Yolsuzluk Kontrolden Çıkıyor
Londra’daki Filistin Büyükelçiliği kısa süre önce
Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın kaleme aldığı bir bildiri yayınladı. Abbas,
bildirisinde tüm dünyaya “artık Filistin’in vakti geldi” diyor.
Bildiri şu cümlelerle başlıyor:
“Filistin
halkının özgürlük ve ulusal bağımsızlık mücadelesi önemli bir momente gelip
dayanmıştır. İki devletli formül, çözümün altını ciddi biçimde oyan İsrail’in
sistematik politikaları ve uygulamaları sebebiyle, önemli bir tehdit
altındadır. İsrail, çözümü yakın gelecekte uygulanamaz kılmaya dair tehditler
savurmaktadır.”
Abbas, 1988’de Filistin’in tarihî Filistin’in yüzde
78’inden fazlasını elinde tutan İsrail’i tek taraflı tanıdığını, buna ek olarak
çatışmanın barışçıl bir çözüme kavuşturulması için gerekli bir çerçeve olarak
Birleşmiş Milletler kararlarını kabul ettiğini anımsatıyor.
Ama Abbas, öte yandan uluslararası hukuku sistematik
bir biçimde ihlal edip Filistin topraklarındaki yasadışı yerleşim alanlarını
genişletmek suretiyle İsrail’in Filistinlilerce derin yaralar açan bu türden
tavizlere cevap verdiğini söylüyor.
“İsrail,
hukuku ihlal ediyor ve hiçbir cezaya çarptırılmıyor, uluslararası toplumun onu
aynı insan hakları standartları ve tüm diğer devletlerin takip etmeye mecbur
oldukları uluslararası hukuk noktasında hesap verir kılma konusundaki
gönülsüzlüğünden cesaret buluyor.
Oslo
Anlaşmaları, beş yıllık bir ara dönemin ardından nihai bir statü anlaşması
vaadi üzerine kuruluydu. Oslo Anlaşması’ndan 22 yıl sonra bugün İsrail işgali
ülkemizin etkin bir biçimde ilhakına dönüştü.”
Abbas, İsrail’in Filistin halkını acımasız bir biçimde
kolektif manada cezalandırması konusunda şikâyet etmekte haklı. İnsan ve
malların serbestçe dolaşımının engellenmesi, su dâhil, Filistinlilerin tüm
doğal kaynaklarının çalınması ve vergi gelirlerinin alıkonulması bu
cezalandırma sürecinin birer parçası. Abbas, bu eylemlerin Filistinlilerin
kurumsal ve ekonomik düzeylerde elde ettikleri önemli başarıları
geçersizleştirdiğini söylüyor. Ama ben bu noktada onun neyden bahsettiğinden
pek emin değilim. Gene de Bay Abbas’ın verdiği tarih dersine teşekkür etmek
gerek. Başını taşa vurmadan önce bu derslerden hiçbir şey öğrenmemek ne acı.
Buradan nereye gideceksin peki?
Filistinli lider Abbas, eldeki tüm meşru araçlar
üzerinden, ıslahın ve adaletin tesisinin bir yükümlülük olduğunu söylüyor.
“Çatışmaları barışçıl yoldan çözüme kavuşturmak ve savaşın tüm onur kırıcı
yönlerine mani olmak için tasarlanmış uluslararası hukuka ve insan hakları
araçlarına güveniyoruz.” Bu, aslında doğru değil. Bugüne dek uluslararası hukuk
üzerinden adalet peşinde koşan olmadı, esasen akla sonradan gelen bir fikirdi
bu, mevcut sorunun önemli bir kısmını da bu mesele teşkil ediyor.
Abbas, son İsrail seçiminin, rejimin Filistin
devletinin kuruluşunu engelleme, işgali sağlamlaştırma ve Filistinlilerin
haklarını inkâr etme niyetini açık bir biçimde ortaya koyduğu iddiasında. Yeni
bir şey yok; oysa bu, yıllardır aşikâr olan bir gerçek.
Elbette Nekbe’yi (felâket) unutmamak gerek. 418
Filistin köyünün haritadan silindiği, halkın yüzde yetmişinin yerinden
yurdundan edildiği bu süreçte İsrail’in kurulması için gerekli yol açıldı. Bu
kanlı süreç hâlâ devam ediyor.
Abbas’ın bildiride dile getirdiği ve burada özel
olarak vurgulamamız gereken, belki de en önemli şey şu:
“Tüm
devletlerin uluslararası hukuk ve insan hakları ilkelerini onaylama ve koruma
noktasında kanuni ve ahlakî bir yükümlülüğü vardır. Biz, uluslararası
toplumdan, kendi kaderimizi tayin hakkımızı desteklemesini, bu amaçla, 1967’de
İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerinde kurulu olan Filistin Devleti’ni
tanımasını istiyoruz.”
Abbas, ayrıca herkesin Filistinlilerin Roma
Statüsü’ne, Uluslararası Suçlar Mahkemesi ve kendisinin “elde ettiğimiz en
cömert bölgesel barış planı” olarak nitelediği Arap Barış Girişimi’ne dâhil
edilmesi talebini desteklemesini istiyor.
Son olarak Abbas, bizden Filistin Devleti’ni ve onun
adalet ve karşılıklı saygı temelinde, barışa ulaşmaya dönük çabalarını
desteklemeye davet ediyor. “Şimdi vaktidir” diyor ısrarla.
Oysa epey uzun bir zaman geçti.
“Virajı Almadan Önce Çok Yol Aldı”
Mahmud Abbas’ın görev süresi resmen altı yıl önce sona
erdi. Anayasa onun bu süreyi bir yıl daha uzatmasına imkân verdi ama o, giderek
azalan meşruiyeti ile, iktidar koltuğuna yapışmış bir hâlde yoluna devam
ediyor. Maskaralıklarına çokça insan tanık oldu. Bugün o insanlara çıplak kral
gibi görünüyor, Danny Kaye’in şarkısına atıfla, “anasından çıktığı günkü kadar
üryan.”
Abbas’ın sorunu, “virajı almadan önce” çok yol almış
olması. İsrail’in işgali süreklileştirme kararlılığında olduğu yıllardır belli.
Allon Planı üzerinden yasadışı yerleşim inşa etme girişimi, Filistin
topraklarını etkin bir biçimde ilhak etme gayreti 1967’de başladı ve onlarca
yıl gözlerimizin içine baka baka, “sahadaki gerçekler”i ters yüz etme çabası
içerisine girdi.
Abbas ise Geçici Oslo Anlaşması’nın mimarlarından biri
olduğu iddiasında. Oysa bu anlaşmanın Mayıs 1996’da daimi statüye dair
müzakerelere başlaması, 242 ve 338 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının
uygulanmasını, tüm temel meselelerin halledilmesini sağlaması gerekiyordu. Bu
anlaşmanın hiçbir sonuç üretmediğini görmesi için aradan 19 yıl geçmiş olması
mı gerekiyordu yani?
Bu esnada Abbas, İsraillilerin elde ettikleri haksız
kazançları sağlama almaları için onlara her seferinde gerekli vakti verdi. O,
samimiyetsiz komisyoncuların düzenlediği ve işe yaramaz bir müzakere ekibince
yürütülen düzmece müzakerelere razı oldu. Ayrıca Uluslararası Suçlar
Mahkemesi’ne katılma noktasında ayak sürüdü. Geçen yaz Gazze’deki katliama
ortak olması da muhtemelen ileride hep göz ardı edilecek.
Uzun görev süresi boyunca Abbas, Filistinlileri tek
bir anlamlı ses ve görev etrafında birleştirmeyi başaramadı. Eski Fetih-Hamas
husumetini körükleyerek hiziplerin arasını açtı. Hamas’la birlik görüşmeleri
için bir hafta süreyle Gazze’ye gönderdiği Fetih heyeti daha ilk gün, halka tek
bir izahat vermeksizin, koşa koşa eve geri döndü.
Abbas’ın başında olduğu rejim, medya imkânlarının
uygun biçimde kullanılması veya dünyanın bilgilendirilmesi noktasında başarısız
oldu, sanki ağzı tıkalıymış gibi davrandı. Taktiksel zekâsı dipte seyrediyor,
batıdaki elçilikleri tembel, gazetecilerle ve yazarlarla iletişim ve işbirliği
kurmuyor. Onun komutasındaki Filistin Otoritesi, şiddete dayalı zulüm programı
noktasında, İsrail’le işbirliği içerisinde olmakla suçlanıp duruyor.
Son tahlilde Abbas ve hempaları, sıradan
Filistinlilerin boyunlarına vurulmuş bir boyunduruk. Kaybetmekten başka bir
seçenekleri yok. Onlar, olağan şüpheliler dışında, kimsenin anımsamayacağı
isimler.
Yolsuzluk Raporu Tabuta Son Çiviyi Çakacak mı?
Monitor sitesinin
ifşa ettiği kadarıyla Abbas rejimi artık zıvanadan çıkmış yolsuzluğu durdurma
konusunda başarısız oldu. Hesap Verme ve Dürüstlük Koalisyonu’nun [AMAN]
“Mutlak İktidar, Bütünsel Yolsuzluk” başlıklı raporu gerçek bir şok etkisi
yarattı. AMAN, Filistin toplumunda yolsuzlukla mücadele etmek, dürüstlüğü,
şeffaflığı ve hesap verme sorumluluğunu artırmak için çalışan bir dizi
Filistinli sivil toplum örgütü tarafından kuruldu.
Yetkili ismi Azmi Şuayibi’ye göre, “seçimlerin iptal
edilmesi ve Yasama Konseyi’nin yokluğu cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve
yargıyı tekeline almasını sağladı ki bu da yolsuzlukla ilgili kimi vakalar için
gerekli verimli zemini sağlamış oldu.”
Örneğin Rapor[1], bakanlık dışı belirli hükümet
kurumlarının hâlâ resmî hesap verme sorumluluğunun dışında olduğunu ve Filistin
Ulusal Otoritesi’’nin mali araçlarıyla ilişkisiz görevlilere maaş ve imtiyazlar
verildiğini ortaya koydu. Bazı görevlilerin aylık 10.000 doları aşan maaşlar
aldığı söyleniyor.
Başka şeylerin yanı sıra raporda yer verilen yürütme
kurulu değerlendirme özetine göre:
“Yerel
ve uluslararası kamuoyu anketleri yanında AMAN eliyle yapılan çalışmalar,
yolsuzluğun Filistin’de hâlâ en önemli sorunlardan, endişe kaynaklarından ve
güçlüklerden biri olduğunu teyit etti. Bunun yanında yolsuzluk, yönetimle
ilgili meselelerle ve ekonomik koşulların kötüleşmesiyle bağlantılı.”
İsrail işgali, politik parçalanma ve iç farklılıklar
yolsuzluk karşıtı çabaları olumsuz yönde etkiliyor. Bu sorunların en fazla öne
çıkanı, İsrail’in Filistin Ulusal Otoritesi adına toplanan parayla (vergiler ve
gümrük gelirleriyle) ilgili şeffaf bir mali veri sunmayı reddetmeyi sürdürmesi.
Dahası 2014’te işgalin rolü, yolsuzlukla suçlanan belirli insanların
korunmasında iyice ayyuka çıktı. Ayrıca iç ayrışmanın negatif etkileri bir
yandan sürerken, diğer yandan kimi resmî kararlar hizipsel amaçlar doğrultusunda,
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde alınıyor ki bu da kamu fonları üzerinde ciddi
bir mali etkiye yol açıyor.
Filistin Yasama Konseyi’nin hiçbir rol oynayamaması ve
seçimlerin yapılamaması, kamu işlerinin yönetiminin izlenme sürecini
zayıflattı. Ulusal uzlaşma hükümeti yasal bir izleme kurumu olmaksızın işliyor.
Dahası yasama sürecinin kopması, Filistin kanunlarının Filistin Ulusal
Otoritesi tarafından imza edilmiş olan Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele
Konvansiyonu’yla uyumsuzluk arz etmesine neden oldu.
Politik görevlendirme siyaseti işlerin “rastgele ve
gereksiz bir biçimde” dağıtılmasına neden oldu. Bu da her yıl toplam bütçenin
yüzde altmışının buraya aktarılmasına yol açtı. Bakanlıkların sayısı üzerinden
giderlerin yüzde 85’inin buraya tahsis edilmesine ihtiyaç duyuldu. Bu hesaba
maaşlarını Hamas hükümetinden alan Gazzeli çalışanlar dâhil değil. Bu, Filistin
Ulusal Otoritesi’nin sağlık, eğitim ve sosyal yardımlar gibi temel kamu
hizmetlerine yönelik yükümlülüklerini yerine getirememesine sebep oldu.
Abbas, Batı ve İsrail’in sevgilisi, güvenilir bir maşa
ve ayakçı. Hamas da kimi zaman yolsuzlukla suçlanıyor ama bu yanlış yönetim ve
görevi suiistimal listesi Abbas’ın politik tabutuna son çiviyi çakmayacaksa ne
çakacak, valla ben bilmiyorum.
Stuart Littlewood
11 Mayıs 2015
Kaynak
Dipnot:
[1] “2014 Tarihli Yolsuzlukla Mücadele Raporu”, 27 Nisan 2015, Aman.
0 Yorum:
Yorum Gönder