06 Mayıs 2015

,

Bir Kopuş



Arap Ortadoğu’suna yeni bir dil ve yeni bir mücadeleci politikayı ve devrimler dönemini takdim eden, otoriter düzeni temelinden sarsan psikolojik ve epistemolojik bir kopuş gerçekleşti. Devrimci politik özgürleşme ve kendi kaderini tayin hakkı üzerine kurulu moment, geleneksel yöntemlere ve otokrat yöneticilerin statükonun güvenliğini sağlama becerileri ile otoriteryanizmin dayanıklılığı ve direnci türünden hususlara dair bölgedeki hâkim düşüncelere karşı meydan okuyor. Akademik camiada, aşağıdan yukarıya doğru kurulan siyaset, işçiler, sıradan insanlar, toplumsal hareketler, kamusal alan ve direniş, hegemonyanın çöküşü, otorite krizi ve en genel manada failliğin rolüne dönük canlı bir alaka söz konusu; artık yukarıdan aşağıya kurulan siyaset ve seçkinlere dönük geçmiş saplantılardan, insanı epey zindeleştiren bir kopuş gerçekleşiyor.[1]

Henüz bitmemiş bir süreç olarak bu devrimci moment, gözlerimizin önünde hâlâ kendisini geliştiriyor ve önümüzdeki yıllarda sona erecek olan açık uçlu bir mücadele hâline geliyor. Eğer tarih bir rehber olarak iş görüyorsa, görece kısa bir süre içinde toplumdaki tüm ekonomik, politik ve toplumsal yapıyı süratle altüst eden devrimlerin aksine, devrimci momentlerin devrimci bir çıktı üretmesi belirli bir zamana ve mekâna ihtiyaç duyacaktır. Süreç dâhilinde bu türden devrimci momentlerin yarıda kesilmesi, düşmanları tarafından gasp edilmesi, başkalarının eline geçmesi, kurumsallaştırılması veya yenilgilerle yüzleşmesi muhtemeldir. Bu nedenle iki süreç arasında ayrım yapmak epey önemlidir: (1) Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır’da da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilişine yol açan koşulların ve ayarların yeniden yapılandırılması; ve (2) muhtelif ülkelerdeki politik otoriterlikten çıkış süreci ile mücadele yüzünü, iktidarın pay edilmesi üzerine kurulu yeni bir sistem ve bir yönetsel koalisyon inşa etmeye döndükçe, gösteriler yapan kitlelerin sahip olduğu birliğin ve bağlılığın sürdürülmesine dair beklentilerin incelenmesi.

Devrimci momentten anayasa momentine geçiş, belirsizlikler, gerilimler ve politik olana dair farklılaşan anlayışlarla yüklüdür. Tunus, Mısır, muhtemelen Libya’da ve hatta belki de nihayetinde Suriye’de insan, otoriter rejimlerden demokrasiye geçişe tanıklık etmeye dönük umut besleme cüretinde bulunabiliyor; başka bir deyişle, yetmişlerde Güney Avrupalı akademisyenlerin, seksenlerde Latin Amerika ve Asya’nın belirli kısımlarında ve doksanlarla iki binlerde Asya ve Afrika’nın diğer kısımlarında başlı başına devrim olmaktan çok, bir “rejim değişikliği” öngörüsünde bulunuyor.

Demokratik değişime dair eldeki belirsizlikler ve rizikolara karşın, Arap dünyasında meydana gelen, seksenlerde ve doksanlarda Doğu Avrupa ile Endonezya’da, görece daha dar bir kapsam dâhilinde, Latin Amerika’da yaşanan ayaklanmalarla ve Fransız Devrimi gibi dönüştürücü tarihsel gelişmelerle kıyaslanabilecek oldukça önemli bir olaydır. Tüm bu vakalarda, politik ve ekonomik imkânları ihtiva eden ajanda birden genişlemiştir. Modern Ortadoğu tarihinin bu devrimci faslının önemini kabul etmek ve özelde kentle köydeki yoksullar arasında yaşanan bu ayaklanmaların halka dair köklerini, genelde de hâkimiyet üzerine kurulu sistemi paramparça eden direnişin yaratıcı kavramlarını ve dilini içselleştirmek, oldukça önemli bir husustur. Ne tür bir sonuç (veya sonuçlar) doğurursa doğursun, bu devrimci moment, tarihin tekerlerini ilerleme yönünde çevirmiştir. Arap sahnesindeki kurumların kırılganlığı ve oradaki yapısal sosyo-ekonomik ve politik kriz, Arap ayaklanması sonrası bölgeyi içine çeken toplumsal ve politik çalkantı doğal bir gelişmedir ve yeni bir dünyanın ağır doğum sancılarının bir parçası olarak kabul edilmelidir.

Trafik İşaretleri ve Dünya Görüşleri

Bu devrimci momentin kalp atışlarını yakalamak çok kıymetli bir iştir. Ekmek, özgürlük, sosyal adalet ve insanın haysiyeti (el-kereme), Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn, Suriye ve diğer yerlerde özgürlük meydanlarından (meyadin el-tahrir) yankılanan ve yürüyüşlerde atılan sloganlardır. Milyonlarca Arap, istibdada başkaldırmış, korkunun ve kurşunun üzerine yürümüş, etkin bir yurttaşlık, daha fazla temsilî ve eşitlikçi politik ve ekonomik sistemler talep etme cüretinde bulunmuştur. Adaletsizliğe ve politik otoriteryanizme karşı itirazları dâhilinde Araplar, ulusal sınırları aşıp birleşme imkânları elde etmişlerdir. Kamusal alanın mülkiyetini, sömürgeci idareden kurtuluşun sembollerini eline alan, farklı ideolojik kanaatlere, tahayyüllere ve hassasiyetlere sahip milyonlarca Arap, politik kurtuluş ile sivil ve ekonomik güç temini arayışında, birleşmiş bir yurttaşlar yığını hâlinde, tek “millet olarak hareket etmiştir”. Eylem çağrısı noktasında halkın iradesi ve seçimlerin meşruiyetine işaret edilmesi, Arap devletlerinde önceden ortaya çıkmış olan toplumsal gösteriler ve hoşnutsuzluk dalgasından belirgin bir kopuşun emaresi olmuştur.[2] Bu coşkunluğun orta yerinde yeni hikâyeler anlatılmakta, yeni direniş anlatıları geliştirilmekte, umut ve kararlılık kendi dilini bulmaktadır. Onlarca yıl hüküm süren, kalkınma sürecindeki hatalarla katmerlenmiş politik otoriterlik ve baskı dönemi, ne direniş ateşini söndürebilmiş ne de otoriter yönetimi güçlendirmiştir. Halk, etkin failliği yeniden ele geçirmiş, seçkinlerce boğulup susturulmuş sesini tekrar kazanmıştır.

Otoriter düzen, hâkim anlatının söylediğinin aksine, dayanıklı olmaktan uzaktır. Aksine o, özellikle askerî kurumlar etrafında kurulmuş yönetici koalisyonlar içerisindeki çatlaklar ve halkın direnişinin indirdiği darbeler sonucu, tuzla buz olmuştur. Mısır ve Tunus’ta hareketliliğini mümkün kılan, rejimler içerisindeki ayrışmalar, özellikle krizler sonrası ardı ardına devam mücadelelerdir ve bu hareketliliklerin savunuculuğunu yapanlar, olaylar başladığında hareketliliği sevk ve idare edenler, diğer yerlerdeki geçiş modellerine benzer bir biçimde, kentli orta sınıf ve iş dünyasına ait unsurlardır. Tunus ve Mısır’da, halk isyanı belirli bir itki kazandığında, ordunun üst komutasındaki isimler, Bin Ali ve Mübarek’i kendi kurumsal ve ekonomik çıkarları adına feda etmişler. Libya ve Yemen’de durum daha da karmaşıktır, zira bu ülkelerde ordular, muhalefet ve rejim yanlıları olarak bölünmüşlerdir. Tersten Suriye’deki silâhlı kuvvetlerin çekirdeğini içeren güvenlik aygıtı Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a sadık kalmış, muhalefetle rejim arasındaki şiddetli savaş koşulları varlığını muhafaza etmiştir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ayaklanmayı bastırıp kraliyet ailesini kurtarma noktasında yardımcı olmak için komşu ülke Bahreyn’deki ayaklanmaya askerî müdahale gerçekleştirmiştir.[3]

Muhtelif ayaklanmaların önemli farklılıklara ve özgüllüklere sahip olmasına karşın, hepsini birleştiren bir bağdan söz etmek gene de mümkündür: haysiyete, halkın yetkilendirilmesine, politik yurttaşlığa, sosyal adalete ve ömür boyu cumhurbaşkanı olanlardan ve aynı zamanda ailelerinden ve onu gasp eden ahbap-çavuş kapitalizminden devletin geri alınmasına dönük çağrı. Bu, temsilî hükümet ve sosyal eşitlikle adalet için yapılmış bir çağrıdır. Tunus’tan Mısır’a, Libya’dan Yemen’e, Bahreyn’den Suriye’ye dek göstericilerin attıkları sloganlar, söyledikleri şarkılar ve icra ettikleri sokak sanatları, onların kolektif psikolojisine ve dünya görüşlerine tanıklık etmektedir, hepsinde de esas olan, baskı ve zulümden kurtulma ve eşitlik arzusudur. “Silmiye (barışçıl), İslamiye değil (İslam devleti)”, rejimler göstericilerin terörize edilmesi için sokaklara çetelerini saldıklarında bile ayaklanmaların ortak teması olarak öne çıkmış bir slogandır. Libya’da Kaddafi’nin, Suriye’de Esad’ın devreye soktuğu güç, büyük ölçüde barışçıl olan isyanları silâhlı mücadelelere dönüştürmüştür.[4]

Genel olarak göstericiler, haysiyetli bir üslup dairesinde hareket etmiş, birbirleri arasında dayanışma ilişkileri kurmuş, ilkeli bir eylem ile amaçların birliğini ve safların sıklaştırılmasını taahhüt etmişlerdir. Otoriter yöneticiler, muhtelif toplulukların arasını açmaya ve halkı bölmeye çalışmışsa da, göstericilerin önemli bir bölümü tek millet olarak hareket etmiş ve ayrışma ve yaygın klişelerden uzak duran bir olgunluk ve geniş görüşlülük sergilemiştir. Mısır’da ve daha az ölçüde Tunus’ta, erkekler ve kadınlar, Müslümanlar ve Hristiyanlar, genç devrimciler, yoksullar, güç durumdaki alt ve orta sınıflar, İslamcılar, solcular, milliyetçiler ve laikler, belirli bir gökkuşağı koalisyonu içerisinde buluşmuş, bu koalisyonun dâhil olduğu gösteriler, uzun süredir yerleri sağlam olan otoriter yöneticileri iktidardan uzaklaştırmıştır.[5]

Mısır’da Müslümanlar ve Hristiyanlar kardeşleşmişler ve dua ederken ya da namaz kılarken birbirlerini korumuşlardır. Bu, rejimin zekice imal ettiği “böl ve yönet” şeytanlığının boşa düşürülmesi ve hoşgörünün bir sembolüdür.[6] Batılı güçlerden, bilhassa ABD’den aldıkları destekleri muhafaza etmek için Arap yöneticiler, kendilerini kadınların ve Hristiyanların koruyucuları olarak sunmuşlardır; onlara göre, eğer İslamcılar ve aşırıcılardan müteşekkil olan muhalefet galip gelirse ayrımcılığa ve zulme maruz kalacaktır. Oysa Mübarek’in iktidarda olduğu dönemin son yıllarında Müslümanlarla Hristiyan Kıptîler arasında cereyan eden dinî gerilimlerin ve aynı zamanda kimi çatışmaların yoğunlaştığına tanık olunmuştur. Birçok Mısırlının kanaatine göre, bu olaylar, insanların Mübarek’in otorite krizine ve cumhurbaşkanlığını babasından miras alacak olan Cemal’in hazırlanmasına dönük dikkatlerini başka yöne çevirmek amacıyla, bizzat iç güvenlik hizmetlerince tertiplenmiştir. Son on yılda tüm politik renklere mensup Mısırlılarla yapılan sohbetler üzerinden söylenebilir ki, Mübarek rejiminin imal ettiği böl ve yönet taktiğinin, ayrıca rejimin ülke içinde icra ettiği önemli işlevlerinden birini süper güç olan hamisinin aklına sokma gayretinin bir parçası olarak, “din kartı”nın kullanımına ve istismar edilmesine dair bir uzlaşma hep var olagelmiştir.[7]

Azınlık meselelerini zekice, kendi çıkarına olacak biçimde yönlendiren otokratik yöneticilerin saldırılarının geri püskürtülmesinde kadınlar tüm ayaklanmalarda önemli bir rol oynamış, bu rol, halkın mevcut düzeni yıkma dürtüsüyle kendisini nasıl kurduğunun bir göstergesi olmuştur.[8] Kadınların ortaya koydukları direniş, rejimin ülke içinde, batılıların da yurtdışında ilericilere ve solculara yönelik saldırılarının önemli bir yönünü boşa düşürmüştür. Örneğin hem Bin Ali hem de Mübarek, kendilerine ait “açık fikirli” yönetimleriyle gerici-İslamcı hasımlarını karşı karşıya getirmek için, kadınlara güç ve yetki veren ilerici yasalar çıkartmışlardır. Yemen’de gösteriler belirli bir itki kazandıkça, Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, kadın ve erkeklerin toplum içerisinde iç içe olmalarının (ihtilât) İslamî olmadığını söyleyerek, göstericileri bölmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Buna tepki olarak göstericiler de Salih’in ayrımcılık ve böl-yönet taktiğine karşı koymak için kadın ve erkeklerin birlikte iştirak ettikleri bir yürüyüş gerçekleştirmişlerdir.[9]

Her ne kadar sonrasında Mısır’da iktidarda olan generaller kadın göstericilerin üzerine çeteleri yollamışlarsa da, kadınların aşağılanması ve muhaliflerin bölünmeye çalışılmasına dönük gayretler ters sonuçlar üretmiştir; bu gayretler, nihayetinde eski rejime mensup unsurlara ve suç işleyenlere karşı tepki geliştirilmesine ve halkın yeniden dayanışma içine girmesine sebep olmuştur.[10]

Yeni teşkil edilmiş halk, eski rejimin alevlendirip teşvik ettiği düşmanlığa yaslanan İslamcılar, solcular ve milliyetçileri ihtiva etmektedir. Bilhassa otoriter yöneticiler, Arap solunun önemli bir bölümünü kendi safına katıp, onu İslamcı can düşmanlarına karşı etkin bir silâh olarak devreye sokmuşlardır. 2011 ayaklanmaları öncesi Arap solcular, daha az bir ölçüde, milliyetçiler, İslamcılara dönük sık sık düşmanca bir tavır sergilemişlerdir; bu noktada düşmanlığa maruz kalan İslamcılar arasında öne çıkan unsur, Müslüman Kardeşler gibi din temelli, önde gelen örgütlerdir. Solcular, bu aşamada otokratik yöneticilerle kurdukları işbirliğini onların iki kötü içinde daha az kötüsü oldukları gerekçesine dayandırmışlardır.[11] Gene de her iki kamp, kısa süreliğine aralarındaki farkları askıya alıp, otokratik yöneticileri devirmek için saflara katılmıştır.

Geçmişte tanık olunan küçük ölçekli gösterilerden 2011’de yaşanan büyük ölçekli halk ayaklanmalarını ayıran asli özellik, ikincisine kent ve kır işçilerinin, genelde yoksulların bu ayaklanmalara katılmış olmasıdır. Eski rejimlerin ve onlara bağlı güvenlik aygıtının göz ardı ettikleri, hatta halkı harekete geçirmek için uzun süre ajitasyon faaliyeti yürütmüş genç devrimcileri bile şaşırtan, işte bu taşma noktasıdır. Kırsal alandaki yoğun sefalet, kentlerdeki yoksul bölgelerde yaşanan ihmal ve ayrımcılık, Tunus, Mısır, Yemen ve Suriye’de görülen hoşnutsuzluğun aslî kaynaklarıdır. Kır ve kent yoksulları, büyük kitleler hâlinde ilk kez sokaklara dökülmüş, Bin Ali, Mübarek ve Salih’in yıkılış sürecini pekiştiren gelişme dâhilinde önemli bir rol oynamışlardır.[12]

Politikaya dönük ilgisizlik ve parçalanma ile geçen onlarca yılın ardından halkın muhtelif kesimleri bir araya gelmiş ve birbirlerini keşfetmiştir. Bu süreçte köylüler ve kolej öğrencileri kentli işçiler, insan hakları eylemcileri, meslek sahipleri ve işsizlerin arasına karışmıştır. Anneler, babalar ve çocuklar meydanları doldurmuş, buralarda sanatçıların canlı icra ettikleri müzik ve şiirle yüklü bir festival havası yaratmış, kendi ailelerine bile güç belâ bakabilen insanlar meydanların gıda ihtiyaçlarını karşılamışlardır.[13] Ayaklanmaların cereyan ettiği tüm milletler, şerefleri, çeşitliliği, umutları ve çektikleri sefaletleriyle sahnedeki yerlerini almışlardır. Bu, halkların yaratıcı zindeliğinin ve korku, güvensizlik ve ilgisizlik koşullarını aşma cüretine dair bir tanıklıktır. Elli yıllık politik otoriteryanizm ne sivil toplumu yutabilmiş ne de onun direnme iradesini kırabilmiştir.

Ayaklanmaların hepsinin birleşik ve uyumlu bir nitelik arz ettiği söylenemez. Gösteriler dâhilinde, meydanlarda aynı zamanda bir hâkimiyet mücadelesi sürmüş, bu mücadele bilhassa dindar muhafazakârlarla liberalizme yaslanan gruplar arasında cereyan etmiştir. Yemen’de bağımsız göstericiler, Islah Partisi’ne mensup, İslam’dan taviz vermeyen kesimlerce ve onların yönetici seçkinlerle kabile bağları bulunan, iş konusunda ortak çıkarları bulunan müttefiklerince dövülüp hapse atılmışlardır. Cumhurbaşkanı Salih’e karşı ayaklanmanın patlak vermesinden birkaç ay sonra göstericiler arasında belirli bir hiyerarşi oluşmuş, bu oluşum, genç eylemcilerin öfkelenmesine sebep olmuştur. Bu nedenle protesto hareketi, Salih’e zarar vermek ve ondan intikam almak için fırsat kollayıp duran güçlü oyunculara avantajlar sunmuş, bu oyuncuların yönlendirmesine girmiştir. Bu bağlamda eylemci ve Nobel Barış Ödülü sahibi Tevekkül Keriman’ın kısa süre önce kabul ettiği üzere, Islah’ın genel sekreteri Abdulvahab Enisi kendisine ayaklanmanın ilk günlerinde “halk rejimin yıkılmasını istiyor” sloganını atmaması gerektiğini söylemiş, oysa herkesin esas olarak herkesin odaklandığı isim sadece Salih olmuştur. Islah ve müttefikleri devrimi şahsîleştirmişlerdir. Onlar, otoriter rejime karşı çıkmamış, aksine Salih’ten kurtulup iktidarı almayı istemişlerdir.[14]

Tunus’ta ise Selefîler, laik eylemcileri tehdit etmiş ve onlara saldırmışlardır. Aynı şekilde Mısır’da, kadınlar ve genç devrimciler, eski rejime mensup unsurlarla aşırıcı Selefî kesimlerin tehdit ve saldırılarına maruz kalmışlardır.[15]

Cumhurbaşkanları Bin Ali, Mübarek, Kaddafi ve Salih’in gidişiyle içteki mücadele yoğunlaşmıştır. Yeni ortaya çıkan düzene karşı halk farklı bir tepki geliştirmiş, iktidarın bölüştürülmesi için belirli bir mücadele yürütmüştür. Daha da önemlisi, laiklerle dindar eylemciler arasında, devletin kimliği üzerine şiddetli bir çatışma yaşanmış, bu çatışma ayrışmayı derinleştirmiş, toplumsal gerilimler ve çelişkileri körüklemiştir. Mısır ve Tunus bu noktada uygun birer örnektir. Geçmişte yaşananlara benzer biçimde, bu Arap isyanlarında da uykuda olan iktidar mücadeleleri su yüzüne çıkmış ve çıkarcı kimi hizipler süreci baltalayan failler olarak iş görmüşlerdir.

Oysa iktidar mücadelesi şaşırtıcı değildir, zira çeşitliliğin kurumsallaşıp siyasetin “parlamenterleşmesi” devam edecek bir süreçtir. Politik aktörler arasındaki güven zayıftır, üstelik eski rejimler politik gruplar arasındaki ayrışmayı ve güvensizliği derinleştirme noktasında epey yol almışlardır. Göstericilerin bir millet olarak hareket ettiği süreç, politik ve sosyal konularda farklı fikirlere ve anlayışlara sahip insanları içermiş, bu epey renkli koalisyonun üyeleri de birbirlerine karşı derin bir güvensizlik içerisinde olmuşlardır. Çeşitlilik, kurtulmak istenen bir şey olamaz. Otoriter rejimlerin ardından tesis edilen düzenin yüzleştiği güçlük, çeşitliliği kurumsallaştırmak, geniş bir seçim koalisyonu teşkil etmek ve politik güveni yeniden kurmaktır ki bu, rizikolarla yüklü, uzun erimli ve karmaşık bir görevdir. Bu esnada isyanların sona ermesiyle patlak veren politik çalkantının kaldırdığı toz gözlerimizi kör etmemelidir. Bizim bu noktada devrimci momenti yeni ortaya çıkan sonuçlar ve şiddetli toplumsal ve politik mücadelelerle karıştırmamamız gerekmektedir. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen sürecin sona erdiğini iddia etmek yerine, araştırmacıların birbirinden farklı Arap toplumlarındaki geçiş sürecinin yüzleştiği zayıf noktaların kaynaklarına ve hâkim gruplar arasındaki politik-ideolojik mücadelelerin arkasındaki etmenlere dönük bir anlayışa odaklanmaları zorunludur. Güney Avrupa, Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Endonezya’daki gelişmelerin aksine, Arap dünyasındaki mücadeleci politikaya, toz duman dağılana ve kurumsal inşa süreci pekiştirilene dek, politik fırtınalar, istikrarsız koalisyonlar ve sokak gösterileri eşlik edecektir. Bu aşamada diktatörlerin devrilmesi sonrası yaşanan etnik gruplar ve dinî cemaatler arası çalkantı süreci bizi asla şaşırtmamalıdır, zira bu diktatörler, sırtlarını böl ve yönet taktiğine ve önemli halk kesimlerini siyasî süreçlerin dışında tutma politikasına dayandırmışlardır.

Etmenler

Arap politik sistemini temellerinden sarsmış olan toplumsal patlamaları izah eden tek bir sebep yoktur. Sosyal bilimlerde, ne kadar cazip olsalar da, düzgün bir biçimde tasvir edilmiş tekil sebepler, topluma ait nüansların ve karmaşıklıkların kavranmasına nadiren katkı sunarlar. Araştırmacılar, ayaklanmaların arkasındaki etmenleri tespit etme noktasında, ya politik değişkenlere ya da ekonomik alandaki zayıf noktalara odaklanmaktadırlar. Diğerleri olmaksızın, sadece tek bir etmene odaklanmak, görece daha karmaşık olan bir gerçekliğin basitleştirilmesinden başka bir şey değildir. Göstericilerin tekrar tekrar attıkları bir slogan olarak, özgürlük, ekmek ve sosyal adalet, Arap ayaklanmaları arkasındaki sosyo-politik ve sosyo-ekonomik etmenleri özetler niteliktedir. Göstericilerin yürüyüşlerde attıkları bir slogan olarak El-Kereme (haysiyet ve izzetinefis), birçok yurttaşın ekonomik ve politik haklardan mahrum kaldıklarını ve baskıcı polis ile muhaberat üzerine kurulu rejimlerin elinde halkın aşağılanmasını ifade etmektedir.

Tunuslular, Mısırlılar, Yemenliler, Libyalılar, Bahreynliler ve Suriyeliler, sıkıntılı ekonomik koşullar ve yaşam standartları, yoğun sefalet, umutsuzluk ayrıca yeni bir kanla kendisini yenileyemeyen, doğmakta olan, yeni toplumsal grupları, özellikle gençliği sürece katamayan politik sistemdeki tıkanıklık yüzünden isyan etmişlerdir. Aynı ölçüde önemli olan diğer bir husus da, isyanları tahrik edenin, otokratik yöneticiler ve ailelerinin ve şürekâsının devleti onun artık halka değil, ahbap-çavuş kapitalistlerinin ve onların yabancı müttefiklerinin malı olduğu aile temelli bir uzbaya (derebeyliğe) dönüştürmüş olmasıdır. Küçük bir sınıf olan yeni zenginler, servetlerini ve halkın içine girdiği çöküş sürecini insanların gözüne sokarken, halkın yarısı sefil ve perişan bir hayata mahkûm edilmiştir.

Genel manada Arap ülkelerindeki toplumsal krizin ve ekonomik gelişmedeki hatanın vahametini yansıtmasalar da, birkaç istatistikten bahsetmek gene de mümkündür. Batı’da hâkim olan, Araplara dair tahayyülün tam aksine, halkın yüzde ellisi sefalet içerisindedir, günlük iki doların altında bir gelirle hayatta kalmaya çalışmakta, temel gıda ihtiyaçları için gelirlerinin yarısından fazlasını harcamaktadır.[16] Her ne kadar Arap dünyasında, özellikle yönetici seçkinler ve ahbap-çavuş ilişkilerine dayalı özel sektörde zengin kişiler varsa da, çalışan Arapların ekseriyeti yoksuldur. Teksas Gelir Eşitsizliği Veri Tabanı’na göre, Arap dünyası dünyadaki tüm bölgeler içerisinde en yüksek gelir eşitsizliğinin olduğu, son otuz yıl içerisinde tüm bölgeler dâhilinde kişi başına en düşük ve en zayıf büyüme rakamlarına rastlanıldığı yerdir.[17]

Halklara, esas olarak petrolle bağlantılı gerçekleşen, 1985’ten beri yıllık ortalama yüzde iki düzeyinde seyreden ihracat gelirlerindeki istikrarlı artış da Arap dünyası genelinde makro ekonomik göstergelerdeki ve dış hesap bakiyelerindeki iyileşme de zerre yansımamıştır. Esasında servet eşitsizliklerini ölçen GINI katsayıları sabit kalmış, hatta hafif kötüleşmiş, nüfusun yüzde onluk üst kesiminin elinde bulundurduğu millî servet oranları önemli oranda artmıştır.[18]

Seksenlerden beri hâkim ekonomik yaklaşım olan (ekonomileri uluslararası rekabete ve yatırıma açmayı öngören) Washington Konsensüsü koşullarında ekonomik yeniden yapılanmanın arzulanan sonuçlara ters sonuçlar üretmiş olduğuna dair elde giderek artan sayıda delil mevcuttur. Görünüşe göre, seksenlerden beri benimsenen neoliberal reform politikaları, nüfusun küçük bir kesiminin zenginleşmesine, çoğunluğunsa giderek yoksullaşmasına yol açmıştır. Ekonomistlerin tespit ettikleri kadarıyla, bölgenin gerçek GSMH’si yetmişlerde hatırı sayılır oranda (ortalama yüzde beş oranında) artmış, seksenlerde yıllık oran yüzde 3,43’e gerilemiş, doksanlarda ise yüzlük 0,34’lük küçük bir artışa tanık olmuştur. 2000’lerin başında yaşanan büyümenin aldatıcı ve adaletsiz bir büyüme olduğunu tespit etmek gerekir. Yanlış yönetilmiş makroekonomik politikalar, özellikle üretim sektörlerindeki azalan yatırım oranları, servetin dağıtılmasındaki adaletsiz düzenlemelerle katmerlenmiş, bu da kalkınmadaki genele yayılan hata ile çift rakamlara ulaşan oldukça yüksek işsizlik oranlarına yol açmıştır.[19]

Son on yıl içinde Arap devletlerinin toplumsal işlevlerinin azalması ile daha da derinleşen yaşam standartları, kentteki ve kırsaldaki yoksul halkın, çalışan ailelerin ve gençlerin omuzlarına daha da ağır bir yük bindirmiştir. Halkın yüzde altmışı otuz yaşın altındadır. Özellikle gençler arasındaki işsizlik sarsıcı bir biçimde artarak, ortalama yüzde kırklık bir orana ulaşmıştır. Bu noktada genç nüfus, ilâç, eğitim ve istihdam dâhil, tüm toplumsal altyapıya dönük kapsamlı bir yatırımın yapılmasına ihtiyaç duymakta, Arap dünyasındaki devletlerin giderek derinleşip genişleyen toplumsal krizle başa çıkabilmesini talep etmektedir. Öte yandan petrol üretmeyen Arap ülkelerinde hüküm süren sosyo-ekonomik koşulların ölçeğini ve ağırlığını, onların nüfusun dünya görüşünü ve kolektif psikolojisini nasıl etkilediklerini resmetmek güç bir iştir. En yoksul Arap devleti olan Yemen örneğinde, ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün ve hayatın kaynağı olan suyun tükendiği görülmektedir.[20] Krizin giderek yoğunlaşması, ayaklanmadan beri ekonomik durumun daha da kötüleşmesi ve birçok Yemenlinin işten atılması, son süreçte yoksullaşmış olan halkın sırtına ek yük bindirmiştir. Politik çalkantıyla geçen bir yıl, temel ürünlerdeki kıtlığa, ağırlaşmış, yüksek yoksulluk ve işsizlik oranlarına sebep olmuş, ekonomik faaliyeti neredeyse durma noktasına getirmiştir. Bugün Yemen sık sık elektrik ve su kesintilerine, ayrıca benzin kıtlığına maruz kalmaktadır.[21]

Arap başkentlerindeki yoksul mahallelerde vakit geçirmiş herkes, milyonlarca yoksullaştırılmış Arap’ın içinde yaşadığı insanlık dışı ve sefil koşulları gayet iyi bilmektedir. Çöp dağları ve sokaklarda akan arıtılmamış kirli sular arasında dolaşmak bu konuda belirli bir fikre sahip olmak için yeterli olacaktır. Her yere yayılmış bu gecekondu mahallerinde rastgele inşa edilmiş kayıt dışı evler temiz su, yeterli temizlik gibi temel ihtiyaçlardan mahrumdur, varsa bile, bu bölgelerdeki sağlık kliniklerinin sayısı çok yetersizdir. Örneğin yaklaşık 16 milyon insanın yaşadığı mega-kent Büyük Kahire’de dünyanın en büyük gecekondu mahallerinden biri bulunmaktadır. Köylülerin ve kentlilerin de aralarında bulunduğu şehir sakinlerinin yaklaşık yarısı (“düzensizce” manasında) eşveiyyat denilen, Manşiyet Nasır yerleşkesi ve Çöp Kent, Kum Gurab, Darüsselam, İmbaba ve Medinetü’s-Selam gibi gayri resmî gecekondu mahallelerinde yaşamaktadır. Ne gariptir ki, gecekondu mahallesinin hemen yanında lüks bir kent (küçük bir seçkin tabakasının milyonlarca dolarlık evlere sahip olduğu pahalı, etrafı çevrili, güvenlikli yaşam alanları) yükselmekte, bu da zenginlerle (küçük bir azınlıkla) yoksullar (büyük çoğunluk) arasında var olan, bariz toplumsal ayrışmayı ortaya koymaktadır.[22]

Arap dünyasında yoksulların önemli bir bölümü köylülerden oluştuğundan, Arap ayaklanmalarındaki kırsal kökenleri epey önem arz etmektedir. Politik, ekonomik ve ekolojik marjinalleşme ve sömürünün mütemadiyen devam edişi, nüfus ve işsizlikteki artış kırsaldaki köylüleri ağır bir sefalete sürüklemiştir. Eldeki istatistikler oldukça çarpıcıdır: Mısır’da köyde yaşayan yüzde kırktan fazlası yoksuldur; Suriye’deki yoksul halkın yüzde altmış ikisi kırsal alanlarda yaşamaktadır, bunun yüzde yetmiş yedisi topraksızdır; Yemen’de ise köyde yaşayan yoksul halkın yüzde sekseni yoksuldur. Söz konusu marjinalleşme süreci, aynı zamanda kırsal alandaki yoksulların kendilerini becerilerini de tehdit etmektedir. Hep birlikte ele alındığında, Arap ülkeleri, gıda konusunda dünyadaki en güvensiz konumda olan, ayrıca en yüksek toprak eşitsizliğinin görüldüğü, köylüleri dışlayan ve onların yönetici seçkinlere düşman olmasını sağlayan yapısal bir krize tanık olunduğu ülkelerdir. Örneğin Mısır dünyadaki en büyük tahıl ithalatçısı iken Yemen, en önemli temel gıda maddesi olan buğdayın yüzde doksanını ithal etmektedir. Bereketli Hilâl üzerindeki (tarihsel açıdan bereketli kabul edilen) ülkeler aynı sorunlardan mustariptirler.[23]

2010 sonunda gıda ve enerji fiyatlarındaki artış yoksullar üzerinde yıkıcı etkilere yol açmıştır. Aralık 2010’da gıda fiyatları, kayıtların tutulmaya başlandığı 1990 yılından beri en yüksek düzeyine çıkmıştır. Petrolün varil fiyatı yüz dolara çıkmıştır, oysa beş ay öncesinde yetmiş bir dolar düzeyindedir. Ayrıca akaryakıt sübvansiyonlarının önemli bir bölümü kaldırılmıştır. Bu ani ve büyük artış milyonları derinlemesine yaralamış, toplumsal huzursuzluğu tutuşturacak çıranın kurumasına neden olmuştur. Arap coğrafyasını saracak olan ateş için gerekli kıvılcımı, meyve-sebze tezgâhına, iddialara göre, gerekli belediye ruhsatına sahip olmadığı için yereldeki devlet makamlarınca el konulması sonrası yaşadığı saldırıya tepki olarak Muhammed Buazizi isimli gencin Tunus’taki Sidi Buzid kasabasında kendisini yakması çakmıştır.[24]

Buazizi’nin ölümü milyonlarca yoksul Arap’ın çığlıklarında yankı bulmuş, Mısırlılar, Libyalılar, Yemenliler ve Suriyeliler, onun yaşadığı çaresizlik, aşağılanma karşısında ortaya koyduğu mağrur tavırla ve mütevazı hayatıyla belirli bir ilişki kurmuşlardır. Mısır’da Kahire, İskenderiye, Süveyş ve diğer şehirlerde köylüler ve şehirliler, tüm güçleriyle sokaklara dökülmüş, bu hamle, polisi ve güvenlik kuvvetlerine şaşkına çevirip onları ezmiştir. Suriye’deki ayaklanma, Esad’ın toplumsal destek bulduğu kırsal bölge, Darâ’da başlamıştır. Kimi etmenlerin birbirine yakınlaşması sonucu, Darâ, Deyrizor ve Rastan gibi kırsal bölgeler, Esad rejiminin destekçisi olmaktan çıkıp ona husumet besleyen yerlere dönüşmüştür. Bu sürece bir de Esad’ın 2000’den beri uyguladığı, Suriye pazarlarını daha ucuz ithal tarım ürünlerine açan neoliberal politikalar ve 2005’ten beri köylüleri dış yardımlara bağımlı kılan kuraklık eklenmiştir. Şam, ilgili bölgeleri merkezî iktidar yapısı için pek önemli görmediğinden, buralara yönelik altyapı yatırımlarını durdurmuştur.[25] Aynı şekilde Yemen’de, köyden kente göç etmiş, aralarında işsiz gençlerin bulunduğu kitle protesto hareketinin oluşumunda ana unsurdur. Bu kesim ayaklanmanın daimî bileşenidir.[26]

Yeni toplumsal grupların, bilhassa köyden kente göç edenlerin harekete geçmesi ve sürece dâhil olması iktidara mensup otokratik görevlileri yerinden eden büyük ölçekli gösterileri tetiklemiştir. Bu değişken, yoksulların kontrol edilemeyen, kolektif eylemi, otoriter rejimleri gafil avlamıştır, zira onlar, İslamcı hasımlarının her türden potansiyel direnişe öncülük edebileceklerini düşünmüşlerdir. “Yoksullardaki patlama”, Bin Ali, Mübarek, Kaddafi ve Salih’in tahtlarından olmasına yol açan, stratejik bir baskın türünden bir gelişmedir. Esasında yoksulların aktif katılımı, gösterileri halk hareketliliğinin tüm milletleri kesen bir dalga hâline getirmiş, bu toplumsal hareket, rejimler, muhalefet ve dış gözlemciler dâhil, herkesi şaşırtmıştır.[27]

Her ne kadar otoriter yöneticilere karşı güç dengesini bozan toplumsal güçlerin ağırlığını tam olarak ölçmek güçse de, köyden kente göç edenler bu süreçte öncü bir rol oynamış gibi görünmektedir; söz konusu kesim, Arap toplumlarındaki yoğun sefaletin önemine dair bir tanıklıktır. Son on yılda Arap toplumlarındaki sosyo-ekonomik koşulların ağırlığı, bilhassa işsizlik ve umutsuzluk, Avrupa’ya gidip iş bulma gayretleri içerisinde kendi hayatlarını ve özgürlüklerini riske eden genç Araplarda karşılığını bulmuştur. Eğitimli genç Arapların yurtdışına çıkışları, genelde söz konusu milletlerin sağlık durumunu, özelde gençliğin psikolojisini gösteren bir barometre işlevi görmüştür. Bu gençler, ailelerini geçindirme, kendilerini değerli ve saygın hissetme konusunda ümitsizdirler.[28]

Köylerdeki ve kentlerdeki yoksulların ve işsizlerin içinde yaşadıkları zor hayat, ayaklanmanın en önemli sebeplerinden biridir. Tunus, Mısır, Yemen ve Libya’daki gelişmelerin de açık biçimde gösterdiği üzere, bu durum, muhtemelen önümüzdeki birkaç yıl boyunca mücadeleci Arap politikasının değişmeyen etmeni olacaktır. Otoriter rejimlerin yıkılmasından sonra kurulan hükümetlerin gelip gidişleri, istihdam sağlama, umut verme ve adaletle eşitlik konusunda gerekli tedbirleri alma becerilerine bağlı olacaktır; bu hükümetler, kendilerine riske atarak, halkın toplumsal ve ekonomik hayrını ihmal etmektedirler.

Genç erkekler ve kadınlar, otoriter yöneticilere dönük itirazlarının ve direnişlerinin sebebinin el-fesad vel istibdad (yozlaşma ve zorbalık) olduğunu defalarca dile getirmişlerdir. Halk, yoğun bir sefalet ile, mustarip oldukları sistemsel yozlaşma ve politik baskı arasında yakın bir bağ kurmaktadırlar. Cumhurbaşkanlarının oğullarının babalarının yerlerini almaları için hazırlanması, buna ek olarak da polisin uyguladığı şiddet, bir avuç insanın zenginleşip milyonlarcasının yoksullaşması kadar önemlidir. Göstericilerin sloganları, onların iç içe geçmiş, birbiriyle bağlantılı sosyo-ekonomik ve sosyo-politik sıkıntıları yansıtan sloganlardır; iktidar mensubu otoriter unsurların yerinden edilmesi için gökkuşağı koalisyonlarının oluşturulmasının nedeni budur.

Koşullar, 2011’de otokratik yöneticilere karşı halk hareketliliklerinin oluşması için olgundur. Mesele, ayaklanmaların neden meydana geldiği değil, onların, daha öncesinde, Arap dünyasının sıkıntı içinde olduğu, Arap rejimlerinin krizinin derinleştiği koşullarda neden yaşanmadığıdır. Oysa o dönemde otokratik Arap yöneticiler sıfırı tüketmiş, hegemonyadan yoksun bir hayat sürmektedirler. Doksanlarda ve yirmi birinci yüzyılın ilk on yılında Arap eylemciler ve gözlemciler, başlarındaki otoriter yöneticilerin gayri meşru olduğuna inanmaktadırlar; öyleyse mesele, eğer mümkünse, bu yöneticilerin iktidardan zorla ne zaman ve nasıl uzaklaştırılacağıdır.

Bir Vaka Çalışması Olarak Mısır

Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı, Mübarek rejimine dönük, büyük ölçekli 2011 ayaklanmasında zirveye ulaşmış, sistemsel bir direniş hattına tanıklık etmiştir. “Arap Baharı” olarak adlandırılan isyan süreci, özel bir gelişmeye dönük acil ve ani bir tepki değildir. Uzun süreli bir dönemin oluşmasına yol açan birçok sebep mevcuttur. Muhalifler ve eylemciler, Mübarek’e bağlı devlet kurumlarına karşı deneme-yanılma yoluyla bir tür toplumsal seferberlik sanatı geliştirmişlerdir. Devrimler, tohumları eken ama karşılıklarını çoğunlukla toplayamayan eylemcilerin teri, emeği ve kanı üzerine kurulmaktadırlar. Mısır, 2011’deki devrimci başkaldırının tek bir sebebinin olmadığını açık biçimde göstermektedir. Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı boyunca devrimci itki durmadan güç kazanmıştır. 2000’de ünlü Mısırlı hukukçu Tarık Bişri’nin gözlemlediği üzere, Mübarek, diğer Arap diktatörlerle birlikte, yaygın olarak varsayılanın aksine, daha zayıftır ve Mısırlılar, diktatörüne karşı nihayetinde ayaklanacaklardır. Dört yıl sonra epey saygı gören ve Mısırlılara, Mübarek’in ömür boyu cumhurbaşkanı olma ve oğlu Cemal’i halef seçmek suretiyle, Mısır devletinin babadan oğula geçen bir yönetim tarzına dönüştürme planına karşı sivil itaatsizlikle direnme çağrısı yapmıştır.

Cemil Mattar ve Vahid Abdulmecid gibi, sivil toplumun ve halk aydınlarının diğer saygı duyulan isimleri de, Arap otoriter yöneticilerden aynı şekilde şikâyet etmişler, onların dayanıklılığının zamanla kanıksanacağı konusunda uyarıda bulunmuşlardır. Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılının sona ermesine doğru, Emir Musa ve Muhammed Heykel gibi rejime yakın siyasetçiler bile Mübarek’in oğlunu halefi yapma arzusuna muhalefet etmişlerdir. Bu isimler, Mısır’ın pusulasını kaybettiği, ülkenin geriye dönüşü olmayan bir noktaya ulaştığı konusunda Mübarek’in adamlarını uyarmışlardır. Mısırlı gazetecilerin duayeni olan Heykel, Mısır’ın Mübarek’e karşı öfkeyle dolu olduğu ve büyük bir patlamanın eşiğine geldiği konusunda tekrar tekrar uyarıda bulunmuştur.[29] Aynı ölçüde önemli bir diğer husus da, hukukçuların yargılama sürecinin ve hukuk düzenin rejim tarafından altüst edilmesini kınama noktasında laflarını hiç esirgememeleridir. Direniş ve muhalefet, süreç içerisinde, aralarında meslek örgütleri, blogcular, insan hakları eylemcileri, emek hareketine mensup unsurlar, milliyetçiler ve İslamcıların bulunduğu toplumsal sınıflara ve gruplara yayılmıştır.[30]

Mübarek rejimi, muhalefetin halk hareketliliğine yaslanmasına mani olmak ve en etkili muhalefet hareketi olan Müslüman Kardeşler’i, görevlilerini tutuklayıp faaliyetlerini engellemek suretiyle, zayıflatmak için korku ve parçalama yöntemlerine başvurmuştur. Rejim, özellikle İslamcılara yönelik olarak, korkuya başvurmuş, böylece muhalifler arasında ayrışmalara yol açıp solcuları safına katmıştır. Rejim, aynı zamanda kendisine hamilik yapan süper gücü de başka bir politik seçenek olmadığına ikna etmiştir. Hegemonyası yıprandıkça Mübarek’e bağlı güvenlik aygıtı, Cemal’in iktidara gelmesi için gerekli yolu açmak ve rejimin varlığını süreklileştirmek için hâkimiyet kurma yöntemlerine ve şiddete daha fazla ağırlık vermiştir. Söz konusu aygıt, her zaman olduğu gibi, sistematik işkenceye başvurmuş, hatta muhalifleri terörize etmek için muhalefetin önde gelen (erkek) isimlerine tecavüz bile etmiştir. Haziran 2010’da İskenderiye’de güvenlik ajanlarının Halid Muhammed Said’i öldüresiye dövmeleri, her ne kadar nihayetinde polis devletine karşı daha fazla Mısırlının yürümesi gibi ters bir sonuca yol açmışsa da, halkı dilsizleştirmek için teşkil edilmiş suçlu zihniyetini yansıtan bir olay olarak değerlendirilmelidir.[31]

Rejimin korkutma taktikleri, birçok Mısırlının, esas olarak kentli eylemciler, öğrenciler ve meslek sahiplerinden oluşan Kefiye (Yeter!) ve 6 Nisan Hareketi gibi küçük protesto hareketlerine katılmaktan vazgeçirmiştir. Birçok eylemci ve muhalif, gösterilere kitlelerin katılmamasından yakınmış, hükümeti halkı korkutmakla suçlamıştır. Doksanların sonundan 2010 yılına kadar bu makalenin yazarı da, Kahire’de avukat ve gazeteci derneklerinin yaptıkları gösterilerde polis ve güvenlik personeli sayısının gösterici sayısını aştığına sıklıkla tanıklık etmiştir. El-Ezher Camii’nde yapılan gösteride, göstericilerin sokaklara dökülmesine mani olmak için çok sayıda polis otobüsü çıkışı tutmuştur. Güvenlik barikatının üzerinden atlamaya cüret eden herkes acımasızca dövülmüş, sivil kıyafetler içerisindeki polis memurları göstericileri yakalayıp çöle götürmüş, burada soruşturdukları ve hırpaladıkları eylemcileri çöle fırlatıp atmışlardır.

Gösterilerdeki zayıflığın diğer bir nedeni de, liberal muhaliflerin ajandasının yoksullarda ve İslamcılarda yankı bulamamasıdır. Emek hareketi ve Müslüman Kardeşler’in eylemlere katılmaması, muhalefetteki parçalılık, Mübarek rejiminin muhalifleri kolayca kontrol altına almasına imkân vermiştir. Güvenlik güçleri, iki toplumsal hareketi yakın izlemeye almış, geri kalanına da baş belâsı olarak yaklaşmıştır. Bin Ali’nin devrilmesi sonrası, 6 Nisan Hareketi, 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda bir gösteri planlamıştır. Polis ve güvenlik güçleri o gün gafil avlanmış, çocukça biçimde, bu gösterinin öncekiler gibi fiyaskoyla sonuçlanacağı düşünmüşlerdir.[32]

Gösteriler istim aldıkça, Mübarek’in adamları da yükselen muhalefetle ilgili yanlış bir algıya ve anlayışa kapılmış, kendilerini eylemleri Müslüman Kardeşler’in kışkırttığı konusunda ikna etmiş ve İhvan tehdidini Mübarek gittiği takdirde ABD’nin neyle karşı karşıya kalacağı konusunda onu uyarmak için kullanmıştır. Politik kriz Ocak sonunda zirveye ulaştığında Barack Obama Mübarek’i telefonla aramış ve onun sahneyi nazikçe terk etmesi için gerekli yolu bulmaya çalışmıştır. Bir Beyaz Saray görevlisi, Obama’nın aldığı cevabı şu şekilde özetlemektedir: “Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler.” Amerikalılar bu numarayı yememiş ve Mübarek’in artık kıymetli bir varlık değil, sırttaki borç yükü olduğu sonucuna ulaşmış, endişelerini Mısırlı generallere iletmiş ve onların göstericilere ateş edilmemesi gerektiğine dönük kanaatini onlara kabul ettirmişlerdir.[33]

Mübarek rejimi, sadece kendisine karşı harekete geçmiş olan toplumsal güçlerin ağırlığı hakkında doğru bir bilgiden mahrum olmakla kalmamış, ayrıca müttefiklerinin, yani politik sistemin muhafızları ve kudret simsarları olarak iş gören generallerin bağlılığı ve güvenirliğini fazla abartmıştır. Kriz derinleşip Amerika nihayetinde desteğini çekince, ordu Mübarek’i koltuğundan uzaklaştırmış ve onu kurumsal, mali çıkarlarının sunağında kurban etmiştir. Toplumdaki en güçlü kurum olarak ordunun asli önceliği, imtiyazlarını ve öncelik haklarını muhafaza etmek, yeni düzeni yapılandırmaktır. Onun temel hedefi ise, devrimci süreci durdurmak ve mevcut yapıya dokunulmamasını sağlamaktır. Mübarek’e bağlı yönetici seçkinler içindeki çatlaklar, onun devriliş sürecini hızlandırmıştır.

Fawaz A. Gerges

[Kaynak: The New Middle East: Protest and Revolution in the Arab World, Yayına Hz.: Fawaz A. Gerges, Cambridge University Press, 2014, s. 1-18.]

Dipnotlar:
[1] Charles Tripp, The Power and the People: Paths of Resistance in the Middle East (New York: Cambridge University Press, 2013); Karima Khalil, Messages from Tahrir (Kahire: American University in Cairo Press, 2011); Salwa Ismail, ‘The Syrian uprising: Imagining and performing the nation’, Studies in Ethnicity and Nationalism, 11/3 (2011); Asef Bayat, Life as Politics: How Ordinary People Change the Middle East (Stanford: Stanford University Press, 2010); Yayına Hz.: Joel Beinin ve Frédéric Vairel, Social Movements, Mobilization, and Contestation in the Middle East and North Africa (Stanford: Stanford University Press, 2011); N. Marzouki, ‘From people to citizens in Tunisia’, Middle East Report, 259/41 (Yaz 2011); ve John Chalcraft, ‘Horizontalism in the Egyptian revolutionary process’, Middle East Report 262 (Bahar 2012).

[2] Al-Ghad Al-Ordoniya, ‘Slogans of the Arab Spring Confirmed the Unity of the Arabs’ [Arapça], Al-Ma’had Al-Arabi, 21 Nisan 2012,; Wa’i Al-Talabah, ‘Youth of Arabic Spring Spread Slogans of Arab Revolutions in Rap Songs’ [Arapça], Al-Talabah, 15 Şubat 2012; El-Nashra, ‘Hassan Mneimneh: The Civil State is the Arab Spring Slogan’ [Arapça], El-Nashra, 31 Mart 2012. Ayrıca Juan Cole’un bu kitaba yaptığı katkıya bakınız (3. Bölüm).

[3] Siyaset bilimciler, kimin döneklik ettiğine ve bunun ne zaman gerçekleştiğine çok az değinmektedirler: Djazairess, ‘The Egyptian Army Abandons Mubarak and Declares Legitimacy of People’s Demands’ [Arapça], Djazairess.com, 1 Şubat 2011; Dunia Al-Watan, ‘The Hidden Military Coup: The Tunisian Army Chose between Ben Ali Leaving or to Overthrow and Kill’ [Arapça], Al-Watan Voice, 19 Ocak 2011.

[4] Adil Latifeh, ‘The Arabic Spring between Peaceful Transition and Decisive Bloody Destruction’, Al-Jazeera, 4 Eylül 2012; Dia’ Al-Issa, ‘The Peacefulness of the Arab Spring Revolutions’ [Arapça], Akhbar al-Yom, 12 Eylül 2012; Jadaliyya, ‘Syria Is Witnessing a Peaceful Popular Revolt for Freedom and Dignity’ [Arapça], Jadaliyya Reports, 8 Temmuz 2011; Al-Jazeera, ‘Continuing of Peaceful Demonstrations in Syria’ [Arapça], Al-Jazeera, 14 Eylül 2012.

[5] Wael Ghonim, Revolution 2.0: The power of the people is greater than the people in power (Londra: Harper Collins, 2012); Nadia Idle ve Alex Nunns, Tweets from Tahrir (New York: OR Books, 2011).

[6] Atfih Halawan, ‘Mass Demonstrations Warns of Chaos and Confirms the Extent of Relationship between Muslims and Christians’, [Arapça], Al-Ahram, 12 Mart 2011.

[7] Yazarın röportajları, 2002’den bugüne.

[8] Bkz.: sırasıyla Charles Tripp ve Sami Zübeyde’nin kitabın 6. ve 9. bölümlerinde yer verilen makaleleri.

[9] Bkz.: Bu kitabın 13. Bölümünde vom Bruck ve diğer isimlerin kaleme aldığı makale. Ayrıca Gabriele vom Bruck, ‘When will Yemen’s night really end? Le Monde Diplomatique, Temmuz 2011.

[10] Bkz.: Sami Zübeyde’nin 9. bölümdeki makalesi ve vom Bruck vd.’nin 13. bölümündeki makalesi. Ayrıca, ‘Egyptian women protestors sexually assaulted in Tahrir Square’, The Guardian, 9 Haziran 2012; Masress, ‘Colonel Al-Sisi: “Virginity Tests” were done to protect the army from possible accusations of rape’, [Arapça], Masress.com, 27 Haziran 2011; Masress, ‘Female Protestors confirm that they were forced to undergo virginity tests by army soldiers’, [Arapça], Masress.com, 29 Haziran 2011; Yumna Mokhtar, ‘Izza that tried to help the blue bra girl: “I shall take the soldier to court”’, [Arapça], almasryalyoum.com, 1 Ocak 2012.

[11] Yazarın aralarında o dönem Hizbut’ Tecemmu’nun (Ulusal İlerici Birlik Partisi) başkanı olan Rıfat Said’in de bulunduğu, muhtelif ülkelerdeki solcularla yaptığı röportajlar.

[12] Bkz.: Bu kitapta yer verilen, Rami Zureyk ve Anne Gough (5. Bölüm), Ali Kadri (4. Bölüm), John Chalcraft (7. Bölüm), vom Bruck vd. (13. Bölüm) ve Roger Owen’ın (11. Bölüm) makaleleri.

[13] Samir Assayyid, Mohamed Hijab ve Abir al-Morsi, ‘Unity of the people and army sees victory in the Second Friday of Anger’, [Arapça], Al-Ahram, 28 Mayıs 2011.

[14] Mareb Press, ‘Tawakkul Karman: Secretary General of Reform can reject slogan “People want downfall of regime”’, [Arapça], Mareb Press, 14 Ağustos 2012; Stacey Philbrick Yadav, ‘Opposition to Yemen’s opposition’, Foreign Policy, 14 Temmuz 2011; Laura Kasinoff, ‘Yemeni Official Puts Uprising’s Toll at “Over 2,000 Martyrs”’, New York Times, 19 Mart 2012.

[15] Turess, ‘The Salafists in Tunisia. What do they believe in and what do they want?’ [Arapça], Turess.com, 5 Aralık 2011; Turess, ‘The Salafists in Tunisia: A Minority that scares women and the press’, [Arapça], Turess.com, 6 Aralık 2011; Walid Balhadi, ‘The Salafist Movement in Tunisia: The citizen is scared … the secularists and modernists reject them and the government has not been resolved yet’, [Arapça], Turess.com, 27 Şubat 2012.

[16] David Rosenberg, ‘Food and the Arab Spring’, Gloria Center, 27 Ekim 2011; ‘Arab World Initiative for Financing Food Security’, Region MENA, Report No. AB6559 (21 Nisan 2011); League of Arab States, Ataqrir al-Arabi Almouwahad, various years.

[17] Ali Kadri, ‘A Depressive Pre-Arab Spring Economic Performance’. According to the Survey of economic and social development in Western Asia 2005–2006: ‘According to the University of Texas Inequality Project (UTIP), every ESCWA member country, with the exception of Yemen, ranks above the fiftieth percentile in the inequality scale among 140 countries. Some in the GCC, namely, Kuwait, Oman and Qatar, rank above the ninetieth percentile’.

[18] George Joffe, ‘As Spring Moves Towards Autumn: The Arab Intifada in Perspective’, POLIS, University of Cambridge (ön makale, 2013); Joffe, ‘The Arab Spring in North Africa: Origins and Prospects’, POLIS, University of Cambridge (ön makale, 2011).

[19] Bkz.: Kadri, ‘A Depressive Pre-Arab Spring Economic Performance’; Joffe, ‘As Spring Moves Towards Autumn: The Arab Intifada in Perspective’; ILO’s KILM, and in this compilation the Arab world fares the worst, bkz.:WCMS; Ali Kadri, ‘Unemployment in the post-revolutionary Arab world’, MEI, National University of Singapore. Christian Houle’nin şu mükemmel makalesine bakınız: ‘Inequality and Democracy: Why Inequality Harms Consolidation but Does Not Affect Democratization’, World Politics, 61/ 4 (2009): s. 589–622.

[20] Sarah Phillips’e göre, “Yemen’in yüzleştiği en ciddi yapısal tehdit onun en önemli doğal kaynaklarının, suyun ve petrolün tükenmesidir. Yemen dünyada en çok su kıtlığı çeken ülkelerden biridir ve genel kanaate göre, başkent Sanâ’nın içilebilir suyu 15 yıl içinde bitecektir. Sarah Phillips, ‘Yemen and the politics of permanent crisis’, IISS (2011).

[21] International Crisis Group, ‘Yemen: Enduring Conflicts, Threatened Transition’, Middle East Report 1253 (Temmuz 2012); ‘Friday’s Protest of Imminent Victory in Yemen’, Yemen Post Staff, 9 Eylül 2011.

[22] Sarah Sabry, ‘How poverty is underestimated in Greater Cairo, Egypt’, Environment and Urbanization 22 (Ekim 2010); Hala S. Mekawy ve Ahmed M. Yousry, ‘Cairo: The Predicament of a Fragmented Metropolis’ (ön makale: Faculty of Urban and Regional Planning, Cairo University, 2011); Yayına Hz.: Diane Singerman, Cairo Contested: Governance, Urban Space, and Global Modernity (Kahire: The American University in Cairo Press, 2009); Mike Davis, Planet of Slums (Londra: Verso, 2010).

[23] Bkz.: Bu kitapta Rami Zureyk ve Anne Gough’un 5. bölümdeki makalesi. Ayrıca, M. Elmeshad, ‘Rural Egyptians Suffer most from Increasing Poverty’, Egyptian Independent (28 Eylül 2011); International Fund for Agricultural Development (IFAD), ‘Rural Poverty Portal: Syria’, (erişim tarihi: Ocak 2013); World Bank Indicators, (erişim tarihi: Ocak 2013); WFP, The State of Food Security and Nutrition in Yemen (2012); World Bank, FAO ve IFAD, Improving Food Security in Arab Countries (2006). Eleştirel bir çalışma için bkz.: Habib Ayeb, ‘The marginalization of the small peasantry: Egypt and Tunisia’, Yayına Hz.: Ray Bush ve Habib Ayeb, Marginality and Exclusion in Egypt içinde (Londra: Zed Books, 2012). Ayrıca bkz.: Saker el Nour, ‘National geographical targeting of poverty in Upper Egypt’ in Bush and Ayeb (Londra: Zed Books, 2012)]. Bkz.: Mohammed Purnik’in makalesi: “Pour une croissance inclusive dans la r´egion arabe.”

[24] George Joffe, ‘As Spring Moves towards Autumn: The Arab Intifada in Perspective’, (ön makale: POLIS, University of Cambridge 2012).

[25] Bkz.: Khaled Yacoub Oweis, ‘Assad’s Aleppo focus allows rebel gains in Syria’s east’, Reuters (14 Ağustos 2012).

[26] Bkz.: vom Bruck vd.’nin bu kitabın 13. bölümündeki makalesi.

[27] Bkz.: John Chalcraft’in bu kitabın 7. Bölümündeki makalesi. Ayrıca, Alaa Al Aswany, On the State of Egypt: What Caused the Revolution, [Arapça], çeviren: Jonathan Wright (New York: Vintage, 2011).

[28] Örneğin Mısır’da cinsel iktidarsızlık dikkatlerden kaçan yaygın bir olgudur, bu rahatsızlık, milyonlarca Arap’ın yoksullaştığı derin sosyo-ekonomik krizin doğrudan bir sonucudur. Yazarın aralarında İslamcıların ve milliyetçilerin de bulunduğu çok sayıda politik eylemciyle yaptığı röportajlar, Temmuz/Ağustos/Eylül 2007.

[29] Yazarın Muhammed Heykel’le röportajı, Aralık 2007.

[30] Tarek Osman, Egypt on the Brink: From the Rise of Nasser to the Fall of Mubarak (New Haven: Yale University Press, 2011); Samer Soliman, Autumn of Dictatorship: Fiscal Crisis and Political Change in Egypt under Mubarak (Stanford: Stanford University Press, 2011); Salwa Ismail, Political Life in Cairo’s New Quarters: Encountering the Everyday State (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2006); Nadia Oweidat, Cheryl Benard, Dale Stahl, Walid Kildani, Edward O’Connel ve Audra K. Grant, The Kefaya Movement: A Case Study of a Grassroots Reform Initiative (Santa Monica, CA: Rand Corporation, 2008); Manar Shorbagy, ‘The Egyptian Movement for Change – Kefaya: Redefining Politics in Egypt’, Public Culture 19/ 1 (Kış 2007); Yayına Hz.: Rabab El-Mahdi ve Phil Marfleet, Egypt: The Moment of Change (Londra: Zed Books, 2009); Rabab El-Mahdi, ‘Enough! Egypt’s Quest for Democracy’, Comparative Political Studies 42/ 8 (Ağustos 2009).

[31] Mohammed Zahid, The Muslim Brotherhood and Egypt’s Succession Crisis: The Politics of Liberalization and Reform in the Middle East (Londra: I. B. Tauris, 2010); Bruce K. Rutherford, Egypt After Mubarak: Liberalism, Islam, and Democracy in the Arab World (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2008); Motaz Nadi, ‘“We are all Khalid Saeed” launches “national agreement document” to achieve the goals of the revolution’, [Arapça], Al Masry Al Youm (31 Mayıs 2012); Izza Maghazi, Safa Surour ve Motaz Nadi, ‘Second Anniversary of Khalid Saeed’s Death. Torture continues’, [Arapça], Al Masry Al Youm (5 Haziran 2012).

[32] Yayına Hz.: Jeannie Sowers ve Chris Toensing, The Journey to Tahrir: Revolution, Protest, and Social Change in Egypt (Londra: Verso, 2012).

[33] Ryan Lizza, ‘The Consequentialist: How the Arab Spring Remade Obama’s Foreign Policy’, New Yorker (2 Mayıs 2011); Fawaz A. Gerges, Obama and the Middle East: The End of America’s Moment? (New York: Palgrave and MacMillan, 2012); Helene Cooper ve Mark Landler, ‘White House and Egypt Discuss Plan for Mubarak’s Exit’, The New York Times (3 Şubat 2011).

0 Yorum: