkarlarına karşı şiddet seçeneğine başvurmak,
bugüne dek tevessül edilen bir çare değildir ama eğer bölge ileride parçalanma
ve iç savaşlar üzerinden dağılırsa, özellikle Lübnan kapsamlı bir iç savaş
içine girerse, bu şiddet seçeneği bir zorunluluk hâline gelebilir (ki bu, bugün
için pek muhtemel görünmemektedir.). Tuhaftır ki eğer İran, Batı ile nükleer
meselesi hususunda bir anlaşmaya varırsa, onun Suudi rejimi ile uzlaşma arzusu
ortadan kalkar.
5.) İran rejimi, Filistin’deki direniş hareketine
dönük bağlılığına devam etmek zorundadır, ayrıca o, Filistinli direniş
gruplarına para ve silâh yardımı yapmaya mecburdur. Hamas-İran (ve ayrıca
Hizbullah) arasındaki ilişkilerin bozulması İran’ı yaralamıştır, zira söz
konusu ilişki, İran’ın Arap Doğu’daki mezhepçi kastını dağıtmasına katkı
sunmaktadır. Bu sebeple İran rejimi hızla, aralarında FHKC’nin de bulunduğu,
alternatif Filistinli gruplara silâh ve para yardımı yapmaya başlamıştır ki bu,
cephenin Marksist-Leninist ideolojisi üzerinden, beklenmedik bir durumdur. Bu
meseleyle ilgili olarak, Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki ittifakın
ışığında, İran rejimi, Filistin meselesini Arap kamuoyu üzerinde belirli bir
avantaja sahip olmak için kullanabilir.
İdeoloji, kimi İranlı din
adamları ve devlet görevlileri, özellikle seçkin Devrim Muhafızları arasında
rol oynamaya devam etmektedir. Eğer ülkedeki güçler dengesi “militan” hizip
lehine dönerse, ideolojinin rolü daha fazla belirginleşecektir. Ayrıca İran
toplumundaki çatışma ile İran-Batılı ülkeler arasında süren nükleer
müzakerelerinin sonuçları ülkedeki iç siyaset üzerinde kısa vadede belirli
sonuçların oluşmasına yol açacaktır. Bu gelişmeler, ya Ruhani’nin elini
güçlendirecek ya da Devrim Muhafızları İran’ın dış siyaseti üzerinde kontrolü
ele geçirecektir.
Esad Ebu Halil
0 Yorum:
Yorum Gönder