12 Mayıs 2015

,

Abbas: “Filistin’in Vakti Geldi”

Yolsuzluk Kontrolden Çıkıyor

Londra’daki Filistin Büyükelçiliği kısa süre önce Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın kaleme aldığı bir bildiri yayınladı. Abbas, bildirisinde tüm dünyaya “artık Filistin’in vakti geldi” diyor.

Bildiri şu cümlelerle başlıyor:

“Filistin halkının özgürlük ve ulusal bağımsızlık mücadelesi önemli bir momente gelip dayanmıştır. İki devletli formül, çözümün altını ciddi biçimde oyan İsrail’in sistematik politikaları ve uygulamaları sebebiyle, önemli bir tehdit altındadır. İsrail, çözümü yakın gelecekte uygulanamaz kılmaya dair tehditler savurmaktadır.”

Abbas, 1988’de Filistin’in tarihî Filistin’in yüzde 78’inden fazlasını elinde tutan İsrail’i tek taraflı tanıdığını, buna ek olarak çatışmanın barışçıl bir çözüme kavuşturulması için gerekli bir çerçeve olarak Birleşmiş Milletler kararlarını kabul ettiğini anımsatıyor.

Ama Abbas, öte yandan uluslararası hukuku sistematik bir biçimde ihlal edip Filistin topraklarındaki yasadışı yerleşim alanlarını genişletmek suretiyle İsrail’in Filistinlilerce derin yaralar açan bu türden tavizlere cevap verdiğini söylüyor.

“İsrail, hukuku ihlal ediyor ve hiçbir cezaya çarptırılmıyor, uluslararası toplumun onu aynı insan hakları standartları ve tüm diğer devletlerin takip etmeye mecbur oldukları uluslararası hukuk noktasında hesap verir kılma konusundaki gönülsüzlüğünden cesaret buluyor.

Oslo Anlaşmaları, beş yıllık bir ara dönemin ardından nihai bir statü anlaşması vaadi üzerine kuruluydu. Oslo Anlaşması’ndan 22 yıl sonra bugün İsrail işgali ülkemizin etkin bir biçimde ilhakına dönüştü.”

Abbas, İsrail’in Filistin halkını acımasız bir biçimde kolektif manada cezalandırması konusunda şikâyet etmekte haklı. İnsan ve malların serbestçe dolaşımının engellenmesi, su dâhil, Filistinlilerin tüm doğal kaynaklarının çalınması ve vergi gelirlerinin alıkonulması bu cezalandırma sürecinin birer parçası. Abbas, bu eylemlerin Filistinlilerin kurumsal ve ekonomik düzeylerde elde ettikleri önemli başarıları geçersizleştirdiğini söylüyor. Ama ben bu noktada onun neyden bahsettiğinden pek emin değilim. Gene de Bay Abbas’ın verdiği tarih dersine teşekkür etmek gerek. Başını taşa vurmadan önce bu derslerden hiçbir şey öğrenmemek ne acı. Buradan nereye gideceksin peki?

Filistinli lider Abbas, eldeki tüm meşru araçlar üzerinden, ıslahın ve adaletin tesisinin bir yükümlülük olduğunu söylüyor. “Çatışmaları barışçıl yoldan çözüme kavuşturmak ve savaşın tüm onur kırıcı yönlerine mani olmak için tasarlanmış uluslararası hukuka ve insan hakları araçlarına güveniyoruz.” Bu, aslında doğru değil. Bugüne dek uluslararası hukuk üzerinden adalet peşinde koşan olmadı, esasen akla sonradan gelen bir fikirdi bu, mevcut sorunun önemli bir kısmını da bu mesele teşkil ediyor.

Abbas, son İsrail seçiminin, rejimin Filistin devletinin kuruluşunu engelleme, işgali sağlamlaştırma ve Filistinlilerin haklarını inkâr etme niyetini açık bir biçimde ortaya koyduğu iddiasında. Yeni bir şey yok; oysa bu, yıllardır aşikâr olan bir gerçek.

Elbette Nekbe’yi (felâket) unutmamak gerek. 418 Filistin köyünün haritadan silindiği, halkın yüzde yetmişinin yerinden yurdundan edildiği bu süreçte İsrail’in kurulması için gerekli yol açıldı. Bu kanlı süreç hâlâ devam ediyor.

Abbas’ın bildiride dile getirdiği ve burada özel olarak vurgulamamız gereken, belki de en önemli şey şu:

“Tüm devletlerin uluslararası hukuk ve insan hakları ilkelerini onaylama ve koruma noktasında kanuni ve ahlakî bir yükümlülüğü vardır. Biz, uluslararası toplumdan, kendi kaderimizi tayin hakkımızı desteklemesini, bu amaçla, 1967’de İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerinde kurulu olan Filistin Devleti’ni tanımasını istiyoruz.”

Abbas, ayrıca herkesin Filistinlilerin Roma Statüsü’ne, Uluslararası Suçlar Mahkemesi ve kendisinin “elde ettiğimiz en cömert bölgesel barış planı” olarak nitelediği Arap Barış Girişimi’ne dâhil edilmesi talebini desteklemesini istiyor.

Son olarak Abbas, bizden Filistin Devleti’ni ve onun adalet ve karşılıklı saygı temelinde, barışa ulaşmaya dönük çabalarını desteklemeye davet ediyor. “Şimdi vaktidir” diyor ısrarla.

Oysa epey uzun bir zaman geçti.

“Virajı Almadan Önce Çok Yol Aldı”

Mahmud Abbas’ın görev süresi resmen altı yıl önce sona erdi. Anayasa onun bu süreyi bir yıl daha uzatmasına imkân verdi ama o, giderek azalan meşruiyeti ile, iktidar koltuğuna yapışmış bir hâlde yoluna devam ediyor. Maskaralıklarına çokça insan tanık oldu. Bugün o insanlara çıplak kral gibi görünüyor, Danny Kaye’in şarkısına atıfla, “anasından çıktığı günkü kadar üryan.”

Abbas’ın sorunu, “virajı almadan önce” çok yol almış olması. İsrail’in işgali süreklileştirme kararlılığında olduğu yıllardır belli. Allon Planı üzerinden yasadışı yerleşim inşa etme girişimi, Filistin topraklarını etkin bir biçimde ilhak etme gayreti 1967’de başladı ve onlarca yıl gözlerimizin içine baka baka, “sahadaki gerçekler”i ters yüz etme çabası içerisine girdi.

Abbas ise Geçici Oslo Anlaşması’nın mimarlarından biri olduğu iddiasında. Oysa bu anlaşmanın Mayıs 1996’da daimi statüye dair müzakerelere başlaması, 242 ve 338 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasını, tüm temel meselelerin halledilmesini sağlaması gerekiyordu. Bu anlaşmanın hiçbir sonuç üretmediğini görmesi için aradan 19 yıl geçmiş olması mı gerekiyordu yani?

Bu esnada Abbas, İsraillilerin elde ettikleri haksız kazançları sağlama almaları için onlara her seferinde gerekli vakti verdi. O, samimiyetsiz komisyoncuların düzenlediği ve işe yaramaz bir müzakere ekibince yürütülen düzmece müzakerelere razı oldu. Ayrıca Uluslararası Suçlar Mahkemesi’ne katılma noktasında ayak sürüdü. Geçen yaz Gazze’deki katliama ortak olması da muhtemelen ileride hep göz ardı edilecek.

Uzun görev süresi boyunca Abbas, Filistinlileri tek bir anlamlı ses ve görev etrafında birleştirmeyi başaramadı. Eski Fetih-Hamas husumetini körükleyerek hiziplerin arasını açtı. Hamas’la birlik görüşmeleri için bir hafta süreyle Gazze’ye gönderdiği Fetih heyeti daha ilk gün, halka tek bir izahat vermeksizin, koşa koşa eve geri döndü.

Abbas’ın başında olduğu rejim, medya imkânlarının uygun biçimde kullanılması veya dünyanın bilgilendirilmesi noktasında başarısız oldu, sanki ağzı tıkalıymış gibi davrandı. Taktiksel zekâsı dipte seyrediyor, batıdaki elçilikleri tembel, gazetecilerle ve yazarlarla iletişim ve işbirliği kurmuyor. Onun komutasındaki Filistin Otoritesi, şiddete dayalı zulüm programı noktasında, İsrail’le işbirliği içerisinde olmakla suçlanıp duruyor.

Son tahlilde Abbas ve hempaları, sıradan Filistinlilerin boyunlarına vurulmuş bir boyunduruk. Kaybetmekten başka bir seçenekleri yok. Onlar, olağan şüpheliler dışında, kimsenin anımsamayacağı isimler.

Yolsuzluk Raporu Tabuta Son Çiviyi Çakacak mı?

Monitor sitesinin ifşa ettiği kadarıyla Abbas rejimi artık zıvanadan çıkmış yolsuzluğu durdurma konusunda başarısız oldu. Hesap Verme ve Dürüstlük Koalisyonu’nun [AMAN] “Mutlak İktidar, Bütünsel Yolsuzluk” başlıklı raporu gerçek bir şok etkisi yarattı. AMAN, Filistin toplumunda yolsuzlukla mücadele etmek, dürüstlüğü, şeffaflığı ve hesap verme sorumluluğunu artırmak için çalışan bir dizi Filistinli sivil toplum örgütü tarafından kuruldu.

Yetkili ismi Azmi Şuayibi’ye göre, “seçimlerin iptal edilmesi ve Yasama Konseyi’nin yokluğu cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargıyı tekeline almasını sağladı ki bu da yolsuzlukla ilgili kimi vakalar için gerekli verimli zemini sağlamış oldu.”

Örneğin Rapor[1], bakanlık dışı belirli hükümet kurumlarının hâlâ resmî hesap verme sorumluluğunun dışında olduğunu ve Filistin Ulusal Otoritesi’’nin mali araçlarıyla ilişkisiz görevlilere maaş ve imtiyazlar verildiğini ortaya koydu. Bazı görevlilerin aylık 10.000 doları aşan maaşlar aldığı söyleniyor.

Başka şeylerin yanı sıra raporda yer verilen yürütme kurulu değerlendirme özetine göre:

“Yerel ve uluslararası kamuoyu anketleri yanında AMAN eliyle yapılan çalışmalar, yolsuzluğun Filistin’de hâlâ en önemli sorunlardan, endişe kaynaklarından ve güçlüklerden biri olduğunu teyit etti. Bunun yanında yolsuzluk, yönetimle ilgili meselelerle ve ekonomik koşulların kötüleşmesiyle bağlantılı.”

İsrail işgali, politik parçalanma ve iç farklılıklar yolsuzluk karşıtı çabaları olumsuz yönde etkiliyor. Bu sorunların en fazla öne çıkanı, İsrail’in Filistin Ulusal Otoritesi adına toplanan parayla (vergiler ve gümrük gelirleriyle) ilgili şeffaf bir mali veri sunmayı reddetmeyi sürdürmesi. Dahası 2014’te işgalin rolü, yolsuzlukla suçlanan belirli insanların korunmasında iyice ayyuka çıktı. Ayrıca iç ayrışmanın negatif etkileri bir yandan sürerken, diğer yandan kimi resmî kararlar hizipsel amaçlar doğrultusunda, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde alınıyor ki bu da kamu fonları üzerinde ciddi bir mali etkiye yol açıyor.

Filistin Yasama Konseyi’nin hiçbir rol oynayamaması ve seçimlerin yapılamaması, kamu işlerinin yönetiminin izlenme sürecini zayıflattı. Ulusal uzlaşma hükümeti yasal bir izleme kurumu olmaksızın işliyor. Dahası yasama sürecinin kopması, Filistin kanunlarının Filistin Ulusal Otoritesi tarafından imza edilmiş olan Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Konvansiyonu’yla uyumsuzluk arz etmesine neden oldu.

Politik görevlendirme siyaseti işlerin “rastgele ve gereksiz bir biçimde” dağıtılmasına neden oldu. Bu da her yıl toplam bütçenin yüzde altmışının buraya aktarılmasına yol açtı. Bakanlıkların sayısı üzerinden giderlerin yüzde 85’inin buraya tahsis edilmesine ihtiyaç duyuldu. Bu hesaba maaşlarını Hamas hükümetinden alan Gazzeli çalışanlar dâhil değil. Bu, Filistin Ulusal Otoritesi’nin sağlık, eğitim ve sosyal yardımlar gibi temel kamu hizmetlerine yönelik yükümlülüklerini yerine getirememesine sebep oldu.

Abbas, Batı ve İsrail’in sevgilisi, güvenilir bir maşa ve ayakçı. Hamas da kimi zaman yolsuzlukla suçlanıyor ama bu yanlış yönetim ve görevi suiistimal listesi Abbas’ın politik tabutuna son çiviyi çakmayacaksa ne çakacak, valla ben bilmiyorum.

Stuart Littlewood
11 Mayıs 2015
Kaynak

Dipnot:
[1] “2014 Tarihli Yolsuzlukla Mücadele Raporu”, 27 Nisan 2015, Aman.

0 Yorum: