Dünya,
ateşe verildi. Böylelikle umut boşa düştü. Dünyanın düzelmesi veya iyileşmesi
ihtimali, ortadan kalktı.
Yenilenmeye
dair inancı ezen müdahaleler, gençlerin ele geçirilip güçsüz kılınması
üzerinden sürüyor. Gençler, ta çocukluktan itibaren saldırı altında. Bu
saldırı, 60'larda yaşanan isyanlara ve söz konusu dönemde politik alanda oluşmuş
karşı-kültüre yönelik yeni-muhafazakâr tepkinin uzantısı.
Doksanların
ortalarından beri her yanı kuşatan internet, sadece gençlerin isyankâr
enerjilerini etkisizleştirmekle kalmıyor, ayrıca gençleri, kendilerini
deneyimleme ve bilme imkânından mahrum bırakıyor.
Altmışlardaki
gençlik hareketine benzeyen her türden gelişmeyi savuşturmak için gençleri,
ortak varlıklarını tanıyacakları, sınırlı özgürlük alanına kavuşacakları tüm
mekânsal ve zamansal imkânlardan mahrum bırakmak gerekiyor.
Son
yirmi yıl içerisinde gençler, politik faillik alanından uzaklaştırıldılar.
Teknolojiye uyumlulaşması ve tüketimi en üst düzeye taşıması talep edilen bir
toplumsal sektöre dönüştürüldüler. Bu noktada, tüm ömür boyunca sürecek
alışkanlıklar ve öngörülebilir davranışlar geliştirildi. “Tercihlerin oluştuğu
sinirsel temeller”le ilgili araştırmalara milyonlarca dolar harcandı.
Sosyolojiyle
alakası olmayan çalışmalar, “X Kuşağı, Z Kuşağı” gibi kesimler icat etti.
Burada amaç, kaderinde ne varsa onu yaşayanların homojen tüketici varlıklar
olarak tanımlanmasıydı.
Öte
yandan, dünyanın güneyinde yaşanan yoksulluk karşısında gençler, kemer sıkma
politikaları, borçluluk düzeyindeki artış, kıtlık ve devlet terörü üzerinden
yoksulluğun en ağır ve en acımasız biçimleriyle tanıştılar.
Asıl
mesele, yetişkinliğe hızlı geçiş değil. Uyanık kalınan zamanın sınıflardaki bilgisayarlara,
telefonlardaki sosyal medyalara, oyunlara ve diğer içerik akışlarına mahkûm
edilmesi.
Gençlik
ve dijital teknolojiler konusunu herkes tartışıyor ama çok az insan, bu
gençlerin gençliklerinin ellerinden alındığını söylüyor.
Gençler,
dostluk, cinsellik ve yaratıcılık yoluyla dünyada harekete geçmek için gerekli
zemin olarak kendini sevme ve biriciklik gibi insana keyif veren keşifleri
yapma imkânından mahrum bırakılıyorlar.
Bugün
internette yaşayan çocuklar ve yetişkinler, kırılgan bir algıya sahipler.
Burada herkes, internetin yol açtığı dürtülere bağımlı hale geliyor, o ışıklı
âlemde homojenleşiyor. Birçok gençse giderek hapishaneleri model alan,
işlevsiz, harap olmuş okullara hapsediliyor. Okula gelip arkadaşlarını vuran
gençlere daha sık tanık olunuyor. Bu olaylar, kaygı, korku ve ihmalin yol
açtığı yükün bir neticesi.
Gençlerin
kendi düşüncelerini sıkıcı veya değersiz bulmaları sağlanıyor. Şirketlere ait
sosyal medya uygulamaları, gençleri kendilerini tanımlayan en yüzeysel
özellikleri paylaşmaları veya teşhir etmeleri konusunda eğitiyor.
Aralıksız
boca edilen şiddet görüntüleri, haz içermeyen porno, kabalık ve alaycılıkla
tanımlı internet âleminde kendiliğindenlik ortadan kayboluyor. Dünya genelinde
metalaşmasına rağmen müzik, gençlerin “asgari düzeyde çıplak tekillik” halinde
yaşama imkânı bulabildikleri az sayıda yöntemden biri olarak varlığını muhafaza
ediyor. Genel manada hafıza ve deneyim oluşturma becerisinden mahrum bırakılmış
özneler üretiliyor.
Sosyal
medyada modalar ve gösterenler, günbegün değişiyor. Herkes, bu modalara ve
gösterenlere ayak uyduruyor. Bu durum, Hannah Arendt’in şu uyarısını akla
getiriyor: “Klişeler, basmakalıp sözler, standartlaşmış ifade ve davranış
kodları, toplumsal düzeyde bizi gerçekliğe, yani bizim düşüncelerimize el
konulmasına karşı korumak gibi bir işleve sahiptir.”
Gençler,
hayret ve merak etme yetilerini yitiriyor. Felsefeci Hans Jonas, bu yetiyi
“dünyayı ilk kez yeni gözlerle görmek” olarak tarif ediyor. Bilinci ve empatiyi
bu yeti mümkün kılıyor.
Merak
ve hayret etme yetisi, teknolojik açıdan “harika şeyler olarak reklâm edilen araçlar
üzerinden köreltiliyor veya siliniyor. İnternetteki hayat, kendine yeterli
dünyasında yönetilebilir olan ihtiyaçlar üretiyor. Hayal edilmesine izin
verilmiş şeyleri belirli bir düzene sokuyor.
Oysa
hayata dair umutlar ve arzular, müşterek fiziki dünyada insanın itiraz etme
becerisini geliştiriyor, onun o umutları boğan, onlara saldıran kurumlara ve
güçlere karşı husumet duymasını sağlıyor.
Shirley
Clarke’ın 1963 tarihli Sakin Dünya filminde bir hikâye anlatılır. Bu
hikâye, Harlem’deki sokak çetesinin üyelerine hizmet eden genç fahişe LuAnne
ile ilgilidir. Bir kış günü aynı zamanda pezevenk olan çete lideri Duke ile
Coney Island’a giden kadın, orada okyanusu ilk kez görür. Beklenmedik bir anda
o soğuk, uçsuz bucaksız gri gökyüzünün altında duran deniz, kadının kendisini
görmesini sağlar. Yapayalnız olduğunu gören kadın, bir anda ortadan kaybolur.
Altmışlarda
yeni sol politikanın üzerinde durduğu önermelerden birisi de emek veya üretimle
ilişkisinden bağımsız olarak, gençlerin yirminci yüzyılda kapitalist toplumun
değerleri ve talepleri tarafından ezildiği ve yabancılaştırıldığı ile
ilgiliydi. Yaygın kanaat, gençlerin teknokrat ve kurumsal bütünleşme meselesine
dirençli oldukları yönündeydi. Bu kanaat, Paul Goodman, Theodore Roszak, Raoul
Vaneigem gibi isimlerin yazılarında karşılık buldu.
Gençlik,
tabii ki tarihsel düzlemde birçok farklı yönden şekillendirildi. Fakat her
zaman belirleyici olan bir fikir vardı, o da gençlerin yetişkin dünyasına
asimile edilmesi için ritler veya kültürel pratikler üzerinden
biçimlendirildiklerini söylüyordu. Ancak yirminci yüzyılın ortalarından
itibaren Batı’da bütünleşmeyi teşvik eden yaklaşımlar ve mekanizmalar işlemez
oldu. Böylece alternatif yollar ve isyan biçimlerinin denenmesi ve keşfedilmesi
için yeni başlangıçların yapılma imkânı oluştu.
Üzerinden
uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen, altmışların karşı-kültürünü alaya alan,
karikatürize eden şirket medyasının tüm çabaları, emirlere ve yasaklamalara
karşı en ufak itirazda bile korkuya kapıldığı gerçeğini örtbas etmekten başka
bir işe yaramıyor.
Bugün
artık amaç, gençliğin hayal kuracağı, kendilerine ait bir geleceği inşa edeceği
koşulların oluşmasına imkân vermemek. Bunun yerine, medya, gençlerin dijital
aletleri ve sosyal medya platformlarını yaratıcı ve tahrip edici bir biçimde
kullandıklarına dair haberler yapıyor. Burada öncelikli hedef, gençliğin isyan
etme ihtimalini ortadan kaldırmak. Bunun için gençlerin işsizlikle ve
dünyasızlıkla tanımlı bir geleceğe doğru ilerlediği gerçeğini gizlemeye
çalışıyorlar. Sürekli bir kuşağın “influencer” olmak, genç yenilikçi şirketler
kurmak veya ruhsuz girişimci değerlerden yana saf tutmak için yanıp tutuştuğuna
dair hikâyeler uyduruluyor.
Oysa
gençler, bu süreçte insanlar arası bağların oluştuğu zamandan ve mekândan mahrum
kalıyorlar. Toplumsal ilişkinin finansın konusu olmayan biçimlerinin etkisini kıranlar,
tüm insanlığın iletişim kurma becerilerine zarar veriyorlar.
Bunu,
güçlü kurumlar ve devletlerin uzun süredir başvurduğu dezenformasyon ve yalan
üzerinden yapıyorlar. Daha da önemlisi, hepimizi içine çeken anlamsızlık
girdabı, zararlı sonuçlar doğuruyor. Bugün internet, Pasifik Okyanusu’nda hızla
büyüyen çöp yığınının dijital âlemdeki muadili.
Dünya
üzerindeki ağlardan dökülenler internette birikiyor, bireyler ve toplumlar
arasındaki her türden canlı ilişkiyi ve alışverişi boğuyor. Devasa boyutlara
oluşan veri, görüntü ve dile ait olgular olarak, kakofoniye yol açıyor,
düşüncenin yönünü yitirmesine sebep oluyor. Düşünme pratiğinin alanı daralıyor,
diyalog kurma imkânı gereğinden fazla artıyor.
Her
gün milyonlarca insan, internet denilen bataklığa gömülen, kısa süre içerisinde
unutulmaya yazgılı ilişkiler kuruyor. Bilgi ekonomisi, bir başarı elde etmişse,
o da cehaleti, aptallığı ve nefret yüklü oluşu koşullamış olmasıdır.
Felsefeci
Jürgen Habermas, insanların birbirlerini anlamasını sağlayan araç olarak dilin
hayatın önemli bir bileşeni olmakla kalmadığını, onu inşa ettiğini söylüyor.
Habermas, eserlerinin önemli bir kısmında, hayatı kapitalist ekonomiye ait,
araçsallaştırıcı güçlere, medyaya ve teknobilime tabi kılan süreçleri analiz
ediyor.
Habermas,
“hayatın sömürgeleştirildiği” gerçeğini görmesine rağmen, yeni medya
biçimlerinin “sorumlu aktörler” arasında uzlaşma temelli iletişimin kurulacağı
kamusal alanların desteklenmesine katkıda bulunabileceğini söylüyor.
1980’de
kaleme aldığı bir çalışmada Habermas, “iletişim temelli eylem”i esas alan
aydınlanmacı modernite konusunda iyimser laflar ediyor. Bu iyimser görüşünü iletişimin
hile ve çarpıtmayı esas alan yaklaşımlara tabi olması durumunda hayatın ortadan
kalkmasının daha hayırlı olacağı tespiti üzerinden dillendiriyor.
Bu
tespitlerin üzerinden kırk yıl geçti. Habermas’ın bu hile ve çarpıtmaya yaslanan
iletişimle ilgili öngörüsü neredeyse gerçekleşti. Gündelik pratiklerimiz,
anlaşılmaz kılmaya ve aldatmaya dayalı, programatik bir çaba tarafından sabote
ediliyor.
Jonathan Crary
[Kaynak:
Scorched Earth:Beyond the Digital Age to a Post-Capitalist World, Verso,
2022.]