08 Ocak 2017

, ,

Özgür Dünya


Bugünkü politik ortamda herkes, 1936’da Mustafa Kemal’in ideolojiler üstü bir varlık hâline gelmesini emrettiği ordunun pirüpak konumuna esir edilmiştir. Bugün herkes, o saf ve pirüpak konum ile bireysel varlığı arasında bağ kuruyor, böylelikle sınıftan ve sınırdan kurtuluyor. Bir türlü gerçekleşmeyen darbenin beklentisiyle yaşıyor veya o orduya güvenle, ona sırtını yaslayarak konuşuyor. Oysa darbe olmuştur. Dolayısıyla her söz boştur.

Bugün 19 Ağustos 1978’de, İran’da bir sinemada çıkan yangınla ilgili isimsiz yazı, bu sebeple piyasaya sürülüyor. Yazı, İslamcıların bu eylemle insanları korkutup evlerine hapsettiklerini ve iktidara yerleştiğini söylüyor. Bir dizi yalanı sıralayanlar bu yazı aracılığıyla o yalanların doğruya dönüşeceğini düşünüyor olmalılar. 

Aylak kargalar dahi bu korkuluğa konuyorlar.[1] Eylemin uyuşturucu bağımlısı bir gence yaptırıldığı söyleniyor, bu gencin önceden din eğitimi aldığından ve o mollaların emriyle sinemayı yaktığından bahsediliyor. Ama o mollaların Şah’ın mollası olma ihtimali üzerinde hiç durulmuyor. Bu tip olaylara Taksim’de namaz kılma türünden, Türkiye’de de rastlamak mümkün. Hatta Kubilay Vakası’nda kendisini mehdi ilân eden adamın esrarkeş olduğu söyleniyor. Bu topraklar, bu tür hilelere aşina.

Bugün Kemalist tarihçiler de Menemen vakasının bir operasyon olduğunu kabul ediyorlar. Bu operasyon esas olarak Nakşibendi tarikatı ve onunla ilişkili güce çekiliyor. Operasyonu yürütenler, bilerek ve kasten, Teğmen Kubilay'ı kurban ediyorlar. Sonrasında vakayı bahane eden devlet, baskı aygıtı oluşunu herkese vura vura öğretiyor.

Bugün dolaşıma sokulan yazıda bahsi edilen sinema yangını konusunda başka tanıklıklar ortaya çıkıyor. Rex Sineması katliamı esnasında İran’da olan bir Amerikalı diplomatın kızı, yıllar sonra şunu yazıyor: “Birçoğumuz, bu saldırının İslamcı bağnazların işi olduğuna inansak da Şah’ın muhalefeti lanetlemek için bu zulmün altına imza atmış olması büyük olasılıktır.”[2]

Söz konusu Rex yazısını bilumum sol-sosyalist isim ve çevre dahi paylaşabiliyor, çünkü onlar, İran Devrimi’nde halkın ve devrimcilerin payından haberdar bile değildirler. O yazıda “en çok birliğimizi, kardeşliğimizi, bölünmezliğimizi, özgürlüğümüzü kaybetmekten korkmalıyız” denildiğine ve bu yazının altına imza atıldığına göre, bu birlik-kardeşlik harcına ilgili kesimler, demek ki kendilerini katmakta bir beis görmüyorlar.

Yakında Tahran’a düşecek bombaların akıtacağı kan, o solcuların eline, gömleğine bugünden bulaşmıştır. Çünkü Şah’ın rejiminin hilelerine, operasyonlarına bugün ortak olunmaktadır.

Sinemanın yakıldığı yer, refahın, orta sınıfın bol olduğu bir kenttir ve Şah karşıtı gösterilerin pek görülmediği bir yerdir. Abadan, Şah laikliğinin kalesi durumundadır. Devletin operasyonlarını bu gözlükle okumak gerekmektedir. Bu operasyon, elbette ki birilerini kendisine mecbur etmekle alakalıdır.

1963’teki toprak reformuna, emperyalizme ve burjuvalara fayda sağlayacağı konusunda ısrarla eleştiri yönelten kesimi susturmak için devlet, hamleler yapmak zorundadır. Bu da “elinizdeki birikimi bana borçlusunuz, bu mollalar onları çalacak” manipülasyonu ile gerçekleştirilmektedir.

Bugün de İslamî açıdan hangi gerekçeyle olursa olsun, emperyalist, Siyonist ve kapitalist tüm yönelimlere, gelişmelere doğal olarak karşı çıkartılan mızraklar, içeriden ve dışarıdan bir bir kırılıyorlar. Bunun ilerlemecilik adına sahiplenilir bir yanı yoktur. Çünkü “sinema yaktı o gericiler” dedikleri İran Devrimi, dünya sinema tarihine kalıcı bir çentik atmayı bilmiştir. Kültür bakanlığından, Euroimage, Soros fonlarından beslenen solcuların önce bu gerçeği düşünmesi gerekir.

Devrimdir bir şeyleri dağıtır, bir şeyleri toparlar. Zarfa değil mazrufa bakacaksak, bahsi geçen Rex yazısı, özü itibarıyla, karşı-devrimci bir yazıdır.

Lübnanlı devrimci Enis Nakkaş, bir röportajında “bize eğitim için Türkler de geldi İranlılar da. Siz yapamadınız devrimi, ama İranlılar yaptı” demektedir. Bu yapamamanın bedelidir ödenen.

Küçük burjuva şefler, kendi zaaflarını, eksiklerini ve yanlışlarını kamusallaştırmanın bir yolunu buluyorlar. İran’a dair söylenen her söz, o yüzden yalandır. Bunu hem politik hem de geleceğe projeksiyon açısından, İran’ın tasfiyesi bağlamında, görmek gerekmektedir.

Devrimden vazgeçmişliğin adı, geçmişe biat, pirüpak gerçeğe kul olmaktır. Artık bu tarz resimler paylaşılmakta, altına “anlayın artık Kemalist Türkiye’nin kıymetini” yazıları döşenmektedir. Bu lafları, 1935’te devlet bürokrasisinde çeviri, sanat vs. işleri bekleyen solun torunları söylemektedir. Sosyalizm, komünizm, ancak ilericiliğin bir simgesi, Özgür Dünya’ya layık olmanın bir alameti olarak anlam ifade etmektedir. Bu resimleri, Arin Mirkan resmi olan bir site bile paylaşmaktadır. Rex yazısı ile birlikte mesaj ve mesajın verildiği yer açıktır.

Bu açıdan bir dönem ABD stratejisi bağlamında Sovyetler’i tuzağa çekme açısından İslamcılara verilen destekten tuhaf sonuçlar çıkartmanın anlamı yoktur. “Nereden çıktı bu cihadcılar?” sorusunu soranlar, Reagan’ın İslamcılara, “sizler bizim kurucu babalarımızın ahlakî dengisiniz” dediğini aktarmaktadırlar.[3] Bu, geçmişte kalmış bir meseledir. Mesele, bugün Thatcher’ın ve Reagan’ın “Özgür Dünya’nın kalbi” dediği şey olmamaktır. Bugün kurucu babaların dengi olma yarışına girenler, bu gerçeği göz önünde bulundurmalıdırlar.

Özgür Dünyacılar, Türkiye’nin “AB’ye girdiğinin ilân edilip” havai fişekler patlatıldığı günlerde AB fonuna yakışan TKP kuranlardır. O fon hükmünü yitirince, “parti” de krize girmiştir. Olan budur. Bugün fon farklıdır ve iç tartışma, bununla ilgilidir: askerin hakiliği, o fona rengini çalmıştır. Oraya turuncu, kırmızı başka bir renk eklemeye çalışanlar, sırtlarını nereye dayadıklarını sorgulamak zorundadırlar.

Foti ve Yıldırım da Ayşe Hür gibi müesses nizama vurgu yapmakta, “Erdoğan-ordu ikiliği”ne işaret etmekte, asıl sorunun “birlik-bütünlüğü kim sağlayacak?” olduğunu söylemektedir.[4] İki yazar, Özgür Dünya’nın akademyasına sıcak gelecek kavramlarla boğdukları yazılarında, “bir teknokrat nasıl düşünür?” sorusuna cevap vermekte, ordunun doktrin merkezindeki bir subay gibi akıl yürütmekte, sınıfsız sınırsız bir birlik-bütünlük önkabülüyle kalem oynatmaktadır.

Oysa bu kadar taklaya gerek yoktur: zira herkes, Rex Sineması yazısı ve 1935 tarihli resimde görüldüğü üzere, birliğin-bütünlüğün adresini çoktan bulmuştur. Bu açıdan iki yazarın, “Kürd hareketi, Gezi dinamiği ve işçi hareketi arasındaki birleşme, Türkiye’nin otoriteryan gidişatını durduracak yegâne umuttur” demesine hacet yoktur.

Ayrıca bu teknokrat aklın bir karşılığı bulunmamaktadır. Soyut, pirüpak bir yerde durup, masanın üzerinde bulduğu malzemeden kitle çıkartmaya çalışmak, saçmalıktır. Sayılan üç dinamiğin içini kim oydu, aradaki bağları kim koparttı, politik ağırlığını kim hafifletti, asıl buralara bakmak gerekir. Bu, korkuluğa konmuş kargaların işi değildir. Onlar, günahlarını, suçlarını, hatalarını Neşet Baba gibi kendinde görecek bir hasletten yoksundurlar.

Eren Balkır
7 Ocak 2017

Dipnotlar:
[1] Ege E., “Sinema Rex ve Hatırlattıkları”, Aylak Karga.

[2] “1978: One Last Fling in Iran Before the Revolution”, 4 Şubat 2015, Guardian.

[3] Aytek Soner Alpan, “Nereden Çıktı Bu Cihat ve Cihatçılar”, 3 Ocak 2017, Sol.

[4] Foti Benlisoy ve Barış Yıldırım, “Turkey’s Fragile Bonapartism”, 6 Ocak 2017, Left East.

0 Yorum: