Yetmiş yıl önce, 2 Eylül’de, liderliğini Ho Chi
Minh’in yaptığı Vietminh Hanoi’de Demokratik Vietnam Cumhuriyeti Bağımsızlık
Deklarasyonu’nu yayınladı. O güne dek Ho Batı’nın pek bildiği bir isim değildi,
ama altmışlarla birlikte onun ismi, tüm dünyada göstericilerin attığı
sloganlarda yankılanmaya başlandı. Ho Chi Minh, Üçüncü Dünya’nın kolektif
iradesinin ve Amerikan emperyalizmine kafa tutma becerisinin bir sembolü hâline
geldi.
Nguyen-Ai-Quoc olarak bilinen Ho Chi Minh, eğitim
imkânından istifade etme imkânı buldu. Kendisinin ifadesiyle, “özgürlük,
eşitlik, kardeşlik” şiarını işitmesi üzerine Fransa’yı görmek istedi. Ancak
ülkedeki sömürge kanunu, Vietnamlıların ülkeyi terk etmesini yasaklamıştı.
Avrupa’ya gitmenin tek yolu, bir gemide iş bulmaktı. Ho, ilkin Londra, ardından
da Paris’e gitti.
Görebildiğimiz kadarıyla Nguyen, Fransa’ya varır
varmaz ilkin solcu sendikacılarla temas kurdu. Önce Pierre Monatte ve Alfred
Rosmer’in çıkarttığı devrimci sendika gazetesi La Vie ouvrière’in [“İşçilerin
Hayatı”] bürolarından birinde bulunan Librairie du travail’i [“Emek
Kitapçısı”] ziyaret etti. Monatte ve Rosmer, Birinci Dünya Savaşı’nın ilk
günlerinden beri tutarlı bir enternasyonalist tutum sergilemiş isimlerdi.
Ho, Fransız Sosyalist Partisi’ne [İşçi Enternasyonali
Fransa Seksiyonu –SFIO] katıldı. Örgüt o dönemde, Rus Devrimi sonrasında
kurulan Komünist Enternasyonal’e katılıp katılmama konusunda yoğun bir
tartışmaya tanık oluyordu.
SFIO, nihai karar için Aralık 1920’de Tours’da
toplantı gerçekleştirdi. Kongre, Komintern’e bağlanma ve Fransız Komünist
Partisi’ne [FKP] dönüşme kararı aldı. Komintern’deki Rus Bolşeviklerin
hâkimiyetine girmeyi istemeyen sosyalist bir azınlık örgütten koptu.
Nguyen, kongredeki konuşmasında vatanının nasıl zulme
uğradığından ve sömürüldüğünden, alkol ve afyon ile nasıl “zehirlendiğinden”
bahsetti. Ülkede hapishanelerin sayısı okulların sayısından fazlaydı ve basın
hürriyeti yoktu. Ho, partinin “tüm sömürgelerde sosyalizm propagandası yapması
gerektiği”ni söyledi ve konuşmasının sonunda şu isteğini dile getirdi:
“Yoldaşlar, bizi kurtarın!”
Ho’nun hitabı alkışlandı, ama bazı kişilerin de canını
sıktı. Konuşması iki kez kesildi. İlkinde Karl Marx’ın torunu Jean Longuet
kendi itibarını savunmak adına söze karıştı. Olayla ilgili yorumu şu şekildeydi:
“Ben yerlileri savunmak için müdahale etmiştim!” Kısa bir süre sonra ismi
bilinmeyen bir delege, Ho’nun konuşmasını kesince Ho “Sessizlik lütfen, sayın
parlamenterler!” demek zorunda kaldı.
Nguyen’in sözlerinin özel bir ağırlığı vardı, zira
partinin Komintern’e bağlanmasının bir koşulu da komünist partilerin “her bir
sömürgedeki kurtuluş hareketini sadece sözle değil eylemle de desteklemelerini,
sömürgelerdeki ‘kendi’ emperyalistlerinin hile ve desiselerini ifşa etmelerini,
emperyalistlerin bu sömürgelerden kovulmasını istemelerini, kendi ülkelerindeki
işçiler arasında sömürgelerdeki ve mazlum milletlerdeki emekçilere gerçek
manada kardeşçe bir tutum sergilenmesine ilişkin bir yaklaşımı telkin
etmelerini ve sömürge halklarına yönelik her türden zulme karşı kendi
ülkelerindeki askerleri arasında sistematik ajitasyon yürütmelerini gerekli
kılmakta”ydı.
FKP, yeni politikasını sömürgelerle ilgili çok sayıda
konuyla bağlantılı bir dizi yol üzerinden uygulamaya koymaya çalıştı.
1914-1918 arası dönemde Avrupa’daki savaşa
sömürgelerden dokuz yüz binin üzerinde insan taşındı. Bu sayının yarısı askerdi.
Askerlerinse en az iki yüz elli bini Kuzey Afrika’dandı. Hintçini’nden
[Kamboçya, Laos, Singapur, Tayland, Myanmar, Tayland ve Vietnam’ı kapsayan
bölge -çn] gelenlerin sayısı binleri buluyordu. FKP, Fransa’da yaşayan,
sömürgelerden gelen insanlar için bir örgüt kurdu. Union inter-coloniale (“UIC
Sömürgelerarası Birlik”) isimli bu örgüt, Nisan 1922’de Le Paria isimli
bir gazete çıkartmaya başladı. Gazetenin yayın yönetmeni Nguyen-Ai-Quoc’tu.
Le Paria düzensiz
yayınlanan bir gazeteydi. Parasal desteği yetersiz, dağıtımı epey düşük düzeydeydi.
Ancak buna rağmen gazete, küçük fakat anti-emperyalist mücadeleye kendisini
adamış bir grubu örgütlemeyi başardı. Bu isimler arasında Nguyen-Ai-Quoc’un
yanında, 1924’te partinin seçimlerde aday gösterdiği Cezayirli Abdulkadir
Haceli de vardı.
Abdulkadir, süreç içerisinde Hacı Ahmed Messali
isminde bir fabrika işçisini örgütledi. İkili, birlikte Cezayir’in
bağımsızlığını talep eden ilk örgüt olan Étoile Nord-Africaine’ı [“Kuzey
Afrika Yıldızı”] kurdu. Ellilerde bu örgütün bağrından FLN [Ulusal Kurtuluş
Cephesi] çıktı.
Le Paria [“Parya”]
İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yirmi yıl içerisinde Fransız siyasetine
hükmeden iki büyük ulusal kurtuluş savaşının tohumlarını ekti. 1922-1926 arası
dönemde otuz altı sayı çıkan gazete, genelde tek bir büyük yaprak olarak basılıyordu.
Gazetenin üst kısmında yer alan isminin solunda Arapça, sağında da Çince hâli
bulunuyordu.
Gazetenin esas olarak üzerinde durduğu husus,
Fransa’nın sömürgelere dayanan imparatorluğundaki durumdu. Nguyen-Ai-Quoc’un
tespitiyle, sömürge idaresinde “sadist memurların inanılması güç zulmü”ne tanık
olunmaktaydı. Yazar yazılarında, Fransa’nın sömürge pratiğindeki barbarlığın
karşısına cumhuriyetçi siyasete ait geleneksel tasviri çıkartıyordu.
Ho, Fransız Devrimi’nden beri Cumhuriyet’in kişileşmiş
hâli olarak görülen Marianne figürünü anımsattı ve şunları söyledi:
“O
kibar kadın imajıyla sunulan, özgürlük, adalet vb. gibi muhtelif formlarda
sembolize edilen medeniyet, hanımefendilere karşı nazik olmayı savunan
erkeklerce düzenlenmiş. Oysa bu medeniyet, o kadına en aşağılayıcı tarzda
muamele ediyor, ar namus bilmeksizin onun davranışlarına, mütevazılığına ve tüm
hayatına saldırıyor.”
Yazılarda diğer önemli bir konu da politik özgürlükler
mücadelesi, bilhassa basın hürriyetiydi. Bu bağlamda, Le Paria’ya
yazılar gönderilmesine mani olan posta hizmetlerine karşı bir eylem
gerçekleştirildi. Gazete bir dizi kampanya başlattı. Bunlardan birisi de
Vietnam’daki Nguyen Hanedanlığı imparatoru Khai Dinh’in protesto edilmesiydi.
Le Paria, sadece
sömürgelerde bağımsızlık talebini dile getirmekle yetindi. Gazetenin esas
olarak talep ettiği husus, sömürgelerdeki baskıların ve zulmün son bulması ve
sömürgelerdeki halkların Fransız yurttaşları ile eşit haklara sahip olmasıydı.
Bu amaç doğrultusunda gazete, Hintçini ile Avrupa’daki
emekçi sınıfların birliğini talep etti. Mayıs 1922’de FKP’nin günlük yayın
organı L’Humanité için kaleme aldığı yazıda Nguyen-Ai-Quoc, Fransa’daki
ve sömürgelerdeki işçiler arasında varolan cehaletin ve önyargıların
derinliğine işaret etti.
Lenin’in merkez ülkelerdeki işçilerin sömürge
uluslardaki mücadelelere yardım etmesi gerektiğine dair sözlerini
alıntıladıktan sonra Ho Chi Minh şunları söyledi: “Maalesef ortalıkta hâlâ
sömürgeyi güneşin battığı, her yanın kumla dolu olduğu bir ülke zanneden çok
sayıda militan mevcut. Bunlara göre, sömürgelerde birkaç yeşil hindistancevizi
ağacı ve birkaç beyaz olmayan insan var, hepsi bu.”
Ho Chi Minh’e göre, sömürgelerdeki birçok insan da
Bolşevizm fikrini reddetmekte ya da kendilerini sadece milliyetçilikle tanımlıyordu.
Eğitim konusunda bu insanların komünizmin ne anlama geldiğini anlamaları gerekiyordu
ama bu insanlar komünizmin kurulduğu noktada nelerle karşılaşacakları ile pek
ilgilenmiyorlardı: “Bunlar, tıpkı şu masaldaki köpek gibi, tasmalarını takıp
kemiklerini dişlemekle yetiniyorlar.”
Ho buradan şu tespiti yaptı:
“İki
ayrı proletaryanın bu ortak cehaletinden söz konusu önyargılar doğmaktadır.
Fransız işçiye göre yerli aşağılık bir varlıktır, önemsizdir, anlama
becerisinden yoksundur, hatta eyleme geçmeyi bile becerememektedir. Yerliye
göre ise kim olursa olsun, Fransız, aşağılık bir sömürücüdür. Emperyalizm ve
kapitalizm karşılıklı güvensizlikten istifade etmekte, propagandayı karalamak
için suni ırka dayalı hiyerarşiden faydalanmakta ve birleşmeleri gereken
güçleri bölmektedir.”
Ardından şu sonuca ulaştı:
“Söz
konusu güçlükler karşısında parti ne yapmalı? Bu güçlükleri aşmak için
propagandayı yoğunlaştırmalıdır.”
Bu tespitler üzerinden, Le Paria Fransa’daki ve
sömürgelerdeki işçilerin birleştirilmesi talebinde bulundu. Ağustos 1922’de
kaleme alınan “Sömürge Halklarına Çağrı”da şunlar söylendi:
“Kapitalizm
ve emperyalizm karşısında hepimizin çıkarları birdir; Karl Marx’ın ifadesini
hatırlayalım: Tüm ülkelerin işçileri, birleşin.”
Gazetenin bir sonraki sayısında Max
Clainville-Bloncourt şunları söylüyordu:
“Sömürgelerdeki
kardeşlerimiz, Avrupa’da politik iktidarın emekçi kitlelerce fethedilmesi
dışında kurtuluşun mümkün olmadığını anlamak zorundasınız.”
Bu mesaj, tüm sömürgelere ulaştı. İlk baskı bin adetti.
Sonra bu sayı üç bine çıkartıldı. Gazetelerin önemli bir kısmı sömürgelere gönderildi;
iki bin nüshanın beş yüzü Fransa’da kalırken, Madagaskar’a beş yüz, Benin’e
dört yüz, Mağrib’e iki yüz, Okyanusya’ya yüz, Hintçini’ne ise iki yüz adet
ulaştırıldı.
Dağıtım gizli yapıldığından ve nüshalar sıklıkla
devletin eline geçtiğinden, gazetenin pratikte ne kadar yaygın dağıtıldığı
bilinmiyor. Ancak Le Paria’nın mücadeleye coşkuyla bağlı bir ekibin
oluşumuna katkı yaptığı açık. Bu ekip, FKP üyeleri arasındaki yaygın
ilgisizliğe rağmen, gazetenin faaliyetlerini sürdürdü.
Le Paria, Eylül
1925’te yayınına ara verdi, son sayısı da Nisan 1926’da çıktı. Parti
içerisindeki sömürge halklarına mensup küçük grupla bürokratik aygıt arasındaki
çatışma yoğunlaştı. Gazete çalışmasına katılan ekip dağıtıldı.
Nguyen-Ai-Quoc/Ho Chi Minh, 1923’te Moskova’ya gitti, hâkim Stalinist, resmi
çizgiyi benimsedi.
Enternasyonalizm Faaliyetlerindeki Azalma
Le Paria,
etrafında toplaşan küçük öncü birliği besleyen proleter enternasyonalizm ruhu
Ho Chi Minh ile birlikte kayboldu, Fransız solunun emperyalizmle kurduğu
eşitsiz ilişki galebe çaldı.
Bunun en net biçimde görüldüğü yer, Güneybatı
Asya’dır. Ekim 1887’de Çin-Fransa Savaşı sonrası Fransız Hintçini kuruldu.
Sömürgeleştirme sürecinin mimarlarından birisi de 1885’e dek başbakanlık yapan
Jules Ferry’ydi. Bariz biçimde ırkçı olan Ferry, 1885’te Ulusal Meclis’te
şunları söyleyen kişiydi:
“Üstün
ırkların aşağı ırkları medenileştirmek gibi bir görevi bulunduğunu açık
yüreklilikle ifade etmemiz gerekmektedir.”
Ferry’nin en önemli başarısı, Fransa’da ücretsiz,
zorunlu ve seküler bir eğitimi tesis etmesiydi. Bu mirasa genelde sol sahip
çıksa da esasında Ferry’nin bu girişimi emperyalist arzuların bir parçasıydı.
Eğer Fransa büyük bir emperyalist güç olacaksa, büyük bölümü köylülerden
oluşacak bir orduya ve ulusal kimlikle ilgili güçlü bir hissiyata ihtiyaç
duyacaktı.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Hintçini, 1940’ta
Japonya ile anlaşma imzalamış olan, Almanya yanlısı Vichy rejiminin kontrol
ettiği Fransız sömürge idaresince yönetiliyordu. 1945’te Japonya bu toprakları
işgal etti. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan sonra Japonya hemen
teslim oldu. Bu, Müttefik Kuvvetler’i şaşırtan bir gelişmeydi; onlar, savaşın
1946’ya dek sürmesini bekliyorlardı.
Esasında Vietnam’ı ilk işgal eden Fransa değil,
Britanya’ydı. O dönemde Britanya’da İşçi Partisi iktidardı. Temmuz 1945’teki
Potsdam Konferansı’nda Çin güçlerinin Hintçini’nin kuzey kısmını, Britanya
birliklerinin de güneyi kısmını işgal etmesi öngörülüyordu.
Dört yıl süren işgal sürecinden kurtulmaya çalışan
Fransa, silâhlı kuvvetlerini yeniden organize etmek için zamana muhtaçtı.
Fransız birlikleri, Ekim ayında Hintçini’ni (gemilerle) terk etmeye başladı.
Britanya kuvvetleri ise kısa süre önce mağlup edilen Japon birliklerini
kullanarak, Fransa’nın sömürgesini geri elde etmesini güvence altına almak için
müdahale etti.
1945’teki geçici hükümetin başındaki isim olan Charles
de Gaulle, Dördüncü Cumhuriyet’in kurulduğunu ilân ettiği konuşmasında, savaş
sonrası oluşan ivmeden şu şekilde bahsediyordu:
“Limanlarımız
yeniden açılıyor. Tarlalarımız sürülüyor. Tüm enkaz kaldırılıyor. Ülkeyi terk
etmiş olan insanların neredeyse tamamı geri döndü. İmparatorluğumuzu geri
kazanıyoruz. Ren Nehri boyunca yeniden kuruyoruz ülkemizi. Dünyada
kaybettiğimiz yerleri geri alıyoruz.”
Hükümette hâkim olan solcu partiler, komünistler,
sosyalistler ve Hristiyan demokratlar, Gaulle’ün emperyalizmle ilgili teşvik
edici sözlerine dair bir muhalefet içerisinde görünmemektedirler. Esasında
1947’de savaş tüm yönleriyle patlak verene dek komünist bakanlar kabinedeki
disipline saygı gösterir ve savaş kredileri lehine oy kullanırdı (kimi zaman
komünistler bu konularla ilgili oylamalarda muhalefetlerini çekimser kalarak
göstermişlerdi.)
1946’da Fransa’yı ziyaret eden bir Hintçini delegesi,
komünist parti lideri Maurice Thorez’le yaptığı toplantıya ilişkin şunları söylüyor:
“Thorez
partisinin Hintçini’nde Fransız mevzilerinin sökülüp atılması konusunda
kullanılacak potansiyel güç olmak gibi bir niyeti bulunmadığını ve Fransız
Birliği’nin tüm burçlarında Fransız bayrağının dalgalandığını görme hususunda
çok istekli olduğunu söyledi.”
İmparatorluğun korunması konusunda hevesli olan diğer
bir parti de Sosyalist Parti’ydi. Savaş gazisi olan lideri Léon Blum,
Vietnam’ın “Fransız Birliği içinde özgür bir devlet” olarak tanınması formülünü
destekliyor, ama bu desteği emperyalizmle ilgili retoriğe benzer bir söylemle
gerekçelendiriyordu:
“Hintçini’ni
korumanın tek bir yolu var, o da medeniyetimize ait prestiji, politik ve manevi
nüfuzumuzu sürdürmek, ayrıca meşru maddî çıkarlarımızı korumak ve bunları da
bağımsızlık temelinde imza edilmiş samimi bir anlaşma temelinde yapmaktır.”
1946’da Hintçini Savaşı patlak verdiğinde başbakan
Blum’du. Savaşın kısmî nedeni, onun Fransa’daki askerî liderliğin savaşı
kaçınılmaz görmesine karşı çıkamamış olmasıydı.
Hintçini’nin yeniden sömürgeleştirilmesine sadece
küçük birkaç solcu akım karşı çıktı. 22 Aralık 1945’te bağımsız solcu gazete Franc-Tireur
[“Keskin Nişancı”] Fransa’nın dış politikasına saldıran bir yazı yayımladı.
Yazıda Nazilerin Fransa’yı işgal ettiği dönemde gerçekleştirdikleri en kötü
mezalimlerden biri olan Oradour Katliamı ile Hintçini’ndeki Fransızların
yaptıklarını kıyaslayan, bir Fransız askerine ait mektuba yer veriliyordu.
Fransız İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına karşı
çıkma konusunda Fransız solunun gösterdiği başarısızlık bir dizi etkenin sonucuydu.
Bu etkenlerden biri de Komünist Parti’nin Rusya’ya sadakatiydi. Parti, o
dönemde Batı emperyalizmine karşı çıkarak bindiği dalı kesmek istemiyordu.
Ama asıl etken, Fransa’daki politik düşünceyi,
bilhassa solu hükmü altında tutan cumhuriyetçi gelenekti. Bu fikriyat üzerinden
Fransa’nın ilerici bir rol oynadığına hükmediliyor, onun nispeten daha cahil
bölgelere aydınlanma ve medeniyet götürdüğüne inanılıyor, ülkenin
“medenileştirme misyonu”nu ifa ettiği söyleniyordu.
Genel kanaate göre, sömürge dünyasında yaşayanlar,
Fransız Cumhuriyeti’nin birer yurttaşı olmaktan başka bir şey olmayı isteyemezlerdi,
hatta istememelilerdi. Aynı yaklaşımı, Hindistan’ın bağımsızlığını kabul eden,
savaş sonrası dönem kurulan İşçi Partisi hükümetinin nispeten daha pragmatik
yaklaşımı ile kıyaslamak ilginç çıkarımlara yol açabilir; Fransa ise uzun
soluklu ve şiddetli bağımsızlık mücadeleleri üzerinden sökülüp atılana dek
Hintçini’ne ve Cezayir’e pençelerini geçirmeyi sürdürdü.
Hikâyenin geri kalan kısmı herkesin malumu. Fransa,
1954’teki Dien Bien Phu Savaşı’nda yaşadığı son mağlubiyete dek Hintçini’ni
elinde tutmak için savaştı. Vietnam bölündü, Amerikalıların ülkeye müdahalesi
ve Güney Vietnam’a arka çıkması başka bir savaşa yol açtı. Otuz yılın ve iki
milyon civarında insanın ölümünün ardından 1975’te Vietnam bağımsızlığına
ulaştı.
Her şey daha farklı olabilir miydi? Bu tarz
spekülasyonlarda bulunmak her daim güç bir iştir, ancak eğer Fransız solu,
1945’te yirmilerin başında genç Ho Chi Minh’in uğruna mücadele ettiği gerçek
enternasyonalist ilkelere sadık kalmış olsaydı, tarih nispeten daha az trajik,
daha az acı yüklü bir seyre sahip olabilirdi.
Ian Birchall
30 Eylül 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder