Bugün Müslüman dünyadaki çatışmaya dair kaleme alınan
yazıların önemli bir bölümünde karşımıza şu iki sorun çıkıyor: İlki, okurun
kendince bir çıkarımda bulunabilmesi için olan biteni sadakatle takdim edecek,
yeterli nesnelliğe sahip Müslüman yazarların bulunmasının neredeyse imkânsız
olması. İkinci sorunsa şu: En iyi oryantalistler bile politik İslam’ı gerçek
manada anlama konusunda eksikler. Bu iki gerçek üzerinden, dünyada insanların
bugün Müslüman/Arap dünyasında neler yaşandığını anlama ve olan biteni takip
etme konusunda güçlükle karşılaşması şaşırtıcı olmasa gerek.
Burada niyetim, okura tek bir makalede hatta bir
kitapta anlatılamayacak bir mesele olan politik İslam’ın gelişimini aktarmak
değil. Ben, sadece okurun olan biteni daha iyi anlayabilmesini sağlamak için
bağımsız bir zihne gerekli olan birkaç meseleye açıklık getirmek istiyorum.
1. İslam’daki hizipleşme, teolojik bir mesele
değildir. Bu hizipleşme politiktir ve hicrî birinci yüzyıla dek gider. Siret
Ibn Hişam (Peygamber’in Hayatı Üzerine (سيرة ابن هشام)) isimli kitaptan başlayarak, İslam tarihi hakkındaki
en eski kitaplar, bu konunun daha fazla ayrıntıya muhtaç olduğunu açık biçimde
ortaya koymaktadırlar.
2. İslam, belirli bir aydınlanma dönemi içerisinden
geçmemiştir. Yani İslam tarihi bağımsız bir analize tabi tutulmamış, Müslüman
âlimler, bu tarihi kendi dar mezhepçi bakış açıları üzerinden kaleme
almışlardır.
3. Müslüman dünyadaki tüm araştırma merkezleri veya
akademi kurumları, şu veya bu mezhebe bağlı dogmatik disiplinlerin hâkimiyeti
altında olmuşlardır; bu o kadar öyledir ki, Şii teolojisinin İslam mezhebi
olarak tanınması ve dört ana Sünni düşünce okulu yanında El-Ezher’de okutulması
bin yıl sürmüştür.
4. Bugün Şii İslam’ında politik hâkim unsur Velâyet-i
Fakih hareketidir (ولاية الفقيه). Hareket, Mehdî’nin zuhuru için gerekli politik
aşamayı temsil eder. Öte yandan Sünni İslam’da ise hâkim unsur Selefî
harekettir ( سلفي). Bu hareket de İslam imparatorluklarının idaresinin
yeniden tesis edilmesini arzulamaktadır.
5. Bu tespit tam olarak doğru değildir, zira yukarıda
zikredilen iki politik hareket de Şii veya Sünni Müslümanların ekseriyetini
teşkil etmez. Bu hareketler, takipçi sayılarından ziyade, başka sebeplerle
hâkim ve güçlüdürler.
6. Yüzlerce yıl azınlık olarak yaşamış olan Şii
Müslümanlar, birçok Müslüman ülkede kenara itilmişlerdir. İran’da bile
Humeynî’ye ve Velâyet-i Fakih’e kadar kendilerini güvende hissetmemişlerdir.
Onların gelişiyle Şiiler, inançlarını özgürce ifa edecekleri yeni bir dönemin
geleceğine dair umut ve beklenti içerisine girmişlerdir. İran dışındaki Şiiler,
Velâyet-i Fakih’e bağlandıkça, daha fazla saldırıya uğramışlardır. İsrail
saldırısı sonrası Hizbullah’ın kazandığı popülarite bu gerçeğin iyi bir
ispatıdır.
7. Selefî hareket, temelde İslam imparatorluğunun
“altın” günlerine geri dönme çağrısı yapar. Burada Sünni Müslümanlar için
nostaljik bir tını vardır. Geçmişin diriltilmesi çağrısının ötesinde belirli
bir ideolojiye sahip değillermiş gibi görünen Selefî hareketin güçlü olmasının
nedeni, zengin Körfez ülkelerinden ve halktan aldığı destektir.
8. Müslüman Kardeşler gibi, Selefî olmayan Sünni
Müslüman hareketler başarısızlıkla sonuçlanmış, bu hareketler Selefîler
üzerinde üstünlük ve kudret sahibi olamamışlardır. Müslüman Kardeşler, bugün
Mısır, Suriye ve Libya’da görüldüğü üzere, devreden çıkmaktadırlar.
9. Bir de barışçı Selefîlik-şiddet yanlısı Selefîlik
ayrımı üzerinde duran bir efsane vardır. Oysa böylesi bir ayrım söz konusu
değildir. Tüm Selefîler, seleflerinin şeriatını dünyanın geri kalan kısmına
dayatma hakkının Allah tarafından kendilerine bahşedildiğine inanırlar. Aradaki
ufak farklılıklar, sadece uygulanacak şiddetin derecesiyle ilgilidirler. 19. ve
20 yüzyıllarda Arabistan’da Vehhabizmin yükselişe geçişi ve iktidarı alışı,
bugün IŞİD’inkinden daha az kanlı ve şiddetli değildir.
10. Selefîlerin öncelikli savaşı, mürted (مرتد) olmakla
suçladıkları diğer Müslümanlara karşı yürüttükleri savaştır. Bu kesime Sünni
İslam dışı tüm İslam mezhep ve tarikatları, hatta bazı Sünniler de girmektedir.
11. Bu, Arabistan’da Vehhabizm adı altında modern
Selefî hareketin tesis edildiği 18. yüzyıl sonuna kadar Uluslararası Siyonizmin
kavradığı bir inançtır.
12. İddia edilenin aksine, Selefî hareket içerisinde
gerçek bir çatışma söz konusu değildir. El-Kaide ile İslam Devleti arasında
çatışma değil, ulaşılacak hedef konusunda birlik söz konusudur. İki örgüt
liderlik veya yürünecek yol konusunda farklı olabilirler ama nihai hedefleri
aynıdır.
13. IŞİD’in Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri için
tehdit oluşturduğu iddiası düzmecedir. IŞİD, El-Kaide, Nusret Cephesi ve
Vehhabizm arasında herhangi bir çatışma ya da farklılık söz konusu değildir.
Hepsi de Sünni Selefî hareketin bir ürünüdür ve İbn-i Teymiyye’nin
ideolojisinden türemiştir. Hepsinde de hedef birdir. Musul ve Rakka’da
dayatılan kurallar Riyad’dakilerle aynıdır!
14. Bugüne dek hiçbir Selefî hareket, Arabistan
Yarımadası’ndaki veya Körfez’deki hiçbir ülkeyi mürted ilân etmemiştir. Son
elli yıl içerisinde aradaki farklılıklar yüzlerin değiştirilmesi suretiyle
giderilmektedir. Aynı yönetici ailelerden farklı insanlar, aynı despotik
rejimlerin başına geçmişlerdir.
15. “Cihad” sözcüğünün ve buna bağlı üretilen başka
kelimelerin birçok yazarca kullanımı, İslam ve Arap diline yönelik bir tür
hakaret olarak gerçekleşmektedir. Bu da Kur’an’ı ve Arapçanın güzelliğini gasp
etmek isteyen Selefî teröristlerin eline koz vermekte, onların Kur’an’ı ve
Arapçayı kendi kötü emellerine alet etmelerine katkı sunmaktadır. Dürüst ve
nesnel bir yazarın bu sözcük yerine Selefîleri gerçek isimleriyle anması
gerekir: “terörist”. Kur’an’da tasvir edilen ruhun gerçek “cihad”ı kafaları öyle
karıştırmaktadır ki terörizm kurtuluş aracı olarak görülmeye başlanmaktadır.
Nesnel yazım, yazarın günahkârın ezgisini mırıldanması gerektiği anlamına
gelmez.
Arap dünyasındaki gelişmelere yukarıda belirtilen
göstergeler üzerinden bakmak gerekir. Bu gerçekleri göremeyen yazarlar,
insanların zihinlerindeki karışıklığa bir düğüm daha atmaktan başka bir şey
yapmış olmazlar.
Abdulhak Ani
23 Ekim 2014
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder