17 Şubat 2013

,

Kılıçsız İslam


Gönül bir gemidir sen dümenisin
Yelken açmak ister bu dervişlerin

[Âşık Virani]


Söyleten Allah, söyleyen Peygamber, söylenen Kur’an’dır ve söylemenin kıyam ile kılıçtan ari bir anlamı yoktur.

İslamî kesimlerin hâlâ bu hakikati tartışmaya açıyor olmaları anlaşılır bir durum değildir. Söz konusu hakikat ancak kıyam ile mümkündür ve tanımlıdır. Allah’ın, Peygamber’in ve Kur’an’ın “insan” donunda kavranması hatalıdır, esas tartışılması gereken burasıdır.

Bugün insan nedir? Aydınlanma ve modernizmin icat ettiği bir sahte tanrıdır. Yahudilerin çok sayıda tanrısı vardır ve Yehova bunun en yücesidir. Yehova’nın isminin değiştirilip “insan” yapılması ve hiyerarşik olarak Allah’ın onun altına yerleştirilmesi, Yahudileşme temayülüdür.

“Evrenin sırrı matematiktir” deyip ebced ilmine dalmak ve İslam’ı oraya bükmek, yontmak ciddi bir hatadır. Matematik nihayetinde sayılan ve çitlenen koyunlardır. Matematik ve geometrinin merkezde durduğu masonizm ise enisonu taş ustalığıdır. İslam’ın buraya bükülmesi, saray duvarlarının sağlamlaştırılması ve beşerin koyun misali bu saraylara bağlanmasını ifade eder.

Yahudilik ile Hristiyanlık arasındaki kavga biraz da Antik Mısır ile Antik Elen’in kavgasıdır. Küçük adaların, küçük kabilelerin federasyonu felsefî tartışmaları da belirler Elen’de. Benzer bir durum Nil Nehri’nin böldüğü toprakların bütünlüğü ve piramitlerin gölgesinin sakin kalması meselesi için de geçerlidir. Bütün antika tartışmalar bu iki büyük dini de etkiler. Filistin Elen işgali ile Hristiyanlığın rahmi hâline gelir. İslam ise Hristiyanlık ve Yahudilik geriliminde bir devrim olarak doğar, var olur. Dindiği, diz çöktüğü, sakinleştiği, yerleştiği anda bir kolunu Hristiyanlığa bir kolunu Yahudiliğe kaptırır. Esasta din dışı ve din karşıtı bir hareket olarak doğan İslam, zamanla sarayın resmî, formel ideolojisine dönüşür. Demek ki saraylar yıkılmadan İslam var olamaz.

Hristiyanlık “Yahudiliğin” Yahudilik de “Hristiyanlığın bir karikatürü” der İslam’a. Her ikisi de paganizmle hesaplaşırken İslam üzerinden kavga ederler. Bu kavga içinde kimi Müslümanlar, Kur’an’ı bizatihi Hz. Muhammed’in yazdığına kani olurlar, kimileri de Allah’ın antropomorfizmine.

İslam üzerinden kavganın amacı, İslam’ı kendi hizalarına getirmek içindir. İslam, bir kabilenin ilahiliğine, beşerin kutsîliğine kılıç çalma pratiğidir. Yahudilerin ve Hristiyanların asla affedemedikleri, bu kılıçtır. Kılıcın kına sokulması için birileri Araplığına, Farslığına ya da Türklüğüne ikna edilir, birileri de insan olarak zillullah olabileceğine.

Hristiyanlık tarihi, baba-oğul-kutsal ruh üçlüsünün hiyerarşisi ve neliği üzerinedir. Vaftiz ve aşai rabbani ayini üzerinden çok sayıda ihtilafa ve yol ayrımına tanık olunmuştur. Her iki ritüel de süreç içinde Farisîlerin tefelerini yırtıp atan, servet masalarını tekmeleyen İsa bir kez daha çarmıhlansın diyedir.

Hiza insandan yana çekiliyorsa orada kasıt, hizayı çekenin maddî çıkarlarıdır. Hz. Ali’nin hizanın hakikatten yana çekilmesi ile ilgili vurgusu bu noktada manidardır. Demek ki Ali ve Ehl-i Beyt, tam da bu nedenle tasfiye edilmiştir. Peygamber’in ocağını çökertenler, ordularını “peygamber ocağı” olarak vaftiz etmenin yolunu bulmuşlardır.

Bazılarına vahiyden önce bazılarına göre vahiyden sonra, Peygamber kayalıkların üzerine çıkıp intihar etmek istemiştir. Birinci iddianın sahipleri Muhammedciler; ikinci iddianın sahipleriyse Allahçılardır. Ama her ikisi de kıyam ve din için belirli bir başlangıç noktası belirlenmesi gayreti açısından ortaktır. Peygamber’i yardan aşağı düşerken tuttuğu eldir kılıç.

Aradan kılıç ve kıyam çekilince, Allahçılar dini Kur’an, Muhammedciler Hadis üzerinden inşa etmişlerdir. İnşa pratiğinde kılıç ve kıyamın olmaması temel şarttır. Peygamber sonrası Allah’ın varlığı ile Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olup olmadığına dair tartışmalar kılıçsızlığın ve kıyamsızlığın ürünüdür ve nafiledirler. Bugünkü Müslüman’a kılıç ve kıyam tarihi değil, bu tartışmalar ve tartışmaların ürettiği fıkıh, kelâm birikimi kalmıştır. Söz konusu birikim, her daim pazarda karşılık bulmuş, bu malın alıcısı da satıcısı da hiç eksik olmamıştır. Aklı, nakli ve kalbi karşı karşıya getirenler kılıçsızlığın kurbanlarıdır. Akla güzelleme yaparak İslam’ı belirli liberal güçlere hoş göstereceğini zannedenler, bu kılıcın keskinliğini unutmuş gibidirler.

19’culuk gibi teşebbüsler, salt meseleyi Allah’ın varlığını ispatlamaya indirgemişlerdir. Bu ispat arayışı, Allah’ın anbean kendi mevcudiyetine dair deliller sunmasını silmekle sonuçlanacaktır. Kıyamsız ve kılıçsız, Allah Kur’an’da, Kur’an da Peygamber’de ölür.

Allah’ın fani bir varlık olarak insana ve onun aklına ispatlanmaya ihtiyacı olmasa gerektir. Bu türden bir ispat gayreti, insanın Allah değil, Allah’ın insan önünde diz çöktürülmesidir. Sırf insan için var olmaya indirgenen Allah, kulluğun değil, özgürlüğün tanrısıdır ve bu öz, insanın kul değil köle hâlidir.

Allah’ın ve Kur’an’ın tartışmaya açılması Muhammed’in olmaması, O’nun kılıcının ve kıyamının yeryüzünden silinmesi ile ilgilidir. Yahudi’ye yaranmak için Allah’ı, İsevîye yaranmak için Muhammed’i tartışmaya açmak, Müslüman’a temel ayıracı, kıyamı ve kılıcı, unutturmuştur. Bu unutmada, Yahudi-Hristiyan’a öykünerek belli noktalarda muktedir olanların zihinleri kendi hesapları için silmelerinin de payı büyüktür.

İslam ordularının doğu kapısı Kûfe, batı kapısı Şam’dır. Doğuda mecazî olarak olan aslında Yahudilik, batıda olan Hristiyanlıktır. Muaviye’nin Beyaz Saray’ı Bizans’a göre şekillendirilmiştir. Belki de Hz. Hüseyin’i gizde Kûfe’ye çağırıp satan da Yahudiliktir. Yahudilik ile Hristiyanlık arasındaki ezeli rekabet ve kavga, İslam içi kavgayı tetikleyen ana unsurdur. Kıyam ve kılıç, nihayetinde Kerbelâ kumuna gömülmüştür.

İslam, Hristiyanlık ile Yahudilik arasında süren kadim kavganın ortasına konulmuş kılıçtır. Savaş da barış da ondadır. İslam’ın uzandığı yerlerde Hristiyan ya da zahirî de olsa Yahudilerin Müslümanlaşması, tam da barışın tesisinin İslam ile mümkün olabilmesi ile ilgilidir. Zevahiri kurtarmak adına, saf Müslüman olmak için, “Hristiyan ve Yahudi olandan uzaklaşalım” diye merkeze kilitlenmekse, savaştan kaçmaktır.

İnsan ölünce vücuttaki kan kalbe toplanır. Demek ki arınma (tezkiye) adına İslam’ın değdiği yerlerden uzaklaşmayı politika zanneden bir tür İslamcılıkta esasen İslam ölüdür. Kanın toplandığı kalb, Mekke-Medine, Kur’an, Muhammed, Hadis ya da saf sahabî pratiği olabilir. Kan işlemiştir ve elbette ki kirlidir. Kirli kandan kurtulmak isteyenler, ellerini hiç kirletmek istemeyenlerdir.

Böylesi bir ispat için Kur’an’ın araç olarak kullanılması daha da sorunludur. Böylelikle Kur’an kitaplardan bir kitaba dönüşecek, giderek tefsir-meal Kur’an’ın yerine ikame edilecek, “asıl Kur’an bu” denilecektir. Esas mesele, herkesin küçüklükten itibaren Kur’an dersleri alıp O’nu kendi dili ve sentaksından okumasıdır belki de. Tefsir-mealciler, Kemalist yapının ürettiği bir marjinal sektör olarak iktisadî ve sosyolojik bir marazdır aslında. Dolayısıyla kendilerine fazla anlam ve değer vehmetmemeleri gerekir.

19’culuk, bilimcilik denilen hastalığın kabul edeceği bir Kur’an yazmaktadır. Allah’ın gene insan denilen faninin bilimine kapatılması doğru değildir. Allah, sadece insana göre, insanca ve insan için var olan bir şey olmamalıdır. İnsan için zorunluluklar, ihtiyaçlar ve tercihler vardır. Maddiyattaki sıra budur. Dolayısıyla Allah’ın varlığı, Peygamber’in kulu ve elçisi oluşu, Kur’an’ın ilahi kelam olma vasfı ancak maddî zorunluluklar düzeyinde anlaşılabilecek gerçeklerdir. Amerika’ya göç edenin İslam’ı Amerikalılara uyumlu kılmak zorunda kalması kaçınılmazdır. 19’culuk Amerikan vizesi, insancıllaşmış Kur’an ve kılıçsız İslam’dır. Bilgisayarın görüp gösterdiğine tapmayı Müslümanlık saymamak gerekir.

“İnsan” denilen, aslında Yahudi-Hristiyandır. Bu gelenekte İsa’yı silen tarikatlar, Eski Ahit’e, Tanrı’yı geri plana iten Yeni Ahit’e abanırlar.

Hz. Muhammed, Allah’a, vahye ve risalete ancak kıyam ile erişebilmiştir. Karanlık perdelerin yırtıldığı an kıyam anıdır. İslam’da ise Allah, Muhammed, Kitap teslis değil tevhidle anlamlıdır. Tevhidî mücadelenin kulu olan her Müslüman için söz konusu üçlü içe ve dışa dönük devrimci bir kavgada tanımlıdır.

Kıyam eden, samimi ve hakiki bir akıl ve yürekle hedefe kilitlenen her insanın ulaşacağı gene Allah olacaktır. Bu insanın eylemli sözü, sözlü eylemi bir “Kur’an”, devrimci kolektifi ise bir “Muhammed” illaki bulacaktır. Bundan gayrısı namümkündür, Allahsızlıktır, Kitapsızlıktır, Nebisizliktir. Bunlarsız akıl ve kalb samimi ve hakiki olamaz.

Tasavvuf, her türlü din dışı unsurun İslam’a ısındırılması pratiğidir aslında ama zamanla İslam’ı ikame etmiş, ısınma pratiğinde din dışı unsurlara benzeme çabası üzerinden O’nun yerini almıştır. Hakikatin kılıcı kına sokulunca kula manevî planda ölüme örgütlenmek düşmüştür. Bu yol, zamanla İslam ve hakikat için asla ölmeyecek ve sadece kendisi için yaşayacak insanların bahanesine dönüşmüştür.

Hristiyanlık ile Yahudilik arasına konan kılıçtır İslam. Kılıçsız, İslam ya yoktur ya da diğer iki dinin güç imkânlarına örgütlenmiş olarak var olabilmektedir.

Eli baltasız, asasız, kılıçsız olana Allah görünmez, konuşmaz, yoktur. Yok olana bağlanan, Allah’ın kudretini sömürmek için ya Muhammed ya da Kur’an’ı kullanır. Sonuçta elde sadece bir harf ve bir rakam kalır. İbrahim baltasız, Musa asasız, Muhammed kılıçsız, yoktur. “Biz ne Yahudiyiz ne İsevi, İbrahim dinindeyiz.” diyen Kur’an’ın İslam’ında baltanın, asanın işlevi kılıçta mevcuttur. Parçalamak, ayırmak ve kesmek tevhidî mücadele için şarttır. Dolayısıyla Allah’la, Peygamber’le veya Kur’an’la bireyliği üzerinden belirli bir empati ve ilişki kuranın yok ettiği, bu tevhidî mücadeledir. Birey ve insan merkezinden Allah ulaşılamaz, Peygamber izlenemez ve Kur’an (Alâk suresine atfen) okunamaz.

Ulaşmak, izlemek ve okumak için mülkiyetin karşısında fakir olmak şarttır. Aradaki perdelerin yırtılacağı kolektif huruc için dervişlik, emri bil maruf’tur. “Fukara” anlamında dervişlerde tahta da olsa bir kılıç vardır ve nefsle, mülkiyetin kara perdesiyle mücadele esastır.

Allah’a ulaşılamaz, O’nunla bir olunamaz. Ulaşmak ve olmak, ancak sonsuzda mümkündür. Tasavvufun sonsuzluğu ânda bulması, iç cihadın imkânlılığını gösterir. Ama sonsuzluk, gene de Allah’a mahsustur.

“Efendim efendim canım efendim
Ben senin kulunam sen benim sultanım.” [Âşık Virani]

Eren Balkır
17 Şubat 2013

0 Yorum: