Komünistler ve Polisler:
Henning Mankell’in Suç Romancılığının Radikal Kökleri
Kurt Wallander isimli
dedektif romanları ile tanınan radikal İsveçli yazar Henning Mankell 5 Ekim
2015’te vefat etti.
Mankell, Ejderha Dövmeli Kız romanının yazarı
Stieg Larsson ile birlikte “İskandinavya’ya özgü suç romancılığı” türüyle
meşgul olmuş bir yazardı.
“Köprü” [The Bridge] ve “Cinayet” [The
Killing] gibi polisiye romanları yanında, kitapları üzerinden çekilen
televizyon dizileri bu türün popüler hâle gelmesini sağladı. Bu tür dâhilinde
polisler yozlaşmış bir sistemle çatışma içine sokulmakta ve toplumun
“karanlıkta kalmış yüreğini” söküp çıkartmaktadır.
İskandinavya’da her sahne sanki suç romanları için
kurulmuş gibidir. Eleştirmenler, uzun karanlık gecelerin başı belâdan kurtulmak
bilmeyen roman kahramanlarını temsil ettiğine dair görüşler bildirmeye
bayılırlar.
Kurt Wallander bunun
somut bir örneğidir. O, zorunlu bir ayrılığın ardından karısından boşanmış bir
alkoliktir. Ayrıca kızıyla ilişkileri de sorunludur.
Romandaki karakterlerin birçoğu kuralları kabul
edemediklerinden, hakikati su yüzüne çıkartan bir tür sosyopat kişiliktir.
Ama esasında bizi yakalayan, romandaki karamsar hava
değil, sunduğu toplum eleştirisidir. Sahneler karanlıktır ve işlenen suçlar
seyirciye yönelik bir tür psikolojik saldırı gibidir.
Mankell’in ilk Wallender romanı “Meçhul
Katiller”de [Faceless Killers], çiftçi Johannes Lovgren işkenceye maruz
kalır, ailesine ait köyden uzak çiftliğinde ölür. Karısı Maria ise dövülür ve
boynundaki ilmikle ölü bulunur.
Kitap, seksenlerde ve doksanlarda “liberal” ve “açık”
olduğu varsayılan bir toplumda giderek yükselen ırkçılığa odaklanmaktadır.
Birçok kişi cinayetlerden mülteci kampında kalan “yabancılar”ı suçlar.
Sonrasında kamp ateşe verilir.
Wallander ne liberal ne de sağcıdır. O, ülkeye gelen
mültecilerin sayısından şikâyet edip durmaktadır.
Yan hikâyede ise genç bir mülteci tarlada kendisini
ateşe verip intihar eder.
Wallander’in sorgusu kadının korkunç ölümü ile papaz
cinayeti ve İsveç yönetici sınıfının üst kesiminde dönen kaçakçılık işleri
arasında bağ kurar.
“İskandinavya’ya özgü suç romancılığı” esas olarak şu
soru üzerine kuruludur: “İsveç toplumunda yanlış giden nedir?”
Dünyanın önemli bir kısmı için İsveç, II. Dünya
Savaşı’nı takip eden yıllarda ütopik bir topluma kavuşmuş görünmektedir.
Ülkedeki solcu “sosyal demokrat” yönetimler halka
liberal sosyalizmin faydalarını ve güçlü bir refah devleti takdim etmektedir.
Yürüyüş
Ama sonrasında yazarlık yapmaya başlamış olan Marksist
gazeteciler Maj Sjowall ve Per Wahloo’ya göre, İsveç sosyalizme doğru
ilerlememektedir.
Aksine ülke kapitalizm kâbusunun içine gömülmektedir,
sıradan insanlar yozlaşmış sosyal demokratik bütüncül yapının içinde unutulup
gitmişlerdir.
Sjowall ve Wahloo, ABD’li yazar Ed McBain’in polisin
uyguladığı adli işlem tarzı üzerine kurulu “87’inci Bölge” [87th Precinct]
isimli romanlarını Marksizmle birleştirir. Böylelikle Stockholm polis müfettişi
Martin Beck ve ekibinin hikâyesini kurgular.
On kitaplık seri, sömürü ve zulümle yüklü bir toplumu
kendi karmaşık yapısı dâhilinde ifşa etmektedir.
İlk kitap Roseanna’da bir adam, ABD’li turist
Roseanna McGraw’u taciz edip öldürür.
Suçlu bir operasyonda yakalanır, ama süreç dâhilinde
bir kadın polis memuru saldırıya uğrar. Beck taktikler konusunda şüphelidir.
Sekizinci roman, “Kilitli Oda” [The Locked Room]
toplumla ilgili sert yorumlarla doludur.
“Gerçek
şu ki refah devleti denilen bu devlet eriyip gidene ve o fare deliği kadar
evlerde ölene dek zerre ilgi görmeyen, en iyi hâliyle ancak eroinle hayatta
kalabilen, hasta, fakir ve yalnız insanlarla doludur.”
Sonraki kitaplarda gerçek suçluların sosyal
demokratlar olduğu daha net görülmektedir.
Seksenlerde sosyal demokrasinin ışığının sönmesiyle
birlikte mültecilere karşı yükselen ırkçılık liberal İsveç balonunu
patlatmıştır.
Mankell de Wallender’i ilkin bu dönemde kaleme
alır. Roman ilkin 1991’de yayınlanır.
Kendisi de politik eylemci olan Mankell’e göre,
ırkçılık “suç teşkil eden gerçek bir fiil”dir.
“İskandinavya’ya özgü suç romancılığı”na ait
romanların kahramanları olan dedektifler sevimli kişilikler gibi görünürler.
Ama çoğunlukla bu kişiler gerçekçidir ve üst düzey bir polisten beklenecek tüm
yobazlıklara da sahiptirler.
O suçlu, eşitsizlik ve zulüm toplumunun üzerindeki
örtüyü kaldırmak için başvurduğu yenilikçi yöntemiyle bu roman türü bizim
ilgimizi çekmeye devam edecek.
Tomáš Tengely-Evans
13 Ekim 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder