13 Ağustos 2018: Havana’daki Nguyen Van Troi
polikliniğindeki anayasa tartışmaları sırasında anayasa projesini okuyan bir
hemşire. (Yamil Lage/AFP via Getty Images).
Yukarıdan Sosyalizm:
Küba Deneyimini Değerlendirmek
Son altmış yıldaki Latin Amerikan ve küresel sol
hareketlerin ciddi bir analizi Küba’yı da içermek zorundadır. Küba devrimi,
bölgede ve küresel çapta derin bir etki bıraktı. Küba’nın Latin Amerika adına
konuştuğu, bölgedeki Soğuk Savaş’ın somutlaşmış hâli olduğu, Latin Amerika’nın
20. yüzyıl anti-emperyalist sosyalizmini ifade ettiği ve adada ve daha ötesinde
şeylerin düzenini değiştirdiği söylene gelmiştir.
Küba’nın sosyalist deneyiminin etkilerini
bölgedeki solu düşünerek değerlendirmek için tarihsel bir analize ihtiyacımız
var. Küba Devrimi’nin, gerilla hareketlerinin ve Latin Amerika
diktatörlüklerinin yoğunlaştığı 1960’lardan 80’lere kadar olan dönemdeki
etkisi, Komünist bloğun 1990’lardaki çöküşünden sonraki etkisinden çok
farklıydı. Keza, Latin Amerika’nın 2000’li yılların başındaki [sola dönüşü
temsil eden] “Pembe Dalga”sı üzerindeki etkisi de bugünkünden farklıdır. Solun
politika ve fikirleri ne Küba’da ne de bir bütün olarak bölgede yekpare
sayılabilir.
1959’dan önce Küba sosyalizmi farklı katılımcıları
bir araya getirmişti. Bu farklı gelenekleri dikkate almadan devrimin zaferini
anlamak imkânsızdır. 20. yüzyılın ilk yarısında Küba, devlet sosyalizmi
yanlıları kadar Marksist olmayan reformcuları ve devrimci sosyalizmin çeşitli
formlarını da (anarşist, Stalinist, Troçkist, bağımsız Marksist, popülist)
barındırmaktaydı. Bunların stratejileri ve siyasal gündemleri farklıydı ancak
ulusal egemenliği güçlendirmek, ABD ve Küba arasındaki emperyal ilişkilerin bir
eleştirisini geliştirmek ve sosyal adaleti aktif olarak savunmak konusunda
ortak bir kararlılığa sahiptiler.
1959’dan sonra bu çeşitlilik yavaş yavaş ancak
tamamen kayboldu. Solun [ülkedeki] etki alanı, münhasıran Marksizmin -az çok
eleştirel- farklı unsurları tarafından işgal edildi. 1971’e gelindiğinde,
eleştirel Marksizm büyük ölçüde tüketildi ve Küba Komünist Partisi’nin [PCC]
temsil ettiği Sovyet yanlısı Marksizm-Leninizm baskın hâle geldi. İdeolojik
yeknesaklığa bağlılık, kural oldu. Herhangi bir bağımsız hareket, muhalefet
hatta ihanet olarak değerlendirilebilir oldu.
Bugün ise en azından yirmi yıldır, resmi iktidarın
kaleleri zorunlu olarak açıklığa yanaşmasa da, ABD ile ilişkili politikalar
değişmemiş olsa da Küba’da sol daha da çeşitlenerek büyümekte. Küba’daki sol
siyasal alanın çoğulculuğu gücünü farklı bir temelden almaktadır: Küba sivil
toplumu. Projeler, kolektifler ve örgütlenmeler çeşitli konular etrafında
yayılmış durumdadır: Çevrecilik, feminizm, ırkçılık karşıtlığı, hayvan hakları,
sanatsal özgürlükler vb. Bu gruplar, kamusal alanın demokratikleşmesi, hakları
genişleten kurumsal politikalar ve sosyal aktörlerin yasal-örgütsel kapasitesi
için bastırmaktadır. Bu şekilde, Küba sivil toplumu dünyadaki diğer pek çok
topluma gittikçe daha benzer hâle gelmektedir.
Küba’nın sosyalizm deneyimi, sonuçlarını doğru bir
şekilde anlamak için tarihsel olarak konumlandırmamız gereken kendine has
özelliklere sahiptir. Küba devrimi ve hemen sonrası, sosyalizm ve demokrasi
arasındaki ilişki -ve bu ilişkinin Küba’nın çağdaş siyasal zorluklarına, ayrıca
adada ve bölgede yeni bir sol kanat politika için olasılıklara nasıl yansıdığı-
hakkında düşünmede bize yardımcı olabilir.
Küba sosyalizmi bir “yukarıdan sosyalizm”
olmuştur. Bu sosyalizmin özellikleri, merkezî gücün üstünlüğünü, “resmi”
gerçeğin önceliğini ve öz-örgütlenme için sınırlı olasılıkları -devrim sonrası
dönemde önemi değişen ancak birbirleriyle açıkça bağlantılı kabiliyetleri-
içerir. Kübalılar, devletin zırhlara bürümüş merkezî karakterinin bütün
erdemlerini ve kötülüklerini öğrenmiş durumdalar.
Demokratik prosedürlere özel bir vurgu yaparak bu
özellikleri analiz ettiğimizde, Küba sosyalizminin, demokrasilerini
genişletmeyi, yeniden düzenlemeyi ya da tamamlamayı hedefleyen Latin Amerika
soluna öğretecek hiçbir şeyi olmadığını ya da çok az şeyi olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak demokrasi, sadece siyasal prosedürlerle tanımlanamaz.
Amerika kıtasındaki diğer toplumların göstermiş olduğu gibi, biçimsel bir
siyasal özgürlük, yüksek derecede gerçek bir sosyoekonomik eşitsizliğe izin
vermektedir. Liberal-demokratik prosedürler piyasanın despotizmine çare
olamazlar.
Daha kapsamlı bir analiz, Küba Devrimi’nin önceki
kapitalist rejimin oligarşik yapısına başarıyla meydan okuduğunu görmemizi
sağlayacaktır. Devrim, kapitalist sosyal ilişkilerin despotizmini yıktı ve
sosyal adaletin alanını genişletti. 1990’lara kadar eşitsizliği önceden hayal
edilemeyecek bir düzeye indirdi. Sosyal hizmetlere evrensel erişim sağladı.
Kadınlar için cinsellik ve üremeye dair hakları kurumsallaştırdı ve bakım
sorumluluğunu sosyalleştirdi. Küba Devrimi, ırkçılık ve ataerkillik temelli
dışlamalara son verme lüzumunu tanıdı. Küba sosyalizmi işsizliği azalttı,
işgücüne daha fazla kadını dâhil etti; açık bir anti-emperyalist çizgi ve
gelişen dünya ile dayanışma politikası tanımladı. Bu şekilde, Küba’nın
sosyalizm deneyimi demokrasinin temel bir bileşenini gösterdi: Özgürlük ve
eşitlik karşılıklıdır. Siyasal özgürlük, varoluşun temel maddi koşulları
olmaksızın çok az şey ifade eder.
Aynı zamanda Küba sosyalizmi, karizmatik liderliği
-farklı siyasal çizgilerdeki Latin Amerika ülkelerinde de bilinen bir olgu-
merkeze alan bir sistemin caudillist [güçlü
lider] eğilimlerini de benimsedi. Kapitalist ülkeler, devletin halk tarafından
kontrolü için etkili demokratik prosedürler sağlamamışlarsa, sosyalist Küba da
bunu yapamamıştır. Kapitalist toplumların kamusal alanı ekonomik baskılarla
daralttığı yerde, Küba aynı şeyi ideolojik baskılarla yaptı. Dahası, Komünist
Parti otuz yıldan fazla bir süredir cinsel çeşitlilik konusuyla demokratik
olarak başa çıkmada, ataerkil despotizmi aile içinde ve diğer sosyal alanlarda
etkisiz hâle getirmede ve bugüne kadar gelen yapısal ırkçılığı kabullenmede
sorunlar yaşamaktaydı.
Küba sosyalizmi, sosyal yaşamın düzenlenmesi
üzerindeki piyasa tekeli kırılıncaya kadar demokrasinin
gerçekleştirilemeyeceğini, sosyal adaletin temelde ekonomik kalkınmanın bir
sonucu değil siyasal bir tercih olduğunu bize hatırlatmaktadır. İnsanlar,
tüketiciler değil siyasetin ana karakteridirler. Yeniden dağıtımcı bir devlet,
ulusal toplum sözleşmesinin de yeniden kurulmasını gerektirir ve sosyalist bir
proje, özgürlük ve adalet hakkında daha esaslı sorular ortaya konulmasını daha
kapsamlı bir ölçekte mümkün kılar.
Öte yandan Küba sosyalist deneyimi, piyasanın var
olan tek tekel olmadığının da hatırlatıcısıdır. Bütüncül merkezî planlama bir
distopyadır ve bürokrasi halkla eşanlamlı değildir ya da halk kontrolüne giden
bir yol olarak görülemez. İşçilere, kendi emeklerinin koşullarına gerçekten
etkili öz-örgütlenme formlarıyla müdahale etme imkânı vermeden ve ekonomi ve
aile ilişkilerini siyasallaştırmadan toplumsal ve siyasal tahakkümün çoğu
biçimiyle baş etmek imkânsızdır.
Küba deneyimi, özerk toplumsal temeller olmaksızın
yurttaşlığın çok az şey ifade ettiği ve [bu koşullarda] politika yapıcılığının
kolayca depolitize edilebileceği konusunda da bir uyarıdır. Ataerkil iktidar
alttan ve üstten bertaraf edilmeden, işgücü piyasasının uyumlaştırılmasına dair
bir devlet politikasıyla kadınların özgürlüğü güvence altına alınamaz. Politika
yalnızca devlette değil sivil toplumda da yayılır; kamusal alan herkesin uyması
gereken bir rejim değil, çeşitliliğe sahip bir iktidar alanı olmalıdır.
Demokratik prosedürler gereklidirler ancak demokrasiyi güvence altına almak
için yeterli değildirler.
Şu anda [halk oylamasından önce] Kübalılar, bu
kesin sorun ve sorular hakkında konuşuyorlar. Ağustos 2018’den bu yana, Küba’da
son birkaç on yılın en önemli siyasi süreçlerinden biri gerçekleşti: Önceki
aylarda atanan bir komisyon tarafından hazırlanan ve Halk İktidarının Ulusal
Meclisi tarafından onaylanan bir anayasa tasarısı hakkında kamuoyu tartışması.
Kübalılar, çalışma grupları ve mahalle meclislerinde kanun tasarısını tartışmak
için binlerce toplantı düzenlediler. Devlet, bu tartışmaların sonuçlarını
yansıtacak şekilde anayasa [tasarısını] değiştirecek ve [24] Şubat 2019’da halk
oylamasına sunacak.[*] Yeni anayasa 1976 tarihli anayasanın yerini alacak ve
Küba’nın ekonomik ve siyasal kurumlarındaki -2006’dan bu yana uygulanmakta
olan- bazı değişikliklere resmiyet kazandıracak. Değişiklikler arasında,
ülkenin üretken yapısının dönüşümü, ekonominin devlet dışı sektörlerinin ve dış
yatırımın teşviki, devletin yeniden dağıtım işinde azalma ve bazı sosyal
politikalarda küçülme gibi konular var.
Gerçek bir kurucu meclis olmasa da bu kurucu
sürecin öneminde şüphe yok. Latin Amerika solu, anayasa reformunun hem
yararlarına hem de sınırlarına tanıklık edebilir. Anayasalar, siyasal toplumun
hareket edebileceği ve politika konularını tartışabileceği çerçeveyi tanımlar.
Bir anayasanın yürürlükteki normları hukuk sisteminin geri kalanına oturduğu
ölçüde kanunların ve teminatlarının biçimlendirilmesine, sınırlandırılmasına ve
güvenceye alınmasına yardımcı olacaklardır. Aksi takdirde anayasa ölü bir
mektup olacaktır.
Halkın bu reform sürecine katılımı, anayasanın
toplumsal yaşamı düzenleyen siyasal bir araç olarak tanınmasını sağladı ve bazı
toplumsal grupların kendi gündemleriyle seslerini duyurmaya olan ilgisini
gösterdi. Aynı zamanda, ekonomik reformları ve diğer siyasal süreçleri
yönetirken hukukî süreçlere her zaman saygı göstermese de hükümet 2006’dan bu
yana hukukun üstünlüğünün önemini vurgulayan söylemler kullanmaktadır. Yine de
anayasal reformların sonucu Küba’nın geleceği için önemli olabilir.
Önerilen anayasa, ilk kez, kurumların hukukun ve
anayasanın üstünlüğünü tanıyacakları bir “sosyalist hukuk devleti” kavramını
içermektedir. [Anayasa] daha önce hiç düşünülmemiş haklar da (su hakkı, onurlu
bir barınak hakkı, sağlıklı gıda hakkı) dâhil olmak üzere insan hakları
kategorisini tanımaktadır. Aynı zamanda taslak [anayasa], eğitim hakkı (şimdi
sadece lisans düzeyine kadar garanti edilmiştir) ya da sağlık hizmeti hakkı
(daha önce sağlanan diş bakımı hariç tutulmuştur) gibi diğer haklarda kısıntıya
gitmiştir. Diğer haklar ödeme yapmayı gerektirmektedir; örneğin su, uygun bir
bedel ödendiği sürece bir haktır.
Bununla birlikte, aynı belge [anayasa] nüfusun
yüzde 10’undan azının mensup olduğu Komünist Parti’nin “devletin ve toplumun
üstün ve yol gösterici gücü” olarak kalmasını öngörmektedir. Ve anayasanın
içeriği yürürlükteki yasalarla sınırlanabilir -düzenlenemez ya da güvenceye
alınamaz- tam tersi geçerli değildir. Önerilen anayasa tam anlamıyla devletçidir:
Devlet, her durumda ve her konuda daima halkın temsilcisi, hakemi ve lideri
olarak hareket eder.
Anayasa için kurucu süreç, 2006 yılında Fidel
Castro’nun yerine cumhurbaşkanı seçilen [kardeşi] Raúl Castro’nun [2018
başında] görevden ayrılışından sonra başladı. Yeni cumhurbaşkanı Miguel
Díaz-Canel’in siyasi liderliği altındaki değişim, ülkedeki değişimler ve Latin
Amerika solunda yaşanan kriz Küba için yeni olasılıkların işaretini
vermektedir.
Bu konjonktürde Küba,
Latin Amerika’ya -oradaki anayasal süreçlere, popüler toplumsal örgütlenmelere
ve farklı sol akımlara- bakmalı. Bugün geri çekilmekte olan Pembe Dalga’nın
Latin Amerikalı üyeleri ise -bir sunak inşa etmek ya da bir pusula bulmak için
değil, kendi sollarının eksiklerini gözden geçirmek ve sosyalizm ve demokrasi
hakkındaki yaşamsal siyasal soruları canlandırmak için- tekrar Küba’ya bakmalı.
Ailynn Torres Santana
Çeviri: Muhsin Altun
Dipnot
[*] 24 Şubat günü yapılan %85 katılımlı halk
oylamasında, yeni anayasa %86,8 evet oyu ile kabul edildi. –çn.