Şeyh İmam. Mısırlı müzisyen. “Çöküş dönemlerine
kafa tutmuş ve daha iyi bir gelecek için arzulu olan binlerce işçi ve aydını
harekete geçiren politik Arap müziğinin en önemli unsuru”.[1] Hafız…
Altmışlarda “adalet marşları” besteliyor. Che Guevara’nın ölümü üzerine yaktığı
bir ağıt da var.[2]
İmam, “El-Ful V’il Lahme” isimli bir şarkısında[3]
her yerde halkı et değil de bakla yemeye teşvik eden bir doktordan bahsediyor.
Muhsin isimli bu doktoru eleştirdiği bu şarkısında, “Doktor Muhsin, bırak da
biz et yiyerek zehirlenelim, siz de bakla yiyerek daha iyi, daha sağlıklı
beslenin” diyor.[4] Burjuvazi adına yoksulun aşına göz dikenlere saldırıyor.
Tabii ki bu şarkı, ancak tekellerin henüz veganizm
pompalamadıkları dönemde bestelenebilirdi. Bugün hem Şeyh İmam hem de bu türden
şarkılar, gerici ve demodedirler. Tekeller, etten mahrum ettikleri kitlelere
veganizm öğretiyorlar. İşsiz bıraktıkları erkeklerin kızlarını, eşlerini
feminizmle kandırıyorlar. Aile, vatan, tanrı ile savaşında LGBT bireyleri
silâhaltına alıyorlar. Birey, ancak LGBT olabilir, gerisi zafiyettir.
Buradaki mesele, LGBT değil, onun edebiyatını yapanlardır.
* * *
Gebze’deki mahpushanede evlatlarını ziyarete giden, ama polisin aşağılayıcı saldırısına maruz kalan analara dair görüntüler, ancak
vicdanı yaralayabilir. Çünkü bu devirde vicdan, kolay iyileşen bir şeydir.
Resimlerde, videolarda gördüğümüz hâl de analar da bugün solun büyük bir kısmı
için gerici ve demodedir.
Çünkü artık faşistlere inat, “ne tanrı, ne vatan,
ne aile” diye haykırıldığı günlerdeyiz.[5] Zemin çatlamış, sınırlarına, kabına
sığmayan, bütünlüğünün pazardaki kıymetini gören birey, ortalığa fırlamıştır.
Bedeni kendisinin oyun bahçesi zanneden, onu pazarın uzantısı kılan alıklık,
güncellenmiştir. Bugün bütünlüğe, özneliğe ancak burjuva olmakla mazhar olabileceğini
düşünenler, herkese akıl dağıtıyorlar. O akıl burjuvazinin aklıdır.
Zemini çatlatan piyasa için mahpushane önündeki o
ananın başındaki beyaz eşarp, sıkıcı, sıkıştırıcı ve rahatsız edicidir. Ona
gölge olan koca-erkek, eril, gerici ve yozdur. Erkek, 11 Eylül sonrası terörle mücadele döneminin parmakla işaret ettiği teröristtir. O anaya siyah gözlükleri ve
copuyla baskı uygulanmasına imkân veren vatansızlık ve devletsizlikse, tek
özgürlük biçimidir.
İşte bazı örgütler, o erkeğe karşı silâhlanıyorlar.
Ulus-devlet eleştirileri, ulus olmaya, devlet olma kavgasına yöneliktir. Solun
ağzında çiğneyip şekil verdiği, sonra da taptığı helva, tekellerindir,
burjuvazinindir.
* * *
Mesele, elin iş tutması, ellerin ortaklaşmasıdır.
İş tutulunca mekân genişler, ayrıntılar zenginleşir, pratiği besler, iş aktıkça
çoğullaşma, çağlama, ihtiyaç hâlini alır. Eli işte gözü oynaşta olan için
mekân, giderek daralacak, her daim kapıya bakılacaktır.
Oynaşın, hazzın, keyfin teorisi, mücadelenin
teorisini esir almıştır. O teori, içeride neyi nasıl yapılacağına dair fikri,
kapı dışarı etmiştir. Bugün sermayenin ve emtianın akışına köle ruhlarıyla karışanlar, özgürlük
naraları atıyorlar. Bunun neticesi şudur: Mücadele, mekândaki işten, emekten soyutlanmıştır.
Soldaki Kemalizm ve ulus-devlet eleştirileri,
kasıtlıdır ve sığ bir liberalizm üzerinden biçimlenmektedir. Sömürgelik, çift
derililik, iç vatan, bu liberalizmin defterinde giderek silikleşen konulardır.
O liberalizm, silmek için vardır.
Gözü Avrupa’da olanın yaptığı ulus-devlet ve
milliyetçilik eleştirisinin bir hükmü yoktur. Bu tür eleştiriler ve zemindeki
çatlaktan sızan liberalizm, piyasa ve tekeller içindir, onlara içrektir.
Nefesini orada alabileceğini düşünenler, ciğerlerini kontrol ettirmelidirler.
Sıkışansa yürektir. Kaçma imkânı olanlar kaçarlar,
geride kalanlara acıyan bir çift göz, küçümseyen bir dil bırakırlar. O
yüzdendir, iteklenen anaların sızısı üç beş twitter cümlesi kadardır. O analar,
İmamoğlu’nun 1 Mayıs’ın yaklaştığı günlerde açığa çıkan “Adam 1 Mayıs’ta gaz
yemiş” videosu kadar değer görmeyecek, antrikot piyesi kadar dikkat
çekmeyecektir. Ahmet Kaya’nın dediği gibi, bu sol istemiştir “gül tenindeki
yaraları!”
Dün Ahmet Türk’e atılan yumruk için “toprak
ağasına atılan yumruk” lafı eden TKP, koşa koşa, o çok eleştirdiği
Kılıçdaroğlu’nun hesabını soruyor.[6] Onun neyin ağası olduğunu unutuyor. Belediye meclis üyesi Candan Badem’in
ağzından çıktığı biçimiyle, sonuçta bu parti, “emperyalizmi ortaçağ karanlığına
tercih eden”dir.[7] Tercihleri sınıfsal niteliklerine uygundur.
Avrupa’ya kaçmış olanlarsa, o herkesten
ilericilerse, “tezekliler” diye Çubuklu saldırgana küfrediyorlar. Benzer
bir dil, Avrupa’daki Müslüman Arap’a “hadi çölüne!” diye hakaretler
yağdırıyor. Sol, bu hâldedir. Sosyalistin de komünistin de CHP çizgisine
örgütlenme süreci tamama erdirilmiştir.
* * *
Faşizme inat ambalajlanan tüm kimlik siyaseti
formları, döne dolaşa sosyalist harekete saldıracaktır, buna mecburdur. Kendi
varlık koşullarının bu olduğunu iyi biliyorlar. On yıldır çatılan
ideolojinin Gebze’de analara yapılana çıkartabileceği bir sesi kalmamıştır.
Herkesi o ideoloji, lâl etmiştir.
“Birey olarak tüm varlığımı, bütünlüğümü tam
pazara çıkartacağım, bu tanrı, vatan ve aile buna mani oluyor” diyenler
çatmıştır o ideolojiyi. Faşistler, AKP, IŞİD vs… hep bir bahane vardır. Bu
düşmanlar saldırdıkça, birileri “niye saldırdıklarını bir düşünün, o
saldırdıkları yerleri terk edin” demiştir.
Solun, serbest piyasaya dönük gizli bir imanı söz
konusudur. Üretim araçları, güçleri ve/veya ilişkilerindeki “gelişme”nin
arkasına sakladığı şey, işte bu imandır. Sola piyasaya düşmüş bir ruh ve beden yön vermektedir. Ondaki anti-faşizm, kitleleri müesses nizama
örgütlemektedir.[8] “Türkiye ittifakı” müessestir.
* * *
Dr. Şivan, her gittiği köye bir imam götürür.
Kendisi ile ilgili belgeselde söylendiği gibi[9], “imam öyle bir konuşur ki
dinleyenler, Kur’an’ın Kürtlere indiğini düşünürler”. Hareketin ve mücadelenin
inşa edildiği zemin, burasıdır. Mustazaf, artık Kürd’dür, Kürdîdir.
O zemin çatlamıştır. Varoluş ve beka derdiyle
liberal bağlar kurulmuş, bağlam olmayan bağlamda bağ olmayan bağlara tevessül
edilmiştir. Olmayan, olmamakta, oldurmamaktadır. Tasfiye ve asimilasyon iç içedir.
Devlet, bir bireye bağlanmış “tanrıdan, vatandan
ve aileden” memnundur. Kendisi de öyledir. Memnuniyeti, sahte-yüzeysel
eşitlikle ilgilidir. Devlet, Sivas’tan ötesinin kendisine ait olmadığını bilir,
o bilinçle yangınlara yangın katar.
Kimlik siyaseti, o liberal oynaşlar, o yangınlara
dairdir. Derin devlete karşı piyasaya sürülen liberal temrinler, cümleler,
talimnamelerin parçasıdır. Bu, iyi bilinmelidir. Sivil toplum kuruluşlarına,
liberal ofislere, AB danışmanlıklarına teksif edilen bireyler, ol derin
devletin parçasıdırlar. Burada Avrupa vakıflarına çalışanlar, devlete
çalıştıklarını çok iyi bilmektedirler.
* * *
Ama mahpushane önünde o
analar itildiklerinde düşmüyorlarsa, bilinsin ki sırtlarını dayadıkları bir
iman, bir vatan ve bir aile olduğu içindir.
Eren Balkır
23 Nisan 2019
Dipnotlar
[1] Cedid, “Şeyh İmam’ın Mirası”, 2 Nisan 2010, İştirakî.
[2] Şeyh İmam, “Gifara Met”, Youtube.
[3] Şeyh İmam, “El-Ful V’il Lahme”, Soundcloud.
[4] “Şeyh İmam”, Toplumsal Haydut.
[5] Denzi Deng, “Tanrı, Vatan, Aile: Ne Boktan
Hayat!”, 4 Nisan 2019, Çatlak Zemin.
[6] “İktidar Kılıçdaroğlu’na Saldırının
Sorumluluğundan Kaçamaz”, 21 Nisan 2019, Haber Sol.
[7] Eren Balkır, “İran Vesilesiyle, 1 Ocak 2018, İştirakî.
[8] David Broder, “Aptalların Antifaşizmi”, 26 Mart 2016, İştirakî.
[9] Dr. Şivan Belgeseli, Çayan Demirel, Youtube.
0 Yorum:
Yorum Gönder