29 Ocak 2017

, ,

Doğu Sudan’da Mehdi Devleti

Avrupa’nın Doğu Sudan’a Girişi

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ölümü sonrası Doğu Sudan, Mısır idaresi altında kalmaya devam etti. İktidar, genel anlamda Türk-Mısırlı paşa ve beylerin elindeydi. Bu isimler, geniş topraklara ve Sudan’ın ana ihraç ürünleri üzerinde tekele sahiplerdi. Vergiler de bu paşa ve beylerin cebine akıyordu. 1857 yılında Mısır kralı Muhammed Said’in ilga edilmesini emretmesine karşın, köle ticareti giderek yaygınlaştı. Sudan’da birçok bölge, büyük köle tüccarlarının eline geçti.

1870’lerde Türk-Mısır paşalarının ve köle tüccarlarının zulmüne bir de Avrupalı sömürgecilerin zulmü eklendi.

1870’li ve 1880’li yıllara Afrika’nın sömürgeciler eliyle ilhakı damga vurdu. Yirmi yıl içinde Avrupalı güçler, tüm Afrika kıtasını kendi aralarında bölüştüler.

Avrupalılar, bu süreçte doğal kaynaklara ve tropikal ürünlerde aşırı kârlara yol açan ticarete sahip olan Doğu Sudan’a da göz dikti. Burayı ele geçirmek istemelerinin bir diğer sebebi de bölgenin Orta Asya’ya giriş imkânı sunmasıydı. Nil Nehri, iç kısımlara girilmesine imkân sağlayan doğal bir güzergâhtı. Bunun dışında Sudan’ın işgali bir yandan da Mısır meselesiyle yakından bağlantılıydı. Sudan’da Nil’e hâkim olan, otomatikman olarak Mısır’a da hâkim olacaktı.

Peki Afrika nasıl bölündü? Afrika’da tek başına gelip gezen Avrupalı seyyahlar kapitalist güçlerin öncüleri olarak hareket ettiler. Güneybatı Afrika, Alman bir serüvenci ve tüccar Luderitz tarafından ele geçirildi. Doğu Afrika, Alman fatih Peters’ın yönettiği bir yerdi. Nijerya, Nijerya Şirketi’ni kuran bir avuç Britanyalı girişimci tarafından fethedildi. Kongo’yu ele geçirense, Belçika Kralı II. Leopold’un desteklediği kâşif Stanley idi. Eğer bu kişilerin geliştirdiği programlar başarısız olmuş olsaydı, isimleri de unutulup gidecekti. Başarılı olmaları ise hükümetlerinin onları kanatları altına alması, filolarını veya ordularını onların topraklarına gönderip oraları sömürge hâline getirmelerinin bir sonucuydu.

İlk adımlar, kâr peşinde koşan girişimciler tarafından atıldı. Sudan’da da benzer bir süreç yaşandı. 1870’lerde Sudan’da birçok Avrupa devleti faaldi. Britanya’nın 1881’de Mısır’ı işgal etmesi ardından Sudan’daki güç mücadelesi de başlamış oldu.

Bahsi geçen serüvenciler Sudan’a nasıl girdiler? Bu noktada onlar Mısır Hidivi İsmail’in çok faydasını gördüler. Bu kişi, pamuk ile ilgili siyaseti üzerinden tüm Nil havzasını ve nehrin tüm kollarını ele geçirmek niyetindeydi. İsmail, Mısır’da pamuk plantasyonları kurdu ve sulama sistemini genişletti. Bunun sonucunda İsmail Etiyopya’da ve Ekvator Afrika’sında savaşa girdi. Hidiv’in saldırgan politikası birçok Avrupalı serüvencinin dikkatini çekti. Gelen ilk isim İngiliz Samuel Baker’dı. 1869’da İsmail Baker’a Sudan Ekvator Eyaleti’nin ve Lado kentinin yönetimini teslim etti. Baker, Lado kentinin mülkiyet hakkının kendisinde olduğunu iddia ediyordu. Bu bölgeden geçen fildişi ticaretini ele geçiren Baker muazzam kârlar elde etti. Buradan Sudan’ın güneyindeki Albert Gölü ve Unioro’ya harekât düzenledi, bu bölgeleri ele geçirdi. Baker, söz konusu bölgeyi beş yıl yönetti.

1874’te Baker’ın yerine General Gordon isimli bir başka İngiliz geldi. Ekvator Eyaleti valisi olan Gordon, Baker’ın fetih faaliyetlerine devam etti. Toprakları Victoria Gölü’ne kadar genişledi. Uganda yöneticisine bir ekip gönderildi ve tüm Beyaz Nil bölgesi ele geçirildi. O dönemde Gordon’a İtalyan Romolo Gessi, Alman Eduard Schnitzer (Emin Paşa), Fransız Linan de Belfont ve Amerikalı Long gibi isimler eşlik etti.

Beyaz Nil bölgesindeki yayılma süreci dâhilinde Mavi Nil bölgesi ile ilgili rekabet de iyice kızıştı. Bu bölge Etiyopya’yı içeriyordu. 1874 yılında İsviçreli Muntsenger, Mısır’ın elinde bulunan Massawa limanından (bugünkü Eritre) ayrıldı ve Etiyopya’nın iç kesimlerine yöneldi. Keren’i ele geçiren Muntsenger, Etiyopya’nın doğusundaki Harrar bölgesine ilerledi ve buraları Mısır adına işgal etti. 1875’te Mısırlılar Zeila ve Berbera kentlerini (bugünkü Kuzey Somali’yi) ele geçirdi.

1875-76’da Mısır kuvvetleri Etiyopya’daki dağları aşıp Adua’yı işgal ettiler. Ama Etiyopyalıların saldırıları sonucu savaş başladı. Mısır-Etiyopya Savaşı Mısır aleyhine sonuçlandı. Mısırlılar Etiyopya’dan kovuldular, sadece sahil bölgelerinin belirli kısımlarında tutunabildiler.

Bu dönemde Mısır’ın üçüncü hamlesi Darfur’a yönelikti. Sudan’ın batısında yer alan bu bölge, 1874’ten beri bağımsız idareye sahip bir sultanlıktı. Bahru’l Gazal yöneticisi Zübeyr komutasında Mısırlılar Darfur’a saldırdı. Zübeyr Kahire’ye çağrıldı ve paşa yapıldı. Sudan’a dönmesine izin verilmeyen Zübeyr yerini bir Avrupalı isme bıraktı. Bunun üzerine Darfur’da isyan çıktı. İsyanın başında Zübeyr Paşa’nın oğlu Darfur Sultanı Süleyman vardı. İki feodal ağanın koordinasyon içinde hareket edememesi sonucu Mısırlılar adına çalışan Gordon Paşa isyanları bastırdı.

1877’de General Gordon Sudan Genel Valisi olarak atandı. Vali Alman Eduard Schnitzer’i Ekvator Bölgesi valisi yaptı, diğer Avrupalı isimlerin her biri öteki bölgelerin valisi olarak atandı. Süleyman bin Zübeyr’i yenen İtalyan Romolo Gessi, Kordofan Valisi, Avusturyalı Slatin Paşa ise Darfur valisi oldu. İngiliz Lupton Bahru’l Gazal’ın başına geçti. Alman Gigler ise Gordon’ın yardımcısı oldu. Bu sayede resmiyette Mısırlıların kontrolünde olan Sudan, bir avuç zengin ve açgözlü Avrupalı girişimcinin eline geçti. Halk, bu dönemde nakdi ve ayni bir yığın vergiyle yüzleşti. Bunun üzerine Sudan’ı Avrupalılar ve Mısır idaresi karşıtı bir isyan dalgası kapladı.

Mehdici Ayaklanmalar

1881’de Avrupalıların başta olduğu yönetime karşı bir halk ayaklanması gerçekleştirildi. Ayaklanmanın başını kendisini mehdi ilan eden Muhammed Ahmed çekiyordu.

Muhammed Ahmed, 1843’te Nil üzerinde bulunan, Dongola yakınındaki bir adada dünyaya geldi. Babası marangozdu. Kardeşleri de aynı işi yapıyorlardı. Baba ve çocukları, Nil vadisi boyunca ve Sudan genelinde dolaştılar. Bu sayede insanların yaşam tarzlarını öğrendiler. Muhammed Ahmed, babasının ölümünün ardından din eğitimi almak için Sudan’ın kuzeyindeki berberi şehri Samaniye’ye gitti. Medrese eğitimi sonrası tarikat üyesi olarak Abba adasına yerleşti. Beyaz Nil üzerinde, Hartum şehrinin güneyinde bulunan bu adada kardeşleriyle birlikte çeşitli işlerde çalıştı. Ada, bir süre sonra dervişlerin merkezi haline geldi. Muhammed Ahmed’in öğrencileri zahitliği telkin ediyorlardı. Onlara göre, Sudan’daki ahlakî çöküşün sorumlusu Türkler, Mısırlılar ve Avrupalılardı. Bu harekete göre, Türkler ve Mısırlılar mürteddiler. Onların politik programı uyarınca, ilk İslam’ın saf haline geri dönmek, evrensel eşitliği ve kardeşliği tesis etmek, tüm mülkü paylaşmak, Türk-Mısırlı ve Sudanlı feodal ağaların elindeki toprakları müsadere etmek gerekiyordu. Türk-Mısırlı paşaların zulmüne ve Avrupalıların yağmasına karşı ayaklanma çağrısı yaptılar. Bu noktada “bin tane mezar kazmak, bir dirhem vergi ödemekten daha hayırlıdır” diyorlardı.

Muhammed Ahmed’in vaazları, ahlak ve dinî önermeler üzerine kurulu olsa da kendisi esasen ulusal kurtuluş ve sınıf mücadelesi çağrısında bulunuyordu. Bu vaazlar, temelde Sudan’daki toplam ekonomik ve politik durumun bir ürünüydü.

Ağustos 1881’de Ramazan ayında Muhammed Ahmed, kendisini mehdi ilan etti ve Sudanlılardan isyan etmelerini istedi. O günlerde Mısır’da politik kriz yoğun bir biçimde yaşanıyordu. Tüm iktidar kurumlarının bu krizle meşgul olduğu bu dönem, kararlı bir eylemlilik için uygun bir fırsat sunuyordu.

Ayaklanmaya tanıklık edenler, gelişmeleri şu şekilde tarif ediyorlar. Ağustos 1881’de Mısır hükümetine bağlı bir yetkili Abba adasına geldi. Bu isim, Muhammed Ahmed’e muhalif hareket örgütleme suçuyla suçlandığını, kendisinin hesap vermesi için Hartum’a gitmesini söyledi. Muhammed Ahmed, buna karşılık, Allah’ın ve Hz. Muhammed’in inayetiyle kendisinin ülkenin efendisi olduğunu, özür dilemek, af dilenmek için asla Hartum’a gitmeyeceğini söyleyerek cevap verdi. Yetkili Hartum’a gitti, kısa bir süre sonra iki bölük asker yanlarında getirdiği bir topla Abba’ya saldırdı. Saldıran güce bakıldığında, Muhammed Ahmed hareketinin çok ciddiye alınmadığı görülmektedir. Mehdiciler, gelen askerlerin tamamını öldürdüler.

Sonrasında Muhammed Ahmed, müritleriyle birlikte Kordofan’a geçmeye karar verdi. Burada yeni destekçilerle birlikte isyan ordusu birkaç bin kişilik bir güce dönüştü.

Peki mehdinin peşinden gidenler kimlerdi? Mehdi isyanının itici gücü neydi? Müritlerinin önemli bir kısmı köylü, göçebe, köle ve zanaatkârdı. Mehdi’nin sağ kolu olan Abdullah’ın tespitiyle, yoksulların saflara katılmasıyla zenginler, mülklerinden endişelendiği için hareketten uzak durmuşlardı.

Mehdi, müritlerinden cihadı başlatmalarını istedi. Tıpkı Hz. Muhammed gibi kendilerini “Ensar” olarak niteledi ve savaşta ölenlere cennet vaat etti. Ayrıca, hayatta kalanlara ganimetin beşte dördü verilecekti.

Ayaklanmanın detaylı bir değerlendirmesini sunan Selahattin Paşa’nın aktardığı kadarıyla, Sudan altmış yılı aşkın bir süredir Türklerin ve Mısırlıların elindeydi. Bu dönem boyunca haraca itiraz edildiği için yaşanan isyanlara tanıklık edilmişti. Bu isyancılar ağır şekilde cezalandırıldığından, kimse daha sonra isyana yeltenmemişti. Ama şimdi bir dilenci, ismi cismi bilinmeyen bir fakir, yanına aldığı silahlı adamlarla ortaya çıkmış, zafer üstüne zafer kazanıyordu.

Mehdi, Kordofan dağlarına kamp kurdu. Sonrasında tüm Sudan genelinde yoksullar akın akın onların safına katıldılar. Yanlarında çocuklarını ve eşlerini getirdiler. Burada gerilla birlikleri kurdular, kendi liderlerini seçtiler, tahsildarlara, karakollara, vergi toplamak için gönderilen askerî birliklere saldırdılar. Selahattin Paşa’nın aktardığı kadarıyla, yoksullar, isyanın hayat koşullarını iyileştireceğini umuyorlardı.

Millet meselesi de isyanda önemli bir rol oynuyordu. Bir Sudanlının mehdi olması, nihayetinde Sudan’ın yabancılar değil, Sudanlı biri tarafından yönetilecek olması, isyan bağlamında önemli bir role sahipti.

Sudanlı ağalar ve köle tüccarları, isyana düşmanca tavır takındılar. Mülkün ve toprağın eşit biçimde pay edileceğine dair vaatler ve vaazlar onların çıkarlarının aleyhineydi. Ama bir yandan da isyan güçlerini dikkate almak zorunda kaldılar. Bazen Mehdi’yi desteklermiş gibi göründüler, hatta bazıları, onunla uzlaşır veya malların eşit dağıtımını önlemek adına hareketle birlikte çalıştılar.

Kordofan halkının tamamı kısa bir süre sonra harekete katıldı. Avrupalıların ve Mısırlıların gönderdiği askerî birlikler mağlup edildi.

1881 güzünde Kordofan valisi olan Gigler, isyancıların üzerine Said Muhammed Paşa komutasında bir askerî birlik gönderdi. Ancak bu harekât amacına ulaşamadı. Yenilgi yaşayacağından korkan komutanı geri döndü.

Aralık 1881’de Faşoda valisi Raşid Bey, Kordofan’da konuşlanmış olan hareketin üzerine Alman Bergchoff’un komutasında başka bir birlik gönderdi. Bu harekât da yenilgiyle neticelendi.

Mart 1882’de Yusuf Paşa komutasındaki altı bin kişilik ordu Kordofan’a yola çıktı. Aynı yılın Haziran ayında bu ordu tümüyle yok edildi.

Eylül 1882’de mehdiciler, Kordofan’ın başkenti Ubeyd’i kuşattılar. Şehir 18 Şubat 1883’te düştü. Sonrasında Kordofan fethedildi. Bu noktadan sonra isyan, Sudan’ın tüm diğer bölgelerine yayıldı.

1883 mehdicilerin nihai zaferlerle tanıştığı bir yıldı. Aynı yılın bahar aylarında İngiliz general Hicks’in komutasında hareket eden İngiliz-Mısır kuvvetleri Kordofan’a geldi. Sekiz ay süren çatışmaların ardından bu ordu mağlup edildi. İsyancılar, bu savaş esnasında Hicks’e karşı toprağı ateşe verilmesi üzerine kurulu taktik türünden gelişkin yöntemlere başvurdular. 5 Kasım 1883’te Ubeyd’in kuzeyinde yaşanan savaşta Hicks’in o bitap düşmüş ordusu bozguna uğratıldı. Hicks öldürüldü. Bazı askerleri isyancılara katıldı. Hicks’in askerleri arasında bir yıl önce İngilizlere karşı savaşmış olan Arap ordusunda bulunmuş çok sayıda Mısırlı vardı. Ceza olarak bu askerler Sudan’a gönderildiler. Politik açıdan söz konusu güç, cezalandırma amaçlı operasyonlar için uygun değildi.

Ağustos 1883’te ayaklanma Kızıl Deniz kıyısındaki bölgeye ulaştı. Mehdiciler, burada General Baker’ın başında bulunduğu İngiliz-Mısır ordusunu birkaç savaşta mağlup ettiler. 1883 sonuna doğru Sudan’ın tüm şehirleri isyancıların eline geçti. Aralık 1883’te Darfur valisi Selahattin Paşa’nın direnişi epey uzun sürdü. 1884’ün başında Bahrü’l Gazal valisi Lupton teslim oldu. Artık Nil vadisindeki dar bir şerit dışında, batıdan doğuya tüm ülke mehdicilerin kontrolündeydi. Vadiye müdahale ve muhaberenin kesilmesi çok yüksek bir ihtimaldi.

Öte yandan, İngilizler başka bir hamle yaptılar. Ayaklanmanın hedefinde Mısır yönetimi olması sebebiyle Sudan’a bağımsızlık vermeyi ama öte yandan da Gordon’ı Sudan genel valisi atamayı kararlaştırdılar. Başka deyişle, İngilizlerin niyeti, Mehdi ile uzlaşmak ve onun desteğiyle Sudan’ı İngiliz sömürgesi olarak yönetmekti.

18 Şubat 1884’te Gordon ve yardımcısı Hartum’a geldi ve burada yeni politikayı yürürlüğe soktu. Sudan, artık Mısır’dan bağımsızdı. Mehdi de Kordofan sultanıydı. Ayrıca, Gordon tüm geçmiş borçları sildi, borçlarını ödeyemeyip hapse atılmış kişileri affetti. Vergilerini ödemediği için hapiste bulunan çok sayıda köylü serbest bırakıldı. Ama Mehdi, bu hamlelerdeki tuzağı gördü. Mehdiciler, Sudan’ın İngiliz kontrolüne girmesine izin vermediler ve Mart 1884’te Gordon’ın tekliflerine Hartum’u kuşatarak cevap verdiler.

1884 sonbaharında başında Mısır fatihi General Wolseley’nin bulunduğu yedi bin kişilik bir ordu Gordon’ı kurtarmak için yola çıktı ama Hartum’a bile varamadı. 23 Ocak 1885’te kuşatma altındaki Hartum’da direniş sona erdi ve mehdiciler tüm kenti ele geçirdiler. Saldırı esnasında Gordon ve tüm İngilizler öldürüldü. Wolseley ve ordusu, Mısır’a geri çekilmek zorunda kaldı. 1885’in geri kalan kısmında mehdiciler tüm Nil vadisini fethettiler.

Böylelikle dört yıl içerisinde (Dongola’nın kuzeyindeki küçük bir bölge ve Ekvator bölgesi hariç) tüm doğu Sudan’ın ele geçirilmesi üzerine mehdi devleti de kurulmuş oldu.

Mehdi Devletinin İç Sistemi

Mehdi Muhammed Ahmed, Hartum’un ele geçirilmesinden kısa bir süre sonra öldü. Liderlik, onun sağ kolu olan ve halife unvanını alan Abdullah’a geçti.

Bu yeni kurulan devlet, her şeye karşın on üç yıl yaşadı. 1898’de yıkılana dek bu devlet, varlığını düşmanları tarafından her yandan kuşatılmış, abluka altında tutulmuş hâlde sürdürdü. Askerî kampa benzeyen bu mehdi devletinin ana görevi, savunmayı örgütlemekti. Bu amaç doğrultusunda Halife Abdullah, ilkel silâhlardan oluşan bir cephanelik oluşturdu, atölyeler ve tersaneler inşa etti.

Abdullah, aynı zamanda Mısırlıların bıraktıkları gemileri tamir etti, hatta bir de matbaa kurdu. Ordunun örgütlenmesinde ve savaş endüstrisi sahasında tutsak alınmış olan Avrupalıların uzmanlıklarından faydalandı. Slatin, Romolo Gessi ve Lupton gibi Avrupalı isimleri emrinde çalıştırdı. Slatin, anılarında işleri nasıl ihmal ettiklerini, ne tür sabotaj yöntemlerine başvurduklarını, gemi tamiri işlerini nasıl savsakladıklarını, savaş malzemelerinin üretildiği atölyeleri nasıl işlemez hâle getirdiklerini anlatmaktadır.

Dört bir yanı düşmanla çevrili olan (koynunda yılanlar besleyen) devlet, hainlere karşı baskı yöntemine başvurdu.

İlk başta devlet, kimi demokratik özelliklere sahipti. Ordu, köylülerden, göçebelerden ve kölelerden oluşuyordu. Komutanların çoğu asil ailelerden gelmeyen erkeklerdi. Vergiler büyük ölçüde azaltıldı, memurlar ve görevliler genel anlamda züht hayatı yaşıyorlardı. Kadı, bir zanaatkârın eline geçen aylık ücrete tabiydi ve sadece kırk lira alıyordu. Diğer memurların maaşı ise yirmi ilâ otuz liraydı.

Mehdiciler, bireysel servete karşıydı ve evrensel eşitlikten yanaydı. Eşkıyalar ve hırsızlar, sert bir biçimde cezalandırılıyorlardı. Mehdi, müritlerine at binmeyi yasakladı. Gerçek müminlere yürümenin Allah’ı memnun edeceğini söylüyordu. Altının ve mücevheratın beytülmale teslim edilmesine dair emirler çıkartıldı. Beytülmal, Sudan’ın ekonomik hayatını denetleyen ana kurumdu. Düğünde sadece bir koyun kesilebilirdi. Dulken evlenene beş, değilken evlenene on lira başlık parası veriliyordu.

Eşitleyici girişimlerine ve demokratik eğilimlerine karşın temelde yapı itibarıyla köylü hareketi olan bu hareket, Sudan’daki mevcut feodal ilişkileri tasfiye etmedi. Birçok köylü hareketinde karşımıza çıkan karakteristik yapı ve kanunlar burada da etkisini gösterdi. Tarihte gördüğümüz köylü hareketleri, kendiliğinden geliştiği, net bir programa sahip olmadığı, amaçlara dair bir açık bir anlayıştan yoksun olduğu, dikkatle geliştirilmiş taktiklerle kuşanmış olmadığı için neticede yenildiler. Sudan’da köylü hareketi zafer kazandı, ama yok etmek için mücadele ettiği feodal ilişkileri tasfiye edemedi.

Sudan’daki mehdiciliğin bu yönünü Engels de açık bir dille ifade etmektedir.

Mehdiciliği Ortaçağ’da Afrika’da görülen dinî halk hareketleri ile birlikte ele alan Engels, bu hareketleri yoksul göçebelerle zengin şehirliler arasındaki çelişkiler üzerinden okumaktadır:

“Şehir insanı zengindir, lüks içinde yaşar ve şeriatı pek gözetmez. Yoksul, dolayısıyla ahlâk konusunda tutucu olan bedeviler ise bu zenginleri ve zevklerini hasetle ele alırlar. Bunlar, bir peygamberin veya bir mehdinin arkasında toplaşırlar, kâfirleri cezalandırırlar, ibadetin ve gerçek imanın yeniden hâkim olmasını sağlarlar, dönmelerin mallarına el koyarlar. Yüz yıl sonra bu insanlar, kendilerini dönmelerle aynı konumda bulurlar: iman yeniden dirilir, yeni bir mehdi gelir, oyun yeni baştan başlar. İspanya’daki Murâbıtlar ve Muvahhidlerden İngilizleri durdurmayı bilen, Hartum’daki son Mehdi’ye kadar yaşanan hep budur. […] Tüm bu hareketlerin zarfı dindir, ama mazrufunda ekonomik sebepler vardır. Ama bu hareketler, zafer kazansalar bile, eski ekonomik koşulların değişmesine imkân vermezler. Dolayısıyla, eski durum olduğu gibi kalır ve mevcut çatışma dönem dönem yinelenir.” [K. Marx ve F. Engels, On Religion, Moskova, 1966, s. 282.]

Mehdi devleti için de bu tespit geçerliydi. Orada da her şey eskisi gibiydi. Hareketin liderlerinin feodaliteye özgü bir yozlaşma yaşamasından önce yaklaşık bir yüz yıl geçti. Feodal yozlaşma, esasen daha Hartum’un fethinden beş yıl sonra başlamıştı. Züht hayatı yaşayan kadı, bir süre sonra çok sayıda kölenin ve geniş arazilerin sahibi bir isim hâline geldi. Mehdi devleti de köle sahipliğine son vermedi. Köle ticaretini sınırlamaya dönük kimi tedbirler alındı, hepsi o kadar. Erkek köle ticareti yasaklandı. Esir erkekler satılmaz, ama halife ve yardımcılarının evlerinde çalıştırılırlardı. Halife, mahkûmları bel bağladığı başka kabilelere köle olarak verirdi. Kadın köle ticareti devam etti. Bir kurum olarak köle sahipliği muhafaza edildi. Mehdiciler köleleri azat etmediler. Oysa birçok köle, özgürleşecekleri umuduyla mehdici harekete katılmıştı. Bu da sonuçta mehdi devletine karşı bir dizi köle ayaklanmasının yaşanmasına sebep oldu.

Ayaklanma esnasında mehdiciler, zafer kazanacakları birçok savaşın içine girdiler. Bu süreçte kabileler arası bağlılık, ahlâkî ve politik canlanma üzerinden arttı ama zafer sonrası ilişkilerde bozulmaya, ayrışmaya dair emareler görülmeye başlandı. Bazı kabileler, bilhassa Halife Abdullah’ın geldiği Kordofan’dakiler, imtiyazlı bir konuma sahip olurken, Mehdi Muhammed Ahmed’in mensubu olduğu, Nil vadisinde yaşayan kabilelerin durumu kötüleşti. Ganimetin önemli bir bölümü, Kordofan kabilelerine veriliyordu. Nil kabileleri bu durumdan memnun olmadılar ve imtiyazlı kabilelere karşı mücadele içerisine girdiler.

Kendilerini “şerif” olarak niteleyen Mehdi’nin akrabaları, Hartum’da isyan başlattılar. Bu, yozlaşmış feodal liderlere karşı demokratik unsurların harekete geçtiği bir ayaklanmaydı. Ayaklanmaya Nil vadisindeki kabilelerle birlikte marangozlar ve Nil Nehri’nde bulunan, Sudan’a ait gemilerde çalışan gemiciler de katıldı.

Kabilelerarası mücadelenin ve sınıf mücadelesinin zayıflattığı mehdi devleti, dış düşmanlarının da sürekli saldırılarına maruz kaldı.

Vladimir Borisoviç Lutski
1969
Kaynak

0 Yorum: