Altı
yıl önce Batılı gazeteler, Güney Afrikalı ulusal kurtuluş kahramanı Nelson
Mandela’yı sitayişle anarken başka bir kahramanı, Robert Mugabe’yi karalamakla
meşguldü. Hatta bir gazete, Mugabe’nin Zimbabwe ekonomisini iflasın eşiğine
sürüklediğinden bahsediyordu.
Mandela
ve Mugabe, Afrika’nın güneyinde siyahları beyaz idaresinden kurtarma
mücadelesinin önemli isimleriydi. Peki Batı, Mandela’ya neden şükranlarını
sunarken Mugabe’ye küfrediyor? Mandela, “iyi” bir ulusal kurtuluş kahramanı
olurken Mugabe neden kötü ilân ediliyor?
Bunun
sebebi, Güney Afrika’da yürürlüğe konulan kurtuluş projelerinin Batı’nın
ekonomik çıkarlarını tehdit etmemesi ama Mugabe’nin Zimbabwe’sinin tehditkâr
bulunması.
Medyada
karşılık bulan propagandaya göre Mandela demokratik olduğu için iyi biriydi,
lâkin Mugabe kötüydü çünkü o “otokratikti.” Oysa bu lafların yüzündeki yaldızı
aldığımızda karşımıza Batı’nın ve beyaz elitlerin ekonomik çıkarları
çıkmaktadır.
Güney
Afrika’da toprak mülkiyeti konusunda hâlen daha hâkim unsur, ırk ayrımcılığı
döneminde olduğu gibi, beyazlar. Toprakların yeniden dağıtımı süreci en iyi
hâliyle kaplumbağa hızıyla ilerleyebildi. Zimbabwe’de ise toprak beyaz
yerleşimcilerden alınıp siyah çoğunluğa verildi. Bugün Güney Afrika ekonomisi,
beyazların ve Batı’nın hâkimiyeti altında. Mugabe ise ülkesinde ekonomiyi
yerlileştirmeye, doğal zenginlikleri ve verimli varlıkları ülke halkının
ellerine teslim etmeye dönük adımlar attı.
Batı,
Mugabe’yi daha çok Batılı şirketlerin elindeki madenleri millileştirme planı
sebebiyle şeytanlaştırdı. Bu plan uyarınca Batı’daki bir avuç zengin yatırımcı,
ülkenin madenleri konusunda sahip olduğu aslan payını elinden çıkartmak zorunda
kalacaktı. Batı medyasına göre, kendi halkına ekonomisinde önemli bir yer tutan
bir şeyin mülkiyetini vermek akla hayale gelmeyecek bir adımdı.
Buna
karşılık Mandela, Güney Afrika madenlerinin millileştirilmesine dönük çağrılara
kulak tıkadı ve ekonomisinin sağlam temellerde idare edilmesi için gerekli ilke
olarak Batı ve beyaz hâkimiyetine onay verdi.
2013’te
Financial Times Güney Afrikalı lideri “Sahra-altı Afrikası’nın en büyük
ekonomisinin güvenilen bir kâhyası olarak iş görüp katı bir para ve maliye
politikası uyguladığı” için göklere çıkarttı. Çünkü Mandela, yabancı
yatırımcıların kasalarına Güney Afrika madenlerinden ve tarımından elde edilen
kârların akmasını, Afrika Ulusal Kongresi’nin madenlerin millileştirilmesini,
toprakların yeniden dağıtılmasını öngören ekonomik adalet programının
uygulanması ile beyaz elitlerin yoluna taş konmamasını güvence altına almıştı.
Öte yandan millileştirme ve toprakların yeniden dağıtımı Mugabe’nin yegâne
projesiydi.
Fakat
Mugabe de Batılı işadamlarının çıkarlarını temsil ettiğini söylediği halkın
çıkarlarının önüne koyup Mandela’nın uyguladığı katı maliye ve para
politikasını benimseyince birden Batı’dan onay aldı ve sevilen bir ulusal
kurtuluş kahramanı hâline geldi.
Gelgelelim
bu sevginin ömrü fazla uzun olmadı ve Mugabe, başka bir yola girip toprak
reformu programına destek olunca o sevginin yerini nefret aldı. Batı’nın
Mugabe’ye yönelik aşağılayıcı tutumu, madenlerin kontrolünü halkın eline teslim
edecek bir yerlileştirme programını yürürlüğe koyunca daha da sertleşti.
Neticede
Mugabe, halkın ekonomik çıkarlarını savunan birine dönüşüp yabancı
yatırımcıların ve beyaz sömürgecilerin güvendiği bir kâhya olmaktan çıkmasıyla
birden kötü ve şeytanî bir figür hâline geldi. Sonrasında Mugabe, kurtuluş
projesine gerçek anlamını kazandırıp halkına politik ve ekonomik egemenliği
teslim edince Batı, buna ülkeyi aksi yöne dönmeye zorlamayı amaçlayan
yaptırımlarla cevap verdi. Frantz Fanon’un da dediği gibi, “Bir sömürgeci ve
emperyalist güç, bir halka bağımsızlık vermek zorunda kalırsa o emperyalist güç
‘bağımsızlık mı istiyorsun? Al bağımsızlığını da açlıktan geber” der.
Batı’nın
açtığı ekonomik savaş Zimbabwe ekonomisini kaosa sürüklediğinde Batılı
gazeteler, ekonomik güçlüklerin Mugabe’nin “yanlış yönetimi”nin birer sonucu
olduğunu söylediler ama asla ABD’de çıkan finansal yardım alınmasına mani olan,
ekonomik gelişimi durduran Zimbambe Demokrasisi ve Ekonomisinin Islahı
Kanunu’na dönüp bakmadılar. Bu, Nazi işgali ve savaşın yol açtığı yıkımdan
ziyade II. Dünya Savaşı sonrası mahvolan Sovyet ekonomisi konusunda sosyalizmi
suçlayan yaklaşımları andıran bir yaklaşımdı. Batı medyası, bağımsızlığını elde
etmiş Üçüncü Dünya hükümetlerine aynı standardı uyguluyor, yaptırımlara maruz
kalan bir ülkedeki ekonomik güçlükleri yaptırımlara değil de yanlış yönetime
bağlıyordu. Bu uygulamaya Venezuela’da da rastlıyoruz. Petrol zengini ülkedeki
ekonomik sıkıntı, Batı medyasında ABD’nin Carakas’ın orta yerine bıraktığı,
ekonomik savaş olarak imal edilmiş atom bombası dikkate alınmadan ele alınıyor.
Demokrat-otokrat
karşıtlığı, esasen propaganda amaçlı bir icat. Batılı hükümetler ve medya,
Batılı şirketlerin çıkarlarını koruyup destekleyen liderleri meşrulaştırıp
kendi halkının çıkarlarını koruyan ve destekleyen, halkının gelişimiyle ilgili
ihtiyaçlar üzerinde duran Castro, Kim Jong Un, Maduro, Xi Jinping ve Mugabe
gibi liderleri şeytanlaştırmak için bu icadı kullanıyor.
Mugabe’nin
toprak reformunu gereken hızda yürürlüğe koymadığından, ekonomiyi yeterince
yerlileştirmediğinden tabii ki söz edilebilir ama bu noktada bu tür adımlara
karşı olan Batılı hükümetlerin gücünü de dikkate almak gerekir. Öte yandan onun
gerçek bir ulusal kurtuluş kahramanı olmadığını kimse söyleyemez. O, kendi
ülkesinin yabancıların kontrolünde bulunduğunu, sözde bağımsızlığın sadece
yerleşimci azınlığa mahsus olduğunu görmüş bir isimdi.
Stephen Gowans
6 Eylül 2019
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder