1917 Rus Devrimi, uzun zamandır yüceltici bir ahlâk
devşirmek için uygun olan nesnel bir ders olagelmiştir. Herkes bu devrime,
felâkete yol açan, ahlâkî, politik ve ideolojik mânâda gerçekleşmiş büyük bir
yanlışı keşfetmek için bakmaktadır.
Yanlışı keşfetmiş olan bizler, kendimizi bir
felâketten uzak durmuş olmakla güvende hissederiz ve henüz yürüdükleri yolların
hatasını görememiş olanlardan da üstün olduğumuzu düşünürüz. Devrimin insanî
gerçekliği, olayların yol açtığı burgaca yakalanmanın bunaltıcı hissi, dersler
çıkartıp parmaklarımızı suçlayıcı mânâda sallama konusunda acele ettikçe,
kaybolup gider.
Kimilerine göre devrimin ardındaki yanlış, esasen
ahlâkîdir. Örneğin Lenin, Rusya’nın çöküşü konusunda doğrudan sorumlu olan,
ahlâksızlığı sınır tanımayan, yeniden dirilmiş bir canavar olarak resmedilir.
Biz bu Lenin’e, Frankenstein filmlerinin başrol oyuncusuna atıfla,
ellerini canilere özgü biçimde neşeyle ovuşturan “Boris Karloff Lenin”
diyebiliriz. Bu kurguya göre Lenin şu tür laflar sarfeder: “Bugün sanırım
köylülere zulmedeceğim!” Özellikle Birleşik Devletler’de, halk arasında Rus
Devrimi’ne dair yaygın imaj, Boris Karloff Lenin’e çok yakın bir şeydir.
Başkaları da Bolşevizmi hedefe koyarlar ve onu ahlâkî
bir hatayı tekrar tekrar yapan bir canlı türü olarak tarif ederler.
Bolşevikler, “amaç araçları meşrulaştırır” olarak özetlenen o yoz kodla
yaşayan, biz düzgün insanların asla yapmadığı bir şeyi yapan insanlardır.
Bizse, asil politik hedefimiz ne olursa olsun, asla sivillere yangın bombaları
atmaz, işkenceye başvurmayız, kabul edilmesi mümkün olmayan araçların
kullanılmasına kesinlikle yüz vermeyiz. Bu tip şeyleri sadece dağdan inmiş o
fanatikler yaparlar.
Bir de Bolşevizmi politik hedeflerin yüceltilmesine
ilişkin tehlikelere işaret etmek için kullanan ve hep “doğru düşünen” bir tür
liberalizm vardır. İşçilerin cennetini kurmak mı istiyorsun? Dikkat et de
hedefindeki o asillik, korkunç suçlar işlemene neden olmasın. Rus İç Savaşı
boyunca halk, şu türden, en temel, en kaçınılmaz sorular üzerinde savaştı:
Ülkeyi kim yönetecek? Ülkeyi tekrar nasıl toparlarız? Rusya devlet olarak
hayatta kalacak mı?
Bizim liberalimizse, tüm bu kargaşaya bakıp, şu vaazı
verir: şimdi mükemmel topluma dair düşleri gerçekleştirmeye çalışma! Bizim gibi
ol, bizim tehlikesiz, makul ve ölçülü siyasetimizi uygula. Ilımlılık, her şeyde
ılımlılık!
Sol, devrimin ölümcül hatalarını araştırmaya alışmış.
Sadece ideolojik öğretideki hataları suçlamayı tercih ediyor. Soldaki birçok
insan, Bolşevizmin ilk günahının Lenin’in Ne Yapmalı?’da yaptığı
revizyon olduğuna dair liberal/muhafazakâr görüşü benimsiyor. Bu görüşe göre,
Lenin işçilere güvenmedi, bu yüzden Marx’ı baş aşağı çevirdi ve aydınlara
dayanan seçkinci ve komplocu bir parti inşa etti. Tevekkeli zaten Lenin de Rus
Devrimi’nin demokratik programını gaspetmişti.
Yapılan hataları tanımlamaya ve kınamaya daha az
takıntılı olan bir yaklaşım, Ne Yapmalı?’nın sahip olduğu önemin
ideolojik herhangi bir yenilikten kaynaklanmadığını görecektir. Lenin’in 1902
tarihli bu kitabı, yeraltı örgütü mantığının idealize edilmiş bir versiyonunun
özetidir; bu mantık, 1890’lar süresince ismi bilinmeyen bir eylemci kuşağınca
ortaya konulmuş denemelerin ve yapılmış hataların işlenmesi üzerinden elde
edilmiştir. Böylelikle Lenin’in temel modeli, Rusya’daki tüm sosyalist yeraltı
tarafından bir kılavuz olarak kabul edilmiştir. 1917’ye gelirken Bolşevizmin
ayırt edici özelliği, parti örgütlenmesinden değil, Rusya’daki sınıf güçlerini
okumasından kaynaklanmıştır.
Sosyalist yeraltının oluşturulması Lenin’in yaptığı
bir şey değildir; daha doğrusu o, bu hususta pek önemli olmayan ama aynı
zamanda can alıcı olarak da görülemeyecek bir katkı gerçekleştirmiştir. Rusya
devleti 1917’de çöktüğünde, herhangi bir ideoloji tarafından ortaya koyacağı
sonuçları öngörülemeyecek olan bu önemli olayda, söz konusu yeraltı, yeni
egemen otoritenin ve yeni bir devlet yapısının oluşturulabilmesi noktasında
devreye sokulan birkaç güçten birisidir. Çar Rusya’sına ait hukuk kurumları, Çarizmin
çöküşüyle ölümcül yaralar almışlardır; buna karşılık yasadışı yeraltı
örgütlenmesi sağlam kalmış, ulusal bir kapsama kavuşmuş ve kitle desteği ile
meşruiyet konusunda makul bir konuma gelmiştir. Sosyalist yeraltı, ideolojik
entrikalardan çok, Rus tarihinin bir ürünüdür.
Devrimin hatalarını izah etmede devreye sokulan
hatalara baktığımda, aklıma daha çok Ekim Devrimi’nde sapkın avına çıkmış
modern partizanlar geliyor. Bu yaklaşımda olanlara göre, devrimin başarısı,
ideolojik hataların reddedilmesi üzerinden izah edilmektedir. Ana akım Troçkist
yorum, bu türden bir hikâye etrafında kurulmaktadır.
1905-6 dönemine geri dönersek eğer (ki hikâye devam
ediyor), Leon Trotskiy elindeki sürekli devrim teorisiyle çıkar sahneye ve geri
Rusya’da sosyalist devrimin mümkün olduğunu ilân eder. Trotskiy’nin teorisi,
İkinci Enternasyonal Marksizmi’nin hayal gücünden yoksun dogmalarına saldırır.
Trotskiy, evrensel planda hâkim olan bir anlayışsızlıkla karşılanır. Bereket
versin ki Lenin ışığı tam vaktinde görür ve Trotskiy’yi Nisan 1917’de yakalar.
İki büyük lider, birlikte Bolşevik Parti’yi yeniden silâhlandırır ve böylelikle
o görkemli Ekim Devrimi’ni mümkün kılar.
Genel kabul gören bu hikâyede birkaç sorun mevcuttur,
ancak burada ben, sadece hikâyenin Ekim öncesiyle ilgili kısmındaki tuhaflığa
işaret edeceğim: söz konusu hikâyede Bolşevik karşıtı bir renk mevcuttur.
Troçkist gelenek dâhilinde kalem oynatan birçok yazara göre, Eski Bolşevizm
öğretisi, devrimci zafer mümkün hâle gelmezden önce terk edilmek zorunda
kalınan tehlikeli bir hatadır. Bu gelenekteki yazarlar, bize sürekli
Bolşeviklerin bütün olarak, parlak ve hayal güçleri sağlam liderleri önde
giderken, dün kendilerine söylenenlere inatla sadık kalan kalın kafalılar
olduklarını hatırlatıp dururlar.
Kimi yazarların, hâlâ Bolşevik yeraltı eylemcileriyle
ilgili hoş bir kelam ettim diye beni asla bağışlamamalarının nedeni, işte bu
Bolşevik karşıtı ruh hâlidir. Bu yazarlar bana, “bu eylemcilerin hantal, eski
kafalı komiteler olduklarını, bunların yanlış bir yaklaşımla, yurtdışındaki
Lenin ve Trotskiy gibi liderlerin aklına kulak vermeyi reddettiklerini neden
anlamıyorsun?” diye sorup duruyor.
Oysa bence tüm bu yaklaşımdaki mesele, ondan belirli
devrimci kahramanların “kişilik kültleri”ne dair pis bir kokunun yükseliyor
olmasıdır. Ekim öncesinde faaliyet yürüten Troçkistler bile devrimin nihai
sonucundan pek mutlu değillerdi ve her zaman yaptıkları gibi elde edilen sonucu
izah etmek için öğretideki hatalara bakıyorlardı. Hızır gibi yetişmesi ve Rus
devrimini kurtarması beklenen Avrupa devrimi gerçekleşmedi, bunun önemli bir
nedeni, genelde Karl Kautsky’nin ve İkinci Enternasyonal’in diğer liderlerinin
“kaderci”, mekanik” ve “determinist” olan “diyalektik öncesi” marksizmiydi.
Rusya’da devrimin içe doğru yozlaşmasının görünür, dışa dönük alameti ise “tek
ülkede sosyalizm” denilen öğretiye dair sapkınlıktı.
Elbette Rus Devrimi’ne dönük en cin fikirli ve esaslı
görüşler Troçkist gelenekten geliyor. Ama ben gene de kendimi, bu geleneğe
mensup yazarların, Rus Devrimi’ni yaşayanların onu tecrübe ettikleri biçimiyle,
ilgili devrimin sahip olduğu insanî gerçeklikle değil de kendi öğretisel
soyutlamalarıyla daha çok ilgilendiklerini düşünmekten alamıyorum.
Rus Devrimi konusunda hep şu husus tartışıldı: Rusya
sosyalist devrime hazır mıydı, yoksa sadece “burjuva devrimi”ne mi hazırdı?
Bolşevikler ilk, Menşevikler ikinci görüşü savundular. Bu tartışmada kim doğru,
kim yanlıştı? Eğer Bolşevikler doğru ise, o vakit Menşevizmin karşı devrimci
bir hata olarak redde tabi tutulması gerekiyor.
Bu yaklaşım şu hususta doğrudur: Menşevikler ve
Bolşevikler, 1917 tarihli polemiklerde görüldüğü üzere, Marksist kavramlara
başvurdular. Ama bu türden öğretisel tartışmalar, meselenin özüne uzaktırlar.
Esasında ilgili tartışmalar temelde eklentidirler, 1917’de Rusya’nın ampirik
okumalarına dayanan konumlara öğretisel meşruiyet kazandırma girişimleridir.
Sosyalist partilerin yüzleştikleri gerçek soru ise şudur: Rus toplumunu içine
çeken kriz, eğitimli toplumla işbirliği kurarak mı çözülecek, yoksa özellikle işçi
ve köylülerden oluşan halka dayanan, yeni bir egemen otoriteye muhtaç olan bir
çözüm mü gerekli?
1917’deki tartışmalarda merkezî olan husus Rusça
terimlere tercüme edildiğinde, bu soru şu hâli alır: yeni bir vlast, soglashenie’ye
dayanabilir mi, dayanmalı mıdır? Vlast “egemen otorite” ya da “sovyet
iktidarı”ndaki gibi, “iktidar” demektir; Soglashenie ise sıklıkla
“taviz” ya da “uzlaşma” olarak tercüme edilir, ama bu kelime biraz daha güçlü
bir anlama sahiptir: bir tür akit ya da anlaşma temelinde birlikte çalışma.
1917’de Menşeviklerle bu türden sorular etrafında dönen aslî çarpışma,
öğretisel değil, ampiriktir. Dahası bizim, bir tarafın yanlış, diğerinin doğru
olduğunu söylememiz bile mümkün değildir. Her iki taraf da kavrayışlarıyla
hüsnü zanlarını birleştirmiştir. Şimdi 1917’deki Menşevik-Bolşevik kavgasına, vlast
ve soglashenie terimlerini kullanarak bakalım ve Rusya’nın ampirik
gerçeklikleriyle uğraştığımızı hatırlayarak, aynı zamanda öğretisel tartışmanın
uygun biçimde tali bir konuma itilmesine çalışalım.
Menşevik: Eğitilmiş toplumla bir tür soglashenie’nin
birlikteliği gereklidir, bu nedenle söz konusu soglashenie için uygun
bir “burjuva” ortağı bulunabilir (ayrıca Rusya bir “burjuva devrim”le karşı
karşıyadır, dolayısıyla bizim “burjuva” Geçici Hükümet’e hoşgörüyle yaklaşmamız
zorunludur.).
Bolşevik: Eğitilmiş toplumla bir soglashenie kurmak
mümkün değildir, bu nedenle Rus proletaryası, devrimci vlast’ın
sorumluluklarını üstlenmeye hazırdır (ayrıca Rusya “sosyalizme doğru gerekli
adımlar”ı atmaya hazırdır.).
Her iki durumda biz, öğretisel kavrayış ya da hatadan
değil, 1917’de Rus toplumuna dair temelde doğru ve güçlü bir biçimde hissedilen
ampirik bir görüşten başlıyoruz işe. Menşevikler, bir yandan modern bir
toplumun eğitimli uzmanlar ve profesyoneller olmaksızın bir şey yapamayacağının
farkındadır, diğer yandan da Rus proletaryasının örgütlü olmadığını ya da vlast’ın
belirli bir tecrit içinde ifa edilmesi noktasında, “kullanışlı” olmadığını
görmektedir, ayrıca Rus köylülüğünün de “proletarya diktatörlüğü” için güvenli
bir zemin teşkil etmediği kanaatindedir.
Bolşevikler ise, sundukları izlenimin aksine, seçkin
ve eğitimli toplumun (açıktan “demokrasi” bağlamında tanımlanmış bile olsa)
“devrimin hedefleri”ne asla coşkuyla ulaşamayacağının ve eğitimli toplumun
neticede devrim aleyhine dönüp bir tür “burjuva diktatörlüğü” için
çalışabileceğinin farkındadır. Yani bu kesimin liberal siyasetçiler ve
askerlerle, Rusça ifadesiyle kadetlerle (liberal Anayasacı demokratlarla) ve
(1917’de ölü doğan askerî darbeye öncülük eden general) Kornilov ile ittifak
yapması muhtemeldir.
Hem Menşeviklere hem de Bolşeviklere göre, doğru bir
ampirik görüş, gerçeklerden ziyade hüsnü zanna dayanan olgusal iddialara yol
açar. Menşevikler, devrimin hedeflerine ulaşma noktasında, burjuva toplumda
uygun bir ortak bulunabileceği konusunda ısrarcıdırlar (ya da en azından
eğitimli toplumun “aşağıdan uygulanacak bir basınç”la işbirliğine zorlanmasının
mümkün olduğunu düşünmektedirler.). Mevcut durum öylesine korkunçtur ki
meselenin bu olup olmadığına dair düşünce geliştirmek bile güçtür.
Bolşevikler, toplumsal dönüşüm ve kriz yönetimine dair
karmaşık politikaların ancak proletarya sınıf iktidarını tesis ettiği noktada
acısız uygulanabileceği iddialarında ısrar ederler. Mevcut durum öylesine
korkunçtur ki meselenin bu olup olmadığına dair bir düşünce geliştirmek bile
güçtür.
Her iki durumda da parantez içerisinde belirtilen bir
ek söz konusudur: ikisi de Marksist öğretinin meşruiyetini ampirik düzlemde
seçilmiş stratejiye kazandırmaya çalışır. Ama fiiliyatta Menşevikler, kendi
stratejilerini “burjuva devrimi” türünden öğretisel etiketler yüzünden değil,
tam tersi bir nedenle seçmişlerdir: Menşevikler, Rusya’nın bir burjuva
devrimiyle karşı karşıya olduğu hususunda ısrar ederler, çünkü onlar,
“burjuvazi”den, yani eğitimli, bilgili uzmanlardan (yani Bolşeviklerin sonradan
ne kadar ihtiyaç duyduklarını fark ettiklerinde onlar için kullandıkları
kelimeyle, spetsy’den) vazgeçmek istememektedirler. Ayrıca Bolşevikler,
stratejilerini ilkin kendilerini Rusya’da sosyalist bir devrimin mümkün
olduğuna dair öğretisel gerekçelere ikna etmelerinden ötürü değil, tam tersi
bir nedenle seçmişlerdir: onların iddialarına göre, “sosyalizme doğru atılacak
adımlar”ın derhal atılması mümkündür, çünkü onlar, proletaryanın iktidarı
alması gerektiğini düşünmektedirler.
Sonrasında gözlemciler, öğretisel meşruiyete yönelik,
retoriğe dayalı işmarları meselenin özüne taşıma eğilimine girmişlerdir.
Esasında 1917’de, meselenin özünde, eğitimli toplumla kurulacak bir soglashenie’ye
yönelik tavır durmaktadır. Temelde sosyalistlerin önünde iki seçenek vardır: soglashenie’nin
lehinde ya da karşısında yer almak. Menşevik ve Bolşevik, bu seçeneklere
verilen adlardır sadece. Ama Rusya’nın 1917’deki trajedisi, soglashenie’nin
hem gerekli hem de imkânsız olmasıyla alakalıdır. Durum, gerçekten de doğrudan
yüzüne bakılamayacak ve üzerinde düşünmeye imkân vermeyecek denli korkunçtur.
Bu okumada Rus Devrimi, hatalar yapma ya da hatalardan
kaçınma meselesi değil, kabul edilebilir bir çözüme sahip olmayan bir trajedi
olarak sunulmuştur (trajedi de bu anlama gelir zaten.).
Menşeviklerle Bolşevikler arasındaki çatışmaya dair
bir şey daha söylemek gerekir. Her iki taraf da hata ve kavrayışın terkibidir.
Ama Menşevikler hususunda bu terkip felçle sonuçlanmıştır. Bolşevikler
örneğinde ise ilgili terkip, onların faal olmalarını sağlamıştır. Tam da bu
sebeple, öyle ya da böyle, gelecek Bolşeviklere aittir.
Lars T. Lih
23 Temmuz 2014
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder