11 Mayıs 2021

,

Gates Vakfı ve Ebola


İlk başta Gates Vakfı, Ebola krizine müdahale etme konusunda gönülsüzdü. Afetlerde yapılan yardımlara bağışta bulunmak, esasen şirketin somut sonuçlar doğuran stratejik ve uzun vadeli çözümlere vurgu yapan işletme modeliyle çelişiyordu.

Ancak sağlık alanında dünyanın önde gelen yardım kuruluşlarından biri olarak Bill ve Melinda Gates Vakfı (BMGV) bu sürecin dışında durmanın itibarına zarar vereceğini düşündü. Sonuç olarak 10 Eylül 2014’te vakıf, Ebola salgınına müdahale etmek için 50 milyon dolar ayıracağını duyurdu. Kısa bir süre sonra Gates, kendi blogunda ulusal sağlık sistemlerinin acilen güçlendirilmesi gerektiğine dair bir yazı yazdı. BMGV ise bahsi edilen paranın tamamının, kısa vadede afet yardımlarına ve yereldeki sağlık altyapısına dönük yatırımlara tahsis edileceğini açıkladı.

Ama vakıf, Ebola’yla mücadeleye yapacağı katkılarda asıl olarak vakfın uzun vadeli stratejik hedeflerini gözetmekteydi. Söz verilen paranın küçük bir kısmı, sürece müdahale edenlere verildi: bu noktada Dünya Sağlık Örgütü beş, UNICEF beş, Hastalık Kontrol Merkezi 2 milyon dolar aldı. Geri kalanı ise güya “hastalığın başka yerlere yayılmasına mani olma ve hastaları tedavi etme noktasında etkili olabilecek tedavilerin, aşıların ve teşhis süreçlerinin geliştirilmesine dönük olarak kamu ve özel ortaklıklarının yürüttükleri çalışmalar”a tahsis edildi. Pratikte burada esasen vakfın kendisinden bahsedilmekteydi. Yatırım yapılan alan, zaten vakfın para sağladığı, biyomedikal AR&GE çalışmaları, Büyük Veri girişimleri ve aşı geliştirme çalışmalarından oluşmaktaydı. Bu çalışmalara bir de ABD’de kurulacak bir kamu-özel işbirliği de eklendi. Bu şirket, neticede ülkelerin sağlık sistemlerinin sahip olduğu yetkileri aşmak için kurulacaktı. Vakıf, acil durumlara yönelik müdahalelere ne kadar para harcadığını hiçbir zaman açıklamayıp, bu yönde attığı adımların hesabını hiç vermediyse de gene de elimizde paranın pratikte nasıl harcandığını gösteren, Ebola ile bağlantılı bağışlarla alakalı raporlar var:

1. İyileşen hastalardan alınan kan örneklerinin miktarını artırmakla yükümlü büyük bir kamu-özel konsorsiyumuna 5,7 milyon dolar verildi. Konsorsiyumun içerisinde ilâç firmaları, özel vakıflar, üniversiteler, aynı zamanda ABD Kara Kuvvetleri’ne bağlı USAMRIID denilen biyolojik savunma birimi var. Bu fonlar bakım işine değil, biyomedikal sanayinin ileride kâr etmesini sağlayacak uzun vadeli araştırmalara tahsis edilmiş. Bir yönüyle bu teşebbüs hızlı hareket etmek zorunda kalmış: Bu noktada BMGV, Ebola bulaşmış kişilerden kan ve plazma toplama işinin hızlandırılmasını önermiş. Her ne kadar proje, hastalara tedavilerinde katkı sunacak herhangi bir şey sunmasa da DSÖ, kriz koşullarında bu önerilen adıma onay vermiş.

Ebola sayesinde BMGV, ulusal sağlık sistemlerini ulusüstü kamu-özel işbirlikleriyle ikame edecek dünya sağlık yönetişimi konusunda gerekli desteği elde etme imkânı buldu. Raporda analizcilerin de dile getirdiği biçimiyle: “Birçok bileşen arasında önceden kurulmuş resmi ve gayriresmi ilişkiler sayesinde konsorsiyumun hızla kurulabilmesi için gerekli zemin oluştu. Konsorsiyum, sürece olağanüstü bir hız ve kapsamda cevap geliştirdi. […] Sürecin başından itibaren görüldü ki bu tür ittifaklar, önceden küresel salgınlarla mücadeleye kıyasla daha fazla sayıda işin hâllolmasını ve sınırları aşan daha fazla pratiğin ortaya konulmasını sağladı.”

2. BMGV’nin 10 Eylül’de yaptığı basın açıklaması, brincidofovir isimli, tartışmalara yol açan antiviral ilâcın geliştirildiğini duyurdu. İlk başta çiçek hastalığının tedavisi için düşünülen bu ilâç sıkıntılı bir süreç yaşadı. Patentin sahibi olan Chimerix, ilâcı piyasaya sürmek için gerekli denemeler konusunda gerekli onayı alamadı. 2014 yılının başında şirket, ahlakî olmayan bir yola başvurup sosyal medya kampanyası başlattı ve FDA’ya baskı uygulamaya çalıştı. Bir gecede brincidofovir Ebola ilâcı ilân edildi. Bu gelişmenin sektörü şaşkına çevirdiğini söyleyen bir analizci, “İlgili sahada faaliyet yürüten tek bir kişi bile bu ilâcın farkında olmadığını” iddia etti.

İlâca BMGV’nin destek vermesiyle birlikte ahlakla ilgili tüm o cümleler uçup gitti. DSÖ, Batı Afrika’da yürütülecek geniş ölçekli denemelere hemen onay verdi, böylece yoksul insanların deneysel tedavi çalışmalarında ilâç şirketlerince kobay olarak kullanılmasının önünü açılmış oldu. Hatta DSÖ, “Batı Afrika’daki Ebola salgınının bu özel bağlamı dâhilinde henüz başarısını ispatlamamış müdahaleleri gerçekleştirmek, ahlakî açıdan kabul edilir bir adımdır” dedi. Öte yandan FDA ise denemesi yapılmamış olan ilâcın Ebola hastalarında tedavi amaçlı kullanılmasına izin verdi. BMGV ve büyük ilâç tekelleri içerisindeki ortakları, böylece deneysel tedavi alanına yaptıkları bu küçük yatırım sayesinde, sektörün kısa vadede canlanmasını sağladılar ve ileride ilâç onayı süreçlerini hızlandırabilecek bir emsale sahip oldular.

3. DSÖ’nün güvenlik protokollerinin denenmesi ile ilgili engelleri ortadan kaldırması ile birlikte, ileride Batı Afrika’da yapılacak büyük ölçekli ilâç denemelerinin yolu açıldı. Hemen bu durumdan istifade etmek isteyen BMGV, “ileride gündeme gelecek muhtemel tedaviler konusunda bilgi elde etsin”, bunun için klinik denemeler yapsın diye Klinik Araştırmalar İdaresi’ne 6 milyon dolar bağışladı. Eski USAMRIID çalışanlarının kurduğu idare, önde gelen sözleşmeli araştırma teşkilâtı olarak, bilhassa gelişmekte olan ülkelerde, yeni ilâçları piyasaya sürmek için uğraşan ilâç şirketlerine test destek hizmeti sunan bir firma.

4. ZMapp denilen ilâcın üretim ve test işlemlerini hızlandırmak adına, Rockefeller Üniversitesi’ne ve Mapp Biopharmaceuticals şirketine toplam 1 milyon doların üzerinde bağış yapıldı. Bu, Mapp’in USAMRIID ve Savunma Bakanlığı’na bağlı olan, yeni askerî teknolojilerin geliştirilmesinden sorumlu DARPA isimli kuruluşla birlikte geliştirdiği bir deneysel ilâç.

5. “Ebola aşısının üretimi ve geliştirilmesi sürecinin hızlandırılması için” dünyanın altıncı en büyük ilâç şirketi olan GlaxoSmithKline’a 3 milyon dolar bağışlandı. BMGV fonları, büyük olasılıkla, bu şirketin Ulusal Sağlık Enstitüleri ile birlikte geliştirdiği, hâlâ piyasada olan, Ebola virüsünün Zaire’de görülen versiyonu için geliştirilmiş aşısının hızla test edilmesini güvence altına almak için kullanıldı. Kısa süre önce GlaxoSmithKline’ın ismi, Adalet Bakanlığı’nın açtığı davada dolandırıcılıktan ve güvenlik önlemlerini ihlal etmiş olması sebebiyle suçlu bulundu ve 3 milyar dolar ödedi. Sektörün çıkarttığı yayınlarda şirketin Ebola aşısı araştırma sürecine kendi çıkarını düşünerek dâhil olduğundan ve halkla ilişkiler çalışması yürüttüğünden bahsediliyor.

6. Söz konusu süreçte Tony Blair Africa Yönetişim İnisiyatifi 700.000 dolar aldı. Bu vakıf, Afrika devletleriyle Batılı STK’ların iç içe geçeceği sürece destek verme ve neoliberal reformların uygulanmasını sağlama amacını güdüyor. Her ne kadar kendi yayınlarında “Afrika’nın geleceğinin Afrikalı liderlerin elinde olduğunu” söylese de bu yardım kuruluşu, esasen emperyalist merkezin çıkarları adına faaliyet yürütüyor. En önemli bağışçıları arasında Dünya Bankası ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı bulunuyor.

7. Fio Corporation, veri toplama ve akıllı telefon cihazları üzerinden bu verileri paylaşma imkânı sunan bir sistemin geliştirilmesi için 736.048 dolar aldı. Şirket, ön saf sağlık çalışanları ile uzak bölgelerde sağlık alanında çalışan yöneticiler ve örgütler arasında elektronik haberleşmeyi sağlayacağını vaat etti. Yatırımın görünürdeki amacı, salgınların sahada takibini sağlamak, ama aslında o, Gates’in hayalindeki küresel sağlık gözetleme ağının oluşturulması için atılan ilk adım.

BGMV’nin diğer önemli hamlesinin salgınla bir alakası yok, Ebola’nın yol açtığı karışıklıktan istifade etmekle bağlantılı bir adım bu. Mart 2015’te vakıf, CureVac isimli özel ilâç şirketinin 52 milyon dolarlık hissesini aldığını duyurdu. Bu, genetiği değiştirilmiş mRNA’dan yararlanan aşılar geliştirme işi yapan bir şirket. Böylece ilk kez BMGV’nin ticari ilâç işinde başarı elde etmeyi kendisine dert edindiği açığa çıkmış oldu. Vakıf, dünya genelinde devletlerin aşı satın alma süreçlerinin biçimlendirilmesinde önemli bir rol oynadığı için söz konusu yatırım, aslında çıkar çatışmasına neden olmaktaydı. Ama eskiden büyük ticari baskıları önemsememekle övünen büyük hayırseverimiz, bu konuda tek laf etmedi, ayrıca sektör yayınlarında ve popüler dergilerde bu meseleye dair tek bir eleştiriye rastlanmadı. Özel kazançla kamu çıkarı öyle iç içe geçmişti ki CureVac ile ilgili hikâye üzerinde kimse durmadı.

Toplamda vakfın Ebola ile mücadele için ayırdığı fonlarla ilgili kararları, dünya sağlık yönetişimi sürecinin, vakfın uzun zamandır güttüğü siyasetine uygun biçimde hızlandırılmasına dönük adımlar olarak görebiliriz. Gates, salgınla mücadele meselesini kendi ajandası için ustalıkla kullanmayı bildi. Yaratılan korku iklimi, vakfın ve dünya sağlık yönetişimi teorisyenlerinin paylaştıkları hedefe doğru ilerlemek adına büyük bir beceriyle istismar edildi. Bu süreçte uluslararası sağlık kuruluşlarının Batı sermayesinin çıkarlarına hizmet etmeleri sağlandı. Gates sonrasında New England Journal of Medicine’da bir çağrıda bulundu ama bu çağrı, esasında küresel sağlık yönetimi hedefinden sapıldığı anlamı taşımıyordu, bilâkis, ilgili yazıda, Gates’in küresel yönetici sınıfın imtiyazlarına en kısa sürede cevap verebilecek, güçlü bir yeni kurumun kurulması ile birlikte mevcut statükonun pekiştirilip tahkim edilmesine dönük arzusu kendisine dil buluyordu.

ABD yetkilileri, Gates’in müdahalelerini kavrayamadılar. DSÖ, vakfın salgınla mücadelesindeki kusurları ve kendi önerilerini aktaran bir bildiri kaleme aldı. DSÖ bu bildiride, BM himayesinde, muhtelif örgütsel reformların ve yeni bir ihtiyat fonunun eşlik ettiği, yeni bir küresel sağlık acil durum işgücünün oluşturulması çağrısı yapmaktaydı. Örtük olarak Gates’e karşı koyan bu bildiride, ulusal düzeyde sahip olunan kapasitenin artırılması ihtiyacı üzerinde duruluyor, “piyasa temelli sistemler” eleştiriliyor, hastalığın kontrolünde “toplumun ve kültür”ün önemine vurgu yapılıyordu. Böylece küresel sağlık yönetiminin dizginlerinin kimde olacağına dair mücadele için gerekli zemin de teşkil edilmiş oldu. Hayat akıp gidecek ve biz de bu mücadelenin sonucunu hep birlikte göreceğiz.

Küresel Sağlık Emperyalizmi

Emperyalizm ve küreselleşme ile ilgili tartışmasında Samir Amin, şu tespiti yapıyor:

“Dünya yönetimi ile ilgili küresel bir politik stratejiden söz edebiliriz. Bu stratejinin amacı, devlet denilen toplumsal örgütlenme biçiminin dağılma sürecine destek sunmak suretiyle, sisteme düşmanlık etme ihtimali bulunan güçlerin parçalanmasını sağlamak.”

Kanaatime göre bu strateji üzerinden yürütülen ve politika sahasında da karşımıza çıkan operasyonlar, en açık biçimde, halk sağlığı alanında kendisini gösteriyor. “Küresel sağlık yönetişimi” ifadesi, Bill Gates’in at koşturduğu bu dönemde sağlık yönetimi meselesini tarif etme noktasında kullanılıyor. Muhtemelen ben, bu makalede projenin niteliğini ve niyetlerini oldukça sınırlı bir biçimde ele aldım. Dolayısıyla bu aşamada “küresel sağlık emperyalizmi” terimini kullanmak, buradan da aşağıdaki özelliklere sahip sistemi bu terim üzerinden tarif etmek gerekiyor:

1. Küresel sağlık krizleri, yoksul ülkelerden kaynaklanan sorunlar olarak görülüyor ve bu krizlerin zengin ülkeleri tehdit ettiği üzerinde duruluyor. Bu türden krizlere yönelik cevap ise bir güvenlik meselesi olarak ele alınıyor.

2. Ulusal sınırların ötesine uzanan sağlık meselelerinin etkin bir biçimde yönetilebilmesi noktasında Vestfalya Antlaşması temelli ulusal egemenlik meselesi, bir engel olarak görülüyor.

3. Yoksul ülkelerin halklarıyla ilgili kapsamlı sağlık planlamalarına, politikalara ve programlara, zengin ülkelerin uzmanları ve finansçıları karar veriyorlar. Vakıfların temin ettiği fonlar, ulusal sağlık sistemlerinin bağımsız olarak işlemesine mani olacak şekilde kullanılıyorlar.

4. Varolan ulusal ve yerel sağlık hizmetleri yönetimi, büyük yardım kuruluşlarının ve Batı kapitalizminin hedeflerine tabi kılınıyor, bu yönetsel birimler yardım kuruluşları ve Batı sermayesiyle işbirliğine zorlanıyorlar.

5. Sağlık hizmetlerinin verildiği sürecin ve afet yönetiminin askerîleşmesi, uygun ve zaruri bir adım olarak kabul ediliyor. Sürece ABD’den, NATO’dan ve müttefik ülkelerden gelen askerler dâhil oluyorlar.

6. Sağlık alanında faaliyet yürüten yardım kuruluşları, özel şirketlerin felsefesini ve pratiklerini model olarak alıyorlar. Sağlık hizmetleri için verilen fonlar, yatırım faaliyeti olarak görülüyorlar; dolayısıyla bağış yaparken esas olarak somut ve hesaplanabilir yatırım kârlılığı ilkesi üzerinde duruluyor.

7. Büyük yardım kuruluşları, Batılı ulusötesi şirketlerin kârına kâr katacak adımlar atıyorlar, bu anlamda ulusal sağlık sistemlerini güçlendirip temel sağlık hizmetlerine destek sunmak yerine aşı ve ilâç gibi kâr getiren alanlara yöneliyorlar. Batılı ulusötesi şirketlerin ürettikleri ilâçlar ve sağlık hizmetiyle alakalı ürünler, yoksullardan alınan vergilerle finanse ediliyorlar.

8. Uluslararası sağlık yönetişimi ile ilgili hâlihazırda faal olan sistemlerin yerini, Dünya Bankası, G7 ayrıca sağlık alanıyla bağlantılı ulusötesi şirketler, merkezleri ABD’de bulunan önemli vakıflar ve STK’lardan oluşan ağlar gibi küresel kapitalizme ait resmi kurumların meydana getirdiği ulusüstü yönetişim biçimleri alıyor. Bu aşamada halkın sağlık hizmetlerine demokratik yollardan katılımının genel kapsamı, giderek daralıyor.

Benim “küresel sağlık emperyalizmi” dediğim ve giderek dünya genelinde kendisini hissettiren sistem, henüz yerleşmiş değil ve bu sürecin terse çevrilmesi mümkün. Hindistan ve Çin gibi Batılı olmayan güçlü devletler, sahada ABD hegemonyasına karşı koymaya başladı bile. Halk sağlığı uzmanları, büyük yardım kuruluşlarını artık daha fazla ve daha açıktan eleştiriyorlar. Daha da önemlisi, yoksul ülkelerde açığa çıkan halk direnişi, kendisini eşitlikçi ve sürdürülebilir bir toplum mücadelesinin parçası olarak ortaya koyuyor. Witwatersrand Üniversitesi Rektör Yardımcısı Âdem Habib’in de dediği gibi, “Yoksulların yüzleştiği açmazın kaynaklarla bir alakası yok. Burada mesele, güç. Yoksullar gerekli güce kavuşurlarsa, ihtiyaç duydukları kaynaklara ulaşırlar. Bill Gates, kendisine ait gelecek planlarını cümle âleme ilân etti, ama insanlar henüz bu planları işitebilmiş değiller.

Jacob Levich

[Kaynak: American Journal of Economics and Sociology, Cilt 74, Sayı 4 (Eylül 2015), s. 727-733.]

0 Yorum: