27 Haziran 2014

,

Bisikletsiz Çocuklar


Sol bir dergi, Somalı madencilerin çocukları için bisiklet alanları kurulması amacıyla kampanya başlatıyor. Başka bir sol ekipse, Soma’ya madenci evi kuracağını, madenci çocuklarına, “bilimsel, sanatsal, kültürel eğitim” vereceğini ilân ediyor. İkisi de işçilerin muğlâk geleceğinde söz sahibi olmak istiyor. Bugünün acısı ise, ölen işçilerle birlikte yerin yedi kat altına gömülüyor. Dolaylı olarak işçilere, “çocuklarınıza bisiklet alabilmek, onları üniversiteye sokmak istiyorsanız, bize gelin” denmiş oluyor. Soma dışındaki orta sınıfa da, tek ihtiyacı olan, vicdan satılmış oluyor böylece.

Parmakları olmayan birine piyano öğretmek… Solun dayanışmadan anladığı bu. Bisiklet alacak parası olmayan babaya, bisiklet alacak babası olmayan çocuğa bisiklet alanları kurmak. “Geri kalmış” babanın ve evladının eğitime muhtaç görülmesi. İşte, ilişki kurulan düzey.

Zaten hepsi de AKP'ye oy vermemişler miydi?

“İşçi” ya da “ezilen” dediğinde, “geri” kesimlerden destek göreceği vehmine kapılmak. Hele bir de “insan” kategorisinden bakıldığında, kitle o kadar genişliyor ki! “İşçi”, “ezilen” ve “insan”, geriliği anlatıyor demek ki. Öyle ya, onca teorik bilgi, ileri olmanın delili nasılsa.

Bir sol ekip, işçilerle panel düzenliyor, Somalı işçiler dertlerini dile döküyorlar, Türk-İş’ten DİSK’e geçtiklerini anlatıyorlar ama DİSK’in kifayetsizliğini eleştirmekten de geri durmuyorlar. O sol ekibin bir üyesi, derhal ikna gayretine başlayıveriyor: “Sendikaya gerek yok ki, bir dayanışma derneği de mi kuramıyorsunuz?”

“Dayanışma”, tılsımlı sözcük. Bir açıdan, sağ siyasetin boş bıraktığı yerlere, gene sağa özgü bir ilişki biçimiyle, sızma yöntemini ifade ediyor. “Karşılıklı sorumluluk, sağlamlık, bütünlük” gibi alt anlamları var. Hesap vermeyenin ve sormayanın dayanışmacılığı nafile o hâlde. Hesap vermeden ve sormadan, sağlam ve bütünlüklü bir yapıya kavuşmak da mümkün değil. Halka yalan söyle, sonra hiçbir şey olmamış gibi, eski ezberlerinle yola devam et; halka vaatte bulun, o vaadi yerine getirme; halkı ilgilendiren bir meseleden halkı olabildiğince uzak tut. O yürünen yol yol mudur artık, o yalan hakikatin elinde ezilmez mi?

Dayanışma, sırtını başkasına yaslamakla ilgili. Herkesin kendisine has, özel bir yolu varken yürüdüğü, dayanışmak nasıl mümkün olsun? Bir işçinin altılı ganyan bayiine gitmesiyle, örgüte gitmesi arasındaki ayrım/fark nerede? Bir işçi kütlesinin yıllardır bağlı olduğu sağ bir sendikadan ayrışması nasıl önemsiz olabilir? Destek ve dayanışma burada lazım değil midir? “Ben küçük bir örgütüm. Ey işçi, sen de küçük bir dernek/örgüt kur da aramız bozulmasın” denilebilir mi?

“Şimdi bisiklet alanlarını kuruyoruz, bizi desteklerseniz, bisikletler de bizden” diye oyun çevirmek, siyaset midir? Somalı çocukların bugün ve yarın mecbur edildikleri o madene acil ihtiyaçlarla gitmek lazım belki de. Halkın katılımıyla pekiştirilmiş “teftiş kurulları” oluşturmak bir yöntem mesela. Rakı masasında sol kurtarılır da maden şirketi kurtarılmaz mı? O masaları dağıtacak irade ise Somalı’da.

Ana kitle damarını elinde tutan örgütler, cılız sol örgütleri o damara sokmamak için uğraşıyorlar bugün. İşçi panelinde, “siz de dayanışma derneği kurun” diyen solcunun sancısı bu. Soma’daki madenci sendikasına giremiyor, orayı ele geçiremiyor. Başka bir derdi de yok anlaşılan. Bu gerilim yüzünden, Gezi’de sokağa dökülen kitleyle, hâlihazırda kitle örgütlerinde faal olan kitle karşı karşıya getiriliyor. Küçük örgütler, büyük örgütlerin elindeki kitle örgütleriyle bu Gezi kitlesi üzerinden kavga ve pazarlık yürütüyorlar. Oynanan bilek güreşinin mücadeleye zerre katkısı yok oysaki.

Ana kitleyi elinde tuttuğunu zanneden sol ekibin “bisiklet alanı” ve “madenci evi” önerisindeki elitizmin halkın duvarına çarpması kaçınılmaz. Kitle avcunda olduğundan, oradaki halkın ağzına ballı parmaklar gösteriliyor. Soma’daki verili öfke, mevcut kitle ilişkilerini ve yapıyı bozmasın diye gözler bisiklete ve eğitime çevriliyor. Oysa halk, söz, yetki ve kararın kentli orta sınıflarda olduğu hiçbir faaliyeti içine sindirmez, sindirmiyor. Avuçta ya da hedefte olan kitle, kendi öfkeli eylemine iştirak edecek yoldaşlar arıyor.

Halk, karşısına geçip, “hadi bakalım, işçi ve/veya ezilen olanlarınız benim arkama dizilsin” diyeni de sevmiyor. “İşçi” ve “ezilen” demenin, başka oluşlar ve eyleyişler dâhilinde ortaya konulan kolektif tepkilerin tasfiyesini ifade ettiğini sezgileriyle anlıyor. Yani o lafızdaki “işçi” ve “ezilen”in gerçek işçiyle veya ezilenle hiçbir rabıtası yok. Sol, dişine uygun işçi ve ezilen istiyor; kavramlar buna göre dolanıyor dilde. O diş çürüdüğü için, dil o çürük dişe gidiyor hep.

Laftaki işçi ve ezilen, sırf aritmetik bir kitle hesabının ürünü. Kitlelerin fizikî, biyolojik ve kimyevî hakikatini düzlüyor. Onlara asla değmiyor. “Bu kadar kadın var, bir kadın çalışması yürütürüz, hatta kadın partisi kurarız, kitleyi avcumuza alırız” deniliyor ama kadının havada asılı, kendinden menkul, soyut bir kavram olduğunu, kitle içinden, o kitleden kaçmak isteyenleri çağırdığını görmüyor. “Demokrasi” dedikçe, aritmetik yüceliyor. Zihin buna göre kuruluyor. Kadın da işçi de ezilen de rakam olarak değerli sadece.

“İşçi”, sıfattan isme kapatılıyor. Dolayısıyla sol özneler, işçileşmiş bir hareketten çok, kendinden menkul işçi’lerden oluşan bir yapıya işaret ediyorlar. Sol, işçi çalışması yapıyor, ama aslında işçileşmiş ya da işçileşen kolektif-nesnel hareketi tasfiye etmeyi amaçlıyor. Bu da işçileşmeden kaçanlara ve işçinin hiçbir şeyi tanımlamayan soyut bir olgu olmasını isteyenlere sesleniyor. Zanaatkâr ve meslek örgütlerindeki tarihsel zihin, işçi faaliyetine dayatılıyor. Localar kuruluyor, herkes mason olma yarışına girişiyor. Sol, kendisine uygun işçilerin olduğu harekete “işçi hareketi” diyor, hareketin niteliğinden kaçmayı iş zannediyor.

Bu ülkede sendikaların çıktığı yerle, CHP’nin çıktığı rahim aynı. Oradan kopan, orayı dönüştüren, orayla kavgalı bir işçi hareketine asla izin verilmiyor. Döne dolaşa, CHP’ye gidilmesinin sebebi burada. İşçi sendikalarının başına, sanki, CHP milletvekili olmak için geçiliyor. 28 Şubat sürecinde genelkurmay, sol eğitim sendikasından dişine uygun, gericiliğe düşman öğretmenlerin listesini istiyor. Sendika, yapısı gereği, bu listeyi vermek zorunda. Her şey hayatta kalmak (beka) için değil miydi?

Evet, kimileri de CHP’ye gitmemenin gerekliliğini teorik olarak tespit ediyor ama bu sefer de “işçi” diyene küfredebilmek için “ezilen” kategorisini çıkartıyor sahneye. Ama bu ezilen de ancak öteki-CHP’yi çağırıyor en fazla. “İşçi”nin karşısına çıkartılan “ezilen”, burjuvasız bir devlete işaret ediyor. “Ezilen”in karşısına çıkartılan “işçi” ise devletsiz bir burjuvaya. İşçi ve ezileni karşı karşıya koyanlar, dolayısıyla, burjuvaziye ve devlete hizmet ediyorlar.

“Ezilen, eskiden bir sıfattı, onu isim yapan bizleriz” diye caka satılıyor sonra. Yani gerçek ezilenlere, “bizim sayemizde adam yurduna konuldunuz, bize biat edin” deniliyor özünde. Yani “ayağı çarıklı köylüyü siyaset sahnesine taşıyan benim” diyen Süleyman Demirel gibi konuşuluyor; ezilenler başka bir devlete bağlanmaya çağrılıyor. Devletleşmiş örgütler, “bozulmayalım, değişmeyelim” diye, “ezilen” denilen simide sarılıyorlar.

Bir kesim de ezilen kesimlerin sesini taklit ettiğinde, o kesimlerin içine sızabileceğini zannediyor. “Transların katili patron-ağa devleti” sloganının translarla mı yoksa Kaypakkaya geleneği ile mi dalga geçtiği hiç anlaşılamıyor.

Açıktan söyleniyor: “Biz devleti yüce görenlerin değil, ezilenlerin devleti yönetmesini istiyoruz.” Bu cümlede devrime yer yok. İngiliz geleneğindeki işçi partisi pratiğinin ezilenci versiyonunun bu ülkede yol alabileceğini düşünmek ciddi bir yanılsama. En azından ilkinde, iyi-kötü, işçiliğe dair bir nitelik mevcut; ikincisi tümüyle orta sınıfların hükmü altında. Orta sınıfların devrimle ilişkisi hep tali.

Artık neyse ki HDP var!

Aynı site sayfasında, “SoL Gazetesi kapandı, dergi oldu, tüm yoğunluğuyla kitle içinde satışı yapılıyor” haberinin yanında, “SoL Dergisi yayın hayatına son verdi” haberinin durduğu bir ülke burası.

Bu ülkede bir sol özne, “bizim örgüt partidir, HDP de cephedir” derken, son kongreden sonra, “ülkeye parti gibi parti lazım” demeye başladı. Eskiden HDP’nin başındayken başka şeyler söyleyen bir yapı da bugün HDP’nin “cephe” olması gerektiği üzerinde duruyor.

“İşçi hareketi” tabirinde “işçi”, hareketi nitelemiyor. Hareket, solun dişine uygun işçilerin toplamını ifade ediyor. HDP şahsında da “sosyalist hareket”ten değil, sosyalist hareketi’nden bahsetmek gerekiyor. İşçi hareketi, gerçek, proleter dinamiğin tasfiyesine denk düşüyorsa, HDP’nin de ne tür bir rizikolu alanda durduğunu, varsın bileşenleri düşünsün!

Biz, hiç bisikleti olmamış, olamayacak çocuklarız. Onlarla, o çocuklar için savaşacağız!

Eren Balkır
26 Haziran 2014

0 Yorum: