15 Eylül 2019

,

Robert Mugabe


Altı yıl önce Batılı gazeteler, Güney Afrikalı ulusal kurtuluş kahramanı Nelson Mandela’yı sitayişle anarken başka bir kahramanı, Robert Mugabe’yi karalamakla meşguldü. Hatta bir gazete, Mugabe’nin Zimbabwe ekonomisini iflasın eşiğine sürüklediğinden bahsediyordu.
Mandela ve Mugabe, Afrika’nın güneyinde siyahları beyaz idaresinden kurtarma mücadelesinin önemli isimleriydi. Peki Batı, Mandela’ya neden şükranlarını sunarken Mugabe’ye küfrediyor? Mandela, “iyi” bir ulusal kurtuluş kahramanı olurken Mugabe neden kötü ilân ediliyor?
Bunun sebebi, Güney Afrika’da yürürlüğe konulan kurtuluş projelerinin Batı’nın ekonomik çıkarlarını tehdit etmemesi ama Mugabe’nin Zimbabwe’sinin tehditkâr bulunması.
Medyada karşılık bulan propagandaya göre Mandela demokratik olduğu için iyi biriydi, lâkin Mugabe kötüydü çünkü o “otokratikti.” Oysa bu lafların yüzündeki yaldızı aldığımızda karşımıza Batı’nın ve beyaz elitlerin ekonomik çıkarları çıkmaktadır.
Güney Afrika’da toprak mülkiyeti konusunda hâlen daha hâkim unsur, ırk ayrımcılığı döneminde olduğu gibi, beyazlar. Toprakların yeniden dağıtımı süreci en iyi hâliyle kaplumbağa hızıyla ilerleyebildi. Zimbabwe’de ise toprak beyaz yerleşimcilerden alınıp siyah çoğunluğa verildi. Bugün Güney Afrika ekonomisi, beyazların ve Batı’nın hâkimiyeti altında. Mugabe ise ülkesinde ekonomiyi yerlileştirmeye, doğal zenginlikleri ve verimli varlıkları ülke halkının ellerine teslim etmeye dönük adımlar attı.
Batı, Mugabe’yi daha çok Batılı şirketlerin elindeki madenleri millileştirme planı sebebiyle şeytanlaştırdı. Bu plan uyarınca Batı’daki bir avuç zengin yatırımcı, ülkenin madenleri konusunda sahip olduğu aslan payını elinden çıkartmak zorunda kalacaktı. Batı medyasına göre, kendi halkına ekonomisinde önemli bir yer tutan bir şeyin mülkiyetini vermek akla hayale gelmeyecek bir adımdı.
Buna karşılık Mandela, Güney Afrika madenlerinin millileştirilmesine dönük çağrılara kulak tıkadı ve ekonomisinin sağlam temellerde idare edilmesi için gerekli ilke olarak Batı ve beyaz hâkimiyetine onay verdi.
2013’te The Financial Times Güney Afrikalı lideri “Sahra-altı Afrikası’nın en büyük ekonomisinin güvenilen bir kâhyası olarak iş görüp katı bir para ve maliye politikası uyguladığı” için göklere çıkarttı. Çünkü Mandela, yabancı yatırımcıların kasalarına Güney Afrika madenlerinden ve tarımından elde edilen kârların akmasını, Afrika Ulusal Kongresi’nin madenlerin millileştirilmesini, toprakların yeniden dağıtılmasını öngören ekonomik adalet programının uygulanması ile beyaz elitlerin yoluna taş konmamasını güvence altına almıştı. Öte yandan millileştirme ve toprakların yeniden dağıtımı Mugabe’nin yegâne projesiydi.
Fakat Mugabe de Batılı işadamlarının çıkarlarını temsil ettiğini söylediği halkın çıkarlarının önüne koyup Mandela’nın uyguladığı katı maliye ve para politikasını benimseyince birden Batı’dan onay aldı ve sevilen bir ulusal kurtuluş kahramanı hâline geldi.
Gelgelelim bu sevginin ömrü fazla uzun olmadı ve Mugabe, başka bir yola girip toprak reformu programına destek olunca o sevginin yerini nefret aldı. Batı’nın Mugabe’ye yönelik aşağılayıcı tutumu, madenlerin kontrolünü halkın eline teslim edecek bir yerlileştirme programını yürürlüğe koyunca daha da sertleşti.
Neticede Mugabe, halkın ekonomik çıkarlarını savunan birine dönüşüp yabancı yatırımcıların ve beyaz sömürgecilerin güvendiği bir kâhya olmaktan çıkmasıyla birden kötü ve şeytanî bir figür hâline geldi. Sonrasında Mugabe, kurtuluş projesine gerçek anlamını kazandırıp halkına politik ve ekonomik egemenliği teslim edince Batı, buna ülkeyi aksi yöne dönmeye zorlamayı amaçlayan yaptırımlarla cevap verdi. Frantz Fanon’un da dediği gibi, “Bir sömürgeci ve emperyalist güç, bir halka bağımsızlık vermek zorunda kalırsa o emperyalist güç ‘bağımsızlık mı istiyorsun? Al bağımsızlığını da açlıktan geber” der.
Batı’nın açtığı ekonomik savaş Zimbabwe ekonomisini kaosa sürüklediğinde Batılı gazeteler, ekonomik güçlüklerin Mugabe’nin “yanlış yönetimi”nin birer sonucu olduğunu söylediler ama asla ABD’de çıkan finansal yardım alınmasına mani olan, ekonomik gelişimi durduran Zimbambe Demokrasisi ve Ekonomisinin Islahı Kanunu’na dönüp bakmadılar. Bu, Nazi işgali ve savaşın yol açtığı yıkımdan ziyade II. Dünya Savaşı sonrası mahvolan Sovyet ekonomisi konusunda sosyalizmi suçlayan yaklaşımları andıran bir yaklaşımdı. Batı medyası, bağımsızlığını elde etmiş Üçüncü Dünya hükümetlerine aynı standardı uyguluyor, yaptırımlara maruz kalan bir ülkedeki ekonomik güçlükleri yaptırımlara değil de yanlış yönetime bağlıyordu. Bu uygulamaya Venezuela’da da rastlıyoruz. Petrol zengini ülkedeki ekonomik sıkıntı, Batı medyasında ABD’nin Carakas’ın orta yerine bıraktığı, ekonomik savaş olarak imal edilmiş atom bombası dikkate alınmadan ele alınıyor.
Demokrat-otokrat karşıtlığı, esasen propaganda amaçlı bir icat. Batılı hükümetler ve medya, Batılı şirketlerin çıkarlarını koruyup destekleyen liderleri meşrulaştırıp kendi halkının çıkarlarını koruyan ve destekleyen, halkının gelişimiyle ilgili ihtiyaçlar üzerinde duran Castro, Kim Jong Un, Maduro, Xi Jinping ve Mugabe gibi liderleri şeytanlaştırmak için bu icadı kullanıyor.
Mugabe’nin toprak reformunu gereken hızda yürürlüğe koymadığından, ekonomiyi yeterince yerlileştirmediğinden tabii ki söz edilebilir ama bu noktada bu tür adımlara karşı olan Batılı hükümetlerin gücünü de dikkate almak gerekir. Öte yandan onun gerçek bir ulusal kurtuluş kahramanı olmadığını kimse söyleyemez. O, kendi ülkesinin yabancıların kontrolünde bulunduğunu, sözde bağımsızlığın sadece yerleşimci azınlığa mahsus olduğunu görmüş bir isimdi.
Stephen Gowans
6 Eylül 2019

0 Yorum: