Burkina Faso etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Burkina Faso etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2022

, ,

Bizim Devrimimiz İthal Değil

Thomas Sankara Söyleşisi

André Brecourt

23 Ocak 1984


Bazen “Afrikalı Che Guevara” olarak anılan Thomas Sankara (1949-1987), 1983’teki Burkina Faso Devrimi’nden 1987’e kadar ülkeye başkanlık etmiş olan, suikast sonucu katledilmiş Marksist-Leninist liderdir.[1] Suikast nihayet soruşturma konusu hâline gelmiştir. Sankara, anti-emperyalist ve sömürgecilik karşıtı mücadeleye, ulusların kendi kaderini tayin hakkının savunulmasına, sosyalist enternasyonalizmin inşa sürecine, kadınların kurtuluşuna, kapitalizmin çevreyi tahrip etmesine karşı verilen mücadeleye ve dünya genelinde süren sınıf mücadelesinin diğer birçok önemli cephesine büyük katkılar sunmuş bir isimdir.[2]

Aşağıdaki metin ilkin Fransız Komünist Partisi’yle güçlü tarihsel bağları bulunan L’Humanité gazetesinde, ardından da thomassankara.net adresinde yayımlandı.[3]

* * *

23 Ocak 1984 günü Yukarı Volta Cumhuriyeti Ulusal Devrim Konseyi’nin genç cumhurbaşkanı L’Humanité gazetesine misafir oldu. Aşağıda Thomas Sankara’nın gerçekleri dile getirmeyi tercih ettiği röportajın tamamına yer veriliyor.

Yüzünde bir gülümseme var, gayet rahat, mizah duygusu güçlü, samimi bir adam. Bu Pazar akşamında, Batı Afrika ülkelerinin 1959’da kurduğu İtilaf Konseyi denilen birliğe ait büroda Sankara bize ev sahipliği yapıyor. Yukarı Volta’da (ülkenin adı 1984’te Burkina Faso olarak değiştirildi) on iki gün kaldık. Sankara’yla üç kez buluşma imkânı bulduk. Röportaj sonrası bize “gazetenizi uzun zamandır biliyorum, bu görüşme vesilesiyle tüm okurlarınızı selamlamak isterim” dedi.

Yukarı Volta’da gerçekleşen devrim konusunda çok şey yazıldı çizildi. Tarzı şaşırtıcı bulundu, birçok insanı rahatsız etti. Bunun sebebi neydi sizce?

Doğrudur, bizim devrimimiz çok sayıda insanı rahatsız etti ve şaşırttı. Şaşırtıcı bulunmasının bir sebebi de genel kabul gören klişelerden uzak olmasıydı, zira ülkede ordunun iktidara gelişi, çoğunlukla basit bir darbe olarak ele alınıyordu. Bizim ülkemizde sizin “darbe” dediğiniz şey gerçekleşmedi. Emperyalizme teslim olmuş bir rejime son vermek için ilericilerin, devrimcilerin ve demokratların bir araya geldikleri, hazırlık süreci tüm boyutlarıyla işletilmiş bir halk ayaklanması yaşandı. İşte insanlar, Afrika halklarının tarihinin evrimleşme süreci dâhilinde girdiği yolu anlamak istemeyenler bu duruma şaşırıyorlar. Bir de ayrıca Voltalı askerlerin başka yerlerde görülen veya tahayyül edilen kaba saba askerlerden farklı olması da insanları şaşırtıyor. Voltalı askerlerin büyük bir çoğunluğu oldukça politikleşmiş kişilerdir. Bu insanlar halka bağlıdırlar, onun arzularını ve gündelik mücadelelerini paylaşırlar. Askerler, asıl düşmanın kim olduğunu, bu düşmanla nasıl dövüşüleceğini bilirler.

Bizim devrimimizin bazı insanları endişelendirmesinin sebebi, bu devrimin başkalarına örnek teşkil etmesidir. Özellikle Afrika kıtasının alt kısmındaki ülkelerin devrimi örnek almalarından korkuyorlar. Oysa bizim devrimimiz ithal değil ki başka yerlere ihraç etmeyi düşünelim. Bizim devrimimiz, mücadelelerin dönüşüm süreci dâhilinde bilimsel açıdan doğrulanmış, kaçınılmaz olan bir tarihsel sürecin neticesidir. Toplumsal sınıflar arasındaki mücadele bu tür bir devrime yol açmıştır. Nerede, hangi ülkede olunduğundan bağımsız olarak, aynı davalar aynı sonuçlara yol açabilmektedir.

Siz hızla ilerlemek niyetindesiniz. Fakat taşrada faal olan feodalizm hâlen daha güçlü. Aynı durum, komprador burjuvazi için de geçerli. Her iki sınıf da ekonomiye hâkim. Bu sınıfların gücünü sınırlamak için ne tür tedbirler alacaksınız?

İlk aşamada kararnameler ve kanunlar çıkartılır genelde, ama biz bu aşamayı temelde bürokratik bulduğumuz için reddediyoruz. İkinci aşama ise halk kitlelerini karanlıktan, cehaletten kurtarmakla ilgili. İşte biz bu aşamayla alakalı tedbirleri almak için gayret sarf edeceğiz.

Cehaletle mücadele, Yukarı Voltalı her bir kişinin politik bilinç düzeyini yukarı çekmek, halkın başkaları değil, kendisi için yaşamasını sağlamak demektir. Fakat bilgi hâlen daha burjuvazinin ve feodal güçlerin kontrolünde olduğu için bu, o kadar kolay bir iş değildir. Biz bu sınıflarla çatışmaya kararlıyız, çünkü biz onları söküp atmak için demokratikleşme sürecini hızlandırmak istiyoruz.

Bu iş de haddi aşmadan, bize çizilen sınırın dışına çıkmadan yapılamaz. Bugün köylerde yaşanan gelişmelerden memnunuz. Ülke tarihinde ilk kez köylüler çilesini çektikleri suiistimaller konusunda devlet yetkililerini bilgilendirme cüretini gösteriyorlar. Biz bunu ihbarcılık değil, köylülerimizin bilinçlenmeye başlaması olarak görüyoruz. Bugün köylüler, iktidarın gündelik süreçler dâhilinde yönetilmesine etkin bir biçimde iştirak etmek istiyorlar.

Biz, geçmişe ait olan bu güçlerin üzerindeki örtüyü kaldırıp halkımıza takdim etmek niyetindeyiz. Bu sebeple, yoldaşlarımızın anlayacağı dilde, ülkenin en uzak noktalarında bile bizim sesimizin duyulmasını sağlayacak, sorumluluk sahibi, militan bir basının ve radyo çalışmasının örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Ülkenizde Devrimi Savunma Komiteleri faal hâlde. Ama görebildiğimiz kadarıyla bu komiteler karşı-devrimcilerin de sığındığı yerler hâline gelmiş. Komitelerin rolünü yerine getirmesini sağlamak adına, onların içini nasıl temizlemeyi düşünüyorsunuz?

Komiteler içerisinde her türden insanın olduğu doğrudur. Komitelere zekice sızmayı bilmiş gericileri de sol oportünistleri de orada görmek mümkün. Sorun da bu iki kesimle sınırlı değil üstelik. Bu noktada önemli olan, komitelerin devrimimizi muzaffer kılacak savaşta asıl silâhımız, cephe hattında dövüşen şok birlikleri olduğu gerçeğini idrak etmektir. Bu sebeple biz komiteleri arındırmak, bu anlamda, karşı-devrimci unsurlardan kurtulmak için çalışıyoruz. Bu da ancak sabırlı ve kararlı bir çalışma dâhilinde elimizdeki yapıların demokratikleşme sürecini hızlandırmakla mümkündür.

Bu konuda kimi sonuçlar aldık bile!

Komitelerin ortaya koyduğu, çürütülmesi imkânsız gerçekleri temel alarak, eski devlete ait isimleri kapı dışarı ettik. Bazı komiteler kendi eleştiri süreçlerini işlettiler, kendi delegelerini seçip kendi kadrolarını oluşturmak zorunda kaldılar. Bu noktada kimi aşırıya kaçan işler yapıldı. Bu da olağan ve öngörülebilir bir gelişme.

Volta’da idarede aktif olan, devrim safında yer almak için kendi küçük burjuva ortamını terk etmiş aydınla, yeni sömürgeci rejimde yirmi üç yaşamış Voltalı işçi arasında devrimi anlama ve devrimci pratik konusunda belirgin bir farklılık söz konusu. Bir taraf, devrimi beyaz eldivenlerle gerçekleştirmek istiyor, diğer taraf ise devrimin her türden isteğini gerçekleştirme özgürlüğünü kendisine vermesi gerektiğini düşünüyor. Biz bu iki davranışı da gayet iyi anlıyoruz.

Bizim devrimimiz kaderciliği mağlup etti. Bugün halk kendisini ifade etme imkânına sahip. Bugün halk kendisindeki duygulara vurulmuş prangaları kırdı. Yarın da bilinci özgürleşip harekete geçecek.

Kanaatinizce mevcut süreçte sendikalar ne tür bir yere sahip olmalı?

Yukarı Volta’da sendikalar, homojen bir yapı arz etmese de uzun bir mücadele geleneğine sahipler. Ülkemizde hem ilerici hem de gerici sendikalar mevcut. Gerici sendikalar, önceki rejimlerde belirli liderlerin uzun zaman boyunca işlerini görmüş olan kollarıydı. Devrim yaptık ve artık başka seçeneğimiz bulunmuyor. Gericilerin yoluna taş koymak için her türlü çabayı ortaya koymak zorundayız. Bu noktada gidip hangi örgüte sığındıklarının, hangi sendikanın veya yeraltında faal olan partinin içine girdiklerinin bir önemi yok. Çünkü biz, gericilerin de bizi yok etmek için her türlü çabayı ortaya koyacağını biliyoruz. Ayrıca, 4 Ağustos 1983 gününden kısa bir süre sonra bu gerici “sendikalar” içinde çalışan bir yetkili açıktan, gerektiğinde elindeki kılıçla devrimle mücadele edeceğini söyledi.

Yaptıkları eylemlerle kitlelerin çıkarlarına hizmet eden ilerici sendikalar konusunda ise şunu söylüyoruz: Biz, ilerleyebilmek için bu sendikaların desteğine güveniyoruz. İşçi kitlelerini seferber etme becerisiyle ilerici sendikalar, devrimci süreçte önemli bir yer işgal ediyorlar. Fakat bu sendikalarla Devrimi Savunma Komiteleri arasında belirli bir çekişmenin açığa çıkmamasını da istiyoruz. Biz, buna karşıyız. Şimdilik devrimci ilkeler açısından baktığımızda böylesi bir çekişmenin ortaya çıkmayacağını, komitelerle sendikalar arasında bir çatışmanın yaşanmayacağını düşünüyoruz. Diğer yandan, öznel açıdan baktığımızda, muhalif yapıların olabileceğini düşünüyoruz. Onlarla hiç saklanma gereği duymadan dövüşme cesaretine sahibiz, bu yapılar, sol oportünizmin pratikleri olarak bizim eleştiri silâhımızla illaki tanışacaklar.

28 Ekim günü, Niamey’den ayrılmazdan kısa bir süre önce, siz bir açıklama yaptınız ve orada Yukarı Volta devletini istikrarsızlaştırmak için kimi çabaların ortaya konduğunu söylediniz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?

Yok, bu konuya değinmek istemiyorum. Halkımızı başka halklarla karşı karşıya getirmek istemem. Ama şunu söyleyebilirim: Yukarı Volta’ya karşı ya karşı sürekli yıkıcı faaliyetler yürütülüyor. Bu faaliyetler gerçek. Bunlar hem ulusal hem de uluslararası düzeyde ortaya konuluyor. Elimizde kanıtlar var. Fakat halkımız içerisinde yabancı düşmanlığını körüklememek amacıyla, bu dönemde bu kanıtları açıklamanın uygun olmadığını düşünüyoruz.

Biz bize kötülük eden güçleri ve o kötülüğün kökenlerini kısıtlamak, bize saldıranları kardeş ve dost gördüğümüz halklarından ayrıştırmak istiyoruz. Bu sebeple elimizdeki kanıtları paylaşmak istemiyoruz. Çünkü paylaştığımız takdirde bir millete işaret etmiş olacağız. Bize karşı kurulan komploların gerçek olduğunu da söylemeliyim. Bu komplolar basit bir mantıktan kaynaklanıyor. Gerçeğe dar bir pencereden bakanlar dışında herkes bu gerçeği görüyor. Biz bu gerçeği yürüttüğümüz soruşturmalar ve bize sempati duyan militanların sağladığı bilgiler üzerinden idrak edebildik.

Böylelikle haklı bir devrimin asla yalnızlaştırılamayacağını gördük. Bu, bize cesaret verdi.

Fransa ile ilişkilerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Volta halkı ve Fransız halkının birbirine yakınlaştığı, her iki halkın kendisini gerçekleştirme imkânı bulduğu, dinamik bir işbirliği sürecinin işletilmesini istiyoruz. Bu tür bir işbirliği, ancak Fransız ve Volta halkları devletlerinin çıkarları temelinde yapılan o soğuk hesaplardan kurtuldukları vakit mümkün olacaktır. Bu işbirliği, ancak her iki halk, her türden yeni sömürgeciliğin, emperyalizmin ve paternalizmin bu tür bir ilişkinin dışında tutulması gerektiğine ikna olması durumunda kurulabilir.

Bu açıdan ülkemizin onuruna da egemenliğine de saygı duyulmalıdır. Her şeyin ötesinde biz iki halkı bir araya getirmek için çalışmalıyız, resmi, biçimsel ilişkiler kurmak için değil. Her iki taraf ancak bu sayede somut bir politikaya sahip olabilir. 10 Mayıs 1981’de [Sosyalist Parti’nin seçimi kazandığı ve François Mittérand’ı cumhurbaşkanı seçtirdiği tarihte] kurulan Fransa Afrika halklarının beğenisini kazanan güzel açıklamalar yaptı. Fakat biz bu açıklamaların her gün gerçeklik kazanmasını, verilen vaatlerin yerine getirilmesini istiyoruz. 10 Mayıs 1981’den önce Sosyalist Parti’nin verdiği vaatleri anımsayalım ve onları bugünün somutunda gerçekleşenlerle kıyaslayalım. Tabii bu noktada içerdiği tüm hususlarla birlikte, beynelmilel kapitalizmin hâlen daha sahip olduğu ağırlığı yabana atıyor değilim.

Fransız hükümeti bizi şaşırtan bir tutum içerisine girdi. Irk ayrımcılığı rejiminin hüküm sürdüğü Güney Afrika ile ilişkileri korumaya devam etti. Hissène Habré rejimine destek vermek için Çad’a asker gönderdi. Bu tür gerçekler yüreğimizi dağlıyor. Biz Fransızlara dostça, tüm samimiyetimizle, bizi daha iyi anlayabilsinler diye her şeyi söylüyoruz. Onlardan da eleştiri bekliyoruz. Kendilerini daha iyi nasıl anlayabileceğimizi bize söylemelerini bekliyoruz. Fransa ile Yukarı Volta arasındaki işbirliği güzel ve başkalarına örnek olacak bir işbirliği hâline gelebilir. Bunun şartı, başka kurduğumuz ittifakları yaralayacak bile olsa, nerede bulunursa bulunsun, düşmanlarımızı eleştirmeyi kabul etmemizdir.

Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bkz.: Miernecki. Katie. (2021). “34 years after Sankara’s assassination, killers finally stand trial.” Liberation News, 15 Ekim 2021,
LN.

[2] Sankara’nın çalışmalarına dair genel bir değerlendirme için bkz.: Malott, Curry. (2020). “Thomas Sankara: Leadership and action that inspires 71 years later.” Liberation School, 21 Aralık 2020. LS; ve Bakupa-Kanyinda, Balufu. (2018). “Thomas Sankara: A film by Balufu Bakupa-Kanyinda.” Liberation School, 23 Ağustos 2018. LS.

[3] Bu röportaj ilkin Fransızca yayımlandı: Brécourt, André. (2017). “Thomas Sankara: ‘Nous n’avons pas importé notre révolution.” L’Humanité, 12 Ekim 2017, Humanite. Thomas Sankara internet sitesinde yeniden yayımlandı. TS.

31 Ağustos 2019

, ,

Ormanlarımızın ve Savanlarımızın Kundakçısı Emperyalizmdir



Bu demeç, ilk olarak Paris'te gerçekleştirilen Ağaçların ve Ormanların Korunması için Uluslararası Silva Konferansı'nda verilmiştir. O zamandan beri de devrimcilerin bir toplumsal devrimin gerekliliğini ve çevre odağını vurgulamanın bir yolu olarak, birçok yolla yayıldı. Şimdi, her zamankinden daha fazla, bu konuşmayı kapitalizmde çevresel krizlerle ilgili derin ve önceden görülmemiş bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımız için içselleştirmek için gereklidir. Yoldaş Thomas Sankara, bu görevin hizmetindeyken öldü ve bu durumda eğer elimizden hiçbir şey gelmeyecekse en azından yapabileceğimiz bir şey var; onun ne için öldüğünü bilmek ve bu yönde çalışmak, Burkina Faso devriminin derslerini içselleştirmektir. Her zamanki gibi, bu içerik de üzerine çalışılması ve mücadeleyi tahkim etmesi için sunulmuştur.

* * *

 

Anavatanım Burkina Faso, kendisini hiç kuşkusuz bir şekilde bu gezegendeki, yirminci yüzyılın sonunda insanlığın hâlen daha muzdarip olduğu tüm doğal felâketlerin bir sızma noktası olarak adlandırmakta haklı olan nadir birkaç ülkeden biridir.

Sekiz milyon Burkinabé (Burkina Fasolu), bu gerçeği 23 yıldır içşelleştirmiştir. Bu insanlar, analarının, babalarının, kızlarının ve oğullarının açlıktan, kıtlıktan, hastalıktan kırılmalarını bizzat izlediler; cehaletin kendilerini yüzer yüzer tüketmesine şahit oldular. Gözlerinde yaşlarla göletlerin ve nehirlerin kurumasına tanıklık ettiler. 1973'ten beri çevrenin mahvoluşunu, ağaçların ölüşünü, çölün adım adım çevrelerini işgal edişini izlediler. Sahel çölünün yılda 7 kilometre hızla genişleyip büyüdüğü tahmin ediliyor.

Ancak bu şekilde bakarsak uzun bir süre boyunca doğum sancıları çekmiş, olgunlaşmış, nihayet 4 Ağustos 1983 gecesi kendisini Burkina Faso'nun demokratik bir halk devrimi formunda göstermiş olan devrimin meşruiyetini anlayabiliriz.

Ben burada, doğal çevrelerinin ölüşünü hiçbir şey yapamadan izledikten sonra, kendi ölümlerini de izlemek istemeyen bir halkın basit bir sözcüsüyüm. 4 Ağustos 1983'ten beri sular, ağaçlar ve hayatlar -eğer kendi başlarına hayata tutunamayacaklarsa- Burkina Faso'yu yöneten Ulusal Devrim Konseyi tarafından gerçekleştirilen her eylemde temel ve kutsal olarak alınmıştır.

Bu noktada Fransız halkına, hükümetlerine ve özellikle de cumhurbaşkanı François Mitterand'a, dünyaya karşı açık görüşlülüğün, sefalete karşı hassasiyetin ve siyasi dehanın dışavurumu olan bu önayak olma girişimlerinden ötürü hürmetlerimi sunarım. Sahel'in kalbinde bulunan Burkina Faso, halkının en hayatî kaygılarıyla mükemmel bir uyum içinde olan girişimleri her zaman tam olarak takdir edecektir. Ülke, gereksiz zevk gezilerinin aksine, gerektiği her zaman onlar için mevcut bulunacaktır.

Şimdi artık neredeyse 3 yıldır halkım, Burkinabé halkı, çölleşmeye karşı mücadele vermektedir. Bu yüzden de bu platformda bulunarak tecrübelerini paylaşmak ve diğer halkların tecrübelerinden faydalanmak onların görevidir. 3 yıldır Burkina Faso'daki tüm mutlu olaylar -evlilik, vaftiz, ödül töreni, birtakım önemli kişilerin ziyaretleri vs.- bir ağaç dikme töreniyle kutlanmaktadır.

Yeni yılı, 1986'yı karşılamak için başkent Ouagadougou'daki tüm öğrenciler, okul çağındaki çocuklar kendi elleriyle 3.500'den fazla kuzine soba yaparak bunları annelerine sundular. Bu, 2 yıl boyunca kadınların kendilerinin yaptığı 80.000 kuzine sobaya bir ekti. Bu eylem, yakacak odunların tüketiminin azaltılması, ağaçların ve hayatın korunması yönündeki ulusal çabaya bir katkıydı.

4 Ağustos 1983'ten bu yana inşa edilen yüzlerce kamu konutundan birini satın almak ya da sadece kiralamak, asgari sayıda ağaç dikmek ve onlara gözünün bebeği gibi bakmak yükümlülüğüne bağlıdır. Bu konutlara yerleşen fakat bu sorumluluğu yerine getirmeyenler, şimdi bazı dillerin sistematik ve tek taraflı olarak zehirlerini dökmelerine rağmen, Devrim Savunma Komiteleri'nin uyanıklığı sayesinde tahliye edildiler.

Hem Burkina Faso'dan hem de komşu ülkelerden 9 aylık ve 14 yaş arasındaki 2.5 milyon çocuğa iki hafta içinde kızamığa, menenjite, sarı hummaya karşı aşı yaptıktan sonra; şu ana kadar temel bir ihtiyaç olan içme suyundan yoksun kalmış olan, başkent bölgesindeki 20 bölgeye 150'den fazla su kuyusu inşa ederek bu ihtiyacı giderdikten sonra; 2 yıl içinde okur-yazarlık oranını yüzde 12'den 22'ye çıkardıktan sonra, Burkinabé halkı, yeşil bir Burkina Faso için mücadelesini muzaffer bir şekilde sürdürmektedir.

5 yıllık planı beklerken ilk girişimimiz olarak, Halkın Gelişim Programı'nın himayesinde 15 ay boyunca 10 milyon ağaç dikildi. Köylerde ve gelişmiş nehir vadilerinde her aile, senede en az 100 ağaç dikmek zorundadır.

Yakacak odunun kesimi ve satımı tamamen yeniden düzenlendi ve şu an sıkı bir şekilde kontrol edilmektedir. Bu kontrol önlemleri, bir kereste tüccarı kimliğine sahip olma zorunluluğu, ağaç kesimi için gösterilen yerleri göz etmek, ormansızlaşmış bölgeleri ormanlaştırmak gibi eylemleri içeriyor. Bugün her Burkinabé köyü, bir ağaç korusuna sahip olarak atalarının geleneklerini diri tutuyor.

Halkı sorumluluklarının farkına vardırma çabalarımız sayesinde, artık şehir merkezlerimizde dolaşan hayvan sürüleri yok. Kırsal kesimimizde, kontrolsüz göçebelik ile mücadele etmek için hayvancılığın yoğun şekilde teşvik edilmesinin bir aracı olarak hayvancılığın tek bir yere yerleştirilmesine odaklanmaktayız.

Orman yakmak gibi kriminal eylemleri işleyenler, köylerdeki Halk Mahkemeleri tarafından yargılanmaya ve yaptırıma tabi tutulurlar. Belli bir sayıda ağaç dikme zorunluluğu, bu mahkemelerin uyguladığı yaptırımlardan biridir.

10 Şubat - 20 Mart arasında, kooperatif köy gruplarının yetkilileri olan 35.000'den fazla köylü, ekonomik yönetim ve çevre düzenlemesi ve bakımı konularında yoğun ve temel kurslar alacak.

15 Ocak'tan bu yana, 7.000 köy kreşini tedarik etmek amacıyla Burkina'da “Orman Tohumlarının Halk Hasadı” adı verilen geniş çaplı bir operasyon başlatıldı. Tüm bu faaliyetleri “üç savaş” etiketi altında topladık.

Baylar ve bayanlar:

Niyetim, ağaçlarımın ve ormanların savunmasıyla ilgili olarak halkımın mütevazı devrimci deneyimine ilişkin sınırsız övgüler ve haksız övgüler düzmek değildir. Niyetim, Burkina Faso'daki insanlar ve ağaçlar arasındaki ilişkide meydana gelen köklü değişiklikler hakkında mümkün olduğunca açık konuşmaktır. Niyetim, ülkem insanının, Burkinabé insanının ve ağaçların arasında derin ve samimi bir sevginin doğmasına ve gelişmesine olabildiğince doğru şahitlik etmektir.

Bunu yaparken, Sahel realitemizin özel şartlarına ve araçlarına dayanarak, tüm gezegende ağaçlara saldıran mevcut ve gelecekteki tehlikelere yönelik çözüm arayışlarına dayanarak teorik anlayışlarımızı uyguladığımıza inanıyoruz.

Burada bir araya gelmiş olan çabalarımız ve tüm topluluğumuzun çabaları, sizlerin ve bizlerin deneyimleri ve birikimleri, ağaçlarımızı, çevremizi ve kısacası hayatlarımızı koruma mücadelesinde kazanacağımız zaferi garantileyecektir.

Baylar ve bayanlar:

Bizler, her gün saldırı altında yaşıyoruz ve yeşilliğin mucizesinin ayağa kalkmasını, söylenmesi gerekenleri söylemek cüretiyle bekliyoruz. İşte sizlere bu umutla, sizin de bizim katılmadan duramayacağımız bu savaşa katılımınız olacağı umuduyla geldim. Buraya doğanın haşinliğine karşı sizlere katılmak için geldim. Fakat aynı zamanda, diğer insanların talihsizliğin kaynağını yaratanların kibrini kınamaya geldim. Sömürgeci yağma, ormanlarımızı, bizim kendi yarınlarımız için bu kayıpların yerinin doldurulabilme düşüncesini aklından bile geçirmeden yok etti.

Havada ve karada biyosferimizin cezasız şekilde barbarca yağmalanması devam ediyor. Duman çıkaran tüm bu makinelerin yaptığı katliamların boyutu hakkında çok fazla bir şey söyleyemeyiz. Bunun suçlularını bulmak için elinde her türlü teknolojik aracı olanlar, bunu yapmakla ilgilenmezler; ve aksine, bu teknolojik araçlardan mahrum olanlar ise bunu yapmak istemektedirler. Oysa ki onların sadece sezgileri ve en içten, samimi inançları vardır.

İlerlemeye, gelişmeye karşı değiliz. Ancak anarşik ve başkalarının haklarını kriminal bir şekilde ihmal eden bir ilerleme istemiyoruz. O yüzden çölleşmeye karşı savaşın insan, doğa ve toplum arasında bir denge kurma savaşı olduğunu vurgulamak istiyoruz. Her şeyden önce bu savaş, bir kader meselesi değil, politik bir olaydır.

Ülkemdeki Çevre ve Turizm Bakanlığı'na bir tamamlayıcı olarak Su Bakanlığı’nın oluşturulması, sorunları çözebilmek için sorunları açıkça formüle etme isteğimizi göstermektedir. Sondaj operasyonları, rezervuarlar ve barajlar gibi mevcut su kaynaklarımızdan yararlanmanın finansal yollarını bulmak için savaşmalıyız. Burası, bankaların ve bu alandaki projelerimizi yapan diğer finans kurumlarının dayattığı tek taraflı sözleşmeleri ve gaddar koşullarını teşhir etmek ve kınamak için uygun bir yerdir. Ülkelerimizin borçlarını travmatik şekilde artıran ve herhangi anlamlı ve yararlı bir hamleyi engelleyen şey, bu tür engelleyici şartlardır.

Ne Maltusçu safsatalar -ki burada ben Afrika'nın gayet makul, az bir nüfusa sahip olduğu iddiasındayım- ne de tatil beldelerindeki görkemli ve demagojik şekilde vaftiz edilmiş “ağaçlandırma operasyonları” bize bir cevap sunuyor. Biz ve bizdeki sefaletse, sefalet üzerine yatırım yapan yatırımcılar ve tüccarların huzurunu kaçıran ağıtlarımız ve avazımız ile sanki uyuz köpekleri tekmeleyip kovar gibi görmezden geliniyor.

Bunun için Burkina, diğer yıldızlarla ve gezegenlerle birlikte yaşayabilmek için yapılan araştırmalara harcanan devasa meblağların en azıdan yüzde birinin tazminat yoluyla, insanların ve ağaçların hayatını kurtarmak için finans projelerinde kullanılmasını teklif etti ve ediyor. Marslılarla girişilecek bir diyalogun, cennetin yeniden fethine yol açacağı umudunu kaybetmedik. Fakat bu arada yeryüzünde yaşayanlar olarak da, sadece cehennem ya da araf alternatiflerini reddetme hakkına sahibiz.

Bu şekilde açıkladıktan sonra, ağaçlar ve ormanlar için mücadelemiz, en başta demokratik ve popüler bir mücadeledir. Çünkü bir avuç orman mühendisi ve uzmanlar, yüksek meblağlarla çalıştıktan sonra hiçbir şeyi başarmış olmayacaklar! Ya da sahte duyarlar ve vicdanlar, biz içme suyu için yüz metre derinliğinde bir kuyu açmak için finansal kaynaktan yoksunken ve petrol çıkarmak için üç bin metre derinlikte bir kuyu açılırken, Sahel'i tekrar yeşilleştirmeyecektir!

Karl Marx'ın da dediği gibi, sarayda yaşayanla kulübede yaşayan aynı şeyler hakkında aynı şekilde düşünmezler. Ormanları ve ağaçları koruma mücadelemiz, en başta emperyalizme karşı bir mücadeledir. Çünkü ormanlarımızı ve savanlarımızı kundaklayan, ateşe veren emperyalizmdir.

Baylar ve Bayanlar:

Bereketin, neşenin ve mutluluğun yeşilinin haklı yerini alabilmesi için mücadelenin bu devrimci ilkelerine dayanıyoruz. Faso'nun ölümünü durdurmak ve onun parlak geleceğini müjdeleyebilmek için devrimin gücüne inanıyoruz.

Böyle bir mücadele, yürütülebilir. Görevlerin büyüklüğü ve zorluğu karşısında çözülüp kaçmamalıyız. Başkalarının ızdırabına sırtımızı dönemeyiz, çünkü çölleşme artık sınır nedir bilmiyor.

Yalnızca arı değil, mimar olmayı da seçersek bu mücadeleyi kazanabiliriz. Bu, bilincin içgüdü üzerindeki zaferi olacaktır. Evet, arı ve mimar! Eğer bu satırların yazarı bana izin verirse, bu iki katlı analojiyi, üç katlı bir analojiye çıkaracağım: arı, mimar ve devrimci mimar.

Ya vatan ya ölüm, kazanacağız!

Thomas Sankara
5 Şubat 1986
Kaynak

01 Ağustos 2019

,

Düşünceleri Öldüremezsiniz

“Tek tek bireyler olarak devrimciler öldürülebilir ama düşünceleri öldüremezsiniz.” [Thomas Sankara]


Suikasta kurban gitmesinden ve devrimci hükümetin yıkılmasından bir hafta önce Thomas Sankara, Ouegadougou’da, tam yirmi yıl önce öldürülmüş olan devrimci lider Ernesto Che Guevara’nın onuruna düzenlenen serginin açılışında bir konuşma yaptı. Aralarında Guevara’nın oğlu Camilo Guevara March’ın da bulunduğu bir Küba heyeti de bu açılışa katıldı.

● ● ●

 

Che’nin eserinin ve hayatının geride bıraktığı izlerin peşine düşen bu serginin açılışını gerçekleştirmek için bu sabah epey bir yol katettik. Ayrıca tüm dünyaya buradan Che’nin ölmediğini haykırmak istiyoruz. Çünkü artık dünyanın her yerinde birileri, özgürlük, onur, adalet ve mutluluk için mücadele ediyor. Tüm dünyada insanlar, zulme ve hâkimiyete, sömürgeciliğe, yeni sömürgeciliğe ve emperyalizme, ayrıca sınıf sömürüsüne karşı mücadele yürütüyorlar.

Sevgili dostlar, bugün seslerimizi Che isimli adamın yüreğinin imanla dolduğu, başka insanlarla birlikte mücadeleye girdiği ve dünyada işgal güçlerini rahatsız edecek kıvılcımı çakmayı bildiği o günü anımsayan herkesin sesine katıyoruz.

Biz burada Burkina Faso’nun yeni bir döneme girdiğinden, yeni bir gerçekliğin ülkemizde oluştuğundan bahsetmek istiyoruz. Che’nin eylem çağrısı bu şekilde anlaşılmalı. O, mücadele ateşini tüm dünyada yakmak istedi.

Devrimcilerin, Kübalı devrimcilerin sık sık dillendirdikleri bir söz var. Bu sözü Che’nin dostu, mücadele yoldaşı, refiki ve kardeşi Fidel Castro da tekrarlardı. Bu sözü mücadele esnasında bir adamdan işitmişti. Bu adam, gerici ve zorba ordunun parçası olmasına, Batista’ya subay olarak hizmet vermesine karşın Küba halkının esenliği için dövüşen devrimcilerle temas kurmayı bilmiş bir isimdi. Moncada garnizonuna yapılan saldırının başarısız olmasının hemen ardından Batista ordusu sağ kalanları öldürmek üzereyken o subay şunu söyledi: “Ateş etmeyin, düşünceleri öldüremezsiniz.”[1]

Evet doğrudur, düşünceleri öldüremezsiniz. Düşünceler ölmezler. Fedakârlığın ve devrimci fikirlerin cisimleşmiş hâli olan Che de ölmedi. Bugün Küba’dan buraya geldiniz. Her biriniz, bizim için birer ilham kaynağısınız.

Pasaportunda Arjantinli olduğu yazan Che, Küba halkı için döktüğü kan ve terle Kübalı oldu. Her şeyin ötesinde o, özgür dünyanın, birlikte inşa ettiğimiz dünyanın yurttaşı. O sebeple Che, hem Afrikalı hem de Burkina Fasoludur.

Che başındaki bereye “la boina” derdi. Che, bereyi ve üzerindeki yıldızı Afrika’da herkesin bilmesini sağladı. Bugün kuzeyden güneye tüm kıtada herkes Che Guevara’yı anımsıyor.

Onur ve cesaretle dövüşen cüretli genç insanlar, onun simgelediği fikirler ve yaşam pratiği için kavga veriyorlar. Che’yi okuyan bu gençler, her şeyi kaynağından öğreniyorlar. Devrimci yüzbaşımız, dünyada herkese güç geren o kaynağı temsil ediyor. Che ile birlikte mücadele etme imkânı bulmuş, hâlen daha hayatta olan insanlar bugün aramızda.

Che Burkina Fasoludur. Çünkü o bizim mücadelemizin bir parçasıdır. O bizim gibi Burkina Fasolu, çünkü onun düşünceleri bize ilham veriyor ve bizim yaptığımız Politik Yönelim Konuşması’nda kayıtlı. O Burkina Fasolu, çünkü onun yıldızı bayrağımızda. O Burkina Fasolu, çünkü onun bazı düşünceleri günbegün yürüttüğümüz mücadelede her birimizde yaşıyor.

Che bir insan, fakat bizim kendimize ve becerimize büyük bir cüretle güvenmemiz gerektiğini öğreten, bize bu gerçeği göstermeyi bilen bir insan. Che aramızda.

Peki şunu soralım: Che nedir? Bize göre her şeyin ötesinde Che inançtır, devrimci inançtır, yaptıklarımıza dönük devrimci imandır, bizim olan zafere inançtır. Mücadele, yardım talep edeceğimiz yegâne kaynaktır.

Che, aynı zamanda insanlığa dair bir anlayıştır. O insanlık için Che, Arjantinli, Kübalı ve enternasyonalist savaşçı aynı zamanda bir insan, samimi bir insan olarak her şeyini vermiş, fedakârlıklarda bulunmuştur.

Che, ayrıca elindekinden fazlasını talep eden biridir. Varlıklı bir ailesi olmasıdır, bu özelliğine sebep olan. Ancak o arzularına “hayır” demesini bilen biridir. Kolay yola sırtını döner, sıradan bir insan olarak yaşamayı seçer, insanlarla ortak bir davayı paylaşır, başkalarının çilesini kendi davası hâline getirmeyi bilir. Che’nin talepkâr niteliği, bize en fazla ilham verecek vasfı olmalıdır.

İnançlı, insanlığa bağlılığı ve talepkâr oluşu Che’yi meydana getirir. Bu erdemleri bir araya getirebilenleri, “Che gibi insan” olarak nitelemek mümkündür. Che, devrimcilerden bir devrimci, insanlardan bir insandır.

Buradaki fotoğraflarda Che’nin hayatına ait kesitlere tanıklık ettik. Ama bunlar, Che’nin ömrünün en önemli kesiti hakkında, emperyalizmin hedef aldığı kısma dair hiçbir şey söylemiyorlar. O kurşunlar, Che’nin görüntüsünden çok ruhunu hedef almışlardı. Onun resmi ise bugün dünyanın her yanında, herkesin zihninde. O silueti herkes biliyor. O hâlde ona bakıp Che’yi daha iyi tanımaya çalışalım.

Che’ye daha da yaklaşalım. Bir tanrıya yaklaşmak, bir fikre yönelmek, bir imgeyi her şeyin üzerine koymak gibi değil. Bizimle konuşan, bizim de konuşabileceğimiz bir kardeşimize yüzümüzü döner gibi, ona yaklaşalım. O fotoğraflara Che’nin ruhundan alınacak ilhamı bulmak için bakalım. Onlar enternasyonalist, başka insanlarla birlikte bir inancın nasıl oluşturulacağını öğretiyorlar. Bu inanç, değişime, emperyalizm ve kapitalizme karşı mücadeleye dair.

Yoldaş Camilo Guevara, sizinle yetim bir çocuk olarak konuşamayız. Che hepimize ait. O, tüm devrimcilerin mirasının bir parçası. Dolayısıyla kendinizi yalnız ve terk edilmiş hissetmeyin. Umarım bizleri birer kardeş, dost ve yoldaş olarak görüyorsunuzdur. Bizim gibi siz de Burkina yurttaşısınız, çünkü siz Che’nin adımlarını kararlılıkla takip ettiniz. Che bize ait, o hepimizin babası.

Son olarak şunu belirtmem lazım. Che, ebedi romantizmin, zinde ve güç kaynağı olan gençliğin cisimleşmiş hâliydi. O, aynı zamanda açık görüşlü biriydi, bilgeydi. Fedakârlık, sadece yürekli insanların sahip olabileceği bir özellik. Fakat Che, aynı zamanda yetmiş yedi insanın bildiğini bilendi. Bu, bizim her daim sahip olmamız gereken bir bileşim. Che, hem konuşan bir yürek hem de eyleme geçen cesur ve gayretli bir eldi.

Yoldaşlar, Kübalı dostlarımıza bizimle birlikte ortaya koydukları gayretler için teşekkür etmek istiyorum. Binlerce kilometre yol kat edip okyanusu geçen, Che’yi anımsamak için bugün Burkina Faso’ya gelen herkese teşekkür ediyorum.

Ayrıca bugünü takvim yapraklarında kalacak bir gün olmaktan çıkartacak katkılarda bulunan, Che’nin ruhunun ebedi kılınması için yılın her gününü anlamlı kılan herkese teşekkür ediyorum.

Yoldaşlar, son olarak Che’nin ölümü ardından Ouagadougou’daki bir sokağa onun adını verip Che’nin düşüncelerini ölümsüz kılmanın keyfini sizinle paylaşmak istiyorum.

Che her daim aklımızda. Onun gibi olmaya çalışalım. Bu adamın, bu savaşçının yeniden can bulmasını sağlayalım. Asıl üzerinde durduğumuz konu ise ondaki fedakârlık, bizi mücadeleye yabancılaştıran maddi imkânları elinin tersiyle itmesi, kolay yolu seçmeyip devrimci ahlâkın meşakkatli yoluna düşmesi, o yolun tedrisatına talip olması. Bu şekilde hareket ettiğimizde Che’nin düşüncelerine layıkıyla hizmet etmiş olacağız ve o düşünceleri etkin bir biçimde yayacağız.

Ya vatan ya ölüm, biz kazanacağız!

Thomas Sankara
8 Ekim 1987

[Kaynak: Thomas Sankara Speaks, Yayına Hazırlayan: Michel Prairie, Pathfinder, 2007, s. 420-424.]

Dipnot:
[1] 26 Temmuz 1953 günü liderliğini Fidel Castro’nun yaptığı, 160 savaşçıdan oluşan bir birlik, Santiago de Cuba’daki Moncada garnizonuna saldırdı. Bayamo kasabasının yakınında bulunan kışlaya yapılan saldırının amacı, ABD destekli Fulgencio Batista diktatörlüğüne karşı bir ayaklanma başlatmaktı. Saldırı sonrası Batista güçleri ele geçirdikleri devrimcilerin elliden fazlasını katletti. Başarısız olmasına rağmen Moncada saldırısı, altı yıldan daha kısa bir süre devam edecek olan devrimci mücadelenin fitilini ateşledi. Devrimci mücadele başarıya ulaştı ve Ocak 1959’da diktatörlük devrildi.

10 Kasım 2014

, ,

Kadınların Mücadelesi Devrimi Derinleştiriyor


2 Ekim 1983’te Politik İntibak Konuşması’nda Millî Devrim Konseyi, kadınların kurtuluşu mücadelesinin ana eksenini açık biçimde ortaya koydu. Konsey, milletin, özellikle kadınların tüm aktif güçlerini seferber etmeyi, örgütlemeyi ve birleştirmeyi taahhüt etti.

“Kadınların gerçek kurtuluşu, kadınlara üretim faaliyetine ve halkın yüzleştiği farklı mücadelelere katılma sorumluluğunu yüklemektedir. Kadınların gerçek kurtuluşu, erkekleri kadınlara saygı göstermeye ve önem vermeye zorlamaktadır.”

Militan yoldaşlar, burada açık biçimde ifade edilen şudur: kadınların özgürleştirilmesi mücadelesi, her şeyden önce demokratik halk devrimimizi derinleştirme mücadelesidir. Bu devrim, size bugünden itibaren toplumu adalet ve eşitlik üzerine inşa etme faaliyetine girme ve bu hususta söz söyleme hakkını bahşetmektedir. Söz konusu toplumda erkek ve kadınlar aynı hak ve sorumluluklara sahiptirler. Demokratik halk devrimi, böylesi bir mücadele için gerekli koşulları yaratmıştır. Bugün artık büyük bir sorumluluk bilinciyle, bizim gibi geri kalmış toplumlardaki kadınları köleleştiren tüm zincirleri kırma sorumluluğu sizin sırtınızdadır. Tüm insanlığın ve Afrika’nın hizmetine girerek, yeni bir toplumun inşa edilmesi için verilen politik mücadeledeki sorumluluklarınızı paylaşmanız gerekmektedir.

Demokratik halk devriminin gerçekleştiği o ilk saatlerde şunu söylemiştik: “Özgürlük gibi kurtuluş da verilmez, alınır. Taleplerini sunmak ve onları kazanmak için harekete geçmek kadınların sorumluluğundadır.” Bu sayede devrimimiz, sadece kadınların kurtuluşu mücadelesinde ulaşılması gereken hedefi ortaya koymakla kalmamış, aynı zamanda bu savaşın esas kahramanlarının takip etmesi gereken yola, kullanması icap eden yönteme işaret etmiştir.

Kadınların kurtuluşu ile ilgili olarak demokratik halk devrimi neleri başarmıştır? Devrimin güçlü ve zayıf noktaları nelerdir?

Kadınların kurtuluş mücadelesinde devrimimizin elde ettiği ana kazanımlardan biri, şüphesiz ki, Burkina Kadın Birliği’nin [UFB] kurulmasıdır. Bu örgütün kurulması önemli bir kazanımdır zira o ülkemizin kadınlarına başarılı bir mücadele yürütmeleri için gerekli olan çerçeveyi ve sağlam araçları vermiştir. UFB’nin kurulması büyük bir zaferdir çünkü o tüm kadın militanların Millî Devrim Konseyi liderliğinde, özgürlük mücadelesi dâhilinde, iyi tanımlanmış, doğru araçlarla harekete geçmesini mümkün kılmıştır.

UFB, değişim için çalışmaya ve kazanmak için savaşmaya kararlı, tekrar tekrar geri düşse bile her seferinde ayakları üzerinde durmayı bilen, geri çekilmek nedir bilmeksizin her daim ileri giden militan ve vakarlı kadınların örgütüdür. Bu yeni bilinç, Burkina kadınları arasında kök salmaktadır, bu, bizim gurur duymamız gereken bir gelişmedir. Militan yoldaşlar, Burkina Kadın Birliği sizin savaş örgütünüzdür. Bu mızrağı sivriltmek, keskinleştirmek, kesiği en derine atmak ve daha fazla zafere ulaşmak size kalmıştır.

Hükümetin üç yıldan daha az bir süre içinde kadın kurtuluşu ile ilgili olarak başlattığı girişimler yeterli değildir. Ama bu girişimler, kimi adımların atılmasını mümkün kılmış, ülkemizin bugün kadınların özgürleştirilmesi mücadelesinde bir öncü olarak takdim edilebilmesini sağlamıştır. Kadınlarımız, karar alma ve halk iktidarının gerçek manada uygulanma süreçlerine daha fazla katılmaktadır. Burkinalı kadınlar, ülkenin inşa edildiği her yerdedirler. Onlar, vadi sulama projesi [Sourou], aşılama ekipleri, “temiz şehir” faaliyetleri, demiryolu inşa çalışmaları gibi birçok projenin parçasıdırlar.

Burkinalı kadınlar yavaş yavaş doğrulmakta, kendilerini ortaya koymakta, erkeklere ait gerici anlayışları, erkekçi, şovenist tutumları paramparça etmektedirler. Bu süreç, Burkina’daki tüm toplumsal ve meslekî örgü dâhilinde devam edecektir. Üç buçuk yıldır devrimimiz fahişelik ve onunla bağlantılı, serserilik, genç kızların suç işlemesi, zoraki evlilikler, sünnet ve özellikle kadınların yüzleştiği zor yaşam koşulları gibi, kadınları aşağılayan tüm pratikleri ortadan kaldırmak için çalışmalar yürütmüştür.

Ülkenin her yerinde insanlarımızın yüzleştiği su sorununu çözmeye dönük çalışmalara yürütmek, köylere atölyeler kurmak, gelişmiş fırınları popüler hale getirmek, günlük halk bakım merkezleri kurmak, düzenli aşılama yapmak ve sağlıklı, bol ve çeşitli yemek yemeği teşvik etmek suretiyle devrim, şüphesiz ki Burkinalı kadının hayat kalitesini geliştirme süresine büyük bir katkı yapmıştır. Kadınlar, buna karşılık, emperyalizme karşı mücadele sloganlarının uygulanması sürecine daha fazla dâhil olmalıdırlar. Onlar, Burkina Faso’ya ait ürünleri üretip tüketme konusunda kararlı olmalı, yerelde üretilen malların üreticileri ve tüketicileri olarak, ekonomideki önemli bir oyuncu olduklarını ortaya koymalıdırlar.

Hiç şüphe yok ki Ağustos Devrimi kadınların kurtuluşu için çok şey yapmıştır, ama bu yapılanlar hâlâ yeterli olmaktan çok uzaktır. Daha yapacak çok iş vardır.

Thomas Sankara
8 Mart 1987

[Kaynak: Women’s Liberation and the African Freedom Struggle, Beşinci Baskı, 2005, Pathfinder, s. 27-30.]

01 Kasım 2014

,

Afrika’nın Che Guevara’sı ve Burkina Faso Ayaklanması


1987’de bir gece, erken saatlerde, Afrika’nın genç liderlerinden Thomas Sankara katledildi, sonra da hızla ve sessizce, derin bir mezara gömüldü.

Bugünse söz konusu cinayetin arkasında olduğuna inanılan Burkina Faso cumhurbaşkanı, meclisinin, kendisinin ülkeyi terk etmesini isteyen öfkeli kalabalık tarafından ateşe verilmesini seyrediyor.

Göstericilerin birçoğu, katledilen liderin hatırasının ülkeyi 27 yıldır yöneten ve bir beş yıl daha iktidarda kalmaya çalışan Blaise Compaore’ye karşı ayaklanmalarında kendilerine ilham verdiğini söylüyor.

Kimileri, Sankara’nın silâh zoruyla iktidara gelmiş, ideallerinin peşinde koşarken temel insan haklarını gözardı etmiş bir otokrat olduğunu söylese de, o, son yıllarda sadece Burkina Faso değil, diğer Afrika ülkelerinde de devrimci bir ilham kaynağı olarak görülüyor.

Son yaşanan kaostan haftalar önce El-Cezire başkent Ouagadougou’daki insanlarla konuşmuş, bu insanlardan, Sankara’nın hatırası ile Compaore’nin beş yıl daha iktidarda kalmaya çalışmasının bir ayaklanmanın fitilini tutuşturacağına dair tahminler işitmişti.

Sankara suikasta kurban gittiğinde 37 yaşındaydı ve sadece dört yıl iktidarda kalmıştı.

Ama uyguladığı politikalar ve sahip olduğu vizyon, hem o iktidarda hayatta olanlar hem de onun ölümünden sonra doğmuş olan gençler tarafından hâlâ sevgiyle anılıyor.

Katledilmesiyle sonuçlanan darbe, ülkenin Fransa’dan bağımsızlığını elde etmesi ardından gerçekleşen beşinci darbeydi. Bu cinayetten en fazla istifade eden isimse, hemen iktidar koltuğuna oturan Compaore idi.

O geceye kadar ikili çok iyi arkadaşlardı.

Her ne kadar o güne kıyasla bugün daha az sefalet varsa da birçok Burkina Fasolu, son yıllarda Sankara’nın millileştirme politikalarının kurak olan ülkeyi bugünle karşılaştırıldığında daha bağımsız ve müreffeh bir yer hâline getirmiş olduğunu düşünmeye başladı.

Emekli bir ekonomi profesörü olan Noel Nébié’nin dediğine göre, “Sankara dış yardıma karşı çıkıyor, ülkenin kendi insan ve doğal kaynaklarına dayanan müreffeh bir yer olmasını istiyordu.”

“Ülke GSMH’sinin %32’sinden fazlasını teşkil eden tarımla işe başlayan Sankara, çalışan nüfusun %80’ine iş buldu, ekilebilir arazilerin önemli bir bölümünü kontrol eden ekonomideki seçkinleri ezdi ve geçimlik çiftçilik yapan insanlara arazi verdi. Artan üretim de ülkeyi kendi kendine yeten bir yer haline getirdi.”

Bir Millete İsim Vermek

Başlarda, nehir sebebiyle, Yukarı Volta Cumhuriyeti olarak bilinen ülkenin ismi 1984’te Sankara tarafından Burkina Faso olarak değiştirildi. “Namuslu İnsanların Ülkesi” anlamına gelen Burkina Faso, kısa sürede Sankara’nın başlattığı millileştirme mücadelesinin sembolü hâline geldi.

Kimileri, onun millete bir isim vermesinin onun hatırasını canlı tuttuğunu söylüyor.

Başkent Ouagadougou’da avukatlık yapan 47 yaşındaki Ishmael Kaboré bu durumu şu şekilde anlatıyor:

“Sabah uyanıp bir Burkina Fasolu olduğunuzu hatırladığınızda, ülkeye ismini veren ve bu ismi bizim üzerimize damgalayan insanı da otomatikman hatırlıyorsunuz.

Başta insanlar, ülkenin ismini tuhaf, saçma ve Afrika’daki diğer ülkelerin taşıdıkları modern ve yabancı isimlerden çok farklı buldular. Ama Sankara’nın ölümünden sonra, onun bize kendi tarihimizi anlatan ve karakterimizi resmeden özgün ve özel bir kimlik vermek istediğini anladılar.”

Sankara, dış politikaları esas olarak anti-emperyalizm üzerine kurulu olan kararlı bir panafrikanisttir. Dış yardımı elinin tersiyle iten hükümeti, IMF’in ve Dünya Bankası’nın ülke üzerindeki etkisini borç indirme politikaları ve tüm toprağı ve maden zenginliğini millileştirmek suretiyle söküp atmaya çalışır.

Kıtlıkla mücadele etmek için kendine yeterlilik ve toprak reformu politikaları uygulanır, ülke genelinde okuma-yazma kampanyası başlatılır ve ailelerden çocuklarını aşılatmaları istenir.

Sankara hükümetinde sağlık bakanlığında kampanya müdür yardımcısı olarak çalışan Fatoumata Koulibaly şu tespiti yapıyor:

“Bazı aileler, çocuklarını dinî veya akidevî sebeplerden ötürü aşı yapmaya gelenlerden kaçırdılar, bu da bizim çabalarımızı bir biçimde sabote etti. Ama Sankara, buna karşı güçlü bir duruş sergiledi, bu da cüzzam, sarıhumma ve menenjit gibi hastalıklara karşı üç milyona yakın çocuğun aşılanmasına katkı sundu.”

Dediğine göre, aşılama faaliyeti, Burkina Faso’da o günden beri yaygın bir uygulama.


Öfke Patlıyor

Sankara, çoğunlukla “Afrika’nın Che Guevara’sı” olarak görülüyor, bunun nedeni, onun dünyanın bu ünlü devrimci liderinden alıntı yapması ve kendisinin ondan ilham aldığını söylemesi. Ayrıca Sankara, eski Gana cumhurbaşkanı ve dost bir devrimci olan Jerry Rawlings’in de iyi bir arkadaşı.

Ona yönelik insanların coşkulu desteğine rağmen, Sankara öldürülmemiş olsaydı, hayatın daha iyi olup olmayacağına dair kestirimde bulunmak mümkün değil, ama gene birçok insan daha iyi olacağı iddiasında. Bu iddia, Perşembe günü yaşanan olayların önemli bir nedeni.

“Sankara’nın iktidarda olduğu dönemde yaşamamış olan gençler, bugün ülkede bir şeylerin yanlış gittiğini gördüklerinden, geri dönüp söz konusu döneme bakıyorlar.” Bu sözler, Ouagadougou Üniversitesi’nde öğrenci olan 23 yaşındaki İbrahim Sanogo’ya ait.

“Sankara, sadece emperyalizmle mücadele etmekle kalmamış, ayrıca halkın ve ülkenin gelişmesini, onların Batı yerine kendisine güvenmesini istemiş. Bugün tüm üniversite mezunu gençler, buradaki işsizlik yüzünden sıradan işlerde çalışmak için yurtdışına çıkmayı hayal ediyorlar.”

Oysa Compaore de kimi başarılar elde etmiş. Madencilik endüstrisi son yıllarda patlama yaşamış. Bakır, demir ve manganez piyasaları gelişme kaydetmiş. Madencilik Bakanlığı’nın verdiği rakamlara göre, altı sahada altın üretimi 2011’de yüzde 32’ye çıkmış, bu da Burkina Faso’yu Afrika’da en büyük dördüncü altın üreticisi durumuna getirmiş.

Büyüme oranı yüzde yedi düzeyinde. Ama kişi başına gelir sadece 790 dolar. Ülkede insanlar, hayat standartlarının çoğunluk için çok düşük olduğunu söylüyorlar. Yolsuzluk ve seçkincilik temel problemler, zenginliğin büyük bölümü bir avuç insanın elinde.

Bağımsız bir kırsal kalkınma uzmanı olan Seydu Yabré’ye göre, “Dünya Bankası ve IMF’in rakamları sadece kâğıt üzerinde geçerli, Burkina Fasoluların cebine yansıyan bir şey yok. Sadece bir avuç insan, ülkedeki zenginliğin keyfini çıkartıyor. Evleri ziyaret ettiğinizde ya da iç bölgelere gittiğinizde, sefaletin korkunç bir düzeyde seyrettiğini görüyorsunuz.”

Ürkütücü Öngörü

Yabré’nin kanaatine göre, ölmese, belki de Sankara’nın yolsuzluk karşıtı kampanyası ve örnek teşkil eden mütevazı hayat tarzı, zenginliğin akmasa da damlamasını sağlayacak güce sahipti.

Yabré’nin ifadesiyle, “Sankara, o dönemde Afrika’nın en gerçekçi cumhurbaşkanı idi. O küçük ve mütevazı bir evde yaşıyordu, bisiklete biniyordu, öldüğünde hesabında sadece 350 dolar vardı. Kendi çevresindeki insanlarla da kavga ediyordu, zira o, ordudaki meslektaşlarının kamu fonlarını zimmetlerine geçirmelerini ve gösterişli bir hayat yaşamalarını istemiyordu.”

Sankara, belki de başına gelecekleri öngörerek, ölümünden bir hafta önce şunu söyledi: “Devrimcileri şahsen öldürebilirsiniz ama fikirleri asla öldüremezsiniz.”

Birçok gözlemciye göre, Burkina Faso’daki son yirmi yılda yaşanan ilerlemenin nedeni, ülkedeki istikrar ama halkın yığınlar hâlinde meclisi yıkmak için bir araya gelişinde görüldüğü üzere, patlama noktasına gelmiş bir öfke bu istikrarı anında silip süpürebiliyor.

“Yağmacıların elinden kimi imtiyazları fakirler adına zorla aldığı için çokça düşmanı vardı Sankara’nın. Belki o, bu işi radikal bir biçimde, oldukça kısa bir sürede yaptı.” Yabré’nin tespiti bu yönde.

Kingsley Kobo
31 Ekim 2014
Kaynak