Müslüman Siyasetin Geleceği Var mı?
“İdeolojileri geride bırakmış bir dünyada
yaşadığımız söyleniyor. Böylesi bir dünyada en samimi gözlemciler bile liberal
düzenin kalıcılaştırdığı şu efsanenin tuzağına düşüyorlar: stratejik politik
eylem veya reel politik, ideolojiyi
aşar (veya ondan mahrumdur). Tunus’taki Nahda hareketinin politik
faaliyetlerini (esas olarak politik partisini) ve davayı esas alan
faaliyetlerini birbirinden ayrıştırma kararında da bu yaklaşım hâkim. 2016’da
Nahda hareketi, “kimlik mücadelesi yürüten bir ideolojik hareket olmaktan çıkıp
otoriter rejime karşı faaliyet yürüten bir protesto hareketine, oradan da
ulusal bir demokratik partiye evrildiğini” ilân etti.[1] Bu açıklama, hareketin
ilk beyanlarının büyük bir kısmı göz önüne alındığında, hiç kimseyi şaşırtmadı.
2012’den beri ilk kez düzenlenen parti kongresinin açılışında Raşid Gannuşi,
“dini politik mücadelelerden uzak tutmak istiyoruz, tam bir tarafsızlık talep
ediyoruz” dedi. Nahda’daki ideologlara göre, bu siyaset farklılaşmasının
sebebi, siyasetin bir faaliyet olarak normatif ve/veya ideolojik taahhütlerden
ayrı olarak yapılabileceğini, yapılması gerektiğini söyleyen tespitin kabul
edilmiş olmasıydı. Gannuşi’nin izahına göre, “modern bir devlet, ideolojilerle,
büyük sloganlarla ve politik kavgalarla değil, pratik programlarla
yönetilir”di.[2] Bu açıklamaların fikrî zemini, esasen ta yetmişlerin
ortalarına dayanıyor. O dönemde Gannuşi, “Tunus’un özel karakterine uygun” bir
İslam üzerinde duruyordu ve “İslamî demokrasi” ile “çoğulculuğu” öne çıkarttığı
El-Hürriyetü’l Amme fi’ Devletü’l
İslamiyye (İslam Devletinde Kamusal Özgürlükler) kitabını kaleme almıştı.
Gannuşi’nin fikriyatının köklerine baktığımızda, onun uzlaşmadan yana bir
eğilim içerisinde olduğu görülüyor. Bu uzlaşma siyasetiyle Gannuşi, esasen
İslam’ın emrettiği ideolojik zorunluluklar karşısında yeni politik
gerçekliklere uyum sağlamayı daha önemli görüyor. Sonuçta kaçınılmaz olarak
Gannuşi, “pragmatizm”e yaslanan taleplerle uzlaşma içerisine girerek, İslam
Devleti fikrini kapı dışarı ediyor.
Burada ben, esas olarak İslamcıların “gerçekçi”
bir siyaset yürütmelerinin gerekli olup olmadığı sorusundan ziyade, daha
incelikli yönlere sahip olan, açıklayıcı bir nitelik arz eden başka bir soru
üzerinde duruyorum: Her şeyden önce “gerçek” veya “gerçekçi” siyasi eylem
nelerden oluşur? Bunun dışında Gannuşi gibi isimlerin desteklediği “pragmatik”
siyaset anlayışı, ideolojik açıdan nötr olan bir politik alana mı dayanıyor?
Gerçekçilik
ve İdeoloji
Müslüman dünyasının içinde olan olmayan birçok
insana göre, “politik İslam”ın başarısı, onun “ideoloji”yi geride bırakma,
ondan feragat etme[3] ve nesnel siyaseti benimseme becerisine bağlı.
“Pragmatik” ve/veya “gerçekçi” siyaseti teşvik eden, işte bu efsane. Müslüman
dünyada başarının koşullarıyla ilgili bir soruya verdiği cevapta Miras
Vakfı’ndan yeni muhafazakâr Ariel Cohen, bu efsaneye bağlı kalarak kendince bir
uyarıda bulunuyor:
Bu
tür hareketlerin sınanacağı ana sınav, onların iktidara mı yoksa ideolojiye mi
değer verdiği ile alakalıdır. Eğer iktidara değer verirlerse, bu hareketler
taviz verecek ve demokratik bir bağlam içerisinde liberalleşecek ya da darbe
türünden şiddete dayalı bir yola başvuracak, bu noktada da muhtemelen başarısız
olacaktır. Eğer ideoloji, onlar için daha önemliyse, bu hareketler esnemeyecek
ve Batı Avrupa’daki komünistler gibi çöküşe tanıklık edeceklerdir.[4]
Anlaşılan Cohen, mevcut dünya nizamının şiddete
dayalı köklerini ve dogmatik ideolojisini unutmuş. Şurası açık: dünya nizamı,
ideolojik düzlemde asla “nötr” değil, tam aksine, bizler akıl, tarafsızlık,
insan hakları ve egemenlik bayrağı altında kendisine çeşitli maskeler takan
neoliberal ideolojinin himayesi altında yaşıyoruz. Ama bu gerçeğin önemli bir
kısmı çıplak gözle görülmüyor. Diğer görülmeyen bir husus da ister ülke
içerisine yönelik olarak atılan adımlar isterse uluslararası planda yürütülen
politik faaliyetler biçiminde olsun, siyasetin bu ideolojiyle arasındaki
bağların kopması asla mümkün değil. Nesnellikleri ve tarafsızlıkları ile övünüp
duran gerçekçi yazarlar Judith Goldstein ve Robert Keohane bile tüm dış siyasetin
kaçınılmaz olarak şu üç şeyin bir ürünü olduğunu kabul etme noktasına geldiler:
(1) bir dünya görüşü, (2) ilkeler ve (3) davaya dair inançlar. Yazarların
tespitiyle, “en temelde imkânlar dünyasını fikirler tanımlıyor.”[5]
Bu hususu daha iyi anlamak için bugünle, yani
düşünüp hareket ettiğimiz uzamla ve bu düşünme ve eyleme geçme hâlinin mümkün
kıldığı “alternatif gelecekler” hakkında bir şeyler söyleyelim. Burada asıl
önemli olan, Müslümanlar olarak bizim alternatif geleceğimizi
kavramlaştırmamıza aracılık eden bilişsel-politik arka planı biçimlendirme
yöntemlerimizi idrak etmemizdir. Oakeshott’ın ifadesiyle, “geçmiş ve gelecek,
sadece bugüne yönelik bir okuma dâhilinde ortaya çıkar. Belirli bir bugün,
belirli bir geleceği veya geçmişi çağırır. O, hatırlanabilecek özel bir bugünle
ilişkilidir.”[6] Başka bir ifadeyle, arzuladığımız geleceğin nesneleri ve o
arzularımızı gerçekleştirmek için yürüttüğümüz faaliyetler bugünümüzü
biçimlendiren ideoloji eliyle biçimlendirilirler.
Neyin “gerçek” neyin “mümkün” olduğunu
biçimlendiren sınırlı ufuklar, bugün Müslüman politik bilincinin ayrılmaz
parçasıdır. Müslümanlar, kendilerini duvarlar arasına sıkışmış bulurlar; onlar,
kendilerinin yaratmadığı bir dünyada yaşamaktadır ve bu dünya onlara çok az
sayıda “gerçek” imkân sunmaktadır. David Scott, sömürgecilik sonrası aydınları
eleştirirken buna benzer sözler sarfetmektedir:
Baskının
alt edilmesi veya direnişe yönelik normatif bir beklenti inşa ederek,
alternatif veya ikincil moderniteler fikrinin nasıl işleyeceğini görmek
istiyorum. Bu işleyiş kısmen, önceden oluşturulmuş öncelerce hakkından
gelinmesi, hâkim olunması, dönüştürülmesi veya yersiz yurtsuzlaştırılması
beklenen olumlu veya olumsuz bir ortam olarak moderne ait koşulları tahayyül
ederek gerçekleşiyor: modern dönüşümler ve ikincil cevaplar, az çok yaratıcı
yollardan gerçekleşiyorlar. Bu yolla tahayyül edildiğinde asıl görülmeyen, bu
yaratıcı cevapların yürürlüğe girdiği dönüşüme uğramış olan sahanın bu
özneleri, yeni arzu nesnelerini ve o arzunun ufkunu biçimlendiren yeni
kavramları (yeniden teşkil etme yerine) olumlu yönde teşkil edebilme
ölçüsüdür.[7]
Bu hâliyle, günümüzde mevcut olan nizam, sadece
kendi karşı-söylem biçimlerini harekete geçirmekle kalmaz, aynı zamanda bize
(esas modern kategorileri ifade eden) bir dil ve bu türden bir direniş için
belirli bir eylem alanı bahşeder. Dahası bu nizam neyin gerçek olduğunu
belirlemeyi kendine hak görerek, kendi hegemonyasını sürdürür veya Hegel’in
sözüne atıfla, “gerçeğin rasyonel” olduğunu söyler. Böylelikle uluslararası
siyasette “gerçekçilik”, modern projenin bütünleştirici sahasına neyin
girdiğini ifade etmektedir. Ortaya çıkan sonuç iki uçludur: hâkim düzen,
bugünün perdesini indirme, tarihi sonlandırma, sömürgenin ulaşacağı menzili
belirleme hakkına sahiptir. Sömürgenin ulaşacağı menzil, onun kendisini
tanımasını istediği efendinin bakışının ulaştığı yer kadardır. Bu hikâyede
geleceğe yer yoktur zira bugün, ötesine geçildiğinde her şeyin düşünüldüğü
vakit imkânsızlaştığı bir ufuk hâlini alır.
Her türden ilahta olduğu gibi uluslararası nizam
da neyin gerçek olduğunu tanımlar.
“Oyunun kuralları”nı, uluslararası toplumun hukukî ve yapısal şartlarını
ulusların tarihaşırı kanunları ile bir araya getirir. Her türden sahte ilah
gibi bu nizam da tercih yapmak denilen o yanılsamayı mümkün kılma becerisini
kendi adına geliştirir. Egemen nizamın ana niteliğini, Schmitt’in sözleriyle,
bu türden yalanları bir yandan takdis etme bir yandan da onları askıya alma
becerisi belirler.
Buradan da “ideolojik siyaset”in ötesine uzanan
saf hiçbir “pragmatik eylem güzergâhı olmadığı söylenir. Eğer bugün Müslüman dünyada ortaya çıkan politik eğilimlerden bir
şeyler çıkartmak mümkünse, o da şu olabilir: “pragmatik” siyaset”i
destekleyenler ideolojik vaatlerini terk etmek şöyle dursun, aksine hâkim dünya
nizamının ideolojik ilkelerini bilinçli veya bilinçsizce
içselleştirmektedirler.
Bugün asıl görevimiz, siyaseti redde tabi tutmak
değil, aksine onu hâkim nizamın deli gömleğinden kurtarmaktır. Bu anlamda
Oliver Marchart’ın siyasetle politika arasında yaptığı ayrımı anımsamak faydalı
olacaktır. “Siyaset, tortulaşmış, kurumsallaşmış politikadır”. Politika ise
“toplumsalın kurulup yıkıldığı saf momenttir, güçler ilişkisi toplum formuna
doğru kapandıkça, bu ilişkinin kurulduğu veya yeniden yapılandığı yerdir.”[8]
Başka bir ifadeyle, politika yeni bir
ideolojik alan oluşturur, siyasetse o ideolojik alanın
işlevselleştirilmesidir. Modern siyasi nizam yürürlüğe girmek suretiyle (ayrıca
İslamî siyaseti ve toplumsal ilişkilerini bozup yeniden yapılandırarak) içinde
bulunduğumuz politik momenti meydana
getirmektedir ve kurumsallaşmış siyasetin yeni biçimlerine yol açmıştır.
Günümüzde yeni bir politik momente devrimci bir vaatte bulunma vasfını terk etmiş olan
Müslüman siyaset, hâkim dünya
nizamının alternatif imkânlara kapanmasına katkı sunacaktır. Oysa yeni politik
moment, yeni bir siyaset tarzı
meydana getirmek suretiyle bu kapanmaya mani olabilir. Dolayısıyla Gannuşi’nin siyaseti, sadece nötr veya stratejik
olmakla kalmaz, aynı zamanda pratikte sömürgecinin kurduğu politik momenti
temel alır ve o momentin ideolojik vaatlerine sarılır.
Yeni bir İslamî siyasetin
doğuşu, Müslüman hareketlerin tortulaşmış ve kurumsallaşmış siyasi nizamın
ötesini düşünme becerisine bağlıdır. Bu da yeni bir politik ufku hayal etme ve
imkânsızı isteme cüretine ihtiyaç duyar.
Ali S. Harfouch
24 Temmuz 2017
24 Temmuz 2017
Dipnotlar
[1] Amara, Tarek, “Tunisian Islamists Ennahda move
to separate politics, religion”, 20 Mayıs 2016, Al Jazeera.
[2] Rifai, Ryan, “Tunisia's Ennahda distances
itself from political Islam”, 21 Mayıs 2016, Al Jazeera.
[3] Yazar “ideoloji” terimini Marksist ideoloji
anlayışından çok farklı bir şekilde kullanıyor.
[4] Khan, MA Muqtedar, Debating Moderate Islam: The Geopolitics of Islam and the West.
[5] Goldstein, Judith ve Robert O. Keohane, Ideas and Foreign Policy: Beliefs,
Institutions, and Political Change.
[6] Scott, David. Conscripts of Modernity: The Tragedy of Colonial Enlightenment, s.
40.
[7] A.g.e.
[8] Yenigun, Halil Ibrahim. “The Political
Ontology of Islamic Democracy: An Ontological Narrative of Contemporary Muslim
Political Thought.”
0 Yorum:
Yorum Gönder