Bugün
sağda solda Müslümanlar, sanki geçmişin intikamını veya geçmişten intikam
alırcasına, sürekli bir rasyonalizm ve realizm zemininden konuşuyorlar. Yavan,
komplo teorilerine dönük eleştiriler her yeri kaplıyor, bireyin aklına sonsuz
alan açan bir yaklaşım, hâkim oluyor. Her şey, tuhaf bir aklî kurguya
bükülüyor. Bu kadar akılcılığın ve gerçekçiliğin iktidarda olmakla, daha
doğrusu iktidarmış gibi görünmekle ilişkisi olmalı. Asıl bu zan ve vehim eleştirilmeli.
Müslümanların
akıl ve gerçek tasarımları, sekülerleşmenin ve liberalizmin yansıması. Bu
sekülerleşme ve liberalizm ise 28 Şubat darbesinin bir sonucu. 28 Şubat’ın bin
yıl sürmesi, tam da belirli bir akıl ve gerçek kurgusuna Müslümanların kul
edilmesiyle ilgiliydi. Müslümanlar, iktidarın ve Kemalist burjuva nizamın
arkasındaki akıl ve gerçek kurgusuna biat etmiş durumdalar. Akılcılık ve
gerçekçilikse bugünün ve orada birikmiş servetin kutsallaştırılması ile
alakalı. İslam, akılcılığa ve gerçekçiliğe göre revize ediliyor, verili aklın
ve gerçeğin hüküm sahiplerinin dişine uygun bir din tesis ediliyor. Aklı ve
gerçeği zorlama ihtimali olan her şey, devletçi İslam’ın tankları altında eziliyor.
Sincan’da 4 Şubat 1997’de yürütülen tanklar, Müslüman kesimdeki tüm sömürü ve zulüm
karşıtı olma ihtimallerini dümdüz ediyorlar. Açılan yoldan, AKP’ciler yürüyorlar,
sömürenlerin ve zalimlerin tüm uşaklarını örgütlüyorlar.
28
Şubat’ın 12 Eylül ile ortak bir mantığı var. Her ikisi de devrim gibi derdi
olmayanların, teoriyi, ideolojiyi ve politikayı rant için ele alanların zamana
hâkim olması derdiyle yapılmış görünüyor. Egemenler, vurup kendilerine düşman
kitlenin içinden teslim olacakları ayırıyor, onlara yol veriyorlar. 1971
darbesinde “İslam elden gidiyor, bu komünistleri ezmek gerek” diye gizli
bildiriler kaleme alan ordu, 12 Eylül’de mevzii Türklükte teşkil ediyor, sınır
boylarını korumakla görevli ordu, sınır ötesindeki tüm tehlikeli gelişmelere
karşı sahiplerinin çıkarlarını gözetecek şekilde hareket ediyor. Her şeyi
Türkleştiriyor; ekonominin avrupaîleştiği ve amerikanize edildiği momentte tüm
ideolojik birikimin Türkleştirilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Ordu,
“şu Arapların zırvalarını öğrensinler diye Kur’an’ı Türkçeye çevirttim” diyen
Mustafa Kemal’in izinden giderek, Kur’an kanalından girebilecek her tür
“virüs”e karşı ülkeyi kendince şerbetliyor. 28 Şubat ile de son darbe
indiriliyor.
Darbelerin
vurduğu yerde hemen teslim olanlar, örgütleriyle, tekkeleriyle, cemaatleriyle,
kitleleriyle, bayraklarıyla ve ideolojileriyle mülkiyet ilişkisi geliştirenler.
Darbeyi yediği anda mülk sahipleri, mülklerini korumak adına, beyaz bayrağı
çekiyorlar. Tüm iddialar, hedefler, ülküler, iman, birikim, miras, kavga,
özetle darbeye sebep olan ne varsa, geri çekiliyor. Mülk sahipleri ve onlara
öykünerek günlerini geçirenler, “ben sosyalist ya da ben Müslüman olduğum için
bunlar geldi başıma” diyor. Hayatta kalmak için mülke sarılıyor ve
sosyalistliğini ya da Müslümanlığını iyiden iyiye liberalize ediyor.
Söz
konusu saldırının koşulladığı savunma hâli, herkesi demokrasi kurgusuna mecbur
ediyor. Pazarın matematiği içinde birer sayı olarak sayılmak, en makul yolmuş
gibi görünüyor. Buradaki akıl, zamanla egemenlerin imkânlarından faydalanma
talebini koşulluyor. Kendi geçmiş mülk ilişkilerine kapanan siyasî özne,
kendine kapalı, havada asılı, “kendine Müslüman” bir tekil bütünlük olarak,
“küre”[1] şeklinde var olmanın doğru olduğunu zannediyor.
Fukara
halkı “biz Kur’an’ı, Allah’ı, Peygamber’i kâfirlere karşı koruyoruz” diye
kandırıyorlar. Evet, koruyorlar ama Kur’an’ın, Allah’ın, Peygamber’in bugünde
kavga etmesini imkânsızlaştırarak bunu yapıyorlar. Esasen bugünü onlara karşı
koruyorlar.
Herhangi
bir teorik yaklaşım, Kur’an’ı göreceleştirdiği zannıyla çöpe atılıyor. Belli
bir dönemin algı ve bilgisinde dondurulmuş Allah ve Peygamber ise benzeri
göreceleştirme pratiklerine karşı muhafaza ediliyor ve bu yapılırken
donduruluyor.
* * *
Bir
Müslüman, “solcular da amma eylem meraklısı!” diye feveran ediyor. Kendisine
“perdeleri yırtıp Mekke sokaklarına dökülen, “kırın kölelerin
boyunduruklarını!” diyen Hz. Muhammed hatırlatıldığında, o Müslüman, sadece
susmakla yetiniyor. Yenilen dayak ve savunma hâlinde kalmanın sonucu
Peygamber’in pratiği, bugündeki tüm sömürü ve zulüm karşıtı pratiklerin
ezilmesi için kullanılıyor. Müslüman ahali, “bu eylemler, Peygamber’in
pratiğini unutturmak, silmek, göreceleştirmek için yapılıyor, kanmayın”
denilerek uyutuluyor. Hakk’ın divanında durmaksa mesele, ahali, özel ağızlarda,
birer ticarî metaa dönüşmüş, ne olduğu bilinmeyen bir “Hak”kı korumak için
bugünde süren kavganın hakikatine düşman ediliyor.
Modernizm,
otuzların başında İstanbul şehir planında çıkmaz sokakların kaldırılması
kararıdır. Çıkmaz sokaklar, mahalle halkının mahrem ortaklaşma alanıdır.
Modernizm, her şeyin göz önünde ve kontrol altında olmasını ister.
28
Şubat, dini ve dine ait tüm olguları göz önüne serip tartışılmaz olanları
tartıştırmıştır. Müslümanlar, küçük mahallelerinden ve atölyelerinden ortalık
yere çıkmak için bu darbeyi fırsat bellemiş, tüm varlıklarını pazara
çıkartmışlardır. Müslüman ahali, demokrasi pazarında adam yerine konulduğuna
sevinirken, arka bahçe kapısından içeri şeytanın girdiğini fark etmemiştir.
Artık Mevlevi semazenler, lüks restoranlarda eğlence için dönmektedirler, Allah
için değil.
Kılıç
mecazını[2] anlamayıp, bu kelimeyle aslen “şeriat”ın kastedildiğini
zannedenler, yanılmaktadırlar. Kılıç şeriatı önceler, zira şeriat Allah’ın
hudududur, hudud sonuçtur, önce kıyam edip kılıç çekmek gerekir. Sonuca ve
şekle tapmak, insanı nedene ve öze karşı körleştirir. Esasta basit bir hukuktan
dem vurulmamakta, kılıç derken, ahlâkın ve hukukun ötesinde, bugünün sömürü ve
zulüm düzenine karşı kıyama işaret edilmektedir.
* * *
Neredeyse
iki yüz yıldır Müslümanlar, günahlarının, hatalarının sebebinin gene
kendilerinde olduklarına ikna edilmektedirler. 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri
basit olaylar değildir, bunların içeriye doğru halka halka geçirdiği
zincirlerle bir bir hesaplaşmak zorunludur. Batı’nın vurduğu yerde biteni gül
zannedip koklayanlar, her yeri kaplamaktadırlar. Batı vurmakta, Müslüman da
hatanın, günahın kendisinde olduğunu düşünmekte, İslam’ı yumuşatmak,
aklîleştirmek ve kavga içinde çelikleşmiş yanlarını kireç diye çözmek için
uğraşmaktadır.
Herkes
bir biçimde, İslam’ın kapitalizm ve emperyalizmden önce olması gerçeğine
sırtını yaslayıp bugüne bir şeyler söylemektedir. İslam’ın önce oluşunun ve
kendi İslam’larının bu tür melânetlerden ari ve beri olduğu düşünülmektedir.
Solda “ezilenler tarihi” yazıp önceki döneme methiye düzenlerde de aynı
yanılsama vardır. Kapitalizmin ve emperyalizmin hiç yaşanmadığı döneme ve o
döneme ait olguya bugünde bağlı olmak, kimseyi kurtarmamaktadır. Buradaki
yanılsama, ilgili malumatın içinde yaşamakla gerçekte yaşamanın
karıştırılmasıdır ve en fazla, bugünde hiçbir şey yapmak istemeyenleri
örgütler.
12
Eylül ve 28 Şubat ile aradan onca zaman geçtikten sonra hesaplaşmanın anlamlı
bir yanı yoktur. Ne kadar direnç geliştirilmişse o kadarızdır. Her iki darbede
geçmişin mülkü üzerine çöreklenmiş olanlar bugüne kalmış, hayatta kalmak adına
liberalizmin ve demokrasinin yatağına gönüllü olarak yuvarlanmışlardır.
28
Şubat konusunda tek başına ABD ve siyonizmi düşman bellemenin de anlamı yoktur,
kavgada esas olarak içe vurmak zorunludur. İçe vurulmazsa kim emperyalist kim
siyonizmin uşağı, gerçek manada görülemez. Düşmanı bilinmez bir zamana ve
mekâna fırlatıp atmak, politik mücadeleyi bugünden uzaklaştırır.
Öte
yandan, 28 Şubat konjonktüründe Arap/Körfez sermayesinin de yaşanan tasfiye
sürecini olumladığı görülmelidir. Aynı durum, 12 Eylül konjonktüründe Sovyetler
için de geçerlidir. Sovyetler, uluslararası ilişkiler örgüsü bakımından yanı
başında yeni bir dert istememiştir. Cunta liderlerinin gizli kapılar ardında
görüşmeler yaptıkları açıktır Sovyetler’le. Aynı şekilde, 28 Şubat
konjonktüründe de Arap/Körfez sermayesinin siyonizm ve emperyalizmle koyun
koyuna olması, başat bir etmendir.
Bugün
Müslüman ahalinin liberalizme ve demokrasiye kul edilmesi, o günkü teslimiyetin
bir eseridir. Söz konusu teslimiyeti koşullayan bir zemin de politik Müslüman
dinamiklerin özellikle komünist harekete karşı pozisyon alırken, gereksiz yere
savunmacı ve korumacı bir refleks geliştirmeleri ve satha yayılırken efendilere
fazla ödün vermek zorunda kalmalarıdır. Komünistlere karşı direnç, politik
Müslüman kesimleri her türlü saldırı imkânından ve araçlarından arındırmıştır.
Geçmişte “Sovyetler’in kucağına yuvarlanmayalım” diye ABD’nin kapısına
bağlanmayı gayet tevhidî bulanlar, bugün yüzeysel bir tevhidi sağlayan yerli ve
yabancı efendilere uşaklık etmektedirler.
* * *
Bugün
Müslümanlarla solcular, tam da demokrasi ve liberalizm zemininde yan yana
gelebiliyorlar. Bu yan yanalık, 28 Şubat ve 12 Eylül’ün yan yanalığının sonucu.
Darbeden sonra artakalanlar, mülklerine sarılıyorlar, ağlamaklı bir eda ve
savunmacı bir refleksle birbirlerine sarılıyorlar. Bu yüzeysel kardeşlikten
kıyam ve kılıç asla çıkmaz.
Söz
konusu yan yanalık, liberalizm yatağında, geçmişin solculuğunu veya
İslamcılığını olduğu gibi koruma istemiyle ilgilidir. Sol, bu noktada sığ bir
ezilencilik üretirken, İslamcılar, benzer bir refleksle, dayanışmacılığı
çıkartmaktadırlar.
12
Eylül ve 28 Şubat’ın gerçek zulmünü görenlerin yan yana gelip kardeşleşmesinden
ziyade, ortak kavgada yoldaşlaşması esastır. Bu da, darbe öncesindeki mülkünü
“öz, iman, gelenek” diye koruyanların darbe sonrası yuvarlandıkları liberalizm
yatağından çıkmaları ile mümkündür. Dolayısıyla, her liberalizm eleştirisine
“faşizm” yaftası yapıştıranların dili ve bilinci, hâlâ 12 Eylül ve 28 Şubat
faşizmiyle konuşmaktadır. Liberalizmin sinsi, sırdaki zorbalığı bu darbelerden
mirastır. Söz konusu darbelere karşı tek kelime etmemiş, kıllarını kıpırdatmamış
olanların “faşizm” eleştirileri de boştur. Bu kesimler, gelecek kuşaklara 12
Eylül ve 28 Şubat tabelalı dükkânlara tezgâhtar olmayı öğütlemektedirler.
Çıkış, bu darbelerle hesaplaşırken onlara teslim olmuş olanlarla da kavga
edebilmektedir.
Eren Balkır
27
Şubat 2013
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Yeni Devrimci Özne”, 25 Şubat 2013, İştirakî.
[2]
Eren Balkır, “Kılıçsız İslam”, 17 Şubat 2013, İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder