Sağın
zafer kazandığına dair iddialara yol açan, Muhafazakâr Parti’yi ve İşçi
Partisi’ni kapsayan muhafazakârlığın ipi göğüslediği Britanya seçimleri,
bilhassa Rusya ve Çin’le karşı karşıya gelişi dâhilinde ABD’nin başını çektiği
küresel Batılı karşı devrimci duruşu bozan gizli bir lütuf, hayırlı bir gelişme
olarak görülebilir. Jeopolitik gericiliğin genel mantığında sosyalist ve/veya
halkçı muhalif akımlara ve toplumsal değişime yönelik bir korku vardır. Bu
nedenle esasında Soğuk Savaş’ın bugün yenilendiği söylenebilir.
Britanya’nın
güvenilir ortağı Amerika’nın uluslararası askerî, mali ve ticari hegemonyasının
sürmesi için gerekli birleşik bir cevabın nihayet bozulmasını ve Cameron’ın
Avrupa Birliği konusunda yarı otokratik duruşunda mündemiç olan, dünya
kapitalizmine dönük muhtemel tehdidi takdir etmek için Troçkistlere özgür bir
zihniyete sahip olmaya gerek yoktur.
Britanya’da
Muhafazakâr Parti yandaşlığı, ABD’deki kapitalist köktenciliğin aleni bir
mütemmim cüzüdür ve hayati olmasına karşın, dünya sisteminin Batılı (yani
Amerika’nın) yapısal-ideolojik hâkimiyetine tabi bir güç olarak arzulanan
rolünün ötesine geçmiştir. Neden? İlk neden şu: Britanya’nın genişlemeci
iddialarını sınırlandıran unsurlar olarak görülen, AB’nin para ve ticaret
politikalarına yönelik yeni yeni gelişmeye başlayan muhalefet, AB’nin rakip güç
merkezleriyle uğraşma noktasında elinde bulundurduğu politik-ekonomik statünün
altını oymaktadır (değişen küresel modeller karşısında Avrupa, çökmekten
giderek daha çok korkmaktadır), bu nedenle hafife alınmaması gereken psikolojik
kayıp, Cameron ve Britanya’nın yaptıklarına karşı öfkenin birikmesine neden
olmuştur. Hâlâ önem arz eden ikinci nedense, Britanya’nın AB’ye katılım
fikrinden uzaklaşmasının Büyük İttifak’ın kötü askeri sonuçlarının bir alameti
olması, yani Latin Amerika, Asya ve Asya’da, ayrıca Çin ve Rusya’da ifade
kanalları bulmak için mücadele eden sosyalist, milliyetçi ve adil kimi özerk
isteklerin karşısında, piyasa güçlerine gerekli tahkimatın yapılmasıdır. Bu
yerlerde söz konusu gayretler, için uygun bir ortam ve arka plan oluşmaktadır.
Askerî
sonuçlar neden kötü? Sebebi basit: çünkü AB, ekonomik öneminden bağımsız
olarak, NATO’nun vekili, kılıfı ve dublöründen başka bir şey değildir. Özetle o
askerî bir ittifak sistemidir, ilham kaynağı itibarıyla (onlarca yıl içerisinde
evrim geçirmiş bir terim olarak) antikomünisttir, Amerika’yı Doğu Avrupa, Orta
Asya ve Orta Doğu’da gizlenmiş barbar düşmanlardan ve söylemeye bile gerek yok,
mevcut olağan şüphelilerden koruyan bir muhafız alayıdır. ABD müdahalesi ile
NATO sınırlarını iyice genişletmiş, böylelikle Cameron’ın vizyonuna uygun
biçimde, işbirliği dâhilinde kurulan bağ ya kopmakta ya da incelmektedir.
Aslında
hiç varolmayan Amerikan solundan görece daha etkili olan Cameron, ABD’nin
küresel üstünlüğünü kemirmekte ise, o vakit Amerika NATO’yu (ve Uzakdoğulu
müttefik sistemlerini) neden meşru görmektedir? Amerika’nın gücü hiç
azalmayacak bir güç olabilir ama o, liberal retoriğin incir yaprağı olmaksızın
yapamayacak bir ülkedir: ABD, dünya meselelerinde şeriki bulunamayacak, had
hudud bilmez bir şehir eşkıyasıdır. Evet, Cameron artık istenmeyen bir
beceriksizdir ama bunun bir tek Amerika farkında değildir.
İskoçya,
Batı’nın güç yoğunlaştırma çabasını dağıtma noktasında işlevsel olabilir, bunun
nedeni, onun Britanya’yı ondaki baskıcı yanı ifşa etmeye zorlaması ya da
dünyadaki konumunun zayıflamasını seyretmesinin ihtimal dâhilinde bulunmasıdır.
Her iki durumda da AB, askerî boyutlarını yeniden düşünmek zorunda kalacak,
hatta dünya vatandaşlığı noktasında görece daha kurucu bir rol oynamaya karar
verecektir. Cameron ne ölçüde uygulama becerisi gösterirse göstersin, ondaki
otokratlık kendine has bir dinamiğe sahiptir, barış arayışını acil görmektedir
ya da o, esasen bir nükleer savaş durumu riskini ifade etmektedir.
Herkes,
Amerika’nın AB/NATO zayıf düştüğünde veya dağıldığında ne yapacağına dair
tahminlerde bulunmaktadır. Benim tahminime göre, Rusya ve Çin’le ne kadar çok
karşı karşıya gelirse, bu iki ülke o denli yakınlaşacak, küresel yapı yeniden
hizalanacak, Amerika tecrit edilecek ve muhtemelen sırtını yaslayacağı bir Batı
Avrupa da kalmayacaktır. Obama’nın Trans-Pasifik Ortaklığı ile ilgili son
dönemde uyguladığı baskıların amacı, Çin’in kuşatılıp zayıflatılmasına
yöneliktir ve onun bir gözü de Avrupa’daki gelişmelerdedir. Onun Cameron’a,
Doğu ve Batı’ya bel bağlaması mümkün değildir, o, Amerikan dış politikasının
önemli bir kısmında görüldüğü üzere, hâlâ dünya sahnesinde artık savunulması
mümkün olmayan, kendi kendisini yüceltmekten başka bir şey yapmayanların ortaya
attığı iddialar üzerinden işlemektedir.
Norman Pollack
11 Mayıs 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder