Bir yerde hapishane yıkılıyorsa, kıymetlidir. Bir
yerde mazluma savrulan küfür ve yumruk cevap buluyorsa, önemlidir. Kendi
mülkiyetine aldıkları ideolojik yükü merkeze yerleştirenlerin, kendilerini
oradan kuranların anlamadıkları budur.
Mesele özgürlük mücadelesi değil, mücadelenin
özgürleşmesidir. Özgürlük kolektifleşmeyle doğrudan ve dolaylı olarak
bağlantılıdır. Tarihsel devrimler, kişilikler, eylemler, sadece bu hakikatin
tecellisi olarak görülmelidirler.
İdeoloji, tek tek bireylerin bir araya gelişi
bağlamında ele alınmaktadır. Bu da "hakikati insana değil, insanı hakikate
göre değerlendirin” diyen Hz. Ali’nin tarikine aykırıdır. Tek tek kişileri ikna
edeceğim diye ideoloji kasan, laboratuvarda ideoloji damıtan öznelerin o
bireylere katabileceği bir şey yoktur.
İdeolojik kimliğe ve varlığa çok anlam yükleniyor.
Tüm tarih ve toplum, Marksizme aykırı biçimde, bu kimlik ve varlık üzerinden
okunuyor. AKP de bu şekilde eleştiriliyor. Partinin ideolojik varlığı ve
kimliği özgül, özel, kendinden menkul, kendinden mesul bir yere
yerleştiriliyor.
Sol, AKP’yi kendisi gibi ideolojik bir varlık
olarak görüyor. AKP "devleti ele geçirdikçe", sol da kendi “öteki
devlet”ine daha sıkı sarılıyor. İdeolojisiz, belkemiksiz devlet, gene
ideolojisiz, belkemiksiz bir siyaset koşulluyor.
* * *
Esasen 3 Kasım 2002’den beri AKP,
muhafazakâr-Müslüman halk kitlelerinin hapishanesidir. Bu kesimin tüm iradesi,
politik varlığı, söz konusu parti şahsında prangalanmıştır. Geçmişe ait
masallar, geleceğe dair yalanlar pranganın iki yanıdır. Zinciri devletin
elindedir. O halkın politik manada esir edilmesine sevinmek yerine, onu özgürleştirecek
adımlar atılmalıdır. Bu, mücadelenin özgürleşmesi sürecine mündemiçtir.
Devletle mücadele edenler, kendi ideolojik
varlığına ve kimliğine özel anlam ve değer yükledikçe, yüklemek zorunda
kaldıkça devleti de kendisininki gibi bir varlığa ve kimliğe indirgemektedir.
Devlet, solun zan ve vehimlerinin dışı, ötesi, aşkınıdır. Alt ve ara
kademelerde devletle aşık atanlara devletin ideolojik seyrinde rol kapma yarışı
düşmektedir.
Yarış dâhilinde sola devletin kurduğu
hapishanedeki mahkûmlara dayak atan gardiyanlık görevi kaldığı görülmelidir.
Ona AKP’yi İslam üzerinden dövmek düşmüştür. Gerilik, çirkinlik, cahillik,
“sandığa giderken beyninizi yanınıza alınız” türünden laflar, kadından,
balıktan, rakıdan anlamama eksikliği üzerinden geliştirilen eleştiriler, korkaklık
suçlamaları, koyun-sığır sürüsü yakıştırmaları, mızmızlığa dair atıflar… hep
birlikte devlet içredir, devlet içindir.
O hapishanenin kurulmasının nedeni 28 Şubat’tır.
Aslında o günlerde devlet nezdinde ortada korkulacak herhangi bir şey yoktur. Buna
karşın AKP’nin temelleri atılır. Gelinen noktadan bakıldığında bu, devletin
burjuvazi için daha kontrol edilebilir ülke tesis etme ihtiyacının bir
ürünüdür. Devlet, ideolojilerle sadece kontrol için ilgilenmektedir.
İdeolojisizliği ana ideolojisidir. Dolayısıyla “bunlar cahil, korkak, bunların
yeni bir ideoloji oluşturmaları mümkün değildir” demenin anlamı da yoktur.
Devletin yeni bir ideolojiye ihtiyacı bulunmamaktadır. Sadece varolan ideolojik
yükün dönemsel olarak uyarlanması kâfidir.
* * *
Solun AKP’yi kendisi gibi siyasî bir yapı, özel
bir özne görmesi, onun ortada olana karşı körleşmesine neden olmaktadır.
Amerikan hapishanesinin yıkılmasını umursamadığı gibi, AKP hapishanesinin
kapılarının kırılması ihtimalini de önemsememektedir. Dolayısıyla sol, AKP hapishanesinden
memnundur, devlete müteşekkirdir, onun sayesinde nefes aldığını düşünmektedir,
bu da AKP karşıtı mücadelesini her türlü temelden mahrum etmektedir.
Bu devlet, işgalin ilk yıllarında Aydın’da bir
hapishanenin kapısını kırıp içerideki mahkûmlardan müfreze kuran Çerkes Ethem’i
tasfiye eden devlettir. Etmek zorundadır, çünkü yeni devlet, o mahkûmları
geçmişte hapse atanlardır.
Solun hapishanenin yıkılmasından korkması mevcut
ilişkilerinin niteliğiyle alakalıdır. O, sadece kendisi gibi olana tahammül
edebilmektedir. Devlet nezdinde biçilen rol bu kadardır.
Genel manada devlet anlaşılmak isteniyorsa,
Osmanlı’nın dönüşümü dâhilinde devletin, sermayenin ve emperyalizmin çıkarları
doğrultusunda, neleri ve kimleri tasfiye ettiğine bakmak kâfidir.
Zulmün kolektifine karşı mazlumun kolektifini
çıkartmaksa mesele, tarihsel bağlamda tasfiyeye maruz kalan sosyalistin,
Kürd’ün ve Müslüman’ın kendinden menkul, özel bir anlamı yoktur. Önemli olan,
devlet denilen kolektif gücün teorik, ideolojik ve politik sonuçlarıyla
birlikte kendisini tüm tasfiye sürecine göre, ona nispetle kurmuş/oluşturmuş
olmasıdır.
Mazlumun kolektifinin
zalimin kolektifine gerekli insan ve fikir malzemesini temin etmesi, ona
öykünmesi, kendisini ona göre kurması anlamsızdır. Bölgesel ya da beynelmilel
mücadeleyle ilişki, Dünya’nın ve Ortadoğu’nun Türkiye’sinde devrim, anlam
katacak budur.
Eren Balkır
1 Kasım 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder