10 Şubat 2013

,

Devrimci Politik Cüret

Politika, hata yapma cüretidir. Teori ise ilkokul düzeyindeki bir algı ile ancak “hatalardan ders çıkartma” düzeyinde ele alınan bir pratiktir. Neyin hata olduğunu söyleyen ise her zaman düşmanın kendisidir.

Hattizatında neyin hata olduğunu söyleyenin, düşmana karşı kolektif devrimci pratiğin bizatihi kendisi olması gerekir. Arada böylesi bir dolayım yok iken, hata diye giderilmeye çalışılan, her zaman düşmanın “düzelt” dedikleridir. Düşmanın bize çekidüzen vermesi, “legalizmi istismar” bile değildir.

Demek ki aslında hatayı giderme pratiğimiz, düşmanın alanının genişlemesi ile ilgilidir. Dolayısıyla, daha fazla akıllanıp daha fazla “kitap yüklü eşek” oldukça düşmanın eli kuvvetlenmektedir. Biz, kavga için neyi ne kadar öğreneceğimizi bile, bu konudaki ölçü ve ölçeği dahi, düşmandan almaktayız. En hızlı devrimcimiz akademisyen olmakta, teorik dünyamız kampüslerle sınırlı kalmaktadır.

Mevcut teorik faaliyet eleştirisi gene de, “burjuva aklından kurtuldum, benim önümde diz çökün” diyenlere kanmamızı gerektirmez. Onların kurtuldukları ve hatanın bizatihi kendisi olarak gördükleri şey, kolektif devrimci pratik ve politikadır. Esasında öylesine burjuva aklıyla donatılmışlardır ki adım atmanın kendisi, Yahudilerin Şabat gününde olduğu gibi, dal kırmak bile, günahtır. Onlarda burjuva akıl nihayet Yehova’ya, her tür fani insanî pratik Tanrı’ya küfre dönüşmüştür. Sonuçta mevcut teorik faaliyet eleştirisi geçersizleşmiş, teori, hiç dokunulamayacak bir yere fırlatılmıştır. Marx’ın tabiriyle, “çamurlu çizmeleri ayağına geçirmesi gereken teori”, modernizm ve aydınlanma eleştirileri ile kirden çamurdan uzak, fildişi kulesine saklanmıştır.

Modernizm ve aydınlanma eleştirisi, esasen bu tanrısallık için gereklidir. Burada Marx denilen faninin insanî pratiği de ezeli-ebedi “ekoloji” ya da “kadın” üzerinden ezilme imkânı bulur. Ekoloji ve kadın, bu kesimlerin tanrısının “Esma-ül Hüsna”sıdır. Böylesi bir eleştiri, her şeyi kişiselleştirip ezmeye ve boşa düşürmeye mecbur olan liberalizme akrabadır. Her eleştiriyi ya da pratik adımı, “bunu sen söylüyorsun” diyerek kişiselleştiren ve talileştiren şahıs, aslında örtük olarak tanrısal bilginin kendisinde olduğunu söylüyordur. Tanrısal bilginin kendisinde olduğunu iddia eden ise, gündelik çıkarlarının, paranın, mülkün tahakkümü altında olmayı yüceye çıkartmış ve kabullenmiş kişidir. Liberal yaklaşım açısından, bir gün sonrasını düşünmeyen, kısa günün kârı deyip tüm hayatı çıkarına göre tasnif etmeyen, kariyer planlaması yapmak yerine kendisinin görmeyeceği bir gerçek için dövüşen kişi ahmaktan başka bir şey değildir. Ahmaklık hata yapmaktır, hata yapmak, politik olmanın gereğidir, dolayısıyla, liberal yaklaşım için politika dışılık en akıl kârı uğraştır.

Teorik, ideolojik ve pratik düzeylerde her şeyi tüketmiş kişi, genel tüketim ideolojisinin kulu olduğunun farkında değildir. Allah kadar birey de bu tüketimin meşru zemini olabilir, olmaktadır. Tüketimde tüm nesneler dünyası, para tanrısının önünde diz çökmüştür ve bu durum, bireye yalancı bir özgürlük hissi verir. Buradan türeyecek özgürlükçü politikanın bir atımlık barutu vardır.

Özgürlükçü politikadan çok politikanın özgürleş(tir)mesinden söz etmek gerekir. Che’nin tespitiyle, sabrı devre dışı bırakıp özgürlüğü hemen şimdi istemek, özgürlüğe ihanettir. Tarihin belirli bir momentindeki burjuva aklına, aydınlanmaya ve modernizme karşı çıkıp soyut bir “ezilenler” kurgusu ile bugünde özgürlük istemek, burjuva aklının somut burjuvalardan çıkıp genele yayılması demektir.

Örneğin “İhsan Eliaçık Müslümanları laikleştiriyor” deyip, genel, ezbere bir laiklik eleştirisi yapmak, dolayısıyla Eliaçık’a özünde “hiçbir şey yapma” demek, burjuva aklının kalıcılaşması ve sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Eliaçık’ın saldırdığı hurafeleri ezberindeki batılı aydınlanma eleştirmenlerinin veya postmodernistlerin kafasındaki kilise ile bir tutmak, kiliseyi ülkedeki devlet İslam’ı ile eşleştirmek, hakkaniyetli bir tutum değildir.

Her genç kuşak, biraz da hata yapmama noktasında teoriye, oradan da politik faaliyete örgütlenmektedir. Teori, özünde salt hata yapmamak üzerinden edinilmekte ve buradan da ezbere dönüşmektedir. Devrimci örgütler, gizlilik meselesini daha doğru yapmak ya da örgütsel dayanışma ruhunu daha iyi kurmak yönünde kendilerini öne çıkartmaktadırlar. Ama bu öne çıkartma gayreti asla tek başına politik değildir. Sırf gizliliği daha iyi hallediyor ya da örgüt ruhunu daha doğru kuruyor ve iyi bir “aile” oluyor diye bir örgüt, politika yapıyor değildir. Bunlar yapılırken, devrimci politika adına ne türden ödünlerin verildiği görülmek zorundadır. Brecht’in anlattığı bir Keuner hikâyesinde ifade ettiği üzere, öz biçime kurban edilmemeli, devrim, örgüt, gizlilik, dayanışma ve ruh neden ve ne için var edilmiş, asla unutulmamalıdır.

Genç kuşakların teoriyle ilişkisi, dingin koşullarda, böylesi bir seyir izlemektedir. Daha temkinli, daha akıllı, daha bilgili ve daha vuzuh sahibi olmak, politikanın ön şartıymış gibi sunulmaktadır. Hepsinde de aynı hava hâkimdir: “Eski kuşaklar yapamadı, biz yapacağız.”

Bu yaklaşım tarihselliği anlamsızlaştırmakta, toplumsallığı ise boşa düşürmektedir. Her yenilgide düşmanın gölgesi daha fazla düşmektedir üzerimize. Kimimiz, bu gölgeye sığınarak konuşmayı politiklik zannetmekte kimisi farkında olup “şimdilik, hayatın devamı için bu gölgeye sığınmak gerek” demektedir. Devrim de sosyalizm de kendi bireyliği ölse ölecekmiş gibi durmaktadır. Bu indirgemeci tavır, yani devrimi de sosyalizmi de kendi bireysel oluşuna indirgemek, devrimin ve sosyalizmin pratiğini dirhem dirhem öldürmektedir.

Politika hata yapma cüretiyse eğer, onun sırf hatalara göre şekillendirilmiş teoriden de uzaklaşması gerekecektir. Hata yapmama derdiyle cisimleşmiş teorinin politikaya hayrı olmayacaktır. Böylesi teori, örneğin burjuva devleti, sınıfı ya da diktatöryasından da azade, soyut bir kapitalizme dönük eleştirelliğe mahkûm olacak, o teori dışında atılan her adım “zararlı” kabul edilecektir. Teori sahipleri, kadroları kendilerine mecbur ve mahkûm kılmayı iş zannetmektedirler.

Her şeyi böylesi soyut bir eleştirelliğe ve soyut bir kurguya boğmak isteyenin, somutta gayet maddî çıkarlar hesabına hareket ettiği kesindir. Bir şey ne kadar soyutlaştırılıyorsa, o denli somuttaki belirli güçlere hizmet ediliyor demektir. Bu soyutluk, kapitalizm, devlet, patriarka, küresel ısınma, halkların kardeşliği vs. olabilir.

Yağmurdan kaçayım derken doluya tutulmak budur, buradadır. Hatasız “kul” olayım derken, hatalı bir sahte “tanrı” olmak böyle bir şeydir. Politika, eninde sonunda hata yapmayı içerdiğinden, teorinin ağır gölgesine sığınmak, bizi günbegün daha fazla politik gerçeğe kör etmektedir.

Birileri bir eylem yapar, başkalarına da komplo teorileri üzerinden o eylemi “hatalı” ilân etmek düşer. Birileri eylemi elbette ki somut maddî bazı ilişkiler üzerinden yapmıştır, başka türlü bir eylem yapmak zaten mümkün değildir, başka birileri de eylemin tanrı katından inmiş, pirüpak bir şey olması gerektiği telkini üzerinden, ilgili eylemi değersizleştirmeye ve maddî ilişkileri tekilleştirip kesmeye çalışır. Öte yandan, böylesi pirüpak eylemi ancak kendisinin yapabileceği vaadini de yedekte tutar ama o eylem asla gerçekleşmez. Yani gayet somut olan maddî ilişkiler havada asılı, boş, soyut varlıklara dönüştürülür, sonra da eylemin tarihsel-toplumsal anlamının olmadığı söylenir. Onu tarih ve toplum dışına atan da kendisidir, böyle olduğu için eleştiren de.

Birileri “şiddet olmazsa olmaz” der, bir örgüt çıkar şiddet eylemi yapar ya da Arap halkları kıyam eder, “şiddet” propagandası yapan o birileri, bu sefer eylemin ve kıyamın arkasında ABD emperyalizmi ya da Muhaberat buluverir. Çünkü politika cüret etmektir ve bu teorik akıllar, cüret etme imkânlarından yoksundur.

Bilim ya da felsefedeki şüpheciliğe bulaşmaksızın, esasen buradaki teorik aklın kendisinden şüphelenmek gerekir. Bu akıl, düşmana teslim olmuş akıldır ve eskilerin tabiriyle, cin çarpmış, şeytan girmiş muamelesi görmelidir.

Teori ise basiret ve feraset meselesidir. İlki derinlikle, ikincisi ayırt etme ile ilişkilidir. Sırf hataların ayıklanması üzerine kurulu bir teorik faaliyet, bu iki düşünsel pratiği sekteye uğratacaktır. Çünkü bu faaliyet, düşünsel pratikte de hata yapmamaya kilitlenip ne derinlemesine ne de ayırt etmeye yönelik bir çalışma yürütecektir. Yirmi yıl boyunca “teori ile pratiğin arasında aşılmaz bir engel vardır, bunlar ilişkisizdir anda” diyenin bugün dillendirdiği, “teori ile pratik arasında ilişki vardır ve bu ilişkiyi biz kuracağız” cümlesi, içimizdeki düşmanın fısıltısından başka bir şey değildir.

Hata yapmamayı öne alan bir öznenin bugüne ve geleceğe söyleyeceği bir sözü yoktur, sözü yoksa özne de değildir. Zaten olmamak için hatalara bu denli abanılmaktadır.

Ateistler, aslında mevcut dinler insana yakın bir tanrıya inandıkları için onlara karşıdırlar. İnsana karşıymış gibi görünen bu yaklaşım, insanî bir zaafın ürünüdür. Ateizm, hataya alerjisi olanların ideolojik refleksi, insanî hatalara hatta “insan” denilen hataya karşı pürüzsüz bir tasarıma bağlanarak kendi hata ve zaaflarını meşrulaştırmak isteyenlerin doğal bir tepkisidir. Hiçbir şey yapmak istemeyenler, kendiliğinden böylesi tepkiler üreteceklerdir. “Küçük örgütlerden sıkıldım, büyük partilere koşuyorum” diyen için de benzer bir durum söz konusudur. Aslında bu kişi, hiçbir şey yapmadığı ve söylediklerinin hiçbir anlam ifade etmediğinin belli olmadığı bir yer istemektedir.

Sömürü ve zulümle şu veya bu şekilde, az ya da çok, derdi olanların, “dert” denilen fazlalarının, yüklerinin emretmesiyle verecekleri politik mücadelede hatasızlığa kilitlenmiş teoriyi ellerinin tersiyle itecekleri kesindir. Çünkü onların yakacakları bir dünya, kıracakları bir zincir vardır.

Eren Balkır
9 Şubat 2013

0 Yorum: