06 Kasım 2015

,

Sözümüz Meclisten Dışarı



TV’de bir paşa arz-ı endam ediyor. IŞİD’den dem vuruyor. Konuşması dâhilinde, asker kışlalarında uygulanan bir yöntemi anlatıyor. Kabaca aktarırsak, şuna benzer bir şeyler söylüyor: içi atık dolu çukura bir köpek leşi atılıyor, oradan türeyen bakteriler, kurtlar çukuru bir süre sonra temizliyor. Paşa, IŞİD’in bunu yaptığını iddia ediyor. Dolayısıyla, kendisinin de ülke denilen “çukur”u nasıl temizlediğini izah etmiş oluyor.

Askerin mantığının nasıl işlediğine dair bir hikâye bu. Kuru bir aklı, duru bir vizyonu, arı bir siyaseti anlatıyor. Asker için her şey bu şekilde işliyor. Bir meslek ideolojisi olarak siyaset mesleğiyle arasındaki mesafeyi bu yaklaşım tayin ediyor.

O, işçi-köylü-asker şuralarının muktedir olduğu kuzeyin, Sovyet Rusya’nın iradesine karşı kurulmuş bir ülkeyi savunuyor. O şuralara cevaben, tepkiyle, karşıt olarak kurulmuş bir meclisin temelini, belkemiğini, ruhunu teşkil ediyor. Hiç mi hiç vazgeçilmiyor. Liberal ya da muhafazakâr, tüm aklın, pratiğin pusulası onu gösteriyor. Tüm düşünce kuruluşları, içeride ya da dışarıda, Fethullahî veya Tayyibî, onunla iş tutmak zorunda. Fizikte, kimyada, biyolojide en ufak değişiklik, onun müdahalesine açık.

Türkiye’nin büyük milletinin meclisi, grevleri yasaklanan işçiyi, toprağı gasp edilen köylüyü, yaban ellere seferber edilen askeri kucaklamıyor, kucaklamamak için kuruluyor. Dolayısıyla bu kesimlerin iradesini, ruhunu kurutmak için varoluyor. O dönemin tüm fiziği, kimyası, biyolojisi, bugünü tayin ediyor. Bize bu üç gerçeğin izin verdiği, su üzerine çıkan köpükleriyle, rakamlarla uğraşmak düşüyor. Lenin’in “suyun yüzündeki köpüklere bakın, suyun dip akıntısını anlayın” önerisi unutuluyor.

Seçim sonrası tüm anket şirketleri “dip dalgayı göremedik” diyorlar. O anketleri şevkle takip edip, heyecanla paylaşan solcular, o “anket şirketi” denilen köpüğe aldanıp dip dalgadan uzaklıklarını gizliyorlar.

* * *

Kuruluş döneminin öfkesine bakan, ona örgütlenen bir isim İbrahim. Bugün “Kaypakkaya olamadık bari kaypak olalım” demek hiçbir çözüm üretmedi, üretmiyor. Emekçi halkın iradesini kurutan âlemde gezinmek riskler, tuzaklar barındırıyor. Bizi, pratiğimizi iki-üç kelle saymaya indirgemek, bu tuzaklardan en önemlisi.

Düne dek gününü iki kelle saymakla geçirenlerin şimdilerde “parlamento burjuvazinin ahırıdır” nağmelerini ciddiye almamak gerekiyor. Çünkü mücadele, kolektif manada belirli anlara neşter atıyor, vücut kan akışını durdurmak için pıhtılaşma sürecini devreye sokuyor. Bu kişiler küfr, örtü, kılıf işlevi görüyorlar, ifşanın, kara perdeleri yırtmanın iradesinden kaçışın adı oluyorlar.

Biz kelleleri sayarken, sayılarla uğraşırken, fizik-kimya-biyoloji değişiyor. Sayıların gizlediği bu. Pıhtılaşmanın görülmediği yer de burası. Bu noktada “aptal herif, 600 TL maaş alıyor, hâlâ AKP’ye oy veriyor” deniliyor. Böylece kendisinin maaşına göre oy kullandığını ikrar etmiş oluyor. Bir insanın yüzünü bile görmediği insanlar için mücadele edebilme, ortak değerleri adına yola yoldaş olma ihtimallerini defterinden siliyor. Burjuva siyaset pazarında kendisine ayrılan yüksek akıl veya temiz vicdan koltuğuna kurulmayı önemli zannediyor. “Gocuklu celebin kaldırdığı sopa” başka bir sürüye emir veriyor.

Pıhtılaşma, geleceği bugünde dondurarak da gerçekleşiyor. Geleceğe matuf tüm olgular bugündeki pıhtılaşmanın parçası hâline geliyorlar. Biri işçi kurultayı, biri devrim, biri de komün oluveriyor hemen. Kurultaya, devrime, komüne doğru akan kanı kendisinde, kendi varlığında pıhtılaştırıyor. Neşter anlamını, kıymetini yitiriyor. Akış, akışın içindeki damlaların sürekliliği hükmünü kaybediyor. Kaya, kaypaklıkla sertleşiyor.

* * *

Seçim sonrası herkes sokağa işaret ediyor. Sokaksa “boş gösteren” olarak iş görüyor. Tüm eksik ve zaafların kılıfı, sumeni, zarfı olarak devreye sokuluyor. Boş gösteren olarak sokağa, ya orayı boşaltmak için işaret ediliyor ya da zaten boş olduğu için. Meclisin fizikî, kimyevî ve biyolojik ağırlığı tayin edici oldukça sokak, o kalbe kan taşımaktan başka bir işe yaramıyor. Tüm yaşadığımız şiddet, kanımızı oraya akıtmak için tatbik ediliyor. Birilerine göre ülke denilen beden, kimyası ve fiziği ile kendisini koruyor, bize roller dağıtıyor.

Sözümüz meclisten dışarı elbette. Egemenlerin kuruluş momentinde tüm dinamiklerin kanını kurutmak, pıhtılaştırmak için kurduğu meclisin dışına bakmak gerek. Neşter atılan, kan akan yeri pıhtılaştıranlara karşı eleştirimizi esirgememiz gerekiyor. Başka ülke, devrimin vatanı Avrupa başkentlerinden ya da ABD düşünce kuruluşlarının gizli odalarından görülemiyor.

“Vatan sözcüğü köy meydanı demek” diyen aşağılayıcı-liberal dilden uzak durmak gerekiyor. Bu da ortak olana bakmayı zorunlu kılıyor. Dolayısıyla, MÜSİAD başkanı Erol Yarar’a “biz sen zengin olasın diye mücadele etmedik” demek bir neşter atmaksa, bu sözü TÜSİAD adına söyleyen insan hâline gelmek de pıhtılaşmadır. Eleştirinin neşteri buraya savrulmalı.

Devrimin vatanı için mücadele, “devrim olalım” laflarıyla yürümüyor. Maddesini yitiren efendilerin ruhuna, diyalektikten kaçan zalimlerin metafiziğine sığınıyor. Çukuru temizlemek için kullanılan köpek leşi olmaksa mücadeleye zerre katkı sunmuyor.

Eren Balkır
5 Kasım 2015

0 Yorum: