10 Haziran 2016

Kaldıraç’ın Din Düşmanlığı


Burjuva ilericisi, radikal ya da burjuva materyalisti ‘Kahrolsun din, yaşasın tanrıtanımazlık; tanrıtanımaz görüşleri yaygınlaştırma başlıca görevimizdir!’ der. Marksist, bunun doğru olmadığını, bunun yüzeysel bir görüş, dar burjuva ilerlemecilerinin görüşü olduğunu söyler.

[V. I. Lenin, “İşçi Partisinin Din Karşısında Konumu”]

Görünen o ki bir-iki reklâm üzerinden din düşmanlığını aşikâr eyleyen Kaldıraç da bu “yüzeysel, burjuva ilerlemecilerine has görüş”ü politik programlarının başına yazmıştır. Onların yıllar önce “benim ergenlik dönemime ait tezlerimi mutlaklaştıran ergenler” diye kendisini eleştiren kurucu babaları Yalçın Küçük’ün yanına hizalandıkları açıktır. Oturup televizyon izleyen, oradaki reklâmlardan “derinlikli” ideolojik analizler geliştiren bu yapının Yalçın Hoca’larının bugün hizalandığı yere dikkat etmesi gerekmektedir.

Hizalanan yerin ipuçlarını, ağızdan dökülen, burjuva ilerlemeciliğine ait laflarda bulmak mümkün.

Her solcudaki ömür planlaması, hep Batı Anadolu’da bir sahil kasabasına yerleşmeye dairdir. Onun dışında “SDP Yozgat” diye Twitter hesabı açıp orada olmakla alay etmek gerekecektir. Elbette o sahil kasabasına giriş biletinin alındığı belirli yerler vardır ve o nedenle bu tip laflar edilecektir. Edilmek zorundadır.

“Siyasal İslam, Reklâm ve Ramazan” isimli makalenin yazılma sebebi de buradadır. Yalçın Küçük ile Temel Demirer’in yer değiştirmesi de.

Yazar, bu ülkede insanların evlatlarını oruca alıştırmak için yüzlerce yıldır belirli âdetler geliştirdiklerini bilmemektedir. Misal, küçük çocuklara öğleye kadar oruç tutturulur. Bu geleneğin bir reklâm aracılığıyla istismar edilmesi, onun değerinden bir şey kaybettirmez. Yazar, dinsiz bir coğrafyada büyümüş olduğundan ya da belirli bir cingözlülükle, burjuva tasavvur üzerinden, dinin bireyin fıtratına uygun bir şey olmadığı düsturunu örtük olarak ifade ederek, bir çocuğun sahura kalkması bağlamında siyasal İslam eleştirisi geliştirebilmektedir. Bu eleştiri, Marksist değil, liberaldir.

Bu liberal eleştiriyle yazar, devletin birey dışı, kolektif olanı kendisine kapatmasına, ona ipotek koymasına, oradan gelecek itirazı boğmasına katkı sunmaktadır. Kaldıraç’ın dayanak noktası, burjuva devletidir. Bu sayede burjuvazinin önü açılsın diye din-i İslam’ın kökü kurutulmaya çalışılmaktadır.

“AKP’nin kullandığı şey, İslam’ın ta kendisidir” diyerek, AKP perçinlenmektedir. Bu noktada Kaldıraç ve benzerlerinin batı burjuvazisinin sol-sosyalist yapıları nasıl kullandığına odaklanmaları zorunludur. Bugün Fransa’da emekçileri ezen iktidar, en az Kaldıraç kadar sosyalist bir yapıdır. Böyle diye sosyalizme küfredilemeyeceğine göre, AKP ve devlet kitleleri mülkiyet ilişkileri bağlamında maniple ederken İslam’ı istismar etmesi üzerinden İslam’a saldırmak da bir anlam ifade etmeyecektir.

AKP ile birlikte birileri, dinsizliğinin politikleşme imkânı bulduğunu zannedebilir, ama bu politikanın soluğu AKP kadardır. Ancak onunla nefes alabilecektir. İçten içe biriken Müslümanca itirazın bu tür sol yapılar için kıymeti yoktur. Onların sadece burjuvazinin kurduğu kitlede biriken itirazlara odaklandıkları açıktır. 28 Şubat bekçileri olmak kimseye yol açmayacaktır.

Demek ki İhsan Eliaçık’la yeryüzü sofralarına diz kırmak da din konusundaki alerjinin kırılmasında bir işe yaramamıştır. Esasen Kaldıraç’ın reklâmda bulduğu Ermeni dostu, oruç ve iftarın laikleştirilmesi maksadıyla tercih edilmiştir. Yani o çay, “oruç tutabilecek yedi yaşındaki bir çocuğa” değil, laik evrendeki gençlere içirtilmek istenmektedir. Solun belirli bir kesimi, bu laikleştirme-modernleştirme girişimlerine bile tahammül edememektedir.

Kaldıraç’ın yazıdaki hassasiyeti bize Charlie Hebdo ve Pegida ideolojisini anımsatmaktadır. Anımsanacağı üzere, Fransız mizah dergisi, “Aylan Kurdi iyi ki öldü, ölmeseydi tacizci olacaktı” anlamına gelecek bir karikatür çizmişti. Aynı zihniyeti Kaldıraç da paylaşmakta, reklâmda sahura kalkan çocuğu kriminalize edip, onu Ensar’a ve çocuk evliliklerine bağlamaktadır. Dolayısıyla, o çocuğun katli şimdiden vacibdir!

Bu yargıçlar, savcılar, ancak burjuvazinin “İnsan” kurgusu dâhilinde şekillenmiş bir sosyalizmden dem vurabilmektedirler. Ezilenlerin birlikte olma, birlikte nefes alma, ortaklaşma, ortak direniş gibi aksiyonlarının o “sosyalizmin” eşiğinden geçmesi mümkün değildir. Gezi ile birlikte ellere tutuşturulan ayfonlara, afyonlara, akıllı telefonlara laf edilmemekte, insanların kolektif faaliyetlerinin kökü kurutulmak istenmektedir. Burjuvazinin “İnsan” kurgusu ise mülk ve mülkiyet ilişkileri üzerine kuruludur. Demek ki Kaldıraç’ın solculuğu, ancak o mülk kadardır. Fazlasına, ötesine asla tahammül edememektedir. O, Kemalist evrenin bir uydusu olduğunu her durumda haykırmak zorundadır.

Endonezya’da 1910’larda anti-emperyalist bir mücadele mevcuttur. Bu mücadelenin içerisinde, kentlerdeki ulema dâhilinde devletle uzlaşan bir damar öne çıkmıştır. Komünistler, “bu din hep böyleydi zaten, köküne kibrit suyu!” dememiş, “kızıl İslam” damarına kan taşımak için uğraşmışlardır. Bu uğraşı yoksa, demek ki sol, emperyalizmi sosyalizme yönelik olarak atılan ileri bir adım şeklinde değerlendiriyordur.

Kaldıraç, tatil kasabasında emeklilik hayalleri kuruyor, fikirdaşlarıyla tavla oynayıp ömür tamamlamayı hayal ediyor olabilir, ama bu topraklarda da muktedirlere, tağutlara, zalimlere karşı ses çıkartmış bir dinî damar mevcuttur. AKP, zaten o damarı kesmeye ahdetmiş bir neşterdir, bir kesiği de ezilenlerden-sömürülenlerden yana saf tuttuğunu iddia eden solcular atmamalıdır.

Eren Balkır
10 Haziran 2016

0 Yorum: