21 Şubat 2013

,

Marksizm ve Devrim


“Devrimin gerçekleşmesi için nüfusun çoğunluğunun ‘tamamen’ proleterleşmesinin zorunlu olduğunu sanmak kadar büyük bir yanılgı olamaz. Bugün çoğu kez yalnızca düşünce düzeyinde kalan teorik çatışmalar, işçi hareketinin salt bazı özel sorunları için sözkonusu olan görüş ve taktik ayrılıkları, yarın proletarya devrimi bütün anlaşmazlık konularını alevlendirdiği, yığınların davranışıyla yakından ilgili belli noktalar üzerinde yoğunlaştığı ve bizi savaşımın ateşi içinde dostla düşmanı ayırmak, düşmana kesin darbeyi indirmek için kötü bağlaşıkları atmak zorunda bıraktığı zaman, işçi sınıfını çok daha derinden etkileyecek ve çalkalandıracaktır.”[1]

Lenin, bu sözleri revizyonizmin fiilî Marksizm içindeki hâkimiyetini kırmak için söylemiştir. Revizyonizmin Marx’tan ve Marksizmden önceki sosyalizmin bir kalıntısı olduğunu düşünüp Marksizmi devrim temelinde tanımlanmaması durumunda Marx öncesi sosyalizmin hâkim olacağını gördüğünden, Marksist teorik-pratiğinde devrimi sürekli olarak öne çıkarmıştır. Devrimin temel alınması, “savaşımın ateşi içinde dostla düşmanı ayırmak” amacıyla verilen teorik mücadelenin aslî görevidir. Marx’la teorik alana giren devrim fikri devrimcileşmiş ve bunu da kendisini devrimci kolektif bir dinamik ile tanımlaması sayesinde başarmıştır. “Teorik çatışmalar” ve “ayrılıklar” işçi sınıfının devrimci niteliğini süreklileştirmek için gereklidir.

Tüm nüfusu ya da tüm işçi sınıfını örgütleme isteği, bu anlamda devrimin, teoride ve pratikte, geri çekilmesine neden olur. Teorik ve politik pratiğin ölçeği tüm toplum üzerinden kurulduğunda, devrimcilik “tehlikeli” ve “bölücü” görülmeye başlanır. Devrimin temel alındığı bir teorik-pratikse verili teorik bütünlüğü parçalar, böler, saflaştırır ve devrimci olan öğeleri merkeze oturtur. Bu durum, politik devrimin parçalı ve kısmî yapısından kaynaklanır.

Lenin’e göre, devrimci teorinin maddî zemini işçi sınıfıdır. Rusya ölçeğinde yaşanan gelişmelerin işçi sınıfının öncülüğünde anlaşılması gerektiğini vurgularken, genel olarak politikanın doğasının da değiştiğini söylemektedir. Kapitalizmin neden olduğu değişim süreci dâhilinde verilecek iktidar mücadelesinin biçim ve içeriği de değişmiştir. Devlet ve tüm iktidar kurumları, bu değişime uyum sağlamak için çok yönlü çatışmaların içine girmişlerdir. Devrimci politika da eski tarzını sürdürmek konusunda diretmemeli ve yeni oluşan dinamiklere yüzünü çevirmelidir. Bu nedenle;

“Kapitalizm olgusu, ya kapitalizmin yok etmekte olduğu küçük üreticinin bakış açısından ya da kapitalizmin yaratmakta olduğu mülksüz sınıfın bakış açısından değerlendirilebilir. Bunun ortası yoktur.”[2]

Ne Yapmalı? adlı çalışmasıyla Lenin, devrimcilerin politikanın değişen doğasına nasıl uyum gösterecekleri konusunda genel bir çerçeve çizmiştir. Yaşanan gelişmeler, işçi sınıfının Avrupa’da olduğu gibi Rusya’da da düşman arazisinde meşru zeminlere hapsedilmesine neden olmuştur. Teorik mücadelelerini işçi sınıfı üzerinden yürütenlerin politik mücadelelerini disiplinli bir örgütle, partiyle yürütmeleri gerekir. İşçi sınıfının karakteristik özelliklerinin politik alanda da karşılığı olmalıdır. Devrimci politikanın maddî zemini, partidir.

Nasıl olursa olsun iktidara gelme planları yapan Avrupalı işçi partileri, işçi sınıfının gelişen doğasından uzaklaşmış, hükümet olma hesaplarında işçi sınıfının sayısal çoğunluğunu öne çıkartmışlardır. “Genel olarak sosyalizmin nihaî hedefi olarak sözü edilen şey bana bir şey ifade etmiyor: Önemli olan hareketin kendisidir.”[3] diyen Bernstein gibi Marksistler, işçi sınıfının doğal hareketliliğine dayanan burjuva politik bir eğilim içine girmişlerdir. Oysa Marksizm için tek başına hareket hiçbir şeydir. Aslolan, hareketin devrimcileşmesidir.

İşçi sınıfının kapitalizmin mezar kazıcısı olabilmesi için kolektif devrimci mücadeleye doğrudan katılması gerekir. Özellikle Fransa’da yaşanan budur. Ancak Fransa’da ve Avrupa’da işçilerin birliği sağlanamamış, onların kolektif ve devrimci bir niteliğe kavuşmasını sağlayacak aslî unsur olan partiler ya kurulamamış ya da süreç içinde başarısız sonuçlar alınmıştır.

Politikada önemli olan, bizzat hareketin kendisi değil, onun devrimcileşmesidir. Monarşilere karşı yürütülen politik mücadelelerin gerçekleştiği hareket zemini içinde bir tek işçi sınıfının kolektif ve devrimci olma ihtimali vardır ve Marx da ısrarla bu noktaya vurgu yapmıştır. Dönem dâhilinde işçi sınıfı, hareket zeminini devrimcileştirecek ve gerçek politik dinamikleri kolektivize edebilecek yegâne güçtür.

Lenin ise Rusya özelinde, büyük ölçüde Marx’ın politik ölçeğine sadık kalır. Rusya’yı Avrupa’da gelişen kapitalizmin verili bütünlüğü içinde ele alır. Ancak Marx ve Engels’in uyarısı onun için önemlidir: Rusya devrimi Avrupa devrimini fitilleyebilir. Bu amaçla Rusya gerçeğine ayağını basar ve devrimci politikanın Marksist anlamda fiilîleşmesi için çalışır. Zamanla politik sürecin gerçekleştiği zemini devrimcileştirmek amacıyla, öncelikle işçi sınıfına ve partiye dönük teorik ve politik bir mücadeleye girişir. Burada önemli olan, Rusya’nın devrimini yapması, bu sayede de Avrupa’nın verili durumunu parçalayıp devrimcileştirmesidir.

Bütün nüfusun proleterleşmesi gerekmiyorsa bütün sınıfın devrimcileşmesi de gerekmez. İşçi sınıfı, toplumu dönüştürmek için onu bölmeli ve devrimci politikaya alan açmalıdır. Saflaşmada devrim tarafında olanlarla birlikte yürümeli ve toplumun işçileşmesi için değil, devrimcileşmesi için kavga vermelidir. İşçi sınıfının ayrışması ve içindeki devrim karşıtı ya da devrimcilik dışı unsurları atması bu nedenle öncelikli görevdir. Bugünden bakıldığında, verilen mücadelenin doğal sonucuymuş gibi görülen ayrışmalar (Azınlık-Menşevik/Çoğunluk-Bolşevik) aslında bilinçli olarak gerçekleştirilmiştir.

İşçi sınıfının devrimci politika zemininde bütünleştirilmesi ve kolektif devrimci bir unsur hâline getirilebilmesi için parçalanması gerekir. Ekonomik talepler üzerinden yürüyen bir sınıfın devrimciliğini koruması beklenemeyeceğinden, o ekonomi dışı, politik taleplere yönelenlerin buluştuğu bir zemine taşınmalıdır. Ancak politik gerçek içindeki ekonomik talepler ve mücadeleler devrimcilerin gündeminde olabilir. Bu da işçi sınıfını bütün olarak kucaklamayı değil, onun ekonomik talepleri aşarak iktidar mücadelesine dönük politik kavgalara sokmak suretiyle parçalanmasına ihtiyaç duyar.

Lenin, partinin (RSDİP) kurulma aşamasında onun sadece Rusların yaşadığı coğrafya ile tanımlanmasını isteyenlere karşı Çar’ın hâkim olduğu tüm Rus İmparatorluğu’nun hedef olması gerektiğini savunmuştur. Burada öne çıkan unsur, Rusların sosyalist olması değil, Rusya’nın devrimini yapmasıdır. Bu ölçek dâhilinde işçi sınıfının ve sonradan devrimci potansiyelini fark ettiği köylülüğün faaliyet alanını dikkate alarak Rusya’nın parçalanması devrimci politikanın hedefidir. Kısacası Lenin, işçi sınıfının parçalanması ve devrimci kolektif bir niteliğe kavuşması için partiye, Rusya’nın parçalanıp devrimcileşmesi için işçi sınıfına ihtiyaç olduğunu saptamıştır.

Lenin için Marksist devrimci teorinin ölçüsü işçi sınıfı, ölçeği (Rusya özelinde) Avrupa iken, Marksist devrimci politikanın ölçüsü parti, ölçeği ise (Avrupa genelinde) Rusya’dır.

Marx’la birlikte tüm Marksistler, devrimcileştikleri ölçüde kendi ölçeklerini belirleyebilmiş ve bu sayede toplumu ve tarihi parçalamanın somut maddî imkânlarını bulabilmişlerdir. Çoğunlukla teorik alanda yaşanan çatışmalar, ölçeğin teori alanında belirgin kılınması için yapılan çalışmanın sonucudur.

Marx’ın Hindistan, İrlanda ya da Meksika konusunda söyledikleri dünya genelinde Avrupa’nın devrimcileşmesine dönük vurgu dâhilinde anlaşılmalıdır. Avrupa’da yaşananlar, dünya tarihini ve tüm insanlığı değiştirecek niteliktedir. Avrupa’da yaşanan devrimlerin toplamda Avrupa devrimiyle sonuçlanması ihtimali üzerinde duran Marx, bu devrim ihtimalinin yükünü işçi sınıfının omuzlarına yükler. Çünkü o, yaşanan gelişmelerin de gösterdiği gibi, bir sınıflı toplumsal-tarihsel yapı olan kapitalizmi alaşağı edecek yegâne güçtür. İşçi sınıfı, kendi devrimini yapabilmesi için teori içi politik bir hatta muhtaçtır. Marx’ın teorik-pratiği bu ihtiyacı karşılamaya dönüktür.

Henüz 25 yaşındayken yazdığı şu satırlar devrimciliğinin ne yönde geliştiğini ele verir:

Radikal zincirlere vurulmuş bir sınıfın, bir burjuva-sivil toplum sınıfı olmayan bir sivil toplum sınıfının, bütün toplumsal sınıfların yıkılmasını oluşturan bir toplumsal sınıfın, acılarının evrenselliği ile evrensel bir niteliğe sahip bulunan ve özel bir haksızlığa değil ama haksızlığın kendisine uğratıldığı için özel hak istemeyen, artık tarihsel bir nitelikle değil ama yalnızca insanal nitelikle övünen, Alman siyasal rejiminin salt sonuçları ile değil ama tüm önkoşulları ile de çelişen bir alanın, son olarak kendini toplumun bütün öteki alanlarından kurtarmadan ve dolayısıyla toplumun bütün öteki alanlarını kurtarmadan kendini kurtaramayan, kısacası, insanın bütünsel yitimi olan ve öyleyse insanın bütünsel yeniden fethi olmadıkça kendini yeniden fethedemeyen bir alanın oluşmasında yatıyor. Toplumun özel bir sınıf içinde gerçekleşen bu yıkımını, proletarya oluşturuyor.”[4]

İşçi sınıfının teorik alana girmesi teoriyi saflaştırmıştır. Ancak Marx’ta işçi sınıfının devrimciliğine dönük kaba bir önkabul değil, bu tür önkabullerin ve kanaatlerin devrimcileştirilmesi vardır. Verili teorik alanı işçi sınıfı ile bölerken işçi sınıfı yanında yer alan, ancak ona politika dışı anlamlar yükleyenlere karşı da teorik mücadeleye girer. Buradaki ölçü devrimdir. İşçi sınıfının fiilî hareketini gören ancak ona sadece duygusal temelde ilgi gösteren çevreleri, onun devrimci niteliğini göremedikleri için eleştirmiştir. Politik alanda özellikle komünistlere ve sosyalistlere, işçi sınıfının fiilî devrimciliği dışında hareket etmeleri nedeniyle, saldırmıştır. Komünizm fikrinin politik alanda gerçek bir güç hâline gelebilmesi için onun işçi sınıfının devrimci niteliği ile buluşması gerekir:

“Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu ânda varolan öncüllerinden doğarlar.”[5]

Yani komünizm, işçi sınıfının kolektif devrimci mücadelesidir. Marx, toplumu (sosyalistler) ya da tarihi (komünistler) merkeze alan düşünce biçimlerini, işçi sınıfı eksenine oturtmak ister. Ancak buradaki işçi sınıfı, çıplak gerçekteki sınıf değil, Marksizmin “işçi sınıfı”dır. İlkinin kendisi hakkında bir bilinci ve kendinden menkûl bir içeriği yoktur. İşçi sınıfının kıta genelindeki hareketliliğine devrimcilik atfeden, Marksizmdir. Sınıfın teorik alandaki devrimciliği teori içi mücadeleye, politik alandaki devrimciliği politika içi mücadeleye hizmet eder.

Devrimin teorideki fiilî varlığı çatışmalara neden olur. Çatışmaları aşmak için genel teorik ya da ideolojik çalışma yapmak devrim fikrini bertaraf etmek zorundadır. Çatışmaları doğrudan içinde saf tutup bizzat kavganın içinde olarak aşmak zorunludur. Politika dışında ve genel teori içinde belli kavramlar arasında ortaya çıkan çelişkilerin politikaya tercümesi yapılamaz. Genel teorideki “devrim”le politikadaki “devrim” birbirinden farklıdır. “Emek-sermaye” ve “evrim-devrim” kavramları arasındaki çelişkinin politika için önemi yoktur. Önemli olan emeğin, sermayenin, evrimin ve devrimin politik nitelikleridir. Bu kavramların politik çatışmalarda karşılığı varsa teori içi anlamı vardır. Sadece kavramlar üzerinden ilerleyen saf teorinin politikaya tercüme edilmeye çalışılması politika dışı teorisisizm üretir.

Marksistler ve genel olarak Marksizm devrimsiz bir hiçtir. “Devrim” olmadan Marksistler ve genelde Marksizm, fiilî düşünce ve eylem tarzlarından birine tutunmak ve onun hareketi yönünde ilerlemek zorunda kalır. İlk aşamada tutundukları tarzın genel tarihsel ve toplumsal biçimi ile kendilerini tanımlar ve Marksizmi bu tarzın gelişkin hâli olarak anlar. Tarih ve toplumdaki devrimci dinamiklerle politika alanında değil, felsefe ve kültür alanında buluşur. Doğal olarak Marksizm, ya bir felsefe (gelişkin düşünme biçimi) ya da kültürel bir form olarak kabul görür. Felsefe ya da kültür olarak algılanan Marksizmin devrim gibi sorunu olamaz. Bu noktada en fazla devrimin edebiyatı yapılabilir. Teorik alan içinde tek başına devrimden bahsetmenin devrimcilik olduğu sanrısı yaygınlaşır. Devrim (ve Marksizm) edebîleştiği ölçüde maddî, somut niteliği kaybolur. Artık o bir imge ve hayâldir. Çeşitli ritüellerde, yazılarda, bildirilerde ya da toplantılarda tekrarlanması devrimi kültürün konusu yapar, bu da onu birbirinden farklı konularla uzlaştırır ve ehlîleştirir. Devrimin (ve Marksizmin) maddî, somut niteliğini yitirmesi, onu verili durum içindeki devrimci öncüllere yabancılaştırır. Verili durum, ya felsefî açıdan düşünce alanında resmedilir ya da onun içindeki öznelerin kimliklerini tanımlayan temel düşünsel-imgesel veri olarak ele alınır. Bu sayede devrim (ve Marksizm) artık gerçekten kendisine ihtiyacı olanların silâhı değil, onu kendi (bireysel) kültürel, sanatsal ya da genel teorik çalışmaları için kullananların oyuncağı olur.

Marksizm ve devrimin ilişkisi, her durum ve dönemde yeniden kurulmalıdır. Ne Marx’ta ne de Lenin’de bunun tarih üstü, mutlak bir ölçütü mevcuttur. Marx’ın, Lenin’in (ya da Mao ve Che’nin) sıkı takipçiliği, ilişkiyi bugünde garantileyen bir durum değildir. Marksizmi teorik alanda boğmaya çalışan bazı politika dışı teorisyenlerin “Marksizmin krizi” başlığı altında tartıştıkları mesele, aslında bu ilişkinin kurulamamasıyla ilgilidir. İlişkinin kurulmasına çalışmadan devrimi ve Marksizmi ayrı zeminlerde tartışanlar, kendi krizlerini rasyonelleştirmekten başka bir şey yapmamaktadırlar.

Marx’ta devrimin birbirine bağlı iki ölçüsü vardır: ilki, devrimin kitlelerin, büyük çoğunluğun, işçi sınıfı merkezli hareketliliğine bağlı oluşu, ikincisi, devrimin sahip olduğu politik niteliktir. Kitlelerle politik düşünme ve buna bağlı politik mücadele devrimin genel ölçüsünü verir. Politik devrim toplumsal devrimi önceler. Toplumsal devrimin gerekleri ile politik devrimci mücadele tanımlanamaz. Sömürü ve zulüm koşullarında kitlelerin saf, duru ve bütünlüklü insanlardan oluştuğu fikri, politik devrimci mücadelenin içinde bu tarz insanlar ya da kolektif sınıfsal, toplumsal dinamikler bulmak isteyecektir. Ancak politik devrim sonrasında başlaması mümkün olan toplumsal devrim sürecine âit hayâllerin ve beklentilerin politik devrim öncesine dayatılması devrimciliği ve Marksizmi politika dışına iter.

Marx’ta devrim ve işçi sınıfına dayalı ölçünün belirlenmesindeki ölçek Fransız Devrimi (eleştirisi)dir. Teorik-pratiğini Fransız Devrimi’nin tarihsel başarısızlığının incelenmesi ve onun aşılması üzerine kuran Marx, farklı dinamikleri ve devrimin niteliğine dönük tespitleri bu sayede görebilmiştir. 1789 sonrasında devrimin içinde sarsılan Avrupa’nın devrimcileştiğini görmüş, Avrupa üzerinden genel teorik faaliyet tarzlarını devrimcileştirmek için yoğun bir teorik-pratiğin içine girmiştir. Lenin ise 1789 ve 1871 (Paris Komünü) üzerinden düşünür.

Marx’ın eserlerinden yola çıkılarak oluşturulan Marksizm çeşitlemeleri, genellikle Marx’ın o çalışmaları yaparken üzerinde durduğu teorik-politik zemini görmezler. Bu nedenle, ya Marx öncesi devrim fikirlerine kapılanırlar ya da devrim’sizleşirler. Devrim fikri olmadan Marx’ın okunması ile Kant’ın, Hegel’in ya da A. Smith’in okunması benzeşir. Marx’ı anlamak için onların okunması şartmış gibi görünür. Devrimin esas alınmadığı bir teorik faaliyet, Marx’ı devreden çıkartmak ve bir tür “Marksizm” ideolojisine sarılmak zorundadır. Marx’ın devre dışı bırakılması, Marksizm çeşitlemelerini Marx’ın devrimci teori içinde saf dışı bıraktığı Bakunin, Proudhon, A. Smith, Saint Simon gibi isimlere yakınlaştırır.

Devrim, tümüyle politik bir meseledir. Politika alanı dışındaki devrimler gerçekte politik niteliktedirler. Sanayi Devrimi’nin devrimci niteliği ancak politik düzlemde görülebilir. Politik düzlem dışında bu devrime dönük devrimcilik, teknolojist ve bilimci ütopyalar üretir. (Makine-insan, toplumun bir makine gibi kurulmasına dönük çabalar ve ekonomi merkezli siyaset tarzları). Verili iktidara saldırmayan bu tip düşünce akımlarının politik nitelikte görülmesi yanlıştır. Marx, Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi’nin politika alanında yürürlükte olan teorilerin içindeki izlerini anlamaya çalışır. Birincisinin teorik, ikincisinin politik bir gerçek olarak öne çıkardığı işçi sınıfını farklı bir düzlemde yeniden üretmeye çalışır. Her iki devrimde de bir araç olarak kullanılan bu sınıfın tarihi ve toplumu dönüştürecek güç olduğunu görür ve bu yönde teori ve politikasını geliştirir.

“Toplumun devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı, derhâl, kendi özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur: Düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerinin zorladığı önlemleri almak. Kendi eylemlerinin sonuçları onu daha ileriye iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir teorik araştırmaya girişmez. Fransız işçi sınıfı, henüz bu noktada değildi. O, henüz kendi devrimini yapacak yetenekte değildi.”[6]

Marx, bu sözleri aracılığıyla kendi teorik-pratiğine ilişkin önemli bir tespit yapmaktadır. İşçi sınıfının kendiliğinden ilerleyen devrimci pratiğinin onu kendi pratiği üzerine teorik çalışma yapmaktan alıkoyduğunu söylerken, bu teorik çalışmayı kendisinin yaptığını ifade etmektedir. İşçi sınıfının fiilî devrimci faaliyetinin teoride politik bir karşılığının olması gerekmiş ve bu da teoride devrimciliği politikayla buluşturmanın imkânını sunmuştur. Marksizmin aslî zemini burasıdır. İşçi sınıfının “gövde”siyle yürüttüğü mücadelesinin artık bir “kafa”sı vardır. Marx’la birlikte proletarya teorik alanda politik “düşünme”ye başlamıştır. Marx, teoride bir aydın ya da filozof olmanın ötesinde devrimci bir işçidir. Kafayla gövdenin uyumunu değil, birlikte kolektif ve örgütlü mücadelesini öne çıkartır.

Kapitalizmin gelişim ölçeğini Avrupa’yla sınırlandırırken, bu ölçeğin devrimci ölçüsünü de proletarya olarak belirlemiştir. Burada Marx, proletaryanın teoriye olan ihtiyacını görmüş ve teorik eksikliğin devrim için gerekli olduğunu anlamıştır. Avrupa’nın devrimcileşmesi için o dönemde “yeni” ortaya çıkan proletaryanın politik düşünce ve eylemin merkezine oturtulması gerekir.

Teoride işçi sınıfının düşünmesi devrimci teorinin önkoşuludur. Ancak bu durum, işçi sınıfı fiilî olarak devrimci bir pratik içinde olduğu ölçüde anlamlıdır. Avrupa genelinde bütün sınıflar kadar işçi sınıfı da ayaktadır. Ancak onu farklılaştıran, kapitalizmin somut bir olgu hâline gelmesi ve yerleşikleşmesiyle gelecekteki devrimi yapacak tek alternatif olmasıdır. İşçi sınıfının teoride düşünmesi olarak anlaşılması gereken eserlerinde Marx, teorik-politik alandaki akımları, dinamikleri ve özneleri onun etrafında birleştirmeye, devrimci teoriyi o noktaya kilitlemeye çalışır. Komünist Manifesto, bu çalışmanın en bilinen örneğidir. 1847’de kurulan Komünist Birlik için yazılmış bu broşür, birbirinden farklı görüşlere sahip ve yüzünü devrime dönmüş politik insanları biraraya getirmeyi amaçlar. Burada amaç, Avrupa’daki devrimci güçleri işçi sınıfı eksenine çekmektir. Soyut, gerçek dışı fikirlerin parçalanması ve politikanın bu sayede gerçek devrimci düzleme çekilmesi için eleştirdikleri birçok isimle biraraya gelinir. Öncelikle Avrupalı devrimcilerin birliğinin sağlanmasındaki ölçü, işçi sınıfı ve onun devrimci kolektif mücadelesidir. Toplum, işçi sınıfına, dünya Avrupa’ya doğru daraltılır:

“Birliğin ütopik görüşlerini dile getiren eski belgisi ‘tüm insanlar kardeştir’, ‘bütün ülkelerin proleterleri birleşin’ devrimci belgisiyle değiştirildi. Marx ve Engels tarafından duyurulan bu devrimci belgi, uluslararası proletaryanın her çeşit politik ve sosyal baskıya karşı savaşımının ve yeni, sınıfsız toplumun belgisi oldu.”[7]

Burada “uluslararası” kavramı Avrupa ile sınırlıdır. Proletarya da Avrupa işçi sınıfıdır. Sloganın değiştirilmesi, tüm insanlığın değil, sadece işçi sınıfının muhatap alındığını gösterir. Onun dışındaki teorilerin ve politik hareketlerin işçi sınıfı eksenine çekilmesi gerekir. Ancak bu, vazgeçilmez, mutlak bir ilke değildir. İşçi sınıfının politik alan dâhilinde aktif bir rol oynamadığı durumlarda Marksistlerin onu öncelikle politik alana çekmesi gerekir.

Henüz oluşum aşamasındayken işçi sınıfı, diğer sınıflarla politik karşıtlık ya da yakınlık kurmayı pratikte öğrenir. Politik niteliği, ancak bu dönem dâhilinde mevcuttur. İşçi sınıfı, kendi içinden verili duruma karşı politikleşen farklı bir dinamik çıkarmadıkça politika dışındadır. Ülke siyasetinde burjuvaziye eklemlenen bir sınıf, devrimci politika alanında değildir. Genel siyaset alanı devrimci politika alanına doğru daraltılmadığı ölçüde burjuvazi dışında hiçbir sınıf politika yapma imkânı bulamaz. Devrimci politika somutlandıkça genel siyaset alanını da dönüştürür, kalıpları, alışkanlıkları ve temel yönelimleri değiştirir. Bu noktada diğer devrimci hareketleri kolektivize etmesi gerekir.

Marksizm, her dönemde devrimle ilişkisini yeniden kurmak zorundadır. Gerçeği dönüştürmek isteyen her hareket, Marksizmin dikkatle üzerinde durmak zorunda olduğu maddî olgulardır. Politik alan dâhilinde yaşanan bu hareketliliklerin gerçek niteliğini görebilmek için bugün Marksizm ve devrim anlayışlarının dönüştürülmesi gerekmektedir. Marksizm çeşitlemelerinin teorik çalışmanın konusu hâline gelmesi zorunludur.

Marksizm formları parçalanmalı, bu mücadelenin ölçüsü ise devrim olmalıdır. Devrim (dolayısıyla politika) dışı Marksizmler ayıklanmalı, devrim zemininde duran bir Marksizm geliştirilmelidir. Verili teori alanında Marksizm pratiklerinin teoriyi dönüştürmesi sağlanmalı, bu amaçla, teori içi politik niteliği sürekli olarak öne çıkartılmalıdır. Teorik üretimin politikaya tercümesi yapılmamalı, Marksist teorik pratiğin doğrudan politika alanında yürürlükte olan teorik yönelimleri dikkate alması sağlanmalıdır. Buradaki ölçü, fiilî devrimciliktir.

Buna bağlı bir başka işlem de devrimle ilgili olarak yapılmalıdır. Devrimcilerin devrime dönük algı ve düşünceleri konu edinilmeli, sınıflandırılmalı, gerçeğe denk düşmeyen, politikanın dışındaki unsurlar atılmalıdır. Devrimciliği söylemselliğe ve edebiyata indirgeyenlerin devrimciliklerinin yönü ya devrime çevrilmeli ya da bertaraf edilmelidir. Devrimci teorilerin ele alındığı düzlemde bu teorilerin içindeki ütopik, gerçek dışı ve dolayısıyla, politika dışı unsurlar ayıklanmalı ve devrimci faaliyetlerin kolektif bir zemine oturtulması sağlanmalıdır. Soyut ve hayâlî bir işçi, halk ya da muğlâk bir mazlum tarifinden çıkartılıp işçilerin, halkın ve mazlum kesimlerin kolektif devrimci hareketleriyle birleşmesi sağlanmalıdır. Buradaki ölçü, fiilî Marksizmdir.

Her iki işlem de teori ve politika alanında yürüyen kolektif bir çalışmanın konusudur. Kolektif çalışma zemini olmadan birbirinden ayrı kanallardan yürüyen bu işlemler ister istemez farklı yönlere kayar ve denize varamadan kurur. Devrime ve devrimciliğe dönük çalışma olmadan Marksizm, basit bir entelektüel faaliyet alanı hâline gelir ve tarihsel-toplumsal anlamını yitirir. Yok olmamak adına kaçınılmaz olarak Marksizm dışı fiilî düşünce akımlarıyla ilişkiye geçer. (Nietzsche, Freud, Sartre, Chomsky, Heiddeger, Foucault vb.)

Marksizme ve Marksistlere dönük çalışma olmadan Marksizm için devrim ve devrimcilik, tarihsel-toplumsal anlamını yitirir. Yok olmamak adına devrimcilik dışı unsurlara sarılır (anarşizm, küçük-burjuva radikalizmi, komploculuk, reformizm, parlamentarizm, revizyonizm, ekonomizm vb.).

Devrimin gerçek bir olgu, devrimciliğin gerçek bir güç olabilmesi için Marksizm ve Marksistler şarttır.

Marksizmin gerçek bir olgu, Marksistlerin gerçek bir güç olabilmeleri için devrim ve devrimcilik şarttır.

Derviş Okan
2003

Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yay., Çev.: Şiar Yalçın, 1995, s. 101.

[2] V. I. Lenin, Reddettiğimiz Miras, Ürün Yay., Çev.: H. Doğru, 1975, s. 77.

[3] Akt.: Tony Cliff, Lenin: Partinin İnşası, Z Yay., Çev.: Tarık Kaya, 1994, s. 71.

[4] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Sol Yay., Çev.: Kenan Somer, 1997, 207-8.

[5] K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yay., Çev.: Sevim Belli, 1992, s. 58.

[6] Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol Yay., Çev.: Sevim Belli, 1988, s. 48-9.

[7] Friedrich Engels-Biyografi, Sorun Yay., Çev.: O. Özügül, Süheyla-Saliha Kaya, 1997, s. 90.

0 Yorum: