24 Ağustos 1964’te, 22 Cadde ile Columbia Bulvarı’nın
köşesinde iki polisle Odessa Bradford arasında bir tartışma yaşandı. O günlerde
süregiden polis şiddetine ilişkin iddialardan ötürü ağırlıklı olarak Siyahların
oturduğu mahallede gerilim üst seviyedeydi. Bradford ile iki polis arasındaki
tartışma bardağı taşıran son damla oldu, takip eden iki gün boyunca Kuzey
Filedelfiya’daki bu şehirde adalet talebiyle, ırkçılık karşıtı bir isyan
gerçekleşti.
50 yıl sonra bile değişen bir şey yok. Geçen gece, 24
Kasım tarihinde, Ağustos’ta üzerinde silâh bulunmayan Michael Brown isimli
Siyahî genci vurup öldüren polis memuru Darren Wilson, çıkartıldığı mahkemede
suçlu bulunmayıp serbest bırakıldı. Bunda şaşıracak bir şey yok. Siyahların ve
melezlerin köleleştirilmesi ve soykırıma tabi tutulması üzerine kurulu bir
ulus, bir Siyah’ı katlettiği için beyaz olan polisini suçlamadı. O günden beri
Missouri’nin Ferguson kasabasında adalet talebiyle, ırkçılık karşıtı bir isyan
gerçekleşiyor.
Doğru olduğunu ne çok arzulamamızın bir önemi yok,
zira gerçek şu: bu beyaz üstünlükçü kapitalist toplumda Siyahların hayatları
önemsiz. Polisin toplumsal rolü statükoyu muhafaza etmektir. Günümüzde
“emniyet” denilen kurum, köleleri yakalama, kordon altına alma ve denetleme
kurumuna dönüşmüştür. Kölelik karşıtı hareketler ve insan hakları örgütlerinin
onlarca yıl süren çalışmaları sonucu Siyahlar, daha önce kendilerine
bahşedilmeyen belirli haklara ve imtiyazlara kavuşmuşlardır ama insanlığımızın
kabul görmesi sadece zalimlerimizden, yani ABD’deki kapitalist sistemin bize
uyguladığı sistematik ve barbarca şiddetin tiplerini yeniden inşa etmiştir.
Şahsî planda bir polis iyi bir insan da olabilir. Arkadaşımın kocası bir
polistir ve iyi bir adamdır örneğin. Hatta iyi lazanya yapar. Ama kurum olarak
polis teşkilâtı, Siyah karşıtıdır. Daha önce ifade edildiği biçimiyle, “Bu
sistem korumak zorunda olduğu insanları korumaz, dolayısıyla onları asla
yüzüstü bırakıyor değildir.” Polisler, sessiz kaldığımızda bize ateş ediyorlar,
bu yüzden bizim biraz gürültü çıkartmamıza neden oluyorlar. Tarih bu şekilde
tekerrür ediyor. Onların bizi işitmelerini sağlayacağız.
Biraz da Ferguson hakkında neler diyorlar, ona
bakalım: “Ah hayır, insanlar her yeri yağmalıyor. İş yerleri yakılıyor. Küçük
Sezar’ları kurtarın.” Bu laflara artık karnım tok. Eğer derdin kırılan camlar,
kapitalist kurumlardan çalınan mallarsa, yanlış yoldasın. Özel mülkiyetin zarar
görmesi benim umurumda değil. Toplumun sahibi Ferguson halkı değil. Onun sahibi
kapitalist zalimler. Onlar, işçileri ve emeklerini, bizim ülkemizde
emperyalizme bağlı olarak tüm dünya genelinde sömürüyorlar, sonra fiyatları artırarak
işçilere oldukça düşük ücret ödeyip yüksek miktarlarda kârlar elde ediyorlar.
Alın sizin olsun. Bunu hak ediyorsunuz. İşçi sınıfı, emeğiyle yarattığı özel
mülkiyeti özgürleştiriyor. Burada ahlâkî mesele, bu milyon dolarlık
işletmelerden gelen malzemeler üzerinde hak iddia etmek değil, silâhsız bir
gencin canice katledilmesi ve adaletsizliğin her daim hüküm sürmesi.
Tüm insanlar, “isyanlar” konusunda endişelenmeye devam
ettikçe, şiddete başvurmamak imtiyazlı bir konum olarak varlığını
sürdürecektir. Pasiflik, şiddete başvurmama, devlete yardım eder. “Hukuk”un
uygulanması konusunda ona katkı sunar. Statükonun muhafaza edilmesi sürecini
besler. Peter Gelderloos’un ifade ettiği biçimiyle:
“Şiddete
başvurmama, modern dönem bağlamında doğası gereği imtiyazlı bir konumdur.
Ayrıca tipik bir pasifist, alabildiğine beyaz ve orta sınıftır, pasifizmse bir
ideoloji olarak imtiyazlılıktan türer. O, şiddetin hâlihazırda burada olduğunu
görmezden gelir; şiddetse kaçınılmaz bir olgudur, mevcut toplumsal hiyerarşinin
yapısal açıdan mütemmim cüzüdür; dolayısıyla beyaz olmayan insanlar şiddete
daha çok maruz kalırlar. Pasifizm, varoşlarda yetişen ve tüm ihtiyaçları
karşılanan beyazların, Büyük Beyaz Baba hareketin talepleri tarafından
yönlendirilene ya da efsanevî bir nitelik arz eden o ‘kritik kitle’
pasifistlerin kontrolüne girene dek, önemli bir bölümü siyah ve melez olan
mazlum insanlara sabırla acı çekmeyi [vurgu bana ait]
öğütleyebileceklerini varsayar. […] Şiddete başvurmama yöntemini benimseyenler,
Amerikan Yerlilerinin Kolomb, George Washington ve tüm diğer soykırımcı
kasaplarla oturma eylemleriyle dövüşebileceklerini, 1877’de katledilen Siu
lideri Çılgın At’ın şiddete başvurarak mevcut şiddet döngüsünün parçası
olduğunu, onun aynı yıllarda Kızılderililere karşı katliamlar gerçekleştiren
subay George Armstrong Custer kadar ‘kötü’ görülmesi gerektiğini söylerler. Bu
insanlara göre Afrikalılar köle ticaretini açlık grevleri ve dilekçelerle
durdurabilirlerdi, dolayısıyla başkaldıranlar esir alanlar kadar kötüydü.
Şiddetin bir biçimi olarak başkaldırı, daha fazla şiddete yol açmıştır, bu
nedenle direniş de köleleşmeye sebebiyet vermiştir. Şiddete başvurmama
yöntemini benimseyenler, bu yöntemin şiddetin hiyerarşisinden faydalananlar ve
bu hiyerarşi dâhilinde suç işleyenler olarak, şiddetin koruduğu bir statüye
sahip imtiyazlı kişilerin işine yarayacağı gerçeğini reddederler.” [vurgu
bana ait]
Şiddete başvurmama safsatasına inanmak, oyun sahasının
herkese eşit olduğuna ve bu adaletsizlik üzerinden sadece yürüdüğümüz yol
konusunda müzakere yürütebileceğimize ilişkin alabildiğine yanlış bir
varsayımda bulunmak demektir. Değişim talep etme devrim yapma aracı
olarak şiddetli gösterilere karşı çıkmak, reformist ajandalardan sapmalara
karşı aktif kendini denetleme ve politik normların takviyesi aracılığıyla,
zalimle ilişki dâhilinde var olan özgül yolları normalleştiren, müzakere
edilemez ve esnek olmayan küresel ölçütler meydana getirir. Şiddet, devletin
uyguladığı şiddete yönelik meşru bir cevap olarak kabul edilmez çünkü
alacağımız intikama bu olumsuz yan anlamı kazandıran, devletin ta kendisidir.
Peki, bunu neden yapar? Statüko için. Cevabım yetersiz, biliyorum.
Michael Brown ırkçı köpeklerin ellerinde ölen ilk
Siyah değildir, sonuncusu da olmayacaktır. Belirli bedenler temelde bireylik
için uygunsuzdur, zira bireylik, canlılar olarak sahip olduğumuz statüler,
değil imtiyazlı Batı’yla kurduğumuz ilişkiler üzerinden tanımlanmaktadır.
Michael Brown Siyah’tı yani beyaz değildi. Siyahî bedenler suçun
gösterenleridir. Silâhsız bile olsa o bir tehdit olarak algılanmıştır.
Ölümünden sonra bile adalet ona çok görülmüştür. Sistem asla onu içine alacak
bir yapıda olmamıştır.
Baskı direnişi besler. Bizler bugün savaşıyoruz, o
büyük adaletse bizi büyük mücadeleye alıp götürecek.
Womancipation
0 Yorum:
Yorum Gönder