Burada niyetim, okura tek bir makalede hatta bir
kitapta anlatılamayacak bir mesele olan politik İslam’ın gelişimini aktarmak
değil. Ben, sadece okurun olan biteni daha iyi anlayabilmesini sağlamak için
bağımsız bir zihne gerekli olan birkaç meseleye açıklık getirmek istiyorum.
1. İslam’daki hizipleşme, teolojik bir mesele
değildir. Bu hizipleşme politiktir ve hicrî birinci yüzyıla dek gider. Siret Ibn Hişam (Peygamber’in Hayatı
Üzerine (سيرة ابن هشام)) isimli kitaptan başlayarak, İslam tarihi hakkındaki en eski
kitaplar, bu konunun daha fazla ayrıntıya muhtaç olduğunu açık biçimde ortaya
koymaktadırlar.
2. İslam, belirli bir aydınlanma dönemi
içerisinden geçmemiştir. Yani İslam tarihi bağımsız bir analize tabi
tutulmamış, Müslüman âlimler, bu tarihi kendi dar mezhepçi bakış açıları
üzerinden kaleme almışlardır.
3. Müslüman dünyadaki tüm araştırma merkezleri
veya akademi kurumları, şu veya bu mezhebe bağlı dogmatik disiplinlerin
hâkimiyeti altında olmuşlardır; bu o kadar öyledir ki, Şii teolojisinin İslam
mezhebi olarak tanınması ve dört ana Sünni düşünce okulu yanında El-Ezher’de
okutulması bin yıl sürmüştür.
4. Bugün Şii İslam’ında politik hâkim unsur
Velâyet-i Fakih hareketidir (ولاية الفقيه). Hareket, Mehdî’nin zuhuru için gerekli politik aşamayı
temsil eder. Öte yandan Sünni İslam’da ise hâkim unsur Selefî harekettir
( سلفي). Bu hareket de İslam imparatorluklarının idaresinin yeniden
tesis edilmesini arzulamaktadır.
5. Bu tespit tam olarak doğru değildir, zira
yukarıda zikredilen iki politik hareket de Şii veya Sünni Müslümanların
ekseriyetini teşkil etmez. Bu hareketler, takipçi sayılarından ziyade, başka
sebeplerle hâkim ve güçlüdürler.
6. Yüzlerce yıl azınlık olarak yaşamış olan Şii
Müslümanlar, birçok Müslüman ülkede kenara itilmişlerdir. İran’da bile
Humeynî’ye ve Velâyet-i Fakih’e kadar kendilerini güvende hissetmemişlerdir.
Onların gelişiyle Şiiler, inançlarını özgürce ifa edecekleri yeni bir dönemin
geleceğine dair umut ve beklenti içerisine girmişlerdir. İran dışındaki Şiiler,
Velâyet-i Fakih’e bağlandıkça, daha fazla saldırıya uğramışlardır. İsrail
saldırısı sonrası Hizbullah’ın kazandığı popülarite bu gerçeğin iyi bir
ispatıdır.
7. Selefî hareket, temelde İslam imparatorluğunun
“altın” günlerine geri dönme çağrısı yapar. Burada Sünni Müslümanlar için
nostaljik bir tını vardır. Geçmişin diriltilmesi çağrısının ötesinde belirli
bir ideolojiye sahip değillermiş gibi görünen Selefî hareketin güçlü olmasının nedeni,
zengin Körfez ülkelerinden ve halktan aldığı destektir.
8. Müslüman Kardeşler gibi, Selefî olmayan Sünni
Müslüman hareketler başarısızlıkla sonuçlanmış, bu hareketler Selefîler
üzerinde üstünlük ve kudret sahibi olamamışlardır. Müslüman Kardeşler, bugün
Mısır, Suriye ve Libya’da görüldüğü üzere, devreden çıkmaktadırlar.
9. Bir de barışçı Selefîlik-şiddet yanlısı
Selefîlik ayrımı üzerinde duran bir efsane vardır. Oysa böylesi bir ayrım söz
konusu değildir. Tüm Selefîler, seleflerinin şeriatını dünyanın geri kalan
kısmına dayatma hakkının Allah tarafından kendilerine bahşedildiğine inanırlar.
Aradaki ufak farklılıklar, sadece uygulanacak şiddetin derecesiyle
ilgilidirler. 19. ve 20 yüzyıllarda Arabistan’da Vehhabizmin yükselişe geçişi
ve iktidarı alışı, bugün IŞİD’inkinden daha az kanlı ve şiddetli değildir.
10. Selefîlerin öncelikli savaşı, mürted (مرتد) olmakla suçladıkları
diğer Müslümanlara karşı yürüttükleri savaştır. Bu kesime Sünni İslam dışı tüm
İslam mezhep ve tarikatları, hatta bazı Sünniler de girmektedir.
11. Bu, Arabistan’da Vehhabizm adı altında modern
Selefî hareketin tesis edildiği 18. yüzyıl sonuna kadar Uluslararası Siyonizmin
kavradığı bir inançtır.
12. İddia edilenin aksine, Selefî hareket
içerisinde gerçek bir çatışma söz konusu değildir. El-Kaide ile İslam Devleti
arasında çatışma değil, ulaşılacak hedef konusunda birlik söz konusudur. İki
örgüt liderlik veya yürünecek yol konusunda farklı olabilirler ama nihai
hedefleri aynıdır.
13. IŞİD’in Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri
için tehdit oluşturduğu iddiası düzmecedir. IŞİD, El-Kaide, Nusret Cephesi ve
Vehhabizm arasında herhangi bir çatışma ya da farklılık söz konusu değildir.
Hepsi de Sünni Selefî hareketin bir ürünüdür ve İbn-i Teymiyye’nin
ideolojisinden türemiştir. Hepsinde de hedef birdir. Musul ve Rakka’da
dayatılan kurallar Riyad’dakilerle aynıdır!
14. Bugüne dek hiçbir Selefî hareket, Arabistan
Yarımadası’ndaki veya Körfez’deki hiçbir ülkeyi mürted ilân etmemiştir. Son
elli yıl içerisinde aradaki farklılıklar yüzlerin değiştirilmesi suretiyle
giderilmektedir. Aynı yönetici ailelerden farklı insanlar, aynı despotik
rejimlerin başına geçmişlerdir.
15. “Cihad” sözcüğünün ve buna bağlı üretilen
başka kelimelerin birçok yazarca kullanımı, İslam ve Arap diline yönelik bir
tür hakaret olarak gerçekleşmektedir. Bu da Kur’an’ı ve Arapçanın güzelliğini
gasp etmek isteyen Selefî teröristlerin eline koz vermekte, onların Kur’an’ı ve
Arapçayı kendi kötü emellerine alet etmelerine katkı sunmaktadır. Dürüst ve
nesnel bir yazarın bu sözcük yerine Selefîleri gerçek isimleriyle anması
gerekir: “terörist”. Kur’an’da tasvir edilen ruhun gerçek “cihad”ı kafaları
öyle karıştırmaktadır ki terörizm kurtuluş aracı olarak görülmeye
başlanmaktadır. Nesnel yazım, yazarın günahkârın ezgisini mırıldanması
gerektiği anlamına gelmez.
Arap dünyasındaki
gelişmelere yukarıda belirtilen göstergeler üzerinden bakmak gerekir. Bu
gerçekleri göremeyen yazarlar, insanların zihinlerindeki karışıklığa bir düğüm
daha atmaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
Abdulhak Ani
23 Ekim 2014
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder