Bu tür troçkistler, en ufak kargaşada AKP’nin
Davudoğlucu, Sünnici siyasetinin yanına ilişiyorlar hemen. DSİP gibi yapıların
Suriye’de ilk isyanların başladığı dönemde Nusra gibi yapılarda devrimcilik
buldukları anımsanırsa, Benlisoy’un bu tür bir yaklaşım sergilemesine şaşırmak
mânâsız. Bunlar, kimi Sünniciler gibi, “İran emperyalisttir, Yemen’den,
Suriye’den çıkmalı, yayılmacı siyasetine son vermelidir” demektedirler.
Yaptıkları analizlerde, ABD yaptırımlarına,
ambargoya hiç işaret edilmez örneğin. Irak ülkenin üzerine saldırtılır, bu tür
kişiler çıkar, “devrim yapmayacaktın arkadaş, hata sende” derler. Çelmeyi takan
kendisidir, gerine gerine, kibirle, yerdeki insana bakıp “sen düştün, suçlusun”
diyen de odur. Bunlar, dünyanın en zengini listesine Castro’yu alan dergilerin
“Hameney’in 93 milyar doları var” haberlerini paylaşanlardır. O para, bir
kişinin değil, sosyal yardım derneklerinin parası oysa.
Sol, Benlisoy gibiler şahsında, bir utanmazlık
biçimidir demek ki. Gezi’nin üçüncü günü “eylemi sonlandırıyoruz” diyen
Benlisoy ve ekibi, utanmadan o halkın karşısına hâlâ çıkabilmektedir. Gezi’nin
birinci haftasında Erdoğan, vali aracılığıyla görüşme masası kurduğunda, o
masaya oturmayı “yüksek siyaset becerisi” olarak görenler, hiç utanmadan bu
halkın karşısına çıkabilmektedirler. “Bazen geri adım atmayı bileceksin”
diyenler, adımları kimlerin attırdığını gizleyerek, hiç utanmadan, hâlen daha
siyaset yapabilmektedirler.
“Utanç yoksullarda; pervasızlık
zenginlerde bulunur.” [Hesiodos]
Ve bunları yapanlar, bugün İran halkının yanında
olduklarını söylemektedirler. Oysa varolan bireysel ideolojik birikimlerini
yüceltmek için İran’daki isyanın (daha doğrusu yaşanan her olayın) yağını
çıkartıp ekmeklerine sürmektedirler. Bu pervasızlık, burjuvalardan miras
aldıkları bir vasıftır ve “devrimci” kabul edilmektedir, hatta devrimcilik
burjuvaya has pervasızlığa indirgenmiştir. Dertleri, İran halkı ve isyan değil,
Amerikancı ve Batıcı ideolojik hücuma ortak olup isimlerini
yaldızlayabilmektir.
Bugün son olaylarla ilgili fazla görüntü
bulamadıkları için Suudiler gibi davranmaktadırlar. Ar, namus, hayâ gerici
kavramlardır, aşılmalıdır. İran’daki olaylarla ilgili yoğun sosyal medya
kampanyası yürüten Suudiler, Bahreyn’de rejim karşıtı gösterilere ait
görüntüleri İran’a aitmiş gibi pazarlayabilmektedir. Utanmazlık bunların
müşterek özellikleridir.[1]
Şimdi de İranlı bir kadının polise tekme attığı
görüntüyü paylaşıyorlar. Oysa bu, bir İran filminden alınmış bir görüntü.[2]
Bir diğer kullanılan resimse, bir İranlı mülteci sanatçının sanatsal üretimine
ait. “Meral Akşener hayranları” sayfasının bile Facebook’ta paylaştığı resmin
kaynağını incelediğinizde, Zamaneh diye
bir siteye ulaşılıyor. Bugün sokakta, eylemlerin içerisinden çekilmiş fotoğraf
olarak pazarlanan resim, Mustafa Heravi isminde bir sanatçının sergisinden
alınmış.[3] Yalanın dibi yok!..
Zamaneh içerisinde gezerken, “önünüze çizilmiş yolda” yürürken,
karşınıza Mesih Alinejad diye biri çıkıyor.[4] Bu isim, Ruşen Çakır’ın
sitesinde yer alan, şu elinde başörtüsü sallayan kadın ile ilgili haberde arz-ı
endam ediyor.[5] Orada, Alinejad’ın başlattığı eylemin son eylemlerle bir
alakası olmadığı söyleniyor.
Bu alakasızlık, bizdeki solcuların ve kimi
Sünnicilerin halkla, yoksulla, mazlumla alakasızlığının bir yansıması. Onların
derdi, kendi imajlarını güçlendirmek. Solun, örgütsel düzeyde, dibindeki
ülkenin solcularıyla bile hiç ilişkisi olmadığı görülüyor. Bu gerçek karşısında
bile utanılmıyor.
İkisi arasındaki kavga ediyormuş görüntüsü, tüm
utanmazlığı ile, son Diyanet tartışmasında da kitlelere takdim edildi. 70
yaşındaki liderlerinin kendisinden kırk yaş küçük sevgili edindiği, TV8’e verilen
ceza karşısında Acun’un savunulduğu sol mahfillerin nemalanmak için kendisini
nereye, hangi hizaya çektiğine bakmak lazım. Buradaki samimiyetsizlik,
“Filistin Osmanlı toprağı” diye Filistin’i savunuyormuş gibi yapanlardaki
samimiyetsizliğe benziyor. Bu solcuların İran’a ilgisi ise, sömürgeci, yağmacı,
istilacı, emperyalist. Onlar, yıllardır planlanan emperyalist işgalin beşinci
kolu, bileşeni. O nedenle, mesele arkada bir karıştırıcı, bir el, bir komplo
arama meselesi değil. Demagojinin yoksullara bir hayrı yok!
O hizada solun Meşhed’deki yoksulla ilgili
olmadığını, Konya’daki yoksulu da asla dert edinmediğini bilmek gerek. Gazi
Çağlar gibi bir solcunun “İran’da Amerikan hayranlığı artıyor” diye sevindiği
düşünülürse, düşülen seviyenin politik-teorik düzeyde tartışılmasına hiç gerek
olmadığı görülür.
Abant toplantılarından çıkmayan Canan Badem
gibilerin İran konusunda “emperyalizmi ortaçağ gericiliğine tercih ederim”
demelerine şaşırmamalı. Diyanet meselesinde Fethullahçılar yapıyor ortayı, tüm
sol örgütler kafaya çıkıyorlar birden. Allah’ı kimse sevmediği için, yoksulun
savunulması adına, defansa gelene de hiç rastlanmıyor artık. Bir de “İran
konusundaki kehanetleri”ne yer verilen önderler var. Kimse tersten, o
saldırının içinde bizatihi yer alındığı, örgütün, ideolojinin buna göre belirli
bir kıvama getirildiği gerçeğini sorgulamıyor bile. Yani biri camı kırıyor,
babasına “camın kırılacağını nasıl bildin, hayret!” deniliyor.
“Akıllı insanın üç askeri vardır.
Sabır, utanmak ve kanaat.” [Hacı Bektaş-ı
Veli]
Solun üçünden de mahrum olduğunu söylemek lazım.
O, “ABD müdahalesi” ve “komploculuk” edebiyatını bir tür demagoji olarak
üretiyor. Utanmadan, bir de “Lenin ajan mıydı?” diye soruyor. Bu soruyu soran,
misal Benlisoy, İran’da Lenin’in muadilini göstermesi gerekiyor. “Lenin ajan mıydı?”
derken gizliden gizliye, Lenin’in altına imza attığı komployu eleştiriyor,
devrimden saymıyor. Buna bağlı olarak, ilerleme edebiyatı üzerinden, “ABD
emperyalizmi zaten her yerde, n’apalım, uyum göstereceğiz” diyorlar açıktan.
“Emperyalizm nesnel bir olgu, yolumuzu açıyor ya, sen ona bak!”tan başka bir
şey söylemiyorlar. İran’da Amerikan hayranlığının artmasına o sebeple
seviniyorlar.
Halkların kendi kavgasını vermesi zaruretine hiç
tahammül edemiyorlar. Sabretmiyorlar, "bugün oldu oldu, ben gider yatarım,
binerim yatıma” diyorlar. Yoksulların, ezilenlerin çilesini hiç umursamıyorlar.
Onları kullanılıp atılacak birer mendil olarak görüyorlar. İktidarlardan daha
fazla korkuyorlar onlardan. Kitlelerin devletten disiplin, demokrasiden terbiye
edinmeleri için uğraşıyorlar. Yoksulun çilesi, mazlumun acısı hiç umurlarında
değil, ama utanmadan karşılarına çıkıyorlar. Aralarında kendisi gibi, yoksul ve
mazlum olmak istemeyen, kısa vadede o siyahlıktan kurtulmak isteyen köleleri
ayartmak için uğraşıyorlar. Yarın bir gün o yoksul İranlılar Türkiye’de mülteci
olduklarında, “sokakları kirletiyorlar” diyecekler. Leman Sam ağzından,
“ortalıkta çok fazla Farsça tabela var” diye şikâyette bulunacaklar. Yeter ki
kendileri Adnan Oktar gibi ve onunla birlikte işret âlemlerine devam
edebilsinler. Kimin umurunda işçinin derdi, İranlının çilesi…
“Utancı giden kimsenin kalbi
ölür.” [Hz. Ömer]
Bunların sosyal medyada estirdikleri rüzgâra
aldanmamak gerek. Yoksul ve mazlum düşmanı olabilmek için solcu olmuşlardır
çünkü. Kalpleri onlardan yana atmamaktadır. Atsa, Barzani ve Netanyahu’ya karşı
da isyan bayrağı açarlar sosyal medyalarında.
Kendilerini, en azından
imaj düzeyinde, yoksul ve mazlum olmaktan kurtardıklarını düşündükleri
solculuğun tüccarlığını yapıp duruyorlar. O tüccarların emperyalizmin kuşatması
altındaki bir milletin çilesine yoldaş ve ortak olmasını beklememek gerekiyor.
İran konusunda açıklama yapanların sahtekârlıklarını bugünde ve burada tek tek
vurmak, devrimci bir görev.
Eren Balkır
3 Ocak 2018
Dipnotlar
[1] “İran’daki Olaylarla İlgili Servis Edilen
Sahte Video ve Fotolar”, 8 Ocak 2018, Rast.
[2] Ebulkasım Talibi’nin Altın Yakalar Filmi, Buiran.
[3] Iran: The Road Ahead, “Mostafa Heravi”, Zamaneh.
[4] Iran: The Road Ahead, “Masih Alinejad”, Zamaneh.
[5] “İran’daki Başörtüsünü Çıkartan Kadın
Fotoğrafının Gerçek Öyküsü”, 1 Ocak 2018, Medyascope.
0 Yorum:
Yorum Gönder