04 Ağustos 2008

,

José Carlos Mariátegui


Az ya da çok, diyalektikten haberdar olan birçok solcu aydın, bu diyalektik denilen olgunun kendilerini pek fazla bağlamadığını düşünüyor. Kendilerinin de aşılabileceklerini, inkâr edilebileceklerini ya da çürütülebileceklerini akıllarına dahi getirmiyorlar. “Yaşamın kendi hareketi” olarak formüle edildikten sonra diyalektik, her derde deva oluveriyor. Ama diyalektiğin iki yanı keskin bıçağı, nedense sadece dışarıdakileri kesiyor. Diyalektiği bilen özne, bir biçimde kendisini diyalektikten bağışık zannediyor. Tufanı görüyor ama ya bu tufanın kendi ölümü ile başlayacağını düşünüyor ya da var olduğunu kesin olarak bildiği tufanın içinde gördüğü yaşama imkânlarına sarılıyor. Gerekli bilgi, dağarcığındaki diyalektikle ilgili malumattan geliyor. Tufanı (ön)görenler, ya gemi inşa edip her türlü canlıyı kapatmak istiyorlar ya da güçlü olanın gemisine biniveriyorlar.

Solun bu kadar TV programcısı, futbol yorumcusu, sanat eleştirmeni ve televole ekonomisti üretmesi, bu tek taraflı diyalektiğin sonucu. Bu diyalektikse egemenlerin maddiyatına esir olmanın bir eseri. Marx ile birlikte politik düşünsel bir kategoriye dönüşen diyalektik, maddi politik alandan kaçırıldığında, kurtlara yem oluyor. Kurtlar puslu havayı seviyor. Diyalektik, puslu havanın karanlık örtüsü olarak kullanılıyor.

Diyalektiği bilenler, gerilimleri, çatışmaları, kopuşları, süreklilikleri ve çelişkileri görüyorlar ama öznel olarak bu tip fiilî durumlardan uzak duruyorlar. Aslında diyalektiği bu fiilî durumlardan kaçmak için biliyor, öğreniyorlar. Özcesi diyalektiği, bizatihi kendisi kavga ile tanımlı olan bilgi olarak değil, sadece malumat biçiminde ediniyorlar.

Sömürüyü, zulmü ve sefaleti kemiğinde hisseden bir halkın evlâdı olan Mariátegui’de diyalektik, bu evlât olmanın maddiyatı üzerinden, bu biçimde tezahür etmiyor. O, genç yaşta soluduğu savaş sonrası dönemin Avrupa’sında Ekim’in kızıl ışığı ile yeniden doğuyor. Mariátegui, İkinci Enternasyonal’in uzlaşmacı, sinik sosyalizmini ezerek devrim yapan bolşeviklerin paramparça ettikleri, ama bir başka toprakta yeniden birleştirdikleri politik zeminde marksizm-leninizmin devrimci teori ve pratiği ile tanışıyor. Çelişkileri ve çatışmaları akademisyen bir üslupla değil, bir devrimci militan olarak ele aldığı diyalektiğin süzgecinden geçiriyor. Bilginin kavgalı bir süreç olduğunun bilincine vararak, kendi ülkesine yeni bir akın düzenliyor. Diyalektik bilgisine kendisini de nesne yaparak ilerliyor ve dışa karşı mücadelesinin her kıvrımını beynine nakşediyor.

Mariátegui, bu konuda her türlü ideolojik, teorik, politik, toplumsal ve tarihsel olguyla uğraşabilecek bir zenginliğe kavuşuyor. Ülkenin ve kıtanın en eski ve en güncel tarihsel-toplumsal bileşenlerine bakıyor. Orada umudu görüyor. “İnka güneş tanrısı, neden komünizmi aydınlatmasın?” diye soruyor. Avrupa’dan aldığı çelişkili bilgi yığınını kendi ülkesinde verdiği politik mücadelede çelikleştiriyor. Peru’nun yağmuru, toprağı ve kanı ile sertleştiriyor. Kendi toprağını çatlayacak devrim için Avrupamerkezcilik eleştirisi ile ilerliyor.

Mariátegui, geçen yüzyıl başlarında Avrupa’daki tüm teorik gerilimleri ve çelişkileri, yeni bir Ekim için örgütlemek amacıyla içeriyor. Bu yönü, onun diyalektiği gerçekçi, dinamik ve canlı kılmasını sağlıyor. Kısacak ömründe ortaya koyduğu pratik, onu Latin Amerika’nın en önemli marksisti kılıyor.

Latin Amerika gerçekliğinde, marksizm içre, iki temel gerilim hattı mevcut. Özellikle Sovyetler Birliği, Çin, Küba ve troçkizm hattında, kıta üzre yürütülen marksizm tartışmaları, kıtanın özgüllüğüne tabi. Mariátegui, bu tartışmaların en önemli ortak mayası.

Kıtadaki marksizm pratiği, yoğun biçimde maoizm ve troçkizm arasındaki gerilimde biçimleniyor. Belli başlı örgütler, dünden bugüne, bu iki ana hattın etrafında toplanmışlar. Fiilî gerçeğe bakılacak olursa, her iki akımın doğal sınırının Mariátegui’nin bizatihi kendisi olduğunu söylemek mümkün. (Malcolm X’in de maoizm-troçkizm geriliminde algılandığını, onun da doğal sınır boyu olduğunu görmek gerek.)

Anti-emperyalizmi milliyetçiliğe indirgemiş solu eleştirerek ilerleyen Mariátegui, Sovyetler’in Avrupa’ya Komintern dolayımı ile takdim ettiği programın katılığından da uzak duruyor. O, kendi gerçekliğinin özgün karakterini anlama ve oradan sosyalizme giden yolu bulma çabası dâhilinde, Sovyetler’in Avrupa’yla kurduğu gerilimli ilişkinin dışına çıkma cüreti gösteriyor. Avrupa sürgünü Mariátegui, oradaki devrimle alakalı tartışmaları yakından bilerek kıtasına geliyor.

Mariátegui, her ne kadar taşıma su ile değirmenin dönmeyeceğini düşünse de kıtaya süreç içerisinde kıtanın mihengine vurulmamış, Mao’dan ve Troçki’den devşirme fikirler taşınıyor. Bu fikirler eyleme geçme noktasında illaki Perulu komüniste atıfta bulunmak zorunda kalıyorlar. Israrla “proletarya”dan ve “sınıf partisi”nden dem vuran bir marksiste işaret eden maoistler, onun sadece kıta ile ilgili teorik çerçevesi ile yetiniyorlar. Troçkistlere ise Mariátegui’nin teorisinden arındırılmış pratiği kalıyor. Sendika çalışması taklit edilip sınıf örgütlenmesi örnek alındıktan sonra Mariátegui’ye selâm duruluyor, ancak onun teorik çerçevesi rahatsız edici bulunduğu için tozlu raflara kaldırılıyor.

Gerilimleri, çatışmaları ve çelişkileri politik ve ideolojik anlamda örgütlemekle yükümlü bir marksist olarak nesnel gerçekliğe tüm devrimciliği ile yaklaşan Mariátegui, Latin Amerika’yı Avrupa’nın olmadığı şeye, emperyalist-kapitalizme karşı bir kaleye dönüştürmek istiyor. Bu perspektifin maoizmle kesişen yönlerinin kimi sınırları mevcut. Aynı şekilde Avrupa ölçeğine tabi oluşu sebebiyle troçkizmin de kıta özgülünde eli kolu bağlıdır. Zaten yetmişlerin sonunda troçkizm, kıtadaki kolunu büyük ölçüde kopartmıştır.

Mariátegui’de meslektaşı Troçki’de mevcut olan, gazetecilikten kaynaklı, marazlara rastlanmaz. Bugün Türk basınında arz-ı endam eden solcuların yüzeyselliği ve sığlığı, onda görülmez. Troçki’de sınır tanımayan bir gazetecinin, Mariátegui’de ise marksist devrimciliğin ruhu vardır. İlki ülkeler, bölgeler ve teorik alan tanımlamaları arasındaki gerilimleri günlük gazete kafası ile resmederken, ikincisi sözkonusu gerilimleri, teoride ve pratikte, tecrübe eder, içeride durarak onları dönüştürmeye çalışır. Troçki, kitle psikolojisine bakan bir kitle adamıdır; Mariátegui, kitlenin tarihsel-toplumsal örgütlülüğüne kilitlenen bir örgüt adamıdır.

Mariátegui, Mao ile benzer kimi kaynaklardan beslenir ancak onda Mao’daki işçi sınıfına mesafeli teoriden eser yoktur. O, her boydan burjuvazinin seceresini bilir. Büyüğünün sınıfları bilip ezdiğinin, küçüğünün ise sınıfları görmezden geldiğinin farkındadır. Her ikisinin anti-emperyalist mücadelede öncü olamayacağını haykırır. Mao bir savaşın içine doğar, Mariátegui ise bir anti-emperyalist mücadele içinde olduğunun bilincindedir.

Benzer gerilimleri, biraz da aşırmacılıktan mülhem, tecrübe eden Türk Solu’nda Mariátegui’ye denk düşen yegâne karakter, Hikmet Kıvılcımlı’dır. Sosyalizmin kaynaklarını ararken İnka medeniyetine bakan Mariátegui ile “insancıl davranışın özü gerçeklik ise, gerçekliğin kökü Tarihtir” diyen Kıvılcımlı birçok yönden benzeşir.

Kıvılcımlı, büyük ölçüde kemalizmin icadı olan Türkiye Cumhuriyeti’ne pek ısınamamış bir kuşağın iç gerilimlerinin somut ifadesi gibidir. Emperyalizmin iç ve dış çıkar mücadeleleri doğrultusunda biçimlenen Latin Amerika kıtasının politik haritasını değiştirmeye bakan Mariátegui gibi Kıvılcımlı da farklı kanalları zorlar:

“O vurucu güç, belirdiği gibi, en derin ve en geniş tarih ve toplum olanaklarına dayanır. Onun için, hem bugünkü Türkiye toplumunun hem de dünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun türlü ilişki ve çelişkileri içinde o vurucu gücün en inanılmaz canlı elemanları ve etki-tepkileri yaşamakla kalmamıştır. Toplum içinde ‘Alevî’ ve ‘Türkmen’ adlı varlıklar, eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan birer parça olan özellikle Arap ülkeleri (Mısır, Cezayir, Libya, Sudan, vb.) devrimci örnekleri gözlerimiz önündedir.”

Kıvılcımlı’nın örnek aydın tipi olarak takdim ettiği Henry Barbusse, Mariátegui’yi ilk etkileyen isimdir. Peru’da Fransız aydının çıkardığı dergiyle aynı adı taşıyan bir dergi çıkartır. (Clarté–Claridad/tr.:Vuzuh ya da Aydınlık)

Türklüğün ve İslâm’ın tarihini materyalist perspektifle inceleyen Kıvılcımlı ile İnkaları merkeze alan Perulu düşünür ortak bir hattı takip eder. Her iki marksist için de proletarya yegâne öncü güçtür. Proleter kavga, Türklüğü ve İslâm’ı çöpe atarak yürütülmez, onların içinde işler, kendisine hat açar. Mariátegui’den Kıvılcımlı’ya uzanan politik teori bunu söyler.

Kıvılcımlı geleneği de benzer biçimde maoizm-troçkizm gerilimine bağlı olarak farklı yönlere çekiştirilmiştir. Latin Amerika’dan dolaştırılarak getirilen maoizm ve troçkizm, bize gelene dek yorulmakta, Kıvılcımlı’nın genç fotoğraflarını bile soldurmaktadır.

Bu gerilim ve türevleri, giderek nesnel anlamda Latin Amerika’ya benzeyen, bugün itibariyle üzerinde yaşadığımız coğrafya olan Ortadoğu’da da gözlenmektedir. Hindistanlı komünist, Meksika Komünist Partisi’nin kurucusu, Manabendra Nath Roy, Lenin için, “kendisinin olmayan imkânları kullanarak kendisine ait büyük bir yapı kurmuştur” der. ABD’nin “Soğuk Savaş”a ait tüm kalıntıları ve kaleleri yıkmak istediği bu coğrafyada marksist hareket, bu minvalde, her doğan imkânın kendisinin olduğu zannına kapılmakta, başkalarının yolunu açan imkânlarla düşmanın kolayca nüfuz edebildiği gelip geçici yapılar inşa edebilmektedir. Dolayısıyla, yıllardır ABD emperyalizminin arka bahçesi olarak yaşayan Latin Amerika’nın sosyal kaderinden öğrenilecek artık çok şey vardır.

Eskiden öğrenilenler taklit amaçlı, kötü birer ezberden ibaretti, bugünse daha fazlasına ihtiyaç vardır. Maoizm-troçkizm kırması olmayı içlerine sindiren örgütler, temel kaynaklara yönelmeli, gerilimleri daha doğru okumayı bilmelidirler. James Petras, Harnecker ya da Laclau gibi Latin Amerikalı kimi aydınları hatmedeceklerine, bu coğrafyanın yetiştirdiği kendi insanını okumayı becerebilmelidirler. Çapsız ve eklektik yöntemlerle Zapatistaların ya da Chavez’in, hattâ Küba’nın gölgesine sığınacaklarına, buranın ateşi içinde pişmeyi öğrenmeli, burada bir devrimci hat açabilmelidirler.

Latin Amerika’da yaşanan “hikâye”, bizim için ve bize dairdir. Afganistan, Ermenistan, Kırgızistan, Gürcüstan, Ukrayna, Bosna, Filistin, Irak ve Sudan’a ayak basan emperyalizm, Latin Amerika’da deneme-yanılma yöntemi ile öğrendiklerini daha yetkin biçimde uygulamaya gelmiştir. Karşı ayaklanma ve kontrgerilla ile ilgili temel teorik metinler burada, burası için kaleme alınmış, pratik buradan filiz vermiştir. Bugünse taşeron olarak örgütlenen ordu, yukarıda sayılan bölgelerin efendilerinin bekaları için, yeni kontrgerilla talimnameleri uyarınca, polis ve asker eğitmektedir.

Akademi köşelerinde marksizmi etiket olarak kullanan sözde aydınlardan ziyade, tarihimizde Mariátegui gibi ısrarla kavganın içinde olmuş, kitlelerle ve işçi sınıfıyla tarihsel-toplumsal anlamda bütünleşmek için diyalektiğin iki yanı keskin bıçağını eline alabilmiş yiğit insanlara bakmak, bugün daha fazla gereklidir.

Derviş Okan
17 Mayıs 2005

0 Yorum: