09 Mart 2019

,

Cinsiyet, Sınıf ve Kapitalizm


Altmışlarda ABD’de emeğin ve özgürlük hareketlerinin elindeki gücü sermayenin efendilerine teslim eden kapitalist bir darbe gerçekleşti. O günden beri politikanın yönü, sadece sağa dönük. Polisin askerîleştirilmesiyle resmî mantığa karşı bağrında devrimci eğilimler geliştirmesi muhtemel olan halk, toplu hâlde hapse tıkıldı. Sadece tek efendiye, sermayeye hizmet eden muhalif politik partiler aracılığıyla bir tür sahte demokrasi temsili sergilendi.
Batılı yurttaşlar olarak “bizler”in bugüne nasıl geldiğimizle ilgili tüm gerçeklerin üzerini bile bile örtüyorlar. Popülizm ve ekonomik kaygı gibi açıklama amaçlı terimler, esasen acımasız gerçekleri gizlemek için devreye sokuluyorlar. Kurtuluşun dili ve sahip olduğu toplumsal boyutlar, sınıf savaşında karşı tarafın elinde bir tür silâha dönüşüyor. Kapitalizme karşıymış gibi görünen özgürlük hareketleri, kapitalizmin sınırlarına mahkûm oluyorlar ve uygun bir kıvam kazanıyorlar. Söz konusu hareketler, oligarkların insanlık tarihinde görülebilecek en büyük hırsızlık dâhilinde servetin büyük bir bölümünü cebe indirdikleri bir dönemde, dikkatleri başka yöne çekmek gibi bir işlev görüyorlar.
Altmışlardaki kadınların özgürlüğü hareketleri ardından kadına ve erkeğe eşit ücret verilmesi talebi, onu salt “kadının meselesi” hâline getirmek adına, sınıf mücadelesinden kopartıldı. ABD’de kadın işçiler, uzun zamandan beri denk işler yapmalarına karşın, erkeklerden daha az para alıyorlardı. Yetmişlerde kadınların yoğun biçimde (ücretli) işgücü piyasasına yeniden girmeye başlamasıyla birlikte bu cinsiyetler arası ücret açığını kapatmaya dönük liberal çabalar ortaya konuldu. Fakat liberalizmin verili çerçevesi, emeğin sınıfsal açıdan sahip olduğu nispi konumun veya işçi sınıfına mensup kadınların yaşam standartlarının yükseltilmesi meselesini asla kapsamıyordu.
Grafik: Kadınlar, emek piyasalarında erkeklerle rekabet ederlerken, kapitalistler ve şirket yöneticileri, tarihin diğer tüm dönemlerine kıyasla daha fazla kârı cukka ettiler. Ama burada ekonomiden çok hayatla ilgili bir yan var: (1) Gıda ve barınma politik mücadeleler için birer önkoşul; (2) Politikayı ve ekonomiyi kontrol eden insanlar, işçilerin ürettikleri şeylerde giderek azalan payları konusunda kendi aralarında dövüşmelerine izin veriyorlar. Başka bir ifadeyle, o paylar için dövüşüp durmak, pek de sağlam bir strateji değil aslında.
Patriyarka terimi, sündürülüp her şeyi izah eden bir içeriğe kavuşturulduğu ölçüde emekle ilgili meselelerin ötesine uzanıyor. Dolayısıyla özgürlük mücadelesinin üzerinde durduğu asıl soru şu oluyor: ekonomik iktidarın dışında güç, patriyarkanın ötesinde nasıl yeniden dağıtılabilir? Ücretli emek, kapitalist şemada nispeten düşük bir mevkie sahip. Eldeki kanıtların da ortaya koyduğu biçimiyle, eşit işe eşit ücret mücadelesi, oligarkların ve şirket yöneticilerin yüklü miktarda zenginliğe el koyduğu bir dönemde sahneye çıktı. Sınıfsal konumları üzerinden birçok kadın, ekonomideki paylarının servetin yukarıdakilerin elinde toplaşmasıyla azaldığını gördü.
Bu gelişmenin sistemle alakalı niteliğini bir analoji üzerinden görmek mümkün. Büyük bölümü erkek olan imalat sektörü işçilerinin yerine düşük ücret ödenen veya ödenmeyen yabancı işçilerin çalıştırılmasını sağlamak suretiyle NAFTA ve onu takip eden “ticaret” anlaşmaları, imalat sektörü işçileri bağlamında ücretleri düşürdüler, pazarlık gücünü kırdılar, iş güvencesinin zeminini ortadan kaldırdılar ve yaşam standartlarını aşağıya çektiler. Çalışma yaşındaki erkekler işyerlerini terk ederlerken onların yerini kadınlar aldı. Erkeklere verilen ücretlerin dondurulduğu veya düşürüldüğü bir dönemde kadınlara verilen ücretler arttı (aşağıdaki grafik). Cinsiyet mücadelesi çerçevesi dâhilinde kadınlar ciddi bir ilerleme sağlarlarken erkekler çok şey yitirdiler. Bunun dışında, daha genel bir değerlendirme dâhilinde Amerikan işçi sınıfının ekonomik açıdan yıkıma uğradığını söylemek lazım.
Grafik: Yetmişlerden beri çalışan kadınların yüzdesi artarken erkeklerin yüzdesi düşmüş. Grafikte erkeklerin oranı kadınların oranına bölünüyor. Öte yandan kadın işlerine karşı erkek işleri gibi sektörel farklılıklar önemli bir faktör olarak alınsalar da mevcut farklılaşmayı izah etmiyor. Kadına ve erkeğe verilen ücretlerdeki bu eğilim istihdamdaki eğilimle de örtüşüyor (aşağıdaki grafik), buna göre kapitalistler, işçinin üretkenliği ölçüsünde ücretlerin düşürülmesi stratejisinin bir parçası olarak erkek yerine kadın çalıştırıyor. Bu yazının yazıldığı dönem göz önüne alındığında eşit iş karşılığında erkeğe kadına göre daha az ücret veriliyor. [Kaynak: St. Louis Eyaleti Federal Rezervi]
Merkezde duran, erkek emeği idi, bu sebeple eşit işe eşit ücret talebi gündeme geldi. Oysa bu talep, tümüyle kapitalist toplumsal ilişkiler çerçevesinde biçimlenmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD hükümeti savaşa yönelik çalışmalar kapsamında fabrikalara doluşturulan kadınları iş bırakmaya zorladı, zira cepheden dönecek askerlere iş sahası açmak istiyordu. Yani savaş faaliyetleri durma noktasına geldikçe işgücü fazlası oluşmuştu. Yetmişlerde kadınların işgücü piyasasına yeniden girdiği dönemde kapitalizm, yetki ve güçten mahrum işçilerin sırtından elde ettiği kârları artıracak bir hamle yaptı. Mevcut işgücü fazlası karşısında işgücü arzında yaşanan artış, işçi sendikalarının ezilmesi noktasında çok önemli bir rol oynadı.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği dönemden kadınların işgücü piyasasına girdiği yıllara dek uzanan dönem, daha net bir ifadeyle, 1953-1974 arası dönemde aile geliri yüzde 70 arttı (aşağıdaki grafik). 1975-2017 arası dönemde ise birkaç yıl boyunca ikiden fazla kişinin gelir getirdiği ailelerin oranı yüzde 33’e çıktı. Bu dönemde işçilerin eline geçenlerde ciddi bir düşüş yaşandı. Söz konusu düşüşün sebebi, erkeklerden daha az üreten kadınlar değildi, bugün olduğu gibi o gün de kadınlar erkekler kadar üretkendi. 1975’ten sonra kapitalistler, Amerikalı işçilere ürettiklerine kıyasla daha düşük ücret vermek amacıyla bir dizi stratejiyi devreye soktular. Erkek işçilerle kadın işçileri karşı karşıya getirmek suretiyle, işgücü arzını artırmak, bu stratejilerden birisiydi.
Grafik: 1953-1974 arası dönemde aile başına düşen 1,25 işçinin eline geçen enflasyona ayarlı aile geliri, yüzde 70 arttı. 1975-2017 arası dönemde ise aile başına düşen 1,65 işçinin aile geliri yüzde 33 arttı. Kadınların ücretli işgücü piyasasına girmeden önce büyük ölçüde ücretsiz çalışmak suretiyle aile üretimine katkı yaptığı düşünülürse, eşit işe eşit ücret konusunda elde edilen kazanımlara rağmen, son kırk yıl boyunca işçi aileleri tam bir felâketle yüzleştiler. [Kaynak: St. Louis Federal Rezervi.]
Yetmişlerdeki kapitalist darbenin amacı, emeği güçsüzleştirmek, o gücü zenginlere vermek, böylelikle zenginlerin emeğin ürünlerinin önemli bir kısmı konusunda hak talep etmesini sağlamaktı. Zenginler bu noktada başarılı olmuşlardı. Kadınların işgücüne yeniden dâhil olduğu dönemde emeğin üretkenliği artmaya devam etti (aşağıdaki grafik). Fakat kapitalist sınıf ve şirket yöneticileri, tüm bu artışları kendi ceplerine indirmeyi bildiler. Kapitalizm açısından kadının sınıfsal konumu ve aldığı nispi ücretti kadınları cazip kılan, sahip oldukları cinsiyet değil.
Bu, önemle üzerinde durulması gereken bir ayrım aslında. Dolayısıyla günümüzde sürmekte olan, ırka, cinsiyete ve kimliğe dair meselelerin sınıf mücadelesince bütünüyle kapsanamayacağını dolayısıyla tam olarak ele alınamayacağını söyleyen sınıf indirgemeciliği ile ilgili görüş, anti-politik bir görüştür. Bu anlamda, bünyesinde geliştiği liberal çerçeve dâhilinde haklı ve doğru olan eşit işe eşit ücret mücadelesinin, kadınla erkeğe aynı ücretin verilmesi ile ilgili mücadelenin, işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını etkileyen gelir ve servetin dağılımı meselesiyle bir alakası yoktur. Kapitalist politik ekonomi dâhilinde lokalize edilmiş olan eşitliğe ulaşma mücadelesi ve bu temelde yürütülen özgürlük mücadelesi, bugüne dek oligarşinin politik ve ekonomik iktidarı ele geçirmesini kolaylaştırmak, süreci hızlandırmak için kullanılmıştır. Sonuçta oligarşi, ulaşamadığı gücü ancak kendi çıkarları ile ilişkisi dâhilinde ele almaktadır.
Grafik: Emeğin üretkenliği, işçilerin belirli bir dönemde ürettiklerine ilişkin bir ölçüdür. Kapitalist teoriye göre işçilere ücretleri ürettiklerine göre verilmektedir. Yetmişlerin ortalarından başlayan süreçte kadınların işgücü piyasasına girişleri de artmış, ücretler ise sabitlenmiştir. İşçiler daha fazla üretmeyi sürdürseler de artık onların emeklerinin ürünlerine gereken ücreti ödenmesini talep etmeleri mümkün değildir. Konuyla ilgisi bağlamında şu söylenmeli: eşit işe eşit ücret talebi üzerinden ilerleyen hareket, birçok işçinin yüzleştiği eşitsizliklerin hızla arttığı bir dönemde gündeme gelmiştir.
Kapitalist istihdamın özgürleştirme becerisine sahip olduğuna dair burjuva fantezileri, refah teolojisinin fantezilerine benzer. Sonuçta refah teolojisi de toplumsal tarihi bir kenara atıp ekonomik sınıfın yerine kişiyle yüce güç arasındaki şahsî ilişkiyi koyar. Bir bilim insanı veya bir avukata dokuz işçi düşer, bunlar da fast food restoranlarının patates kızartması reyonlarında veya eczane zincirlerinde kasiyer olarak çalışırlar. Birçok insan, sırf çalışmak zorunda olduğu için çalışmaktadır. Bu, ücretli işgücü piyasasına giren birçok kadın için de geçerlidir.
Bir şok yaşamasınlar diye kadınlar, ücretli işgücü piyasasına girmezden önce işlere girmişlerdir. Ücretli ve ücretsiz emek arasındaki ayrım, esasında kapitalist emek ve diğer emek biçimleri arasındadır. Asıl mesele, “iş”in liberallerin iddiasının aksine özgürleştirici olmamasıdır. Para, düzenli yemek yemek, evde yaşamak ve sosyal katılım için bir önkoşul hâline geldiği noktada iş için ücret ödenmektedir. Sistem bağlamında kapitalistler, kontrol ettikleri, gerekli şartları yerine getirecek toplumsal mücadeleyi tanımladıkları bir dünya inşa etmişlerdir. Eşit işe eşit ücret talebi, tümüyle kapitalist toplumsal ilişkiler bağlamında şekillenmiştir.
Bir analojiye başvuracak olursak; yardımsever kapitalistler, çiftçilerin yaşam standartlarını yükseltiyorlar ama diğer yandan da onların rızıklarını yarıya indiriyorlar. Ücretlendirilmiş işin ona ödenen tutara yaptığı katkı üzerinden bir ailenin beslenmesi için gerekli paranın yarısı kazanıldığında, bir ailenin boğazından lokma geçsin diye yeterli ürün yetiştirme pratiğinin gayrisafi yurtiçi hâsılaya hiçbir katkısı olmuyor (GSYİH için gelir ölçüsü). Neoliberalizmin ve küreselleşmenin “gelişmekte olan ülkeler”de yaşam standartlarını yükselttiğine ilişkin sürekli dillendirilen iddialar, esasen ekonomiyle alakalı bu türden zırvalara dayanıyor. Politik bir anlama sahip bu türden bir ayrım, temelde “gelişmiş ülkeler” için de geçerli.
Grafik: Kadın ve erkek arasındaki ücret farklarının kapanması ardından erkeklere kıyasla daha fazla kadın işe alınıyor. Kadınların kapitalist üretimde erkeklerden daha az becerikli olduğuna inanmadığı sürece işinin ehli olan tüm şirket müdürleri en düşük maliyetli işçileri çalıştırıyorlar. İşçi erkekler, kadın işçilere kıyasla rekabet düzleminde daha dezavantajlılar; bu, kapitalistlerin ve onların yaptıklarını akademide izah edenlerin belirlediği yollar üzerinden işleyen bir süreç. Not: mavi sol, turuncu sağ tarafa ait. [Kaynak: St. Louis Federal Rezervi.]
Kadınların ücretli işgücü piyasasına girmek isteyip istemedikleri sorusu, ancak çalışma zorunluluğu ortadan kaldırıldığında cevaplanabilir. Aksi takdirde bu soru, “bıçakla mı yoksa tabancayla mı öldürülmek istersin?” sorusuna benzeyecektir. Çalışmayla ilgili soru, cevaplanması mümkün olan bir sorudur, bu noktada birçok insan iyimser bir yaklaşım içindedir.
1970’ten beri Batı’da politik ekonominin yaslandığı felsefeyi üreten ve biçimlendiren kapitalizmdir. Oligarklara ve şirket yöneticilerine toplumu uygun gördükleri şekilde organize edebilmeleri noktasında belirli bir serbestiyet bahşedilmiştir. Sonuçta bu insanlar, kendilerine verilen yetki ve gücü, her şeyi cebe indirmek için kullanmışlardır.
Daha kapsamlı bir ifadeyle, bunlar, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” dediği süreç üzerinden, dünyayı kendilerine benzetmişlerdir. Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un dünyası, onun gibi bir dünyadır.
Sosyalizmden dem vuralım, yetmişlerde yanlış yola giren otomobili tekrar doğru yola sokma imkânı konusunda iyimserliğimizi besleyip duralım ama şunu da bilelim: meselenin özünde değişen hiçbir şey yok.
Savaş hâlâ kâr getiren bir iştir, çevre hâlen daha krizdedir, hâlâ daha aynı insanlar işbaşındadır ve sınıf savaşı bugün de iki parti üzerinden yürütülmektedir. Yalvarıp durmak kimseyi politik kurtuluşa götürmez. Güç, karşısında bir güç bulmak ister. Gerisi hüsnükuruntudan ibarettir.
Rob Urie
8 Mart 2019

0 Yorum: