23 Mayıs 2015

,

Kaymak Tabakası


Evde tereyağı yapmak mümkün. Sütün ya da yoğurdun kaymağı kullanılıyor. Burada kullanılan yöntem, solun kitleyle ilişkisini andırmıyor değil. Sol, kitleyle ilişkisinde kaymak tabakasına sesleniyor. Kaymağı topluyor. Tereyağını yapıyor, ekmeğine sürüp yiyor.

Bugün özellikle belirli örgütler, bu tereyağı yapımı konusunda ciddi bir rekabet içerisindeler. Biriken kaymağı kim kapacak yarışını siyaset zannediyorlar. Kitlenin nereden geldiği, nereye gittiği, ne hâlde olduğu, ne yaptığı, kimsenin umurunda değil. Tereyağı tezgâhlarının sahipleri, tereyağı tüccarları başka yerlere bakıyorlar. Dertsiz ve öfkesiz olanlar, dertten ve öfkeden kaçıyorlar.

Teori-ideoloji, kaymak tabakasının belirlenmesi için önemli sadece. Kitleler sokaklara dökülüyor, hemen dişe dokunur olanlar bir heybeye dolduruluyor. Kaymak tabakasını ayıran ölçüler, şeflerin ihtiyaçlarına göre belirleniyor. Tabaka buna göre toplanıyor. Sonra kadroları özel olduklarına dair yalana inandırmak için türlü taklalar atılıyor. Devrimcilik, gerisin geri Fransız Devrimi’ne, burjuva siyasetine, onun öznelliğine kapanıyor.

Dükkân kafası, esnaf-zanaatkâr ideolojisi, sol örgütlerin pratiğini ve zihnini belirliyor. Örneğin geçmişte DSİP çizgisine aleni küfreden yapılar, birer-ikişer bu çizgiye örgütleniyorlar. Daha düne kadar DSİP’in yazdıklarına ve yaptıklarına alaycı bir tavırla yaklaşanlar, bugün onun sözlerini tekrarlıyorlar, yaptıklarını yapıyorlar. Kaymak tabakasına bakıldıkça, DSİP güçleniyor. Zira DSİP, kaymak tabakasını ideolojik olarak örgütlemeyi, ona örgütlenmeyi ifade ediyor. Şeytan ön kapıdan kovuluyor, arka kapıdan içeri alınıyor.

Bu yönelimi eldeki silâh da gizleyemiyor. Silâh, internet köşelerinde kesilen pozun bir aksesuarına dönüşüyor. “İşçilere elli yıllık, sabırlı bir mücadeleyi öğütlemek lazım” diyen Marx, “Terör kitlelerle devrimci örgütlerin bağını kopartır. Oysa bizim başarımızın biricik teminatı bu bağdır” diyen Lenin, “Savaş başlamadan bütün mücadele ve örgüt biçimleri savaşı başlatmak içindir; savaş başladıktan sonra ise bütün mücadele ve örgüt biçimleri savaşın geliştirilip güçlendirilmesi içindir” diyen Mao, kendinden menkul, özel bir kurgu adına bir bir kurban ediliyor. Bu isimler, sadece kaymak tabakasını toplamak için birer kepçeden ibarettir artık.

* * *

Bugün anlı şanlı iki örgüt, salt kendi başlattıklarını tanıyor, bu başlama anı konusunda kendi aralarında rekabet yürütüyor. Batı’dan kurgulanmış ve bu topraklara yedirilmeye çalışılan teori ve ideoloji de rekabetin konusudur. Ortada kalmış bir örgüt vardır, ideolojik-politik bir ayrışma yaşamıştır. Rekabet hâlindeki iki büyük örgüt bugün, bu küçük örgütü kaymak tabakası olarak gördüğünden, bir parçasını kendisine almaya çalışıyor. Ama burada içeri alınan örgütün tarihi, birikimi, yanlışları ve doğruları önemsizdir. Mesele, sadece kortejlerin ve başka alanlardaki faaliyetin iri görünmesidir. Dert, vitrini zengin göstermektir.

Bu iki örgütün elinde sihirli değnek olsa ve bugün tüm solcuları kendi örgüt mekanizmasına katsa, değişen bir şey olmayacaktır. Ne iki örgüt dönüşmektedir ne de tüm o solcular fikrî ve pratik bir dönüşüme tabidirler. Mesele, sadece kaymakların torbada toplanıp tereyağı yapılmasıdır.

* * *

İyi bir tereyağı için sütün saf olması gerekir. Örgütten ayrılanlar, sırf bu saflığı bozdukları için kötüdürler ve bu sebeple cezalandırılmalıdırlar. Bugün kendisinden ayrılanları sokak köşelerinde cezalandıranlar, başına kurşun sıkanlar, bu anlayışlarından vazgeçmiş değillerdir.

Her şeyi kendisinde başlatıp kendisinde bitiren örgüt, ayrışanı tehlikeli görür. Adsız-adressiz, uçsuz-bucaksız bir mücadeleye ait olamadıkları sürece bu türden gerilimler varlığını sürdürecektir.

Ülkede zaten bir avuç olan faal solcunun kendisinde toplanması için çalışmak, aslında hiçbir şey yapmamaktır. Faal solcunun gelip dayandığı sınırlar aşılmadan, düşmana karşı yeni ortak sınırlar çekilmeden, bu toplama işleminin bir getirisi olmayacaktır.

Zımnen bahis konusu edilen iki örgüt, solun duvarları ötesine geçmeye çalışan mütevazı çalışmaları bozmak, ele geçirmek, mülk edinmek veya boşa düşürmek için çalışmaktan başka bir şey yapmamaktadır. İşin kötüsü, Kürd’ü de böyle okumaktadır. Kürd’ün bunlara bırakacağı pabucu olmadığı açıktır. Kürd’ün de kaymağını toplayacağını zannedenler, fena yanılmaktadırlar.

Dolayısıyla kitlelerin mücadelesinden korkan, sadece kendisi gibi özel insanlara açık olan örgütlerin öncülükten, mücadeleden ve devrimden anladığı da sorunludur. Sokağa sadece kendisi gibi olanları toplamak için çıkan örgütlerin örgütlenmeden ne anladığı sorgulanmalıdır.

* * *

Yukarıdaki Marx’ın tespitine atfen: özellikle bu iki örgüt, kısa vadeli, tüketici, geçici bir yönelim içerisindedir. Proletaryayı “gerici” görmelerinin sebebi de buradadır. Günlük kazanımlara kilitlenmek, ana karakteri vermektedir. Bu, uzun soluklu bir kavganın militanlarını bir bir tüketmektedir.

Lenin’in sözüne atfen: “devrimci şiddet” diye allayıp pulladıkları pratiğin hiçbir yerinde kitleler ve kitle bağları yoktur. Sadece kendilerini tanımaktadırlar. Kendileri dışındaki dünya gerçek dışıdır. Kitlelerin yönelimleri, gerilimleri onlar için önemsizdir.

Mao’nun sözüne atfen: sadece kendi başlattıklarını düşündükleri savaşı savaş kabul etmektedirler. Dolayısıyla Mao veya başka devrimci isimlerin pratikleri, ancak bu kendince başlattıkları “savaş olmayan savaş”ın aksesuarı olabilmektedir.

* * *

Küçük burjuvalık, kişilerin gündelik hayatları değil, politik-ideolojik-teorik ağırlığı ile ilgili bir meseledir. Söz konusu ağırlık, meslek odaları, sendikalar gibi mevkiler üzerinden hissedilmektedir. Kitleler içerisinden gerekli kaymak tabakası, bu mevkiler merkeze alınarak görülmekte, değerlendirilmektedir. Dolayısıyla dün devrimcilik konusunda burnundan kıl aldırmayanlar çizgiyi-hattı değiştirmekte, devrimciliği kendi varlıklarına kapattıklarından, oralarda olmakla mevkilerin kıymetli olduğunu düşünmektedirler.

Oysa ki bu mevkiler, devrimci hareketin kitleyle arasındaki bağların kurulduğu değil, koptuğu yerlerdir. Çünkü ilgili mevkiler, hâkim burjuva siyasetin merdivenlerinden başka bir şey değildirler.

Genel algı ve bilgiye göre, silâh ve savaş, başlangıç noktasıdır. Esas olarak da son varılacak olan noktaya işaret etmektedir. Birçok sorunun sadeleştiği, geri plana itildiği ânı anlatmaktadır. Dolayısıyla silâhı tutan, başlangıca ve sona ipotek koyarak rakiplerini geçmek derdindedir. Bunun dışında bir anlamı yoktur.

Kürd’ün sola yönelik eleştirisi, başı ve sonu tutan özne tarafından böylelikle savuşturulmuş olur. İşgal altında, sömürge bir ülkeye dair tespit, oradaki bütün tartışmaları sona erdirmiştir. Kürd’den öğrenilen sadece bu şeklî tespittir: tartışmaların bitirilmesi, suyun başının tutulması, rakiplerin bertaraf edilmesi ve tüm imkânların bir bir istismar edilmesi. Sonuçta bugün öğrenilenlerin, hele ki Gezi’den sonra, hiçbir anlamı ve karşılığı olmadığı görülmüştür.

* * *

HDP, barajı geçsin ya da geçmesin, geçmişte ÖDP’nin yaptığı gibi, mevcut bağları da kopartma yönünde ciddi bir risk taşımaktadır. Geçmişte DSİP çizgisinin yapamadığını yapmak, bu suretle irileştiğini zannetmek, ciddi bir yanılgıdır. Kitleyle şeklî bir bağ kurmuş olmak, hakiki bağların erimesine neden olacaktır.

Küçük burjuva, başı-sonu kendisiyle tanımlamakta, herkesi kendisine mecbur etmeye çalışmaktadır. HDP’ye ondan önce/sonra veya sandıktan önce/sonra ne tür politik-ideolojik-teorik anlamlar yüklenirse yüklenilsin önemli olan, bu anlamların ardındaki akıl ve pratiktir. Herkesin ağzındaki DSİP düdüğü ve Kürd’ün şekle, maskeye indirgenmiş hâli kimseyi aldatmamalıdır.

Eren Balkır
23 Mayıs 2015

0 Yorum: