03 Şubat 2013

,

Afrika'nın İşgali


Afrika’nın kapsamlı işgali başladı. Birleşik Devletler, Libya, Sudan, Cezayir ve Nijer’den başlayarak, 35 Afrika ülkesine askerî birlikler konuşlandırıyor. Associated Press’in Noel’de bildirdiğine göre, bu gerçek, İngiliz-Amerikan medyasında asla yer bulmuyor.

Esasında işgalin “İslamcılık”la bir işi yok, esasta derdi, kaynaklara temelde madenlere el konulması ve rakip Çin’le husumetin tırmandırılması. Çin’in aksine ABD ve müttefikleri, Irak, Afganistan, Pakistan, Yemen ve Filistin’de sergilenen şiddeti tekrarlamaya hazırlanıyorlar. İşbölümü gereği, tıpkı Soğuk Savaş’ta sürekli yinelenen dünyadaki komünist fesadın “kızıl tehdidi”nde görüldüğü üzere, batılı gazetecilikle popüler kültür, İslamî aşırıcılığın tehditkâr yayına karşı kutsal savaş için gerekli kılıfı örüyor.

On dokuzuncu yüzyılın sonundaki Afrika’da yaşanan kapışmayı hatırlatacak biçimde, ABD Afrika Komutanlığı (Africom), Amerikan rüşveti ve silâhlarına teşne olan işbirlikçi Afrika rejimleri arasından seçilen bir ricacılar şebekesi kurdu. Geçen yıl Africom, Afrika Girişimi Operasyonu’nu başlattı, operasyona ABD ordusunun komutasında hareket eden 34 Afrika ulusunun silâhlı güçleri ile birlikte yürütüldü.

Africom’un “askerden askere” isimli doktrini, generalden kıdemli subayına her rütbeden ABD’li askeri ihtiva ediyor. Bunlarda bir tek güneş kaskı eksik.

Görünüşe göre Patrice Lumumba’dan Nelson Mandela’ya Afrika’nın gururlu kurtuluş tarihi, bugün yeni efendilerin siyah sömürge seçkinlerince unutturulmuş durumda. Frantz Fanon’un elli yıl önce uyardığı gibi, bu seçkinlerin “tarihsel misyon”u, esas olarak kamufle edilmiş olmasına karşın azgın bir kapitalizmin “teşvik” edilmesi üzerine kurulu.

Bu konuda çarpıcı bir örnek olarak Doğu Kongo’daki stratejik madenleri kontrol eden asi grup, M23 verilebilir. Bu grubun ipleri, Washington’un kuklası olan Uganda ile Ruanda’nın ellerinde.

Afrika savaşı, NATO için uzun süre önce planlanmış olan bir “misyon”. Bu misyon dâhilinde, uzun süredir kıtada kaybettiği sömürgeleri yeniden ele geçirmek için azimli bir çalışma içinde olan Fransa da önemli bir rol oynuyor. Arap dünyası, Mübarek’lerden ve Washington ile Avrupa’nın destekçileri olan diğer isimlerden kurtulmaya başladığında, Afrika savaşı 2011’de acilen uygulamaya konuluyor. Emperyalist ülkelerin başkentlerinde oluşan histerinin pek abartılacak bir yanı yok. NATO bombaları Tunus’a ya da Kahire’ye değil, Libya’ya düşüyor. Bunun nedeni, Muammer Kaddafi’nin Afrika’daki en büyük petrol rezervlerini elinde bulunduruyor olması. Libya’daki Sirte şehri yerle bir olduktan sonra İngilizlerin SAS birlikleri, “asi milisler”e ırkçı bir kan banyosu ile sonuçlanan bir katliam için emir veriyorlar.

Sahra’da yaşayan yerli bir halk olan ve Berberî savaşçıları Kaddafi tarafından korunan Tuaregler, savaş esasında Cezayir üzerinden Mali’ye kaçıyor, kaçtıkları bölge Tuareglerin altmışlarda ayrı bir devlet kurmak istedikleri yer. Patrick Cockburn’ün de ifade ettiği üzere, “kuzeybatı Afrika’da batının en çok korktuğu husus El-Kaide değil, bu yerel ihtilaf (…) ne kadar fakir olursa olsunlar, Tuaregler, petrol, gaz, uranyum ve diğer kıymetli madenlerin üzerinde yaşıyorlar.”

Fransız/ABD’nin 13 Ocak’ta Mali’ye saldırması ardından, Cezayir’deki bir gaz kompleksi kanlı bir kuşatmaya sahne oluyor. Bu saldırı, David Cameron’a için bir 11 Eylül mazereti verdi. Carlton TV’nin eski halkla ilişkiler görevlisi, yaşananın “küresel bir tehdit” olduğunu ve bu tehdide karşı batının onlarca yıl şiddet uygulaması gerektiğini söylüyor. Bu adam, çok farklı etnik grupları barındıran Suriye’ye saldırılmasını ve bağımsız bir devlet olan İran’ın işgal edilmesi ile birlikte, Afrika için batının iş planlarının uygulanması gerektiğini iddia ediyor.

Bugün Cameron, İngiliz birliklerine Mali’ye gitme emrini veriyor ve RAF insansız hava aracını buraya gönderiyor, öte yandan Cameron’ın lafebesi generali Sir David Richards şu tespiti yapıyor: “Tüm dünya genelinde cihadcılara şu açık mesaj verilmeli: bize bulaşmayın ve asla ayağımıza dolaşmayın. Bu gerçekle tüm gücümüzle uğraşacağımız herkesçe bilinmelidir.” Bu sözler, tam da cihadcıların duymak istedikleri şey. İngiliz ordusunun uyguladığı terörün tüm kurbanları Müslüman. İngilizlerin “sistematik” işkence davalarının mahkemelere çıkartılıyor olması, bu generalin sözlerine tuhaf bir ironi katıyor. Sör David’in bahsettiği “güçlü” yollarına bir seferinde şu şekilde tanıklık etmiştim. Bir keresinde ona, batılıların ve onların kendi ülkesindeki destekçilerinin barbar davranışlarını tarif eden Afganlı cesur feminist Malalay Joya’yı sormuştum. General, bu soru üzerine bana, “sen Taliban’ı savunuyorsun” demişti. (Gerçi sonrasında benden özür dilemişti.)

Evelyn Waugh’dan çıkma bu soğuk esprili komedyenler, tarihin canlandırıcı esintisini ve ikiyüzlülüğü hissetmemize imkân veriyorlar. “Afrika’nın zenginliklerini çalmak için bir tür bahane olarak kullanılan “İslamî terörizm”, esas olarak bu batılılarca icat edildi. Ama artık BBC/CNN hattının kırıntılarını sindirmek ve hakikati bilmemek için ortada herhangi bir bahane kalmadı. Bu noktada Read Mark Curtis’in Secret Affairs: Britain’s Collusion with Radical Islam [“Gizli İşler: Britanya’nın Radikal İslam ile Birlikte Çevirdiği Dolap” -Serpeant’s Tail], John Cooley’nin Unholy Wars: Afghanistan, America and International Terrorism [“Kutsal Olmayan Savaşlar: Afganistan, Amerika ve Uluslararası Terörizm” -Pluto Press) ya da modern köktenci terörün doğumuna ebelik eden Zbigniew Brzezinski’nin The Grand Chessboard’u [“Büyük Satranç Tahtası” –HarperCollins] gibi çalışmalardan bahsedilebilir. Esasında El-Kaide mücahidleri ve Taliban, CIA, Pakistan istihbaratı, Servisler Arası İstihbarat ve İngiliz MI6 tarafından yaratıldı.

Başkan Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski, bugün “teröre karşı savaş” denilen saldırının başladığı 1979 tarihinde gizli bir başkanlık talimatını anlatır. Bu talimata göre, 17 yıl boyunca ABD “bir nesli şiddete boğan” cihadcı aşırıcıları bile isteye beslemiş, silâhlandırmış ve bu kişilerin beyinlerini yıkamıştır. Kod adı Siklon Operasyonu olan bu faaliyet Sovyetler Birliği’ni yıkmak için tertiplenmiş “büyük oyun”un adıydı ama bu oyun İkiz Kuleler’in yıkılması ile sonuçlandı.

O günden beri zeki ve eğitimli kişilerin hem uyguladıkları hem de sindirdikleri haberler, Hollywood’un elindeki yalan söyleme ehliyeti ile bir tür Disney gazeteciliğine dönüşmüştür. Burada Dreamworks şirketini WikiLeaks ile ilgili, iki Guardian gazetecisinin kaleme aldıkları hain ve dedikoducu kitabından sinemaya uyarlanacak filmden ve Oscar ödüllü Kathryn Bigelow ile Leni Riefenstahl’ın yönettiği, işkence ve cinayeti teşvik eden, Führer sineması gibi efendisinin sesini aktaran Zero Dark Thirty filminden bahsedilebilir. Bunlar, bizim şöyle göz ucuyla baktığımız ve iktidarın bizim adımıza yaptıklarını yansıtan, arkasını gösteren birer aynadırlar.

John Pilger
31 Ocak 2013
Kaynak

0 Yorum: