31 Aralık 2021

, ,

Yukarıdan Sosyalizm


13 Ağustos 2018: Havana’daki Nguyen Van Troi polikliniğindeki anayasa tartışmaları sırasında anayasa projesini okuyan bir hemşire. (Yamil Lage/AFP via Getty Images).
Yukarıdan Sosyalizm:
Küba Deneyimini Değerlendirmek
Son altmış yıldaki Latin Amerikan ve küresel sol hareketlerin ciddi bir analizi Küba’yı da içermek zorundadır. Küba devrimi, bölgede ve küresel çapta derin bir etki bıraktı. Küba’nın Latin Amerika adına konuştuğu, bölgedeki Soğuk Savaş’ın somutlaşmış hâli olduğu, Latin Amerika’nın 20. yüzyıl anti-emperyalist sosyalizmini ifade ettiği ve adada ve daha ötesinde şeylerin düzenini değiştirdiği söylene gelmiştir.
Küba’nın sosyalist deneyiminin etkilerini bölgedeki solu düşünerek değerlendirmek için tarihsel bir analize ihtiyacımız var. Küba Devrimi’nin, gerilla hareketlerinin ve Latin Amerika diktatörlüklerinin yoğunlaştığı 1960’lardan 80’lere kadar olan dönemdeki etkisi, Komünist bloğun 1990’lardaki çöküşünden sonraki etkisinden çok farklıydı. Keza, Latin Amerika’nın 2000’li yılların başındaki [sola dönüşü temsil eden] “Pembe Dalga”sı üzerindeki etkisi de bugünkünden farklıdır. Solun politika ve fikirleri ne Küba’da ne de bir bütün olarak bölgede yekpare sayılabilir.
1959’dan önce Küba sosyalizmi farklı katılımcıları bir araya getirmişti. Bu farklı gelenekleri dikkate almadan devrimin zaferini anlamak imkânsızdır. 20. yüzyılın ilk yarısında Küba, devlet sosyalizmi yanlıları kadar Marksist olmayan reformcuları ve devrimci sosyalizmin çeşitli formlarını da (anarşist, Stalinist, Troçkist, bağımsız Marksist, popülist) barındırmaktaydı. Bunların stratejileri ve siyasal gündemleri farklıydı ancak ulusal egemenliği güçlendirmek, ABD ve Küba arasındaki emperyal ilişkilerin bir eleştirisini geliştirmek ve sosyal adaleti aktif olarak savunmak konusunda ortak bir kararlılığa sahiptiler.
1959’dan sonra bu çeşitlilik yavaş yavaş ancak tamamen kayboldu. Solun [ülkedeki] etki alanı, münhasıran Marksizmin -az çok eleştirel- farklı unsurları tarafından işgal edildi. 1971’e gelindiğinde, eleştirel Marksizm büyük ölçüde tüketildi ve Küba Komünist Partisi’nin [PCC] temsil ettiği Sovyet yanlısı Marksizm-Leninizm baskın hâle geldi. İdeolojik yeknesaklığa bağlılık, kural oldu. Herhangi bir bağımsız hareket, muhalefet hatta ihanet olarak değerlendirilebilir oldu.
Bugün ise en azından yirmi yıldır, resmi iktidarın kaleleri zorunlu olarak açıklığa yanaşmasa da, ABD ile ilişkili politikalar değişmemiş olsa da Küba’da sol daha da çeşitlenerek büyümekte. Küba’daki sol siyasal alanın çoğulculuğu gücünü farklı bir temelden almaktadır: Küba sivil toplumu. Projeler, kolektifler ve örgütlenmeler çeşitli konular etrafında yayılmış durumdadır: Çevrecilik, feminizm, ırkçılık karşıtlığı, hayvan hakları, sanatsal özgürlükler vb. Bu gruplar, kamusal alanın demokratikleşmesi, hakları genişleten kurumsal politikalar ve sosyal aktörlerin yasal-örgütsel kapasitesi için bastırmaktadır. Bu şekilde, Küba sivil toplumu dünyadaki diğer pek çok topluma gittikçe daha benzer hâle gelmektedir.
Küba’nın sosyalizm deneyimi, sonuçlarını doğru bir şekilde anlamak için tarihsel olarak konumlandırmamız gereken kendine has özelliklere sahiptir. Küba devrimi ve hemen sonrası, sosyalizm ve demokrasi arasındaki ilişki -ve bu ilişkinin Küba’nın çağdaş siyasal zorluklarına, ayrıca adada ve bölgede yeni bir sol kanat politika için olasılıklara nasıl yansıdığı- hakkında düşünmede bize yardımcı olabilir.
Küba sosyalizmi bir “yukarıdan sosyalizm” olmuştur. Bu sosyalizmin özellikleri, merkezî gücün üstünlüğünü, “resmi” gerçeğin önceliğini ve öz-örgütlenme için sınırlı olasılıkları -devrim sonrası dönemde önemi değişen ancak birbirleriyle açıkça bağlantılı kabiliyetleri- içerir. Kübalılar, devletin zırhlara bürümüş merkezî karakterinin bütün erdemlerini ve kötülüklerini öğrenmiş durumdalar.
Demokratik prosedürlere özel bir vurgu yaparak bu özellikleri analiz ettiğimizde, Küba sosyalizminin, demokrasilerini genişletmeyi, yeniden düzenlemeyi ya da tamamlamayı hedefleyen Latin Amerika soluna öğretecek hiçbir şeyi olmadığını ya da çok az şeyi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak demokrasi, sadece siyasal prosedürlerle tanımlanamaz. Amerika kıtasındaki diğer toplumların göstermiş olduğu gibi, biçimsel bir siyasal özgürlük, yüksek derecede gerçek bir sosyoekonomik eşitsizliğe izin vermektedir. Liberal-demokratik prosedürler piyasanın despotizmine çare olamazlar.
Daha kapsamlı bir analiz, Küba Devrimi’nin önceki kapitalist rejimin oligarşik yapısına başarıyla meydan okuduğunu görmemizi sağlayacaktır. Devrim, kapitalist sosyal ilişkilerin despotizmini yıktı ve sosyal adaletin alanını genişletti. 1990’lara kadar eşitsizliği önceden hayal edilemeyecek bir düzeye indirdi. Sosyal hizmetlere evrensel erişim sağladı. Kadınlar için cinsellik ve üremeye dair hakları kurumsallaştırdı ve bakım sorumluluğunu sosyalleştirdi. Küba Devrimi, ırkçılık ve ataerkillik temelli dışlamalara son verme lüzumunu tanıdı. Küba sosyalizmi işsizliği azalttı, işgücüne daha fazla kadını dâhil etti; açık bir anti-emperyalist çizgi ve gelişen dünya ile dayanışma politikası tanımladı. Bu şekilde, Küba’nın sosyalizm deneyimi demokrasinin temel bir bileşenini gösterdi: Özgürlük ve eşitlik karşılıklıdır. Siyasal özgürlük, varoluşun temel maddi koşulları olmaksızın çok az şey ifade eder.
Aynı zamanda Küba sosyalizmi, karizmatik liderliği -farklı siyasal çizgilerdeki Latin Amerika ülkelerinde de bilinen bir olgu- merkeze alan bir sistemin caudillist [güçlü lider] eğilimlerini de benimsedi. Kapitalist ülkeler, devletin halk tarafından kontrolü için etkili demokratik prosedürler sağlamamışlarsa, sosyalist Küba da bunu yapamamıştır. Kapitalist toplumların kamusal alanı ekonomik baskılarla daralttığı yerde, Küba aynı şeyi ideolojik baskılarla yaptı. Dahası, Komünist Parti otuz yıldan fazla bir süredir cinsel çeşitlilik konusuyla demokratik olarak başa çıkmada, ataerkil despotizmi aile içinde ve diğer sosyal alanlarda etkisiz hâle getirmede ve bugüne kadar gelen yapısal ırkçılığı kabullenmede sorunlar yaşamaktaydı.
Küba sosyalizmi, sosyal yaşamın düzenlenmesi üzerindeki piyasa tekeli kırılıncaya kadar demokrasinin gerçekleştirilemeyeceğini, sosyal adaletin temelde ekonomik kalkınmanın bir sonucu değil siyasal bir tercih olduğunu bize hatırlatmaktadır. İnsanlar, tüketiciler değil siyasetin ana karakteridirler. Yeniden dağıtımcı bir devlet, ulusal toplum sözleşmesinin de yeniden kurulmasını gerektirir ve sosyalist bir proje, özgürlük ve adalet hakkında daha esaslı sorular ortaya konulmasını daha kapsamlı bir ölçekte mümkün kılar.
Öte yandan Küba sosyalist deneyimi, piyasanın var olan tek tekel olmadığının da hatırlatıcısıdır. Bütüncül merkezî planlama bir distopyadır ve bürokrasi halkla eşanlamlı değildir ya da halk kontrolüne giden bir yol olarak görülemez. İşçilere, kendi emeklerinin koşullarına gerçekten etkili öz-örgütlenme formlarıyla müdahale etme imkânı vermeden ve ekonomi ve aile ilişkilerini siyasallaştırmadan toplumsal ve siyasal tahakkümün çoğu biçimiyle baş etmek imkânsızdır.
Küba deneyimi, özerk toplumsal temeller olmaksızın yurttaşlığın çok az şey ifade ettiği ve [bu koşullarda] politika yapıcılığının kolayca depolitize edilebileceği konusunda da bir uyarıdır. Ataerkil iktidar alttan ve üstten bertaraf edilmeden, işgücü piyasasının uyumlaştırılmasına dair bir devlet politikasıyla kadınların özgürlüğü güvence altına alınamaz. Politika yalnızca devlette değil sivil toplumda da yayılır; kamusal alan herkesin uyması gereken bir rejim değil, çeşitliliğe sahip bir iktidar alanı olmalıdır. Demokratik prosedürler gereklidirler ancak demokrasiyi güvence altına almak için yeterli değildirler.
Şu anda [halk oylamasından önce] Kübalılar, bu kesin sorun ve sorular hakkında konuşuyorlar. Ağustos 2018’den bu yana, Küba’da son birkaç on yılın en önemli siyasi süreçlerinden biri gerçekleşti: Önceki aylarda atanan bir komisyon tarafından hazırlanan ve Halk İktidarının Ulusal Meclisi tarafından onaylanan bir anayasa tasarısı hakkında kamuoyu tartışması. Kübalılar, çalışma grupları ve mahalle meclislerinde kanun tasarısını tartışmak için binlerce toplantı düzenlediler. Devlet, bu tartışmaların sonuçlarını yansıtacak şekilde anayasa [tasarısını] değiştirecek ve [24] Şubat 2019’da halk oylamasına sunacak.[*] Yeni anayasa 1976 tarihli anayasanın yerini alacak ve Küba’nın ekonomik ve siyasal kurumlarındaki -2006’dan bu yana uygulanmakta olan- bazı değişikliklere resmiyet kazandıracak. Değişiklikler arasında, ülkenin üretken yapısının dönüşümü, ekonominin devlet dışı sektörlerinin ve dış yatırımın teşviki, devletin yeniden dağıtım işinde azalma ve bazı sosyal politikalarda küçülme gibi konular var.
Gerçek bir kurucu meclis olmasa da bu kurucu sürecin öneminde şüphe yok. Latin Amerika solu, anayasa reformunun hem yararlarına hem de sınırlarına tanıklık edebilir. Anayasalar, siyasal toplumun hareket edebileceği ve politika konularını tartışabileceği çerçeveyi tanımlar. Bir anayasanın yürürlükteki normları hukuk sisteminin geri kalanına oturduğu ölçüde kanunların ve teminatlarının biçimlendirilmesine, sınırlandırılmasına ve güvenceye alınmasına yardımcı olacaklardır. Aksi takdirde anayasa ölü bir mektup olacaktır.
Halkın bu reform sürecine katılımı, anayasanın toplumsal yaşamı düzenleyen siyasal bir araç olarak tanınmasını sağladı ve bazı toplumsal grupların kendi gündemleriyle seslerini duyurmaya olan ilgisini gösterdi. Aynı zamanda, ekonomik reformları ve diğer siyasal süreçleri yönetirken hukukî süreçlere her zaman saygı göstermese de hükümet 2006’dan bu yana hukukun üstünlüğünün önemini vurgulayan söylemler kullanmaktadır. Yine de anayasal reformların sonucu Küba’nın geleceği için önemli olabilir.
Önerilen anayasa, ilk kez, kurumların hukukun ve anayasanın üstünlüğünü tanıyacakları bir “sosyalist hukuk devleti” kavramını içermektedir. [Anayasa] daha önce hiç düşünülmemiş haklar da (su hakkı, onurlu bir barınak hakkı, sağlıklı gıda hakkı) dâhil olmak üzere insan hakları kategorisini tanımaktadır. Aynı zamanda taslak [anayasa], eğitim hakkı (şimdi sadece lisans düzeyine kadar garanti edilmiştir) ya da sağlık hizmeti hakkı (daha önce sağlanan diş bakımı hariç tutulmuştur) gibi diğer haklarda kısıntıya gitmiştir. Diğer haklar ödeme yapmayı gerektirmektedir; örneğin su, uygun bir bedel ödendiği sürece bir haktır.
Bununla birlikte, aynı belge [anayasa] nüfusun yüzde 10’undan azının mensup olduğu Komünist Parti’nin “devletin ve toplumun üstün ve yol gösterici gücü” olarak kalmasını öngörmektedir. Ve anayasanın içeriği yürürlükteki yasalarla sınırlanabilir -düzenlenemez ya da güvenceye alınamaz- tam tersi geçerli değildir. Önerilen anayasa tam anlamıyla devletçidir: Devlet, her durumda ve her konuda daima halkın temsilcisi, hakemi ve lideri olarak hareket eder.
Anayasa için kurucu süreç, 2006 yılında Fidel Castro’nun yerine cumhurbaşkanı seçilen [kardeşi] Raúl Castro’nun [2018 başında] görevden ayrılışından sonra başladı. Yeni cumhurbaşkanı Miguel Díaz-Canel’in siyasi liderliği altındaki değişim, ülkedeki değişimler ve Latin Amerika solunda yaşanan kriz Küba için yeni olasılıkların işaretini vermektedir.
Bu konjonktürde Küba, Latin Amerika’ya -oradaki anayasal süreçlere, popüler toplumsal örgütlenmelere ve farklı sol akımlara- bakmalı. Bugün geri çekilmekte olan Pembe Dalga’nın Latin Amerikalı üyeleri ise -bir sunak inşa etmek ya da bir pusula bulmak için değil, kendi sollarının eksiklerini gözden geçirmek ve sosyalizm ve demokrasi hakkındaki yaşamsal siyasal soruları canlandırmak için- tekrar Küba’ya bakmalı.
Ailynn Torres Santana
Çeviri: Muhsin Altun
Dipnot
[*] 24 Şubat günü yapılan %85 katılımlı halk oylamasında, yeni anayasa %86,8 evet oyu ile kabul edildi. –çn.