Anarşistlerin
Pratiğinde Aydın Düşmanlığı
Tarihçi
Richard Hofstadter Amerikan Hayatında Aydın Düşmanlığı isimli kitabında,
Amerikan siyasetinde sıradan insanlarla bağını kopartmış elitler olarak görülen
aydınlara hakaret etme eğiliminin izlerini sürüyordu:
“Akla karşı öne sürülen
görüşün temelini kurgusal, tümüyle soyut çelişkiler teşkil ediyor. Akıl, onun bir
biçimde sıcak duyguyla uyuşmadığı tespiti üzerinden, duygunun karşısına
çıkartılıyor. Yaygın kanaat uyarınca aklın kolayca tilkiliğe veya şeytanîliğe
dönüşeceği düşünülen saf zekilikten yana olduğuna inanıldığı için o, karakterin
karşısına konuluyor. Teori, pratiğe karşıt bir şey olarak ele alındığından,
‘saf’ teorik zihne fazla saygı duyulmadığından, akılla pratiklik karşı karşıya
getiriliyor. Aklın karşı karşıya getirildiği diğer bir başlık da demokrasi.
Çünkü aklın eşitlikçiliği küçümseyen, bir ayrıştırma biçimi olduğu
düşünülüyor.”[1]
Hofstadter’a
göre, gerici ve popülist politik programlar, amaçlarına ulaşmak adına bu söylem
düzeyinde başvurulan taktikleri ustalıkla devreye sokuyorlardı.
Yeni
anarşistler de aydınları yermekten geri durmuyorlar. Onlara göre bir olguyu
anlama ve değerlendirme çabası, tutkulardaki bütünlüğe halel getiriyor:
“Akademik söylem, çığlığa
alan açmıyor. Hatta daha fazlası var: akademik çalışmalar, çığlığımızı ifade
etmemizi güçleştiren bir dili ve düşünme tarzını üretiyorlar.”[2]
Yeni
anarşizm, kendisini sosyal bilim temelli izahata yaslayamaz. Onun kategorileri,
kelimelerle ifade edilemez. Örneğin protestolarda kukla kullanımı ile ilgili
açıklaması dâhilinde Graeber bize şunları söylüyor:
“Nihayetinde burada kutsal
olan şey, yaratıcılığın ve hayal gücünün o saf kudreti, daha net bir ifadeyle,
hayal gücünü gerçeğe taşıma kudreti.”[3]
Bu
tür eylemleri anlama çabası, onlardaki hakikilikten kopmayı beraberinde
getiriyor. Hayal gücü de yaratıcılık da kendi “kudret”ine sahip, burada mesele,
o kudreti eylem hâlindeyken gözlemleyebilmek.
Aydın,
yeni anarşistlerin yürüttükleri çalışmalar için bir tehdit. Sosyal bilimler
temelli veya normatif sorular sormak, sadece yeni anarşistlerin çalışmalarına
bir sır gibi kapladıkları efsanenin çatlamasına katkıda bulunur. Dolayısıyla
aydının soğuk, duygusuz ve kayıtsız biri olarak tasvir edilmesi gerekir.[4] Yeni
anarşistlerin tüm argümanlarında olduğu gibi bu tespitte de bir haklılık payı
vardır. Nesnellik iddialarını sorgulamak için her zaman sağlam bir zemin
bulunabilir.
Max
Weber, “rasyonalitenin demir kafesi”nin sonuçları konusunda yaptığı uyarılar
haklı uyarılardı. Fakat burada sorun, yeni anarşistlerin belirli bir iddianın
savunulur olup olmadığına yönelik herhangi bir itirazda bulunmak veya ona karşı
koymak yerine, sosyal bilimler denilen disiplini tümden çöpe atmaları.
Scott,
tam da bu yaklaşım üzerinden, “elit olmayan insanların failliğine yönelik temel
saygıya sadece devletler değil, sosyal bilimlere ait uygulamalar da ihanet
etmiştir” diyor. Bu yaklaşım, ayrıca sosyal bilimcilerin devletle ve otoriteyle
suç ortaklığı yaptığına inanıyor, çünkü sosyal bilimlerin mevcut pratiğinin
“hem devletin rutinleriyle hem de sol otoritenin elit olmayan halkı ve
‘kitleler’i sosyoekonomik özelliklerine ait birer rakam olarak gördüğünü,
alınan kalorilerin, nakit paranın, tüketim alışkanlıklarının, çalışma
rutinlerinin ve geçmişteki oy kullanma davranışlarının vektör toplamı olarak
ele alındığını, ihtiyaçları ve dünya görüşlerini bu rakamlar uyarınca
değerlendirdiğini düşünüyor.”[5] Bu anlayışa göre sosyal bilimler, sadece
homojenleştirme süreçlerine hizmet ediyor ve “ayaktakımı”nı her daim hor
görüyor. Sosyal bilimler, bir tür baskı pratiği olarak icra ediliyor.
Holloway’in Foucault’yu anımsatan açıklamasında dile getirdiği biçimiyle,
“Tanım yapmak, boyun eğdirmektir. Bir özne, ancak ona boyun eğdirdiğiniz vakit
tanımlanabilir.”[6]
Yeni
anarşistlerin ağzından düşürmediği insandaki kendiliğindenlik ve fetiş hâline
getirdiği alternatif imkânlar, ancak sosyal bilimcilerce, genel anlamda
aydınlarca eleştirilmediği takdirde, sonuç üretecektir. Yeni anarşistler, sanki
doğası gereği elitist oldukları gerekçesiyle hor gördükleri aydınlar böyle
olmasalar, kendilerini ve iddialarını incelemeye ve değerlendirme pratiğine
açık hâline getireceklermiş gibi konuşuyorlar. Oysa böylesi bir durum, kendi
akademik çalışmalarında bu türden tartışmalar içine girmiş olan Scott için bile
geçerli değil. Daha önce de dile getirdiğim üzere, Scott, Graeber ve Sitrin’in
mensup olduğu anarşist aktivizm alanında durmuyor.
Graeber
ve Sitrin’in kaleme aldıkları etnografi çalışmalarındaki üslupçuluğun en
çarpıcı özelliklerinden birisi de bu çalışmaların büyük ölçüde günlüklerde
gördüğümüz kayıtların ve gündelik olaylara dair notların eşlik ettiği, sayfalar
dolusu söyleşilerden oluşuyor olmasıdır. Burada bir yönteme rastlanmaz. Ne
Graeber’ın Doğrudan Eylem: Bir Etnografya Metni isimli kitabı ne de
Sitrin’in Yataycılık: Arjantin’de Halk İktidarının Sesleri kitabı,
söyleşi yaptığı kişileri nasıl seçtiğine dair bir izahatı içermektedir. Aynı
durum, Wall Street’i İşgal Et eylemlerine katılanlarla yapılan söyleşilerin
derlendiği çalışmalar için de söz konusudur.
Ele
aldıkları olgular konusunda okura belirli bir görüş kazandıramadıkları için bu
türden yaklaşımların sorumsuz oldukları sonucuna ulaşabiliriz. Ama aynı zamanda
bu yaklaşımlar, Hofstadter’in Amerikan siyasetini sürekli yoldan çıkarttığını
söylediği popülizme sempatiyle yaklaştıkları için de tehlikelidirler. Burada
politik olguları anlama çabası, anekdotlarla sınırlı tutulur. Duygulardaki
hakikilik bir kez daha imtiyazlı bir mertebeye yükseltilir, ama bu sefer olan,
analiz pratiğine olur.
Graeber
ve Sitrin, zaten konuştukları kişilerin ne söylemek zorunda olduklarını
bilmektedir. Buna karşılık bu iki ismin olayların haberini yapan muhabirler
olarak pek güvenilemeyecek kişiler olduklarını görmek gerekmektedir, zira ikisi
de tarif ettikleri hareketleri hem gözlemlemekte hem de onlara katılım
göstermektedir. Bu hareketlere yönelik savunularını teorik iddialar temelinde
ortaya koymuş olsalardı, sorun olmazdı. Ama iki isim de kendi politikalarını empirik
temelde, yani bu hareketler ve onların pratikte yürüttükleri örgütsel çalışma
zemininde savunmaktadır. Dolayısıyla elimizde sadece Sitrin ile Graeber’ın o politikaya
dair ifadeleri kalmaktadır.
Ne
Sağ Ne Sol
Yeni
anarşistler, solun diğer akımları gibi günümüze ait sorunların birçoğuna
karşılık verme eğilimi içerisinde olsalar da bu geleneğe mensup kişiler,
genelde kendilerini solcu ya da sağcı olarak tanımlamaktan uzak duruyorlar.
Sağ-sol ayrımını aşma iddialarının yol açtığı sonuçları tartışan Norberto
Bobbio’nun tespitine göre, “Politik tartışmalarda herkesi kucaklayan ortayolcu
tutum, genelde üçüncü yol, başka bir ifadeyle, sağın ve solun siyasetini aşan başka
bir şey olarak takdim ediliyor. […] Teoride iki uç arasındaki uzlaşma olduğunu
iddia etmese de bu tutumun sahipleri, her iki ucu da aştıklarını, dolayısıyla
onları hem kabul edip hem de geride bıraktıklarını söylüyorlar.”[7]
Yeni
anarşistlere göre, eleştirinin meselesi belirli bir politik ideolojiye karşı
olmak değildir. Yeni anarşistler, başka alternatifler adına ideolojiyi “aşmaya”
çalışırlar. Onların asıl düşmanları ekonomi, devlet, temsili hükümet gibi
kurumlardır. Neoliberalizme pek atıfta bulunmayan anarşistlerin çok küçük bir
kısmı politik ideolojilerden ve onların kurumların biçimlenmesindeki
etkilerinden dem vururlar. Kullandıkları dil, esas olarak popülist ve “herkesi
kucaklayan ortayolcu” bir dildir.
Yeni
anarşizm, demokrasinin hakiki bir biçimini üretme meselesine odaklanır. Onun
müntesiplerine göre hakiki demokrasi, doğrudan katılım esası üzerine kuruludur.
Devlet ve temsili demokrasi, bu tür bir demokrasinin önünde duran engellerdir.
Wall Street’i İşgal Et hareketi, Meksika’daki Zapatistler veya Arjantin’deki
meclisler, hakiki demokrasi biçimleridir:
“Bu eylemler, ister
bayramlardaki kukla gösterileri, ister arkadaşlık grupları, ister halkalar
şeklinde örgütlensin, gerçek manada demokrat bir dünyanın neye benzeyeceğini
ortaya koyarlar. Lidersiz olan bu tür çalışmalar, mutabakat esası üzerine
kurulu doğrudan demokrasi ilkesini temel alırlar.”[8]
Mutabakatın
tesisine yapılan vurgu, bu tür yapıların ideolojik farklıkları aşmaya,
dolayısıyla, bu farklılıkları geçersiz kılmaya çalıştıklarının bir delili aslında.[9]
“Mutabakatın tesisi,
temelden farklı bakış açılarını yeterince idrak edebilmek için onları dinleme
becerisine ve muhatap aldığı insanları belirli bir kişinin görüşüne tümüyle
örgütlemeye çalışmadan, pragmatizm temelinde, ortak bir zemin bulmaya dönük bir
gayrete ihtiyaç duyuyor.”[10]
Yeni
anarşizm, esasen solcu olsa da o, politik farklılıkları gerçekte önemli
görmüyor. Aydınların yürüttüğü sosyal bilim ve analiz çalışmalarının doğası
gereği elitist olduğunu, iktidara suç ortaklığı yaptığını düşünen yeni
anarşizm, politik ideolojilerin de bölücü olan elitlerce imal edildiklerini
düşünüyor.
Pratikte
yeni anarşizm, kendisini politik farklılıkları aşmış bir görüş olarak takdim
ediyor. Bu husus önemli, zira ilgili yaklaşım, daha önce ele aldığım diğer üç
özelliğini tamamlıyor. Yeni anarşizm için önemli olan, bireylerin duyguları ve
tepkileri. Bu hâliyle bireyin duygu ve tepkilerine eşit söz hakkı verilmeli,
bireylerin görüşlerinin aynı ölçüde önemli oldukları kabul edilmeli. Bireylerin
gerçek doğasında işbirliği kurmak var, dolayısıyla, politik ayrımların bir
önemi yok. Politik ayrımlar, akademisyenlerin icat ettiği bir şey olduğu için,
bu ayrımlardan istifade etmek de bir tür teslimiyet biçimidir. Genel kabule
göre tüm bireyler, doğrudan demokrasinin belirli biçimiyle ortaklaşma ve o
biçime birlikte bağlanma eğilimine sahiptirler. Tıpkı devlet, ekonomi, temsili
demokrasi ve akademi gibi politik ayrımlar da sadece dolaysız işbirliği temelli
demokrasiyle kurulacak bağların kopmasına katkıda bulunurlar. Sosyal
yardımlardan yana duran liberallerden komünistlere dek uzanan sol akımlar, hiyerarşik
ve bürokratik toplumun inşa sürecine katılmak suretiyle, doğrudan demokrasiyi
birlikte boğarlar:
“Yirminci yüzyılın
başlarında kafası çalışan reformist ilerici Amerikalılar ve tuhaf bir biçimde
Lenin, nesnel bilimsel bilginin ‘eşyanın idaresi’nin, en geniş manada siyasetin
yerini almasını sağlayacağına inandı.”[11]
Teknokratik
toplum eleştirisi konusunda doğru şeyler söylese de bu görüş, teknokratik
siyaseti kimlerin yönetim kademesinde olduğunu sormadan ele aldığında, aşırı
basit bir görüş hâline geliyor. Zira sağcı teknokrasiyle solcu teknokrasi
farklı şeyler. İkisinin yurttaşların hayatını etkileyen farklı gündemleri ve
politikaları var. Yeni anarşizm, işte bu farklılıkların üzerini örtüyor.
Politik
ideolojilerin yönettiği her türden politik kuruma karşı çıkan yeni anarşistler,
kendilerini sağ ve solun ötesinde görüyorlar. Bu anlamda, faşizm tarihçisi Zeev
Sternhell’in ifadesiyle, “ne sağ ne sol”[12] olan bir konumu benimsiyorlar.
Siyaset
teorisi alanında etkili olan çalışmasıyla Noberto Bobbio, sağ-sol türü
ayrımların gerçek dünyada sahip oldukları anlamları sebebiyle önemli olduğunu
söylüyor. Yeni anarşistlerse bu türden ayrımların elitlerin icadı olduklarını
söylüyorlar. Örneğin “üniversite liberallerin kilisesidir, burada felsefeciler
ve ‘radikal’ sosyal teoriciler ilahiyatçıların yerini alır”[13] diyen Graeber
da benzer bir yaklaşım içerisindedir.
Yeni
anarşistlere göre elitlerin gerçekle bağı yoktur ve sadece kendi çıkarlarına
hizmet ederler. Kimlerden oluştuğu bilinmeyen Fransız radikal örgüt Görünmez
Komite, benzer bir kanaldan, şunları söylemektedir:
“Politik temsil alanına
açılan kapı kapanmak üzere. Solda da sağda da birileri, aynı anlamsızlıkla,
imparator veya kurtarıcı pozu kesiyor, iki kesimde de dilini en son anketlerin
elde ettikleri bulgulara göre ayarlayan aynı satış asistanları konuşuyor.”[14]
Yeni
anarşizme göre, tarikata dönüşmüş olan partiler, işbirliğine dayalı yeni toplum
biçiminin yaratılma ihtimalini ortadan kaldırıyorlar. Farklı Marksist
akımlardan bahseden Graeber, şunları söylüyor:
“Hepsinde de aynı tarikat
alışkanlıklarını görüyoruz: başkalarını her biri bir tür ideolojik hatayı
temsil eden kategoriler kümesine bağlayabilmek adına, onları karikatür birer
düşman derekesine düşürüyorlar. Ufacık farklılıklara ahlaki açıdan büyük
ayrımlar olarak muamele ediyorlar.”[15]
Politik
teorik konumlar, yeni anarşistlerin tahayyül ettiği demokrasi türüne düşman,
çünkü demokrasi, rakip ideolojiler arasında yaşanan çatışmayla değil, mutabakat
yoluyla inşa edilen birlikle alakalı bir şey.
Yeni
anarşistler, yazılarında üniversitede çalışmayan, politik veya ekonomik güce
sahip olmayan insanların ideolojilerle bir alakasının olmadığını iddia
ediyorlar. Aralarında ne tür farklılıklar olursa olsun, bunların mutabakatın tesis
edilmesiyle aşılabileceğini söylüyorlar. İdeolojik farklılıkların önemli
olmaktan çıkmasının sebebini meydana gelen politik ve toplumsal kopuşta
buluyorlar.
Graeber
ve Sitrin’in sürekli atıfta bulunduğu hareketlerin varlığı, onlara göre, yeni
bir birey türünü meydana getiren yeni bir siyaset biçiminin öne çıkışının bir
delili. Üstelik bu yeni anarşist yazarlar, söz konusu bireyin uzun bir
geçmişinin olduğunu iddia ediyorlar. Graeber, bu noktada Madagaskar’daki
topluluklara işaret ederken, Sitrin ve Dario Azzelini ise “yeni pratiklerin
bilhassa Latin Amerika’da uzun bir geçmişleri olduğunu”[16] söylüyor. Bu
yazarlar, ilgili hareketlerin ve pratiklerin bugün dünyaya yayılma imkânı
bulması sebebiyle “yeni”ymiş gibi göründüğünden bahsediyorlar. Artık “yeni”
olanın küresel bir olgu hâline geldiği üzerinde duruyorlar.
Yeni
anarşistlerin bahsini ettikleri “yeni” siyaset türü ise içerikle değil, tümüyle
kişisel tavırla alakalı. Wall Street’i İşgal Et Hareketi, tam da bu sebeple
devlet konusunda herhangi bir politik talep dillendirmedi. Tam da Zuccotti
Parkı’na ve ülkenin başka noktalarına kurulan çadırların yüzü suyu hürmetine
hareket, politik meşruiyet elde edebildi. “Yeni”, aslında “yeni bir birlikte
olma hâli”ni anlatıyordu.[17] Meşruiyetin kaynağı ise siyaset sahasında
kişileri harekete geçiren somut dürtüler değil, pratiğin ta kendisiydi.
Aslında
yeni anarşizm, politik konum almak zorunda kalmamak için pratiğe ve tavra vurgu
yapıyor. Politik konum almak, destekçilerin kendilerinden uzaklaştıracağı
tehlikesini içinde barındırıyor. Ayrıca yeni anarşistler, politik konumların,
arzuların veya amaçların otorite tesisine yol açacağından korkuyorlar.
Dolayısıyla ideolojiler arasındaki ayrımların önemli olduğu eski siyaset yapma
tarzına teslim olmak istemiyorlar. Jodi Dean, “Wall Street’i İşgal Et
hareketinin dile getirdiği ‘Biz %99’uz’ sloganının zenginler haricinde kalan
insanları bölen ve zayıflatan, bireyselleşmiş, kısmileşmiş ve bölünmüş
çıkarların çoklu yapısını sildiğini” söylüyor.[18] Yeni anarşizm, politik
çıkarların beslediği ayrımların ötesine bakıyor. Çıkar çatışmasının temsili
demokrasi eliyle imal edildiğini söylüyor.
Yeni
anarşistlere göre düşman, yapının kendisidir. Bölücülüğe sebep olan, yapıdır.
Devlete ve sermayeye, ideoloji veya sınıf temelli politik çıkarların ifadeleri
oldukları için değil, bizatihi kendileri yapı oldukları için karşı çıkılır.
Dolayısıyla yapıyı aşan bir şeyler inşa edilmelidir. Aslında “yenilik” gibi
anlamı belirsiz kavramlara yeni anarşistlerin yüklediği anlam, bu aşma pratiği
ile ilgilidir. “Yeni”, elitlerin temsili demokrasi olarak icra ettikleri
eskinin siyaset yapma tarzından kopuşu ifade eder. Bu kopuş, politik
farklılıklardan kurtulma vaadini içerir. Ayrıca Scott türü yeni anarşistler,
devletin bireyleri homojenleştirdiği üzerinde dururlar. Dolayısıyla “yeni”nin
hem örgütsel farklılıkları hem de bireysel ve kültürel homojenleştirme
pratiklerini ortadan kaldırmak gibi bir görevi vardır. Örgütsel farklılıklar da
bireysel-kültürel homojenleştirme pratikleri de politik yapının yol açtığı
sonuçlardır. Her ikisi de temsili demokrasiyle birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu
anlamda yeni anarşizm, kendi içinde varolan ve ideolojiyi aşmış bir geleceğe
bakan eğilimlerle de geriye dönüp modern birer kurum olarak devlet ve temsili
demokrasiden uzak duran politik örgütlenme biçimlerini arayan eğilimlerle de
uzlaşamaz. Yeni anarşizm, aynı anda hem mutabakat hem de tavizsiz bir
bireycilikle özgürlük vaadinde bulunur. Bu çelişkiye karşı sunduğu çözümse
kavgalarla tanımlı demokrasiden kurtulmuş yeni bir toplumu kurmaktır. Eskinin
kavgayla tanımlı demokrasisi yerine o, mutabakat, görüş birliği ve birlik
üzerinden tesis edilecek ütopik bir demokrasi vaadini dillendirir. Bu vaadin
yerine getirilebilmesi için politik dile saf kişisel ifadeleri ve duyguları
dile dökme görevi bahşedilir.
Yeni
Anarşizmin Antipolitikası
Yeni
anarşistler, antipolitik oldukları suçlamasına şu türden cevaplar
vermektedirler:
“Politikaya ilgisizlikle
tanımlı bir ‘antipolitizm’ suçlamasına dayanak oluşturan fikir, esasında
alabildiğine ideolojik bir fikirdir ve neoliberalizmle el ele ilerler. Bu fikre
göre modern demokrasiyle parti gibi yapılandırılmış olgulara dayalı temsiliyet
arasında kopmaz bir bağ vardır. Ne var ki geniş kitlelerin harekete
geçirilebilmiş olması, medya ve araştırmacıların yanıldıklarını ispatlamıştır.
O kitleler, ne apolitik ne de antipolitiktir: onlar, aslında demokrasi karşıtı
bir pratik olarak vücut bulan temsili demokrasi bağlamında ‘politik’ addedilen
şeye karşıdırlar. Tanık olduğumuz kitlesel hareketlilikler demokrasinin
laboratuvarlarıdır.”[19]
Aynı
hat üzerinden yeni anarşistler, kendi siyasetlerinin siyasete yönelik itirazdan
kaynak aldığını iddia ediyorlar, buradan da yeni bir tür siyaseti üretme
vaadinde bulunuyorlar. Ne var ki vaat ettikleri siyaseti, tümüyle kendini
eksiksiz ve özgürce ifade etmede somutlaşan bir öznellik anlayışı üzerine
kuruyorlar.
Bir
önceki bölümde yeni anarşizmin yöneliminin bu eksiksiz ve özgürce ifade temeli
üzerinden şekillendiğini ortaya koymaya çalışmıştım. Yeni anarşistler aslında
öznelliğe vurgu yaparken, bu tür bir siyasetin gerçek bir alternatif teşkil
ettiğini ispatlama çabası içine giriyorlar, bu noktada antropolojik örneklere
ve anekdotlara dayalı delillere başvuruyorlar. Gelgelelim öznelliğin özgürleşmesi
vaadini yerine getirirken bu tür alternatifler, somut iddialardan uzak durmak
zorunda kalıyorlar. Bu da yeni anarşizmdeki aydın ve teori karşıtlığını
besliyor. Onlara göre aydın, gerekçeler öne sürmeden alternatifler hayal
edebilme yeteneğinden yoksun olduğu için miyoptur. Gerekçelendirme çabası,
düzen dayatan izah etme çabasını talep ediyor. Aydın, olanla olması gereken
arasında ayrım yapmak zorunda. Bu türden hükümler, aslında aydındaki kibre ait
göstergeler. Bu sebeple aydın da devlet gibi bir yapı ve düzen üzerinden benzer
türde bir hâkimiyet tesis ediyor.
Burada
ele aldığım yeni anarşistlerin hiçbirisi böylesi bir mantığa başvurmuyor.
Aslında başvursalar, kendi siyaset anlayışlarını besleyen yapısızlık ilkesine
ihanet etmiş olurlar.[20] Fakat siyasetlerinin özgürleştirici olduğu iddiasını
dillendirebilmek adına yeni anarşistler, neyin özgürleştireceğini söylemek
zorunda kalıyorlar. Yeni anarşistlere göre bu sorunun tek cevabı var, o da
öznellik.
Örgütün
varolmasının, demokrasinin gerçekleşebilmesinin ölçütü, siyaset içerisinde
öznelliğe alan açabilmektir. Holloway, konuyla ilgili şu tespiti yapıyor:
“Devrimci politika (daha
doğru bir ifadeyle antipolitika) reddedilendeki tüm o sonsuz zenginliğin
açıktan teyit edilmesidir.”.[21]
Holloway,
Graeber, Sitrin ve Scott’a göre, asıl reddedilen, demokrasinin gerçek biçimi
olarak öznenin kendisini ifade etme becerisidir. Demokrasi, ister davul
çemberleri ister sevgi mekânları isterse “çığlık” üzerinden kendini özgürce
ifade etme becerisi olarak alınacak olursa, o vakit asıl redde tabi tutulanın
gerçek demokrasi olduğu görülür.
Mevcut
politik ilişkilerin verili gerçeğini kabul eden her türden siyaset biçimi,
alternatifler sunma vaadine ihanet eder. Yeni anarşist, bu türden gerçeklerle
yüzleşmek veya uğraşmak zorunda kalmaz, çünkü bunu yaptığı takdirde
neoliberalizm ideolojisine teslim olacağını bilir. Politik alternatifler hayal
etmedeki asıl amaç, mevcut toplumsal ilişkilerin önemli olmadığını ortaya
koymaktır. Devlet, hukuk ve ekonomi ise ancak yeni anarşistlerin karşı
çıktıkları şeyler hâline geldiği ölçüde önemli hâle geleceklerdir. Yeni
anarşistler, bu tür gerçeklerle yüzleşen soldan, kurumların halkın yararına
hizmet edecek hâle dönüştürülemeyeceğine inanmamaları sebebiyle ayrışırlar.
Yeni anarşistler, bu kurumları reddederler.
Doğru
ya da yanlış, ilk anarşist kuşaklar, kurumları sömürücü eğilimlerden kurtarmak
amacıyla insanları politik düzeyde harekete geçirmek gerektiğine inanırken,
yeni anarşistler, bu fikrin karşısına özgürlüğün burada ve şimdi varolduğu
fikriyle çıkıyorlar. Eski anarşistler gibi yeni anarşistler de “eskinin kabuğu
içerisinde yeni bir toplum inşa etmek” istiyorlar. Onlar, atalarındaki radikalizmi
bu ölçüt üzerinden benimsiyorlar. Yeni anarşistler, iddialarını bir adım öteye
taşıyorlar ve doğrudan öznel siyasetini gündeme getiriyorlar. Onlara göre, “doğrudan
eylemin özünü, zalim otoritenin elindeki yapılarla yüzleşildiği vakit kişinin
zaten özgürmüş gibi eyleme geçmesine dönük ısrar teşkil ediyor. Bu bağlamda
devlete saldırmaya, hatta muhalif bir tavır içerisine girilmesine bile gerek
yok. Kişi, elinden geliyorsa, sanki devlet hiç yokmuş gibi yoluna devam etmeli.”[22]
Buradan da “Özgürlük, insanlar özgürlük varmış gibi hareket etmeye karar
verdikleri sürece vardır” deniliyor.
Yeni
anarşizmi temelde antipolitik yapan da öznelliğin kendisini ifade etme
biçimleri üzerinden özgürlüğün hemen şimdi ve burada varolduğu anlayışı.
Yeni
anarşistlerle politik kurumların gerekliliği, sundukları alternatiflerin
hayatta bir karşılığı olup olmadığı veya siyasetlerinin muhtevası ile ilgili
bir tartışma içine girdiğinizde, çıkınlarındaki cevapları bir bir sıralamaya
başlıyorlar ve bu noktada tartışmanın eksenini kaydırmak adına, ya ancak kendi
bağlamı içerisinde anlamlı olan özel olaylar üzerinden kendilerince deliller
getiriyorlar ya da somutla alakası bulunmayan, tümüyle soyut kategorilere
başvuruyorlar. Muhatabınızın diline doladığı sorular, esasında hâkim güçlerin ideolojilerinin
ürettiği kategorilere teslim olmuş düşünce süreçlerinin tezahürleri olarak
cisimleşiyorlar.
Yeni
anarşizm, gizemli ve kaçak güreşen bir dil kullanıyor. Bu tür bir dille halis
olduğuna inandığı devrimci radikalizmi savunabileceğini düşünüyor.
Aslında
yeni anarşiste şu türden sorular sorulması gerekiyor: “İnsanlar, zaten verili hâlleriyle
özgürler mi?” Ayrıca “bahsini ettiğin özgürlüğün özü tam olarak nedir?”
Yeni
anarşizm, tümüyle politik araçla alakalı bir anlayışa sahip, bu anlamda politik
amaç konusunda herhangi bir fikre sahip değil. Amaçları belirlemek için bir
program hazırlamalısınız, hedeflerinizi belirlemelisiniz, o hedeflerin istenilirlik
ve etki düzeyini tespit etmelisiniz. Ne var ki yeni anarşizm, sırtını tümüyle
dünyaya yönelik öznel bir yaklaşıma yaslıyor. O, amaçlardan çok hayatı
özgürleştirecek araçlarla ilgileniyor.
Politik
kurumlar, politik amaçlara ulaşma sürecine hizmet ediyorlar. Bu amaçlar,
muhafazakâr da olabiliyor ilerici de, baskıcı da olabiliyor özgürleştirici de. Yeni
anarşistler, bu gerçeği redde tabi tutuyorlar. Onlar, radikal itiraz politikası
uyarınca hareket ettiklerini söylüyorlar. Oysa bu tür bir siyaset, ekonomik
eşitsizlik veya politik hâkimiyet gibi sorunlara zerre çözüm sunmuyor.
Yeni
anarşizmin politik açıdan giderek güçsüzleşen solu yeniden diriltmek gibi bir derdi
yok. Aslında o, mücadele ediyormuş gibi yaptığı neoliberalizmin ve onun yol
açtığı sorunların somut bir göstergesinden, semptomundan başka bir şey değil. İnsanın
kendi içine çekilmesi veya kendisini izole bir topluluk içerisine hapsetmesinin
özgürleştirici hiçbir tarafı yok.
Yeni
anarşistler, aciz olmayı esas alan bir siyaseti değerli bir şeymiş gibi
göstermeye çalışıyorlar. Eşitsizliklerin hiçbir kısıtlama olmadan hareket eden
sermayenin ekonomik talimatlarının siyaseti ele geçirmesi sebebiyle giderek
arttığı bir toplumda yeni anarşistler, insanları bu gerçekleri görmezden
gelmeye teşvik ediyorlar. Yeni anarşizm, bugün kültürümüze hâkim olan, sel suyu
gibi her yanı kaplamış irrasyonalizm ve mistisizm kadar tehlikeli. O, her yerde
karşımıza çıkan kişisel gelişim kitaplarının politikadaki muadili. Yeni anarşistlerin
çalışmaları sürekli neoliberalizm öcüsünden dem vuruyorlar, ama neoliberalizmin
gerçekte ne olduğu veya zulme yol açacak ne tür faaliyetlerde bulunduğu
konusunda tek bir analiz sunmuyorlar. Politik yapılar ve ekonomik sistemler, kişinin
redde tabi tutup etkilerinin dışında bir hayat sürecekleri şeyler olarak
görülemezler.
Yeni
anarşizmin antipolitikası, bize kurumların önemli olmadıklarını, bu kurumların
gündelik hayatımız üzerindeki etkilerinin abartıldığını söylüyor. Ona göre
geleneksel politika, “devletin aslında hiç sahip olmadığı bir hareket serbestiyetine
sahip olduğunu söylüyor. Gerçekte devlet, toplumsal ilişkiler ağında yer alan
bir düğümdür, onu bu hâli sınırlar ve biçimlendirir.”[23] Fakat yeni
anarşistler, bu tür iddialarını temellendirmezler, soyut birer cümle olarak
bırakırlar. Böylece eleştiriyi anlamsızlaştırırlar. Bunun için de somut teorik
iddialar dillendirmek yerine, gözlemlerinden ve derin tefekkür ürünü soyut
fikirlerinden bahsedip dururlar.[24]
Yeni
anarşizm, siyasetten çok kendi sırlarını ifşa etmiş bir dindir. Bu dine sadece
politik kurumların önemli olmadığını düşünenler kabul edilirler. Burada yanılsamalar
üzerine kurulu bir siyaset söz konusudur. Bireyler, kurumlar önemli değilmiş
gibi hareket ettikleri sürece yeni anarşizm de kendisini muzaffer sayar. Yeni anarşist,
politik amaçlara ulaşma konusunda hiçbir zaman başarısızlıkla yüzleşmez, çünkü o,
zaten o amaçlara öncülük ettiği hayat tarzı sayesinde ulaşmıştır. İktidarın
yanılsamadan ibaret olduğunu düşünerek hareket ettiği için ondan etkilenmeyen
yeni anarşist, gerçekte kendisine yönelik zulmün ve baskının ölçüsünü
belirleyecek bir araçtan mahrumdur. Kurumların elindeki gücü görmezden gelen
yeni anarşist, özgürlüğünü değerlendirecek her türden ölçütü ve kırmızıçizgiyi
de siler atar, çünkü o, baskı altında olduğunu hiçbir zaman göremez.
İktidarın
varlığını reddederseniz, zulüm ve adaletsizlikle mücadele için gerekli tüm
araçlar da geçerliliğini tümden yitirir. Politik mücadelede dile getirdiğiniz
özgürleştirme vaadi, özgürlüğü politikadan kopukluk olarak tanımladığınız için
tüm meşruiyetini yitirir.
Yeni
anarşistlerdeki antipolitizm, kurumların gerçekliğini göz ardı ettiklerine dair
suçlamada dile getirilenden daha derin köklere sahiptir. Yeni anarşistler, bugün
iktidarın bizim üzerimizdeki etkisinin ortadan kaldırılabileceğine inanırlar. Güç
ilişkilerini reddederler, bu da politikanın reddine yol açar. Buradan da son
adım atılır: “İktidarı ve iktidarı almadan (hatta başka hiçbir şeyi ele
geçirmeden) dünyayı değiştirmeyi düşünmeye başlamak için bizim yapma eylemini
düşünmekle işe başlamamız gerekmektedir.”[25]
Üstünlük
Yanılgısı, Ayaklanma ve Apolitik Gericiler[26]
Sol,
yeni anarşizme ait öğretilerin ve bu öğretilerdeki temel unsurların solun
politika yapma tarzlarına hâkim oluşunu, ne analize ne de eleştiriye tabi tutuyor.
Oysa sol, süreç içerisinde, kendi anlamlılık düzeyini ve başarı düzeyini
hedeflere ulaşma becerisi yerine yaptığı politik eylemlerin sayısı üzerinden
ölçer hâle geldi.
Bugün
solun dirildiğine dair kanıt olarak protesto eylemleri gösteriliyor. Bu eylemlerde
ise belirli taleplerin dillendirilmesine, politikalardan bahsedilmesine veya
reformlara yol açacak adımlar atılmasına ihtiyaç duyulmuyor.
Solun
eylemlerinin başarısı, salt o eylemlerde olmak üzerinden değerlendirmeye tabi tutuluyor.
Hatta başarısız politik eylemler için bile kutlamalar yapılabiliyor. Örneğin kimse,
Wall Street’i İşgal Et eylemlerinin elde ettiği başarı konusunda net bir şey
söylemiyor.
İşçi
hareketi Wisconsin’de Vali Scott Walker’ın programına karşı çıkacak bir
eylemlilik süreci içine giremedi. Şikago Öğretmenler Sendikası, Belediye
Başkanı Rahm Emmanuel’e karşı koyma konusunda kısmen daha başarılı olsa da gene
de devlet, sendikadan belirli tavizler kopartmayı bildi. Bu öğretmen
sendikasının grevinde taleplerin karşılanmasına değil, insanları harekete geçirme
becerisine odaklanıldı. Bu eylemlerde amaç, sendikanın zaten sahip olduğu
hakları savunmaktı. Öte yandan “çalışma hakkı”na yönelik saldırılar giderek
arttı.
Emeğin
maruz kaldığı bu türden saldırılar, esasen soldaki güçlenmenin değil, zayıflamanın
emaresi. Bu tür olaylar, aslında sola kendisini değerlendirme fırsatı sunuyor. Ama
politik gerçeklerle yüzleşmenin zorunlu olduğunu söyleyen bu olaylar karşısında
sol, etkisine ve faydasına bakmadan, eylem denilen olguya sevdalanıyor. Yeni
anarşistlere has siyaset anlayışı, solun kazanımları ve kayıpları değerlendirme
becerisini ortadan kaldırıyor.
Lidersiz
hacker grubu Anonim gibi anarşist örgütler, bilgisayar çağında özgürlük
savaşçıları olarak göklere çıkartılıyorlar:
“Kamusallaşmış kişiliği
kurban edip, liderlerden uzak durarak, bilhassa kendi reklâmını yapma oyununu
oynamayı reddederek Anonim, sahip olduğu gizemi güvence altına alıyor. Bu,
görev ve sorumluluktan kaçan bireyciliği ve bencilliği göklere çıkartan, her
şeyi gözetleyen bir toplumsal düzenin hüküm sürdüğü koşullarda, kendi içinde
radikal bir politik eylem”[27]
Aynı
şekilde “Görünmez Komite de insanlardan görünürlükten uzak durmalarını” istiyor.
“Anonimliği bir saldırı mevziine dönüştürün” diyor.[28] Anonim gibi isimsiz-adressiz
faillerin gizli siyaseti solda romantize ediliyor. Ne var ki gidişatı halkın
yararı adına değiştirmeyi öngören radikallerin siyaseti bu olamaz. Burada esas
olarak yeraltı örgütlerinin siyasetine geri dönüş söz konusu. Geçmişin birçok
önde gelen anarşist teorisyeni de dâhil radikal solun demokrasinin geliştirilmesi
davasına bağlılığıyla bu siyasetin bir alakası var mı?
Yeni
anarşistler, anarşizmin “teorik bir külliyat” olduğu fikrine karşı çıkıyorlar. Oysa
on dokuzuncu yüzyılın sonlarında harekete, devrimci kalkışma taktiğini
benimseyen anarşist gruplar içindeki kimi akımlar damgasını vuruyor. Bu açıdan Anonim’in
ve Görünmez Komite’nin kaleme aldığı bildirgeler politik sahada bir yerleri
tehdit etmekten çok uzaklar ve maskaralıktan başka bir şey değiller.
Bugün
radikal politika, adaletin tesisi için verilen bir mücadele olmaktan çıkıyor,
yerini otoritenin altını oymayı amaçlayan bir oyuna bırakıyor.
Yeni
anarşizm, solun siyaset yapma konusunda başvurduğu asli dil değil elbette, ama
gene de yeni anarşizmin özgürlüğün ifadesi olarak kişisel tavra vurgu yapan
yaklaşımının solda tehlikeli sonuçlara yol açtığı görülmeli. En geniş manada
sol, bu duruşu benimsiyor, buradan da hedeflere ulaşmak için gerekli her türden
pratik araca sırtını dönüyor, böylelikle kendi siyasi pratiğini sakatlıyor. Hedefleri
olmadığında sol, kendi gücünün veya başarısının düzeyini de belirleyemiyor. Kişinin
kendisini öznel düzeyde özgür hissetme düzeyi, solun tek ölçütü hâline geliyor.
Özgürlük, bir tür hedef olmaktan çıkıyor. Öznenin özgür olup olmadığını sadece
o belirleyebiliyor.
Yeni
anarşizm, sadece teoride sorunlu değil. Politik pratik için de ölümcül
sonuçlara yol açabiliyor. Politik değişimin gerçekleşmesini sağlayan tarihsel
araçlar, özellikle inşa edilen hareketler ve oluşturulan partiler, hiyerarşik
yapıları sebebiyle çöpe atılıyorlar. Siyaset veya yasamadaki değişimler
bağlamında elde edilen somut kazanımlar radikal olmayan reformizm örnekleri
olarak görülüyor, böylelikle tarihsel önemlerini yitiriyor. Partilerin faydası
olmadığına hükmediliyor, çünkü partiler, tümüyle öznel ölçütlere göre
değerlendiriliyorlar. Bu tür bir siyaset anlayışı, ancak solun geçmişte ortaya
çıkıp gelişmesin diye mücadele ettiği politikalara alan açıyor.
Nihayetinde
yeni anarşizm, tam da karşı çıktığını iddia ettiği siyasete destek sunuyor. Onun
öznelliğe ve topluluğa yönelik vurgusu, yüz elli yıl boyunca hem sola hem de
sağa hâkim olmuş gerici antimodernizmin güncel tezahürü. Öznelliğe yönelik
vurgusu irrasyonalizmi besliyor, popülizmi, mistisizmi ve vitalizmi
güçlendiriyor. Politikadan kaçıp öznelliğe sığınmaksa yeni anarşizmi karşı kutba
savurup atıyor. Mutabakat inşasından dem vuran yeni anarşizmin bu vurgusu,
politik eylemsizliğe ya da farklı görüşleri savunmaktan aciz, özgürlükçü
olmayan politik katılım anlayışına yol açıyor.
Yeni
anarşizm, otoritenin meşru ve gayrimeşru uygulama biçimleri arasında ayrım
yapmıyor. Bu hâliyle yeni anarşizm, komplocu bir zihniyete teslim oluyor. Ara politik
kurumlara yönelik reddiyesi, politik kontrole aracılık edecek kurumların
ortadan kaldırılmasına yol açıyor.
Yeni
anarşistler ve solda yer alan diğer aşırı uçtaki unsurlar, kurumların baskı ve
hâkimiyet için birer araç olarak kullanıldıklarına dair sayısız örnek sıralıyorlar.
Bu konuda haklılar. Ama bunu yaparken önemli olan ve olmayan meseleleri
birbirine kasten karıştırıyorlar. Mesele, onların belirledikleri sorunların
olup olmaması değil, ciddiyet arz eden tehlikelere yönelik olarak sundukları
çözümler. Simone Weil’ı eleştiren yazısında Daniel Bensaid, yeni anarşistlerin
savundukları, siyasetten kopuk olmayı savunan görüşleri konusunda bir ikazda
bulunuyor:
“Budünyada
siyaseti tüm kirli, belirsiz yanlarıyla, değişkenlik arz eden kanaatleriyle
birlikte reddedenler, kaçınılmaz olarak, kendine has inayet anlayışıyla,
mucizeleriyle, vahiyleriyle, tövbe etme hâlleriyle ve affetme durumlarıyla bir
tür ilahiyata yol açıyorlar. Hayal âleminde siyasetten ve ondaki çıkarcılıktan
kaçanlar, güçsüzlüğü daimi kılıyorlar. Pratik hayatın koşullara bağlı oluşuyla
koşullardan azade ilkeler arasındaki çelişkilerin ağırlığından kurtulmuş gibi
yapmak yerine siyaset, o çelişki dâhilinde bir pozisyon almak ve çelişkinin
kendisini toprağa gömmeden, onu aşmak için çalışma yürütmek demektir. Politik partilerin
aracılığından kurtulunca elinizde ‘partisizlik’ denilen tek parti, hatta tek
devlet kalır.”[29]
Yeni
anarşizmin “budünyada siyasete yönelik itirazı”, gerici anlamlar ihtiva
etmektedir. Özgürlüğün hemen şimdi ve burada olduğuna dair ısrarı, politik güçsüzlüğün
somut bir ifadesidir. Sol şiddete yönelik savunular arttıkça bu politik
güçsüzlük hâli, daha da rahatsız edici ve endişe verici bir boyuta ulaşmaktadır.[30]
Sol,
siyaset alanında kendi durumunun kötüleştiği süreçle boğuştukça akılsız ve
düşüncesiz olmanın ceremesini çekmekle kalmıyor, ayrıca yürüdüğü yol dâhilinde
yeniden anlamlı ve geçerli bir olgu hâline gelme becerisini de yitiriyor. Bu sorunun
çözümü soyut değil, somut ilkelerde bulunulabilir. Politikadan kopmak değil,
gerçek politika sahasında daha aktif roller üstlenmektir çözüm. Dolayısıyla sol,
net ve açık taleplere sahip hareketler örgütlemek zorunda. Bu yolda,
politikaları için gerekli teorik zemini sağlamak adına, düşünce kuruluşları
inşa edebilmeli. Bu anlamda sol, daha az değil, daha çok aydına ihtiyaç duyuyor.
Bunun yanında sol, kendi kitlesine hesap verebilen politik adaylar
belirleyebilmeli, politik partileri için kitle tabanı inşa edebilmeli. Solun yeni
anarşizmin desteklediği hayal âleminde zaferler peşinde koşma pratiğine teslim
olmak yerine, modern siyasetin genel çerçevesi içerisinde ilerici bir çalışma
yürütmesine imkân verecek tedbirleri bu şekilde sıralamak mümkün. Radikal politikanın
işi, hayal gücünün uydurduğu, gerçekten kopuk bir âleme kaçmak, abartılı bir
öznelliğe sığınmak değil, politik programları gerçeğe dökmektir.
Gregory Smulewicz-Zucker
[Kaynak:
Radical Intellectuals and the Subversion of Progressive Politics, Yayına
Hz.: Gregory Smulewicz-Zucker ve Michael J. Thompson, Palgrave Macmillan, 2015,
s. 131-147.]
Dipnotlar:
[1] Richard Hofstadter, Anti-Intellectualism in American Life (New York:
Vintage Books, 1963), s. 45–46.
[2]
Holloway, s. 3.
[3]
Graeber, On the Phenomenology of Giant Puppets” Possibilities içinde, s.
385.
[4]
Benjamin R. Barber’ın konuyla ilgili ferasetli değerlendirmesi şu şekilde:
“Anarşizm sosyal bilimcilere hiç cazip gelmedi, çünkü o toplumsal gerçeklerle
hiç ilgilenmiyordu. Önemli felsefecilerin ilgisini hiç çekmemiş olmasının
sebebi anarşizmin paradoksla malul olması, devrim arzusu ile ütopya arzusu
arasında salınması idi.” Superman & Common Men: Freedom, Anarchy, and
the Revolution (New York: Praeger Publishers, 1971), s. 35.
[5]
Scott, Two Cheers for Anarchism, s. xxiii.
[6]
Holloway, s. 150.
[7]
Norberto Bobbio, Left and Right: The Significance of a Political Distinction,
Çeviri: Allan Cameron (Şikago: The University of Chicago Press, 1996), s. 8.
[8]
Graeber, Fragments of an Anarchist Anthropology, s. 83.
[9]
Bu politikaya dair yaklaşım anarşistlere has değil. Hannah Arendt’in siyaset
teorisi de bu türden bir yaklaşımı içeriyor. Daha fazlası için Michael J. Thompson’ın
Arendt eleştirisine bakılabilir: “Inventing the ‘Political’: Arendt,
Antipolitics, and the Deliberative Turn in Contemporary Political Theory”, Radical
Intellectuals and the Subversion of Progressive Politics içinde, Yayına
Hz.: Gregory Smulewicz-Zucker ve Michael J. Thompson, Palgrave Macmillan, 2015,
s. 69-97.
[10]
Graeber, The Democracy Project, s. 202–203.
[11]
Scott, s. 120.
[12]
Burada şu hususun üzerinde durmam gerekiyor: benim burada derdim, yeni
anarşistlerin yeni gelişmekte olan faşistler olduklarını söylemek değil. Ama
gene de sekterizmi aşmaktan söz eden dilin rahatsız edici sonuçları olacağına
inanıyorum. Burada ayrıca Sternhell’in Fransız faşistlerinde görülen
liberalizme, sosyalizme ve parlamenter demokrasiye yönelik düşmanlığa ayrıca
onun duyguya yaptığı vurgu ile aydın karşıtı eğilimleri ile ilgili
değerlendirmesine bakılmalı. Bkz.: Zeev Sternhell, Neither Right nor Left:
Fascist Ideology in France, Çeviri: David Maisel (Princeton: Princeton
University Press, 1986), s. 36.
[13]
Graeber, The Democracy Project, s. 120.
[14]
The Invisible Committee, The Coming Insurrection (Los Angeles:
Semiotext(e), 2009), s. 23.
[15]
Graeber, “Social Theory as Science and Utopia: Or, Does the Prospect of a General
Sociological Theory Still Mean Anything in an Age of Globalization”, Possibilities
içinde, s. 327.
[16]
Sitrin ve Azzellini, They Can’t Represent Us!, s. 14.
[17]
Marina Sitrin, “One No, Many Yeses”, Occupy! içinde, s. 10.
[18]
Jodi Dean, “Claiming Division, Naming a Wrong”, A.g.e., s. 88.
[19]
Sitrin ve Azzellini, s. 6.
[20]
Yapısızlığa yönelik anarşist savunu örneklerine dair bir eleştiri için bkz.: Jo
Freeman, “The Tyranny of Structurelessness”, erişim tarihi: 18 Şubat 2015, Joreen.
[21]
Holloway, s. 212.
[22]
Graeber, Direct Action, s. 203.
[23]
Holloway, s. 13.
[24]
James C. Scott da Anarşizmin İki Yönü isimli çalışmasının genel yapısını
bu şekilde niteliyor.
[25]
Holloway, s. 27.
[26]
Anarşizmin gerici olduğunu söyleyip onu eleştiren ilk önemli çalışmalardan biri
için bkz.: Barber, Superman & Common Men. Barber’ın eleştirisi,
anarşizmin kapsamlı tarihini içeriyor. Ayrıca 1971’de yazdığı kitabında
anarşizmin öldüğünü gönül rahatlığıyla ilân edebiliyor.
[27]
Gabriella Coleman, Hacker, Hoaxer, Whistleblower, Spy: The Many Faces of Anonymous
(Londra: Verso, 2014), s. 399.
[28]
The Invisible Committee, s. 112.
[29]
Daniel Bensaid “Permanent Scandal”, Democracy in What State? içinde, Çeviri:
William McQuaig (New York: Columbia University Press, 2011), s. 42.
[30] Slavoj Žižek, geçmişin sol faşizmine benzeyen solcu şiddetini bugün açıktan savunan isimlerden biri.
0 Yorum:
Yorum Gönder