06 Mart 2013

,

Gerrard Winstanley

Geçmiş olan ölü değildir henüz;
Hatta geçmiş bile değildir.
Kendimizi kopartıp alırız ondan
Ve yabancıymış gibi davranırız ona.

[Christa Wolf]

İktidara karşı mücadele hafızanın nisyana karşı mücadelesidir.
[Milan Kundera]


Gerrard Winstanley, İngiliz Devrimi’nin seyrini değiştirme çabası içinde, kendilik, toplum ve politika ile ilgili muazzam bir teori geliştirmiştir. 1648-1649 arası dönemde Yeni Ahit’in ruhanîliği ve Eski Ahit’in dünyalılığının tartışmalı bir sentezi içinde edindiği Püriten mirası takdim ettiği olağanüstü bir dizi broşür kaleme alır. Püritenlerin iç hayatına dönük teşhisini mülkiyet vaatleriyle ilgili toplumsal analiziyle birleştirerek Winstanley, Devrim’in merkezî unsuru olan mülkiyet sahibi Püriten radikalizmini dönüştürmeye ve böylelikle İngiltere’nin gelişim hattını ilerletmeye çalışır. Sözlerinin eylemin şehâdetine muhtaç olduğuna inandığından 1649 İlkbahar’ında “Kazıcılar” ya da “Hakikî Düzleyiciler” olarak bilinen bir koloni kurar. Bu erkek ve kadınlar, feodal toplumsal ilişkilere seçenek teşkil edecek pazarı ve Püriten radikalizmini pratikte örneklemeye gayret ederler.

Kendilerine ait teoriyi ihtiva eden bu seçenek, kişisel özerklik ve kolektif eylem gibi, genelde birbirinden ayrı tutulan konuları bir araya getirme çabasını, örneğine az rastlanan bir üslupla, açıklar. Belki de bunlardan daha fazla ilgi gösterdikleri diğer bir husus da Winstanley’nin kendi köktenciliğinin politik boyutunu geliştirmeye iten “dünya ve ruh cemaati” kurma teşebbüsüdür. Bir Kazıcı olarak Winstanley, azizlerin ruhanî ve psikolojik ilgilerini, fukaranın toplumsal çıkarlarını ve yurttaşların sözcük ve vaatlerini kaynaştıran köktenci bir politikanın teorisini inşa eder.

1650 İlkbahar’ında bir yıl süren başlangıç aşamasını takiben Kazıcı cemaati yenilir. Bu yenilgiyle birlikte Winstanley’nin ilgilendiği, bugün bile muhalif olduğu kurumlar ve söylem için hâlâ muteber olmayan konular, dil ve seçenekler toprağa gömülürler. Bu nedenle, onun köktenciliği, tercih edilmemiş bir yönelime ve kullanılmayan bir yola işaret eder. Moderniteye yönelen hareketin içindeki en önemli dönüm noktalarından birinde var olduğundan, teorisi bugün dünyamıza hâkim olan kurum ve düşüncelerin köklerini ifşa eder. Daha da önemlisi, hâlihazırda katedilmemiş olan bu yol, ses verilmediği ölçüde geçicileşen, müteşekkir olunmadıkça can sıkıcı birer hayalete dönüşen bir dizi ilgi ve bağ olarak varlığını sürdürür.

Winstanley’ye yoğunlaşmamın ilk nedeni, onun Püriten köktenciliğini analiz etmiş olmasıdır. Hiçbir eleştirmenin denemediği bir yolu takip ederek Winstanley Püritenizmin psikolojik, sosyal ve siyasî karakterini teşhis eder; ruhanî, metinsel ve siyasî dilini açımlar, sahip olduğu fikir ve pratiklerde tanımladığı trajik kusurları gidermek için yeni bir yol arar. Benim Winstanley yorumum, onun Püriten köktenciliğin anahtar kavramlarını eleştirip dönüştürdüğü gelişim sürecini takip etmektedir.

Winstanley’nin 1648’in Güz ve Bahar’ında kaleme aldığı ilk bildirileri belirli bir psikolojik momenti takdim eder. İçgözlemsel bir çabayla hamarat bir Püriten olarak yaşadığı ıstırapla mutabık kalmaya çalışan Winstanley, Püriten dinselliğinde yansıyan ruhanî hayatı çözümler. Püritenizm için sorunlu olan merkezî yönleri teşhis etmek için Püritenlerin “Cennet’ten kovulan Âdem”in günah ve kibirle ilgili kavramlarını derinleştirir. Bu kavramlar şu şekilde başlıklandırılabilir: cezalandırıcı bilinç ve bedene yönelik çilecilik, pazarda malların birikmesiyle ilgili kaygı, öğretisel ortodoksi, fakir kadın ve erkeklere dinî hürriyet bahşetmeye dönük gönüllü itiraz. Winstanley’nin yaptığı tartışmaya göre, tanrı aracılığıyla dindarlığın özdenetime ve dünyevî gayrete bağlanması çabası, bir tür kendini mağlup edici ve cezalandırıcı bir özerklikle, seçkinci, hoşgörüsüz bir kültür üretir. Ancak yeniden doğuş ve dirilişle ilgili Püriten fikirler üzerine yeni bir çalışma yapmakla aynı zamanda o bir seçenek de üretmiş olur. Teşhis ve tedavi niyetiyle hareket eden Winstanley’nin ilk teorisi ruhanî hayatla ilgili kapsamlı bir tartışma ihtiva eder ki bu tartışma, ahlâkî özerkliği biçimlendirme ve kültür yaratmaya yoğunlaşan bir tartışmadır.

1649 Bahar’ında, beyan ettiği şeyin bir vahiy olduğunu söylemesinin ardından Winstanley aniden penceresini genişletir ve Püritenlerin fukarayı Tanrı yerine dünyanın inayetinden mahrum bırakan anlayışını eleştirir. Bu noktada Winstanley, “ruhanî krallık” analiziyle mülkiyet, ücretli emek ve devlete ilişkin yeni geliştirdiği görüşlerini dillendirir. Bu “sosyal moment”te o Püritenlerin sadece ruh değil, emek ve dünyevî iktidar gibi konulara yönelik geliştirdikleri kendi kaderini tayin etmeyle ilgili görüşlerini eleştirmekle onların “davet” etmede kullandıkları dili yeniden tarif eder. Kral Charles’ın idam edildiği dönemde Winstanley, Püriten asilerin sadece psikolojik çelişkileriyle mülkiyet sahipliğine dayalı sosyal çıkarların tayin ettiği gizemli kılınmış, lânet bir yol takip ettiğini söyler. Sonuç olarak asilerin, hürriyeti tesis etmiş ve İsa’nın öğretilerini uygulamaya koymuş bir topluluk oluşturmakla ilgili vaatlerine ihanet edecek konuma geldiklerini iddia eder. Bu vaatlere iştirak eden Winstanley, dindarlığın ve hürriyetin ortak mülkiyete, üretimin paylaşılmasına ve dinî hoşgörüye muhtaç olduğunu da söyler.

Winstanley’nin “içteki krallık”, “dıştaki krallık” olarak nitelediği ve onun “politik moment”inin temeli olan teorileri üzerinde durmayı hak etmektedir. 1649 Bahar’ının sonlarında, Parlamento’nun İngiltere’nin bir cumhuriyet olduğunu ilân etmesinden kısa bir süre önce Winstanley henüz çitlenmemiş ortak topraklarda ortaklaşa üretim yapmak için mülksüz, fukara halkla bütünleşir. Ücretlerin çalışmayı reddedip yeryüzünün “herkese ait hayatî bir hazine” olarak bölüşülmesi fikriyle Winstanley, fukara halkın “sana ve bana ait mülkiyetin genişlemesi”ni geciktirebileceğini, böylece tüm ülkede “kamusal hürriyetin ilk tohumları”nı atabileceğini göstermek ister.

Ancak Kazıcılar, kamusal hürriyetin ilk çentiğini toprağa attıklarında şiddetli bir öfkeye maruz kalırlar. Winstanley, yazdığı bildirilerle dönemin tüm önemli aktörlerine ve gruplarına seslenir. Eski Ahit’e ait bir hikâye olan Çıkış (Exodus) ile birlikte, Püritenlerin kilise ve krala karşı kendi kaderlerini tayin etmek amacıyla verdikleri mücadele, aynı zamanda bu güçlerin kadınlarla fakirlere hak ve iktidar paylaştırmamalarına yönelik itirazlarını meşrulaştırmak için başvurdukları İsa’nın İkinci Zuhuru ile ilgili Yeni Ahit kehanetini de radikal bir üslupla yeniden yorumlayan bir teori önerir. Winstanley’nin cemaati bu itirazın acılarını vahşi bir biçimde yaşadıklarından, Püritenlerin mülksüz erkekleri ve tüm kadınları kamu hayatının dışında tutan aile ve mülkiyete dönük bağlılıklarını da sorgular, ayrıca şiddet doğuran ve diyalogu imkânsızlaştıran “seçilmişler”in öncü siyasetini de eleştirir.

Aynı zamanda Eski Ahit’in toprakla ilgili yeryüzü mirasına dönük vaadini Yeni Ahit’in “içteki krallık”ın yeniden doğuşu vaadiyle birleştirerek, sadece kiliseyle kralı değil, yeni doğan pazarı, mülk sahibi Püritenlerin sosyal iktidarı ve onların tarif ettikleri sınırlı demokrasiyi alt etme yetkisi veren kurtarıcı tarihe fukara halkı da dâhil eder. Kazıcı cemaatinin parçalanmasıyla Winstanley, yurttaşlık faaliyetleriyle “yeryüzündeki hürriyet”i bağlantılandıran köktenci bir cumhuriyetçilik dillendirmeye başlar.

Ancak burada Winstanley’nin tekrar değerlendirilmesinin sebebi, onun teorik düzlemde dillendirdiği ya da pratikte uyguladığı karşılıklı bağlantılar değildir. Tam da bu başarı, onun köktenciliğinin ve benim onunla ilgili tartışmamın merkezinde duran karşılıklı ilişkiye sahip iki vasfın özel önemine denk düşer. İlki, onun yönlendirmeye çalıştığı Püritenlerden devşirdiği, ancak kendi karakterini biçimlendiren dindarlıktır. Diğeri ise onun Püriten ortodoksisinin ötesine geçme çabaları içinde öğrendiği Püriten deyimlerden yarattığı zengin mecazî dildir. Her iki vasıf da kendi yön tabelasını takip edebilmek için gerekli olan aklı temin eder ve kendi köktenciliğinde tahammül etmeye değer olanı gösterir.

Winstanley’yi köktenci, köktenciliğini ise özel kılan, onun insanları, bedensel tecrübeye ait kişisel hayatın ve sosyal beden içindeki paylaşılan hayatî tecrübenin içine yerleştiren görüşüdür. Bu nedenle söz konusu düşünce, insanların, tecrübeler, ilişkiler ve içinde olup tanıklık ettikleri, kendilerini içeren ve taşıyıp götüren tarih tarafından biçimlendirilen ve temellendirilen birer yaratık hâline nasıl geldiklerine dönük bir izah olarak geliştirilmiştir. İnsanları belli köklere sahip, muhtaç ve sınırlı yaratıklar, kendi ifadesiyle “yaratılmış varlıklar” anlayışı içinde köktenci bir üslupla kavraması sayesinde Winstanley, onların kendi tercih ve değişim kapasitelerini nasıl kavramaları, hürriyetlerini nasıl ifade etmeleri ve yaratıcı olarak sahip oldukları potansiyelleri nasıl gerçekleştirmeleri gerektiği meselesini tekrar kavramsallaştırır.

Yaratıklar ve yaratıcılar olarak insan anlayışının merkezî unsuru, Winstanley’nin tabiriyle, “iç ve dış esaret”in kökeni olan kibrin eleştirisi ve onun “iç ve dış hürriyet”in kaynağı olduğuna inandığı ve bir tür dindarlık savunusu anlamında, hürmettir. Onun köktenciliği ve benim tartışmam Winstanley’nin kibre ilişkin tespit ettiği kapsamlı psikolojik, sosyal ve politik anlama, kibrin sebep olduğu esarete ve bu esaretten kurtuluşu getirecek olan hürmete yönelik süreklilik arz eden tarif çabasına dayanır.

Her bir “moment”inde Winstanley, kendisinin “kibrin şeytanî ve erkeksi iktidarlar”ına, yani her insanın “arka taraf”na ya da “içteki bok yığını”na saldırır, dahası, önde gelen Püritenlerin moda kimliklere sahip olduğunu, dünyevî otoriteye sahip olmak istediklerini ve başkalarını ezerek kendilerini köleleştirmek pahasına toplumu yeniden biçimlendirmeye çalıştıklarını söyler. Winstanley bu cinsiyete dayalı dile ve “bok yığını” gibi ifadelere kibir kavramının analizi üzerinden fantezileri ve itkileri açıklamak amacıyla başvurur. Ona göre, kibir bedensel sınırlar, ihtiyaç ve bağımlılık üzerinden oluşan iç çatışmalardan doğar. Kibir koşulsuz ya da iradî eyleme ait fantezilerden beslenir. O eylemin sınırlarını, varoluşun verili zeminini ya fa karşılıklı bağımlılığın zincirlerini kabul etmeyen hâkimiyet ve kontrol arzusunda ifadesini bulur. Kibir bir kişinin içe doğru bölünmesini sağlayarak onu kontrol düşkünü, bedenine karşı çileci, nesnelere karşı açgözlü biri hâline getirir, böylelikle kibrin dünyevî amblemlerinin babaların iktidarı, doğaya karşı saldırganlık, ruhban sınıfının hâkimiyeti ve ideolojik dili, emeğin mülk edinilmesi ve sömürülmesi ile seçkinci politika ve şiddet olduğu söylenebilir. Püritenler kibre dönük “iç esaret”i yaratan kişiler olduğundan, Winstanley’nin kanaatine göre, onların dünyevî gayretleri özgürlük değil, “dışarıdaki esaret”e işaret eden karşılıklılığa dönük inkârı üretir.

Buna cevap olarak Winstanley “Püritenlerinkinden köklü biçimde farklı olan bir dindarlık fikrine bağlı olan bir “içte ve dıştaki özgürlük” teorisi geliştirir. Başlangıçta o insan özgürlüğünün kendisinin tanrı adını verdiği içteki otoriteyle doğru bir ilişki kurulmasına bağlı olduğunu söyler. Bu “içteki Baba” her ruha Winstanley’nin “aklın ve aşkın ruhu” olarak tarif ettiği “samimi bir süt” temin eden “aşkın memeler”ini takdim eder. Kendi’nin bu şefkâtli parçasına dönük iç hassasiyet ve bağlılık kendi’yi kaygılı açgözlülükten ve cezalandırıcı bilinçten kurtarır, bunun yerine özsaygıyı, içe yönelmeyi ve dünyevi bağımsızlığı üretir.

İçteki dindarlık, Winstanley’yi gerisin geri dünyaya yeni bir yol dâhilinde getirip bırakır. Bu noktada Winstanley, insan özgürlüğünün aynı zamanda insanların geçinmek için zorunlu olarak muhtaç olduğu “Ortak Anamız” ile yani yeryüzüyle doğru bir ilişki kurabilmek amacıyla mülkiyetin ilga edilmesine bağlı olduğunu söyler. “İçteki Baba”ya dönük saygının her insanı ahlâkî özerklik ve karşılıklı saygı noktasında teşvik ettiğini tespit eden Winstanley, kendisinin “dost yaratıklar” dediği erkek ve kadınlar arasında “karşılıklı koruma”ya dayalı toplumsal ilişkiler, bunun yanında herkesin birbirine bedensel olarak muhtaç olduğunun kabul edilmesi için fizikî beslenme noktasında gerekli ortak bir kaynak belirler.

Winstanley, Püritenlerin dindarlığın hürriyet için esas olduğunu söyleyen fikirlerini muhafaza eder ama onların kendi kaderlerini tayin etme hakkı ile adalete ilişkin vaatlerini ifa edebilmek amacıyla Püritenlerin dindarlığını yeniden tarif ederek tüm Püriten projesini radikalize eder. Doğa ve her insanı canlandıranın Tanrı’nın “aşk ve akıl ruhu olduğu konusunda ısrarcı olan Winstanley, mülkiyetin ve hiyerarşinin ilga edilmesi, kadın ve erkeklerin toplumsal süreçlere katılımı ve dünyevî ihtiyaçlarla ruhanî eşitliğe dönük dikkat talep etmesiyle epey radikal bir politika geliştirir. O, karşılıklı toplumsal bağlara, “deneyimlenen muhabbet”te kökleşmiş dile ve “deneysel bilgi” temelinde gelişen bireysel tercihe değer atfettiğinden Winstanley’nin politikası şiddete karşı durur ve hoşgörüyle diyaloga bağlı kalmayı talep eder.

Bu nedenle Winstanley, özgürlüğü, ruhla beden, tanrı ile dünya arasındaki ilişkinin tesis edilmesi ve bu ilişkinin başkalarının ihtiyaçları ile kapasitelerine bağlanması üzerinden tarif eder. Söz konusu ilişkinin ana niteliğini belirleyen, kibirle bağlantılı olan yabancılaşma, mesafe ve inkâr değil, hakiki dindarlık veya ihtiramla bağlantılı karşılıklı bir ilişki ve uzlaşma içinde olmaktır. İhtiram sözcüğünü genelde bizler derin saygıya işaret etmek amacıyla kullanıyoruz. Bu sözcük daha çok korkuya dair bir şeyler yankılıyor ama Winstanley ihtiramı ruhanî ve fizikî ihtiyaçlara ilişkin olarak kullanıyor. Böylelikle ruhanî ve fizikî ihtiyaçların yaratılmış şeylerin tarifi ve birbirlerine bağlanması için devreye sokuyor. Bu ihtiyaçların insanların tabi olması gerektiğine inandığı şefkat kaynakları olarak belirliyor ve “yaratılmış varlıklar”a uygun değer ve gerçeklere, dolayısıyla onların içindeki tanrısal ruha işaret ediyor.

Winstanley’ye göre, beden, doğa ve tarihin içindeki yaratıklar özgürlüğe ancak kendilerini canlandıran ve sınırlayan ihtiyaç ve değerlere ayrıca kendilerine bakıp büyüten, yetiştiren beslenme kaynaklarına “şehadet” ettikleri takdirde kavuşabilirler. Dolayısıyla ihtiram sözcüğü, sadece dinsellik bu Winstanley’nin radikalizminin öncülü olduğu için değil, ayrıca öğrenilmesi gereken çok şeyin olduğu koşullandırılmış ve koşullu özgürlüğü Winstanley’nin teorize ederken önerdiği yol olduğu için de Winstanley’nin radikalizminini tarif eden bir kavramdır.

Winstanley’nin ihtiram fikrinde merkezî olan bir diğer ikinci nitelik, onun köktenciliğini özel kılan bir husus da teorik görüşlerinin ve gerçekleştirdiği politik yeniliklerin politik düşünce geleneği içinde nadiren bir çekişme içinde olmuş dille ilgili bir ciddiyete dayanmasıdır. Winstanley’nin kendisine ait eleştirici ve eleştirel kibir ve dindarlık okumasını geliştirmesine katkı sunan yegâne şey, onun Püriten deyimlerin anlamı üzerine yaptığı kapsamlı meditasyondur; Winstanley’nin bedensel, seksüel, ebeveynliğe ilişkin ve cinsiyetlere dair metaforları, iç hayat ile dünyevî eylem arasındaki bağlantıları içerir. O bu düzyazı becerisine ancak Püritenlerin metaforik yazınındaki anlamı ciddiye almak suretiyle ulaşabilmiştir. “İçteki Baba”, Tanrı’nın “aşk memeleri”, “samimi süt”, “yaratılmışların meme uçları”, “içteki bok yığını” ve “arka taraf” gibi imajlar aracılığıyla o ihtiramın anlamını ve kibrin kökenini örneklerle izah etmeye çalışır.

Modern yorumcuların sınıfsal çıkarları ve inançlarla pratiklerin altını çizen bilinçaltı motifleri ifşa etmek için sıklıkla dilin maskesini düşürmek ya da dili değersizleştirmek için uğraştıkları bir yerde Winstanley, ortak deyimlerin anlamını insanlardaki özgür eylem kapasitesini ifşa etmek ve psikolojik ve toplumsal güçlerde mündemiç olan davranış nedenlerini tanımlamak için kullanır. Bu nedenle o ayrıca başkalarına hitap edebilmekte, tüm insanlara tek bir yaşayan varlık ve fail olarak konuşmaktadır. Küçümsenmesi güç gayet canlı bir sesle o tüm tutkusu ve öfkesiyle yorumcularını söylediklerindeki anlamı yeniden incelemeye itmektedir. Bu sayede dinleyenler kendi sözlerine sadık bir biçimde eyleme geçebileceklerdir. Bu anlamda Winstanley’nin teorisi tüm yönleriyle “politik” olan bir pratik üretmiş, o iktidarı analiz ederek niyetler ve tercihlerle belirli bir diyaloga girmiştir. Sonuçta onun kelimeleri insanların kendi hayatları ile ilgili hissettikleri, gördükleri ve bildiklerine dönük içgüdüsel bir his üretmiştir ve hâlâ üretmeye devam etmektedir. Esasında Winstanley’nin kendine biçim verme ve kolektif eylem vizyonu, kendilik, toplumsal hayat ve radikal politikaya ilişkin görece daha modern anlayışların yeniden incelenmesine davet etmektedir.

Winstanley’nin argümanlarının süregiden öneminin onun bir mirası ve hasmı olarak Püriten radikalizminin karşısına koymak suretiyle değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Bir teorisyen olarak onun ulaştığı başarının tam anlamıyla takdir edilebilmesi ayrıca onun hürmetkâr radikalizmi ile Thomas Hobbes’un teorisini çatıştırmakla mümkün olacaktır. 1650’de mağlup edilmesi sonrası Winstanley’nin son kitabını Kasım 1651’de bitirmesi ile aynı yılın aynı ayında Hobbes’un o ünlü kitabı Leviathan’ı yayınlaması tam bir tesadüftür. Winstanley değilse bile Hobbes modern tahayyül bağlamında ilgili dönemin zirvesini teşkil etmektedir. Birçok farklı alanda hâkim bir söylem geliştirmiş olduğundan, Hobbes Püriten politikasının modern bakış açısını tanımlamış ve böylelikle Winstanley gibi bu politikaya dönük eleştiriler geliştirmiştir. Winstanley, Hobbes’un metninin gömdüğü ilgi alanlarını ve bağlılıkları yeniden incelememize yardım ederken, Hobbes Winstanley’nin kibir günahından kaçınma gayretine ait sonuçları kavramamıza katkı sunar.

Hobbes, Winstanley’nin sahip olduğu önemi bir biçimde keskinleştirir, zira her iki yazar da karşıt ifadelerle ve karşıt amaçlarla Püriten radikalizmini eleştirmektedir. İkisi de kibir meseleyle ilgilenmekte ve beden-kendilik, pazar-toplum, devlet-tarih teorilerini sentezleyip püriten radikalizmine bir alternatif üretmek istemektedir. Ama Winstanley eleştirmekte olduğu Püritenizme bağlıdır, ondaki merkezî kavramları ciddiye almaktadır, Hobbes ise Püritenizme düşmandır ve ana niyeti ayaklanmaya yol açan püritenizme ait tüm yönleri bozmaktır. Bu nedenle Winstanley Püritenlerin pazara ve ebeveyn iktidarına dönük sadakatlerini sorgulayan bir kullanır, bunu tam da başlattıkları devrimi yaygınlaştırmak için yapar. Tersten Hobbes ise Püriten asileri depolitize etmek için politika çalışmasının içine bilimin dilini sokar ve böylelikle pazar ve ataerkillik için görece daha güvenli bir zemin teşkil etmek ister. Püritenlerin tanrı anlayışlarını ve başlattıkları isyanı itibarsızlaştırarak Hobbes Winstanley’nin dönüştürmeye çalıştığı kaygı ve çıkarları açığa vurur ve toplumsal yapıda kralın iktidarın yeniden tesis edilmesi için Püriten çabanın altını oyar.

Köklü biçimde farklı bu türden argümanlar temel bir farklılıktan neşet ederler. Winstanley, doğaya nizamat veren bir akla sahip tanrıdan, iç otoritesinin dünyevî isyanı tasdikleyen bir güçten, yani “içteki Baba”dan dem vurur. Onun Püritenleri yeterince radikal olmadıkları için eleştirmesinin nedeni budur. Aksine Hobbes, doğa ve ruhun bedeni anlayışından mahrumdur, bu mahrumiyet temelinde sadece krallıktan teslimiyetin keyfini çıkartan bir devlet egemenliğine geçişin teorisini yapar. Winstanley’de tanrı destekli isyan ve kültürel heteredoksi, Hobbes’ta kültürel uyumluluk üretip insan eylemini özel hayatla sınırlandırmak suretiyle politikayı yıkıma uğratan bir “ölümlü tanrı” vardır.

Bu analizin genel varsayımına göre Hobbes, Winstanley gibi bir ismin üzerini örten kıymetli bir sırdır zira o ilk belki de en büyük “modernleştirici”dir. Hobbes yeni ortaya çıkan pazarı meşrulaştırır, ama daha da önemlisi o bilime dönük yeni bir imanla bağlantılı olarak toplumsal ilişkilere bakmaksızın devlet inşa sürecinin nasıl olacağını tarif eder. Bu gayretinde Hobbes ister liberal, ister milliyetçi isterse Leninist olsun, devlet inşasının ve kolektif eylemin tüm modern biçimlerine hizmet eder görünen, yabancılaşmanın kavranması konusunda aşırı ölçüde öngörü sahibi olan, insana has geleneğe bağlılığa dair bir görüş geliştirir.

Püritenler kilise ve monarşiye saldırmak için kurtarıcı tarih fikrine başvururlar: Kibirli yaratıma “bağlılık”a atfen Püritenler tanrının amaçlarını bilme ve gerçekleştirme iddiası ile meşrulaştırılan, tanrıya dönük dinî bağlılık esası üzerine kurulu zıt bir kendi kaderini tayin hakkı belirleyip tanımlamaya çalışırlar. Mücadelelerindeki kusurlar ve sınırlılıklar Winstanley’yi onlardaki kitabîliğin ötesine gitmeye iter. Winstanley bu noktada kibirle kirlenmemiş bir politika peşindedir. Bu yaklaşım üzerinden isyan eder. Tersten Hobbes ise isyana mani olmak için kibri öne çıkartır. Kurtarıcı tarih fikrinin Püritenlerdeki kibri ve icatçılığı nasıl gizlediğini göstermek suretiyle o insanlara birlikte yaşadıkları otoriteye bağlı birer kibirli yaratıklar olmalarını, olmaları gerektiğini öğretir. Mütevazı insanlar dinî manada kendilerini kibirli yaratıcılığa teslim olmalıdırlar. İşte Winstanley’nin Hobbes’un Promete efsanesi ve Leviathan imajı dâhilinde gölgelediği politika ile karşıt bir politika kurduğu yer tam da burasıdır.

1642’de, İç Savaş’ın başlarında Hobbes De Cive [Yurttaş Üzerine] isimli eserinde Püritenlerin tüm geleneğe bağlılığı maskeleyen Tanrı ile ilgili dillerini tartışmak için Promete efsanesine başvurur. Bu dil ona göre radikal yaratıcılığı da köreltmekte, Püritenlerin kolektif kendini biçimlendirme gayretlerini zararlı addetmektedir. Bu aşamada Hobbes, Püritenlerin isyanlarının kaygı ve anarşi ürettikçe baba katilliğinin kardeş katline yol açacağını öngörerek, onları dindar birer azizden çok destursuz birer asi olarak tasvir eder.

Ancak Leviathan isimli eseri 1651’de yayımlandığı sıralarda monarşi küle dönmüştür ve Hobbes pek de şaşırtıcı olmayan bir biçimde Promete tanımını değiştirmiştir. Kaygı ve anarşi tüm zamanlar için bütün toplumlara ait doğal bir zemin hâline gelmiştir. Sanki tarihte hiç baba, kral, tanrı ve asiler olmamış, insanî sorunlar kibirli isyanlardan değil, bağlayıcı bir otoritenin doğal yokluğundan ve tahayyül ile arzuya doğal bir nitelikten türemiş gibidir. Bu aşamada asi Promete’nin yerini yeni bir Promete alır, bu yeni Promete isyan ettiği için değil, tam da sahip olduğu doğası yüzünden cezalandırıldığından ıstırap içindedir.

Politika açıdan mesele hâlihazırda var olan bir otoriteye karşı yaşanacak bir isyana mani olmak değil, ileride yaşanacak her türden isyana mani olan bir otoritenin oluşturulmasıdır. Bu amaçla Hobbes ilgili alana daha da yoğunlaşır, zira egemenlik, yegâne ama aynı zamanda tercih edilmesi gereken bir versiyon olarak krallık, daha doğrusu her türden etkin nizam biçimi için gerekli bir soyutlama ve icat olarak görünmektedir. De Cive’de Promete küçültücü manada bir icada işaret etmekte iken Hobbes şimdi “özel insanlar”ın icatlarını hâlâ kınarken, doğru icat biçimini kurtarıcı gücünü tanır görünmektedir.

Yeni bilimin öğretmeni hâline gelen Hobbes süreç içinde isyankâr Promete’yi öne çıkartır. Şimdi o insanlık adına ateşi tanrılardan çalmış, Hobbes’un bilimi böylelikle kendisinin bir zamanlar kibre ait tehlikeli bir eylem olarak kınadığı yaratım pratiğine sahip “suni insan” ya da “sivil insan”ı keşfetmeyi öğretebilecektir. Doğaları gereği yetim kalmış olan yaratıkların sahip oldukları sorun için gerekli çözüm insanlar isyan ettiklerinde onların üzerine kayaları yuvarlayacak bir tanrı icat etmektir. Sağduyulu Prometeci insanlar tanımlama, yargılama ve eyleme geçme haklarını devrettikleri bir egemen yaratmalıdırlar. Onları politik faillerin doğal arzularının talihsiz biçimde yol açtıkları sonuçlardan koruyabilecek yegâne itaat biçimi icat edilmiş bir egemen iktidardır. Bu iktidar insanlara ihtiyaç duydukları mülkiyet güvenliğini, bolluğu, barışı ve ahlâkî kesinliği temin edecektir.

Hobbes, Püritenlerin kibrini ifşa etmek ve onların radikalizmlerini toprağa gömmek için isyan tarihini geride bırakıp bir doğa anlayışına geçiş yapar. Sonrasında da doğadan egemenliğe zıplar. Hobbes kibri Püriten isyanının mezarını kazmak için kullanır ve bu mezar bugün kontrol dışı doğanın simgesi olarak sergilenmektedir. Promete’ye farklı bir anlam yükleyerek Hobbes insanı doğadan kurtarmaz aksine doğayı ve ona “yatkın” bilimi Püriten radikalizminde temsil olunan politikadan insanları kurtarmak için devreye sokar. Hobbes’un yeniliği işaret eden Promete’yi kınamayı terk edip sağduyuya işaret eden Promete’yi kurtaran bir egemen icat etmeye geçmesi modern politikanın doğumu ile Püriten radikalizminin toprağa gömülmesini ifade eder. Yaratıcı Promete’nin arkasında mağlup olmuş asi olarak Promete durur.

Püriten asilerin dinle ilişkili iddialarında ifşa ettiği kibirle ilgili olarak hayli ikircikli olan Hobbes kibirli asileri dönüştürebilecek bir bilim ve devlet algısına sahiptir. Bu bilim ve devlet yaratıcının kendi yaratımı bağlamında dindarlığı reddetmektedir. Hobbes Promete’yi kendi bilimi aracılığıyla temin eidlen geleneğe bağlılığa dönük bir görüşe işaret etmek için kullanır. Burada Hobbes söz konusu bilimin faydalarından bahseder ve medeniyet yaratma noktasında her zaman gerekli olduğu için kibri müdafaa eder. Sadece bir Prometeci bu ismi alabileceğinden, Leviathan isimli eserinde Hobbes Tanrı’nın Eyüp Peygamber’e dönük itirazını ele alır. Tanrı “kendi sağ kolundan” büyük bir kibirle insan yapımı bir Leviathan yaratır ve bunu “kibrin çocuklarının burnunu sürtmek” için kullanır.

İnsanların sadece ibadetler yoluyla icat ettikleri kibri icatların yabancılaştırıcı gücü ile birleştirmek suretiyle Hobbes sonrasında birçok teorisyenin sormak zorunda kaldıkları modern politikayla ilişkili şu soruyu ortaya atar: insanlar tanrılar gibi, ne eyleme geçmeye ihtiyaç duyarak ne de kendi yarattıklarının itaatkâr birer yaratıcısı olmaya mecburiyet duyarak kendilerini biçimlendirebilirler mi? Winstanley’nin düşünce ve eylemindeki her bir “moment”i canlı tutan da işte bu sorudur. O bu amaçla Püriten radikalizmine bir alternatif üretmeye çalışmıştır.

Buna göre Winstanley, Hobbes’un toprağa gömdüğü Püritenizm mezarından çıkan bir hayalet gibidir. Zira o yetim Püriten kuşağının bir evlâdı ama ayrıca Hobbes’ta simgelenen düşünce ve eylem biçimlerine itiraz eden bir muhalif geleneğin kurucu sesidir.

Winstanley ve Hobbes’un yaşadığı dönemde ne mevzubahis ise bugün de aynı şeyler mevzubahistir. Bu nedenle Winstanley’nin kendini anlama meselesine ilişkin psikoanalitik dili, toplumsal ilişkilerle kolektif eylem hakkındaki Marksist argumanları ve cumhuriyetçi yurttaşlık vizyonunu hâlâ canlı tutan muammaları nasıl ele aldığını görmek gerekmektedir. Şurası kesin ki Winstanley’nin dindarlığı seküler gelenekten önemli ölçüde ayrışır. Ama ilgi alanlarının paralel oluşu bağlamında söylenebilir ki tam da bu farklılıklar öğreticidir. Bu nedenle ben, her bir momentinde dönüştürmek istediği Püritenizm içi düşüncelerini ve eyleminin kök bulduğu, Hobbes ile ilişkisi içinde kendi radikalizmini konumlandırdığı ve kendi perspektifini teorileştirme pratiğinin görece daha modern geleneklerine doğru yönlendirdiği, Winstanley’nin gelişim aşamalarına ait izleri sürüyorum.

Winstanley son kitabında ve sonrasında kendi isyanının mevcut konağına dönük saygısını muhafaza ediyor. Winstanley kibri inkâr ediyor. Ancak zamanla radikalizmi bozuluyor, son kitabını bu bozulma kirletiyor ve nihayetinde kendisini dünyevî otoritenin kucağında buluyor.

Hobbes’un Promete’sinin aksine bu hürmetkâr asi İsa’ya öykünüyor ve kendi bilinciyle tahayyül edip yarattığı ama böylesi kibirli “yollar ve çalışmalar”ı alt ettiği şey adına hareket etmemek suretiyle, İsa’ya öykünüyor. Bu nedenle Wistanley yaratıcılar olarak insanlarla ve kibirle ilişkilendirdiği kendisine ait yönleri hiç sahiplenmiyor. Kendisini tümüyle masum Tanrı’nın Kuzusu olarak resmetmek suretiyle, kendi ihtiramından ayrılamayacak olan isyankârlığı inkâr ediyor. Dolayısıyla onun ihtiramla ilgili iddiası tam da kendisine ait bir kibir biçimidir, o kendisinin değersizleştirdiği gerçekdışı saflık idealidir. O kendisinin Püritenlerde bulduğu ama “yaratılmış varlığın” doğal bir parçası olmadığı konusunda ısrar ettiği öfke ve tahayyül, yenilik ve istekliliği saflaştırmaya çalışıyor.

Winstanley, ihtiramının kendisini “dünyayı altüst etmeye yetkili kıldığını” ve isyan politikasına dâhil olmaya mecbur kıldığını iddia ederken bizler de ondaki isyankârlığın isyanının nasıl merkezî bir öncülü olduğunu görebiliyoruz. Kral Charles’a karşı kazanılan zaferde pay sahibi olduğunu iddia ediyor, kendi fikirlerindeki geleneğe bağlılığa bel bağlıyor ve kazıcıların çektiği ıstıraplar için sorumluluk üstleniyor. Politik eylemi onun dünyayı ve kendisini saflaştırmak derken neyi kastettiğini anlatıyor. Ama Winstanley iğrendiği günahın kendisinin idealize ettiği ihtiram dâhilinde merkezî bir unsur olduğunu göremiyor. Bu çarmıhta acı çekerken yüce bir gücün ellerinde yaşadığı mağlubiyet onun kendini feda etmenin cezasını çekmeye dönük bir baskıyı yansıtıyor. Hâlâ kibrini inkâr etmenin ve hürmet gösterecek bir otorite bulmanın yollarını arayan Winstanley bu noktada Özgürlük Kanunu içinde muhayyel bir kitabîlik yaratıyor ve sonuçta bu çalışmayı bir zamanlar saldırdığı gerçek otoritelere teslim ediyor.

Winstanley mağlup değildir, zira o kibir denilen günahtan uzak durmaya çalışmıştır. Hadi diyelim mağlup oldu, onun mağlubiyeti Hobbes’un hayat ve politika konusunda “haklı” olduğunu asla kanıtlamaz. Kibir denilen mesele Hobbes’un kendi dönemi içinde politikaya sokuşturduğu bir yoldur. Kibir Hobbes’un her daim bize hatırlatıp duracağı gerçekliktir, öyleyse bu noktada temel mesele, Hobbes’un mantığının bir kurbanı olmaksızın, kibirle yüzleşmek. Dolayısıyla Winstanley, yeniden diriltilecek ya da kelimesi kelimesine taklit edilecek bir kahraman asla değil. Aksine onun püritenlerle ve devrimle ilgili anlattığı özel hikâye asi ve yaratıcı hakkında önemli bir kıssa içeriyor: o kendisinin dramatize ettiği ve başkalarında teşhis ettiği muammalar ve kibirli yaratıcılığa tabi kıldığı anlatıcı tarafından biçimlendirilen bir karakter olarak ortaya çıkıyor. Hikâyeyi anlatana değil de hikâyeye bakmak bize Winstanley’nin ihtiramı ile ilgili olarak neyin sorunlu olduğunu söylüyor: kendi devrimci projesine rağmen onun kendi kibrini reddetmesi ve kendisini tanrının itaatkâr oğlu dışında bir şey olarak görmesi. Bu yolla Winstanley, kendi’nin ve dünyanın hürmetkâr biçimde şekillendirilmesi ile ilgili olarak öğretmeye çalıştığı şeyle sıkı sıkıya bağlı uyarıcı ve önemli bir hikâyenin açığa çıkmasını sağlıyor.

Bir yandan Winstanley’nin dili, teorisi ve eylemi ile diğer yandan hâlâ insanların başlarını derde sokan ihtilâflı konular arasında köprüler inşa etmek gerek. Bu köprü, zamanları aşacak biçimde, tarih tarafından mağlup edilen Winstanley’nin modern okura neler önerdiğini açığa çıkartmayı amaçlayan bir muhabbete muhtaç.

George M. Shulman

[Kaynak: Radicalism and Reverence: The Political Thought of Gerrard Winstanley, University of California Press, 1989, s. 1-13.]

0 Yorum: