Son
dönem alevlenen kürtaj ve sezaryen tartışmalarının eğitim ve sağlıkla doğrudan
ilişkileri mevcuttur. Kürtaj tartışması, en nihayetinde “eksi bir yaş” noktasına
gelmiş, bu da “beş yaşında okula çocuk gönderilir mi?” tartışmalarına bir
biçimde eklemlenmiştir.
“4+4+4”
esas olarak imam-hatip değil, ucuz işgücü ve çocuk işçiliği ile ilgili ise
kürtaj tartışmasının da sömürünün alanını anne karnına kadar genişletmek gibi
aslî bir boyutu vardır. Ama bu süreçte, doğal bir paslaşma sonucu, “bu beden
benim” ya da “siz önce kreş hizmeti verin” diyen liberalizm palazlanacaktır. AKP’nin de hesabı bu yöndedir. O, liberalizmin “gulyabani”sidir.
Sezaryen
ise temelde öğretmenlerin ve tiyatrocuların da eklendiği itibarsızlaştırma
kampanyasının bir parçasıdır. Sağlık sistemi dâhilinde doktorlar daha fazla “işçileşecek”,
işçileşmek istemeyen doktor, yan gelir kapıları aramaya zorlanacak, bu amaçla
hiç de gerekli olmadığı hâlde, sezaryeni annelere dayatacak ve bu sayede para
kazanacaktır.
“Para
muslukları bende” diyen AKP için bu kesimler, birer avdan ibarettirler.
Aynı şekilde, batıdaki ilâç tekellerine ortak olan Tayyib ailesi, ilâç mümessilliğini
de yakında gündeme getirecektir.
Aynı
aile, dağlara, ormanlara uyguladığı sezaryenden ve kürtajdan bahsetmemekte, Kaz
Dağları’ndan Toroslar’a kadar uzanan bölgede açtığı yağma kapılarına hiç
değinmemektedir. Zira bu aile de, devlet dolayımıyla, maden sahibidir ve son dönem yarattığı zenginlerin
önemli bölümü enerji sektörüne mensup şirketlerdir.
Temelde
eğitim ve sağlık alanına dönük edilen laflar, bir yanıyla, AKP diktatörlüğünün attığı neoliberal
siyasî ve ekonomik adımlar sonucu orta sınıfları kendisine kul etme teşebbüsü ile
ilgilidir.
CHP,
Halkevleri, ÖDP ve TKP hattında bu orta sınıfların direnci ses veriyor ise
eğer, söz konusu kul etme operasyonunun sol ideoloji düşmanlığı, doğal olarak
din ve millet zemininde geliştirilen ideolojik saldırıları tetiklemesi
zorunludur. Bu dört siyasî yapıya meselenin kabuğunu yemek düşmüş, “din
düşmanlığı” ile kentli orta sınıf içinde kendilerine alan açmalarına izin
verilmiştir. Oysa ne AKP dinî bir partidir ne de yaşananların dinle
ilişkisi vardır.
İtibarsızlaştırma,
velilerinden dayak yiyen öğretmenlerde ve hasta yakınları tarafından bıçaklanan
doktorlarda karşılığını bulmaktadır. Esas olarak itibarsızlaştırma, kan-ter
içinde boğulan emekçilerin sofrasına bu kesimlerin kuzu misali fırlatılıp
atılmasıdır. Emekçilere, “siz köpek gibi çalışırken bunlar yan gelip
yatıyorlar” denilmekte, böylelikle işten atılma tehlikesi ile yaşamaya
mecbur emekçi, ölümü ensesinde hisseden işçi, bu kuzuyu parçalamak için
sabırsızlanmakta, kendisinin maruz kaldığı sömürü ve zulmü ise unutmaktadır. AKP, bu kesimleri, genel anlamda birer SA olarak örgütlemek ve seferber etmek
derdindedir.
Daha
doğrusu AKP, en alttakinin, mazlumun en sıradan ve en ortalama aklına
seslenerek her şeyi düzleyeceğini bildiğinden, emekçi halk katmanlarının öfkesini
kendi mühimmatına dâhil etmek istemektedir. Doğa, toplum ve tarih üzerindeki
hâkimiyet, sağlık, eğitim ve sanatın elinden alınmakta, diktatörlüğün eline
teslim edilmektedir. Bu kesimler, esas olarak özelleştirmelere ve burjuvaziye “hayır”
demeyecek bir konuma itilmektedirler. Böylelikle faşizm, halkı halka kırdırarak
kendi yolunu bulmaktadır. Eğitim ve sağlık alanı özelleştirilmekte, eğitimci ve sağlıkçı, emekçideki ve yoksuldaki orta sınıf düşmanlığı ile karşı karşı bırakılmakta, o burjuva siyasetin ceremesini ne sermaye ne de devlet çekmektedir.
2002’deki
tespitimizle, o dönemki ve hâlâ yayınlanmakta ısrar edilen “Çocuklar Duymasın” dizisine
atfen, “light faşizm”, aslî faşist geleneğin tüm ekonomik, coğrafî ve biyolojik
birikimini içselleştirmiş görünmektedir. Bu birikim, “Amerikanize” edildikten
sonra Ortadoğu’ya pazarlanmıştır. Bu amerikanizasyon dâhilinde kabileler, çeteler,
birlikler ve cemaatler, para babası Körfez şeyhlerinin ve Mossad-CIA
ajanlarının paralı askerlerine dönüştürülecektir.
Bölgedeki
güç yoğunlaşması üzerinden, tekellerin kuklası Mussolini gibi “üç çocuk yapın” diyen
bir başbakan, çıkıp yatak odasına da ana rahmine de karışmayı kendisine hak
görecektir. Ama öte yandan da “light”lığın gereği, yani neoliberalizmin
dayatması sonucu, bu başbakan, İstanbul’u Dubai’leştirmeyi de öngörecektir.
Son
günlerde gündeme gelen Yenişehir’in planları ABD menşelidir ve esas olarak
Fatih’in İstanbul’unun Bizans’a teslim edilmesidir. Sezaryen “makas” sözcüğünden
geliyor ise İstanbul’a vurulan bu makas darbesi, başkalarının icraatı olmalıdır.
Demek
ki AKP nereye vuruyorsa, ideolojik manada örttüğü yeri açığa çıkarmak
gerekecektir. Üretim ideolojisi üzerinden, “çocuk yapın, bina dikin, yol yapın,
niceliği artırın” diyorsa, bu, Tayyib’in tüm ülkeyi kendi bedeni gibi gördüğünün
delilidir. Faşist bir bireyin hayatta kalma dürtüsü ile kendi bedenine
odaklanması türünden, Tayyib de ülke denilen bedeni güçlü göstermek
niyetindedir. Ama bu güç gösterisinin ardında üretim değil, tüketim
durmaktadır. Yani AKP, üretimle ilgili onca laf salatası üretirken, üretim
dışı her şeyi “meşum” ilân ederken, bir yandan da üretimi gereksiz ve geçersiz
hâle getiren, uluslararası sermayenin uşağı hâline gelmekle sonuçlanacak olan
bir Dubai modeli öngörebilmektedir. Özetle, Tayyib, bir şeyleri gizlemek için
ekranlarda ter dökmektedir.
Bu
türden ekonomik gelişmelerin sonucunda sömürü ve zulüm, halkı daha fazla
kontrol altına almak zorundadır. Belirsizlik, onlar için ölüm işareti gibidir.
Dolayısıyla, kürtaj tartışmalarının bir ucu emeklilik yaşına bir biçimde
uzanacaktır. Beşiğe ve mezara düşmeden tüm insanlar sömürünün konusu olmak durumundadırlar.
Egemenlerin elinde ekonomi, sayısal değerlere, coğrafya birkaç metrelik
Amerikan bezine, biyoloji ise sömürülecek bir kas yığınına dönüşmektedir.
Öz
itibarıyla bu süreçte ekonomi, coğrafya ve biyoloji iç içe geçmektedir.
Faşizmde bunlar, tek bir bedende toplaşmaya mecburdurlar. Beden, bunların üçünün
ortak imgesi olarak iş görmektedir.
Bu
açıdan Tayyib’in “her kürtaj bir Uludere’dir” sözü yerindedir, zira gerçek
bedenin içinde kalıp, doğal seyri itibarıyla büyümesi gerektiği düşünülen
bebekle, ülke içinde kalması gereken ekonomik bir faaliyet yan yana
düşmektedir. Yani bu yönüyle “her sezaryen Kürd hareketi” olmakta, “ikili
devlet oluşumuna izin vermeyiz” denmektedir.
“Kürtaj
Uludere” ise jinekolog Tayyib’dir. Bu zamana dek “izin” verilen kaçakçılık
faaliyeti üzerinden Kürd halkına devlet sopa sallamış, “siz benim kulumsunuz” mesajı
verilmiştir. Bunda son seçim sürecinde bazı korucu ailelerinin saf
değiştirmesinin de katkısı vardır.
AKP, CHP ve ordu üzerinden kendisine verilen görevi lâyıkıyla yerine
getirmektedir. Hitler’in 1933’te iktidara geldiğinde parti kongresinde sarf
ettiği, “bu parti, kanın, toprağın ve terin partisidir” sözünü 2003’te birebir yineleyen
Tayyib, artık kemalizmin döktüğü kanın, işgal ettiği toprağın ve sömürdüğü terin
muhafızıdır. Bu muhafızlık görevi, doğal olarak ancak kansız, tersiz ve
topraksız olana bahşedilebilmektedir.
Kürtaj
meselesi, esasında neslin üremesi ve resmî evlilikle ilgilidir. Eşcinsellerden
nefret edilmesinin de nedeni budur. Bir biçimde insanlar, ciddi ve derin bir
yarın korkusuna boğulmakta ve bu yarın korkusu, evlenme ve çocuk sahibi olma
derdine düşme ile yankısını bulmaktadır. Dolayısıyla, böylesi bir yarın
korkusuna boğulan kişinin o yarını endekslediği olguları bir biçimde tehdit eden
unsurları düşman bellemesi kaçınılmazdır. AKP, esas olarak bu ilkel ve
temel korkular üzerinden siyaset yürütmekte olduğuna göre, korkuya kul etmenin
onun ana programatik hattını teşkil ettiğini söylemek mümkündür.
Bu
korkuyla asgari ücretle çalışan işçi, işini kaybetmek istemeyecek, üç kuruşa
talim etmeyi ilahi bir pratik olarak görmeye başlayacaktır. Bu korkuyla
kocasından dayak yiyen kadın, çektiği çileyi tevekkülle karşılamayı öğrenecek
ve onu namazının yanına koyacaktır. Bu korkuyla işsiz, takla atacak, kralın
soytarısı olma onursuzluğuna mecbur kalacak ve bu onursuzlukta manevi bir
derinlik bulacaktır.
Bu
korkuyla hak aramak, “olmayan” bir Allah’a havale edilecek ve yeryüzünden
silinecektir. Zira Allah, ancak hak arama mücadelesinde vardır ve olmak, O’nun
yüzü suyu hürmetine olmaktır.
Eren Balkır
4 Haziran 2012
0 Yorum:
Yorum Gönder