İngiltere’de 1640 ve 1660 yılları arasında devam eden
politik kriz toplumda büyük değişimlerin yaşanması için gerekli imkânların
oluşmasını koşullar. Sınıf, din ve siyaset, ilgili döneme dönük boyutları
üzerinden çokça tartışılmasına rağmen, cinsiyet meselesi hep geri plana
itilmiştir. Kilise dâhilinde, kadınların daha da fazla role sahip olmasına
imkân veren radikal dinî tarikatların doğuşu, hem dinî hem de dünyevî
yüzeylerde muazzam etkilere yol açmıştır. Ayrıca kadınlar gösteri
örgütlenmelerinde ve dilekçe verme eylemlerinin hazırlıklarında Düzleyici
(Eşitlikçiler) hareket içinde önemli roller oynamışlardır.
On yedinci yüzyıl İngiltere’si derinlemesine ataerkil
bir toplumdur. Baba, ailenin mutlak lideri olarak kabul edilmekte ve tüm diğer
hiyerarşik toplumsal ilişkiler onunla bağlantılı olarak kavranmaktadır.
Kadınlar ve gençlerden, düşünmeden, sorgulamadan ona itaat etmeleri beklenir.
Bir kadının siyasî ve toplumsal çıkarlarının ev dışında kocası veya babası
tarafından temsil edilmesi gerekmektedir. Evlenmemiş yaşlı kadın ve dullar cadı
avları için en önemli gerekçelerden olan korku ve şüpheyle karşılanmaktadırlar.
Cadı davaları, İskoç Stuart hanedanlığının İngiliz hanedanlığına yükseldiği
İngiltere’ye kıyasla, İskoçya ve Almanya’da daha yaygın bir durumdur. I.
James’in özel paranoyası ile bu süreç sınırın güney kesiminde yoğun bir biçimde
görülmektedir. Cadı davalarının esas amacı, dönemin toplumsal kuralları dışında
hareket eden kadınların cadı olarak etiketlenmesi ve şiddetli bir biçimde
susturulmalarıdır.
Dolayısıyla iç savaş esnasında cinsiyetlerin ruhanî
eşitliğini ilân eden muhtelif Protestan tarikatların ortaya çıkışı radikal bir
kopuşu ifade eder. Reform döneminden itibaren Londra’da bir avuç anabaptist
grup ayakta kalırken, reformdan yüz yıl önce yaşanan iç savaşta bu grupların
nüfusun yüzde beşini teşkil ettikleri ve ciddi manada büyüdükleri
görülmektedir. Bunların içinde en büyük grup olan Sarsıcılar, Vaftizciler ve
Bağımsızlar, kadınların kilise içindeki rolleri üzerinde yoğun tartışmalar
yapmışlardır. Malton, Kuzey Yorkshire’da Jane Holmes isimli bir Sarsıcı,
1652’de geldiği şehirde vaize karşı çıkmış ve kendi vaazlarını vermeye
başlamış, zaman içerisinde epey popüler olmuştur.
Tarikatların önemli bir bölümü için kadınların
kocalarından ya da babalarından farklı ruhanî tercihlerde bulunması kabul
edilir bir durumdur ve çoğu, yerleşik Episkopalyan ve Presibiteryan
kiliselerinin öfkesine maruz kalırlar. Bu tarikatlar söz konusu kiliselere göre
toplumun yapısını bozmaktadırlar. Dar anlamda tarif edilmiş bir dinî yüzey
üzerinden cinsiyet eşitliğini savunmaları onların aforoz edilmelerine neden
olmakta ama öte yandan da bu tarikatlar cinsiyet eşitliği için gerekli
entelektüel alanı teşkil etmektedirler. Tarikatların önemli bir bölümü,
kadınların vaiz ya da eğitimci olmalarına izin verilemeyeceğini düşünseler de
bu yaklaşım ciddi bir muhalefete maruz kalır ve her zaman sınırlı bir planda
işlerlik kazanır.
On yedinci yüzyıl İngiltere’si gibi dinin önemli
olduğu bir toplumda ruhanî ve seküler dünyaları bütünüyle ayrıştırmak pek
mümkün değildir. Londra’da yeni ortaya çıkan kitle politikası biçimleri, yani
dilekçe verme ve sokak gösterileri, sadece erkeklere tahsis edilmiş pratikler
değildir. 1642 gibi erken bir tarihte kadınlar, hâkim kilisede ve devlette yer
almak ve erkeklerle aynı muameleyi görmek için parlamentoya yönelik bir dilekçe
eylemi örgütlerler. 1643’te barış için muhtelif dilekçe eylemleri örgütlenir.
Her ne kadar gerici bir eylem olsa da bu eylemler bile radikal kimi araçlarla
gerçekleştirilir. Parlamentoya dilekçe teslim etme gösterilerinde kitlenin
sayısı giderek binleri bulur. Barikatı yarıp Parlamentoya yürümek isteyen
kadınlar ancak süvari alayına başvurularak dağıtılırlar.
Sonraki kadın eylemleri büyük ölçüde Düzleyiciler
hareketi yanlısıdır. 1647-8’de kadınlar Düzleyici hareketin lideri John
Lilburne’ün serbest bırakılması için yapılan dilekçe eyleminde önemli bir rol
oynarlar. Lilburne’ün mahkemeye çıkartılmadan yargılanmasına karşı 10.000
kişilik bir gösteri tertiplenir. 1649 Bahar’ında dört Düzleyici hareket
mensubunun serbest bırakılması için parlamentonun dışında üç gün süren bir
politik eylem örgütlenir. 25 Nisan’da yirmi kişilik bir kadın grubu davayla
ilgili görüşmeleri için binanın lobisine kabul edilir. Kadınlar hamle yaparak
Cromwell’e saldırırlar ve pelerinini söküp atarlar.
Parlamentodaki olaylardan birkaç gün sonra isyan
ettiği gerekçesiyle idam edilen Düzleyici hareketin mensubu Robert Lockyer’in
cenaze yürüyüşüne katılan 4.000 kişi içerisinde kadınların da önemli bir
ağırlığı vardır. Lockyer cinayeti ile ilgili olarak adalet talep eden bir
dilekçeyi yaklaşık 10.000 kadın imzalar. 1651-3 arası dönemde Düzleyici hareket
mensubu kadınlar, hapishanelerin boşaltılması için bir dizi dilekçe eylemi ve
gösteri tertipler. Lilburne bir kez daha hapse atıldığında onun hürriyeti için
daha büyük gösteriler yapılır. Bu gösterilerin önemli bir bölümü Lilburne’ün
eşi Elizabeth tarafından örgütlenir. Bu süreçte Mary Overton ve Katherine
Chidley de önemli roller üstlenir. Kadınlara öfkeli bir gazetenin iddiasına
göre, Düzleyici hareketinin kadın üyelerinin gerçek amacı, “kadınların kama
taşımalarına izin verilmesini sağlamak”tır.
Düzleyiciler, kadınların önemli ve muhtemelen eşit
kimi rollere sahip olması fikrini tam anlamıyla desteklemezler. Mary Overton
1647’de yayıncılık kanunlarını çiğnediği gerekçesiyle hapse atılır. Overton,
kadınların üstlendikleri önemli ve geleneksel planda erkeklere has roller
konusunda güvenilir olduklarını göstermiştir. John Lilburne, bu hususta ne
Âdem’in ne de Havva’nın diğeri üzerinde hâkimiyeti olmadığını, onların
torunlarının da böylesi bir hâkimiyet ilişkisinden uzak durmalarını söyler bir
yazısında. Ancak gene de o, kadınların oy hakkı kazanmasına ilişkin olarak bir
çağrıda bulunmaz. Kazıcılar gibi radikal gruplarda ise erkek ve kadınlar
toprakta birlikte çalışmaktadırlar.
Sonraki zamanda geliştirilen kadın hareketleri ile
kıyasladığımızda görülecektir ki İngiliz iç savaşı süresince kadınların ortaya
koydukları eylemler epey sınırlı bir niteliğe sahiptirler ve dar bir kapsam
dâhilinde gelişmişlerdir. Ancak bu eylemler, Avrupa tarihinde kadın hakları ile
ilgili olarak daha önce tanık olunmuş her şeyden daha önemli kimi hususların
ilân edilmiş olduğunu gösterir. Derin köklere sahip ataerkillik bağlamında
düşünüldüğünde, 1640’ların ve 50’lerin dilekçe eylemleri ve gösterileri gerçekten
de kayda değer olaylardır.
Gareth Beynon
0 Yorum:
Yorum Gönder