22 Ağustos 2014

,

FHKC'nin Ferguson Bildirisi


FHKC ABD’deki Siyah Mücadelesini Selâmlar:

İmparatorluk İçeriden Çökecek

 

Şehid Michael Brown’un ABD’nin Missouri eyaletindeki Ferguson kasabasında polis tarafından katledilmesi ve süregiden mücadele ışığında, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Siyah halkın ve ABD’deki tüm mazlum toplulukların devam eden mücadelesini selâmlar ve onların safında yer aldığını ifade eder.

Yoldaş Halid Bereket’in FHKC medya kaynaklarına verdiği mülâkat şu şekildedir:

“Polisin ABD’deki siyah halka, Latinlere, Araplara ve Müslümanlara, beyaz olmayan fakir insanlara karşı gerçekleştirdiği saldırı, zulüm ve katliam birer ‘hata’ ya da ‘bireysel hakların ihlâli’ değil, ABD’deki politik sistemin yapısını yansıtan bütünsel ve sistematik ırkçılığın bir parçasıdır.

Siyahlara karşı ne vakit bir suç işlense, bu suç ‘münferit bir olay’ olarak izah edilmekte ama bu ‘münferit olaylar’ın sayısı çoğaldıkça gerçeklik de gizlenememektedir. Bu, polisin ırkçı ve zalim polisin tatbik ettiği bir siyasetten başka bir şey değildir. ABD imparatorluğu, Siyah kölelerin ve siyah halka tatbik edilen soykırımın üzerine kuruludur, o, yerleşimcilerin sömürgeciliğine ve yerli halkların soykırıma tabi tutulmasına dayanır. Ferguson halkı, bugün siyah direnişinin o uzun geleneği dâhilinde bir direniş sergilemektedir ve biz ırkçı zulme karşı gerçekleştirilen bu meşru direnişi destekliyoruz.

Afrika, Asya, Latin Amerika ve Arap dünyasındaki, ABD’nin kendi sınırları dışında uyguladığı zulme tanık olan halklar, ABD’nin kendi sınırları dâhilinde uyguladığı ırkçı ve sömürgeci zulümle yüzleşmektedirler. Sınırların içinde ve dışında tatbik edilen zulüm birbirinden ayrılamayacak ölçüde, birbiriyle bağlantılıdır. Bizler de ABD’nin dünya halklarına ait kaynakları sömürmesine ve yağmalamasına tanığız. ABD içinde, bu ülkenin sınırları dışında savaşın ve emperyalizmin kahrını çeken Afrikalılar, Latinler, Filipinliler, Afganlar ve Araplar, devletin elinde kriminalize edilme, zulüm, sömürü, tecrit, cinayet ve katliamla yüzleşmektedirler. Göçmenlerin ve mültecilerin ABD’de hedef alınmasının onların ülkelerinin aynı yönetici güçlerin sömürüsü, başlattıkları savaş, uyguladıkları emperyalizm eliyle harap edilmesinin bir ürünü olduğunu düşünüyoruz.

Birleşik Devletler’de ırkçı kontrolün merkezî aracı, toplu tutuklamalar ve hapis cezaları olmuştur. ABD’de her üç siyah erkekten biri hapse girmektedir. Her 28 saatte, bir Siyah, devlet ya da onun tarafından korunan bir kişi eliyle katledilmektedir. Filistinliler, ırkçı hâkimiyetin ve zulmün sürdürülmesi noktasında toplu tutuklamaların nasıl kullanıldığına aşinadır ve hapse atma sürecindeki ırkçı yapıları kırmanın kurtuluş hareketimiz için önemli olduğunu bilmektedir. Bizler, Mumya Ebu Cemal’i ve ABD’deki siyah kurtuluş hareketine mensup tüm politik tutsakları selâmlıyoruz ve onların derhal özgürlüklerine kavuşmaları yönünde çağrıda bulunuyoruz.

ABD’deki Siyah hareketinin ilk günlerinden beri, kölelerin özgürlük için isyan etmelerinden yurttaşlık hakları hareketine kadar, Siyah halkı, örgütleri ve hareketleri devletin şiddetli baskısına, hedef alınarak gerçekleştirilen saldırılarına, tutuklamalar ve cinayetlere maruz kalmıştır. Filistinli ve Arap topluluklarına zulüm uygulayan, FBI gibi ABD’deki istihbarat kurumları yıllarca Siyah hareketlerine, liderlerine ve cemaatlerine saldırmayı merkezî bir proje olarak görmüşlerdir.

Irkçılık, sefalet ve zulüm, Birleşik Devletler’deki mazlum milletlerin ve cemaatlerin yüzleştikleri temel gerçekliktir. ABD’deki siyah halk gerçekte bir kuşatma altındadır. Tıpkı Gazze ve başka yerlerde Filistin halkı üzerindeki kuşatmanın sona erdirilmesini talep ettiğimiz gibi, bizim eğitim, meslekler, sosyal hizmetler ve hayatın tüm diğer alanlarında süren kuşatmanın sona erdirilmesini talep ediyor, bu kuşatmaya kırmak amacıyla Siyah hareketi tarafından verilen mücadeleyi destekliyoruz.

Bugün Ferguson’daki görüntüleri gördüğümüzde, bizler bizim intifadamıza benzer başka bir intifadanın, ABD’de ve uluslararası planda Siyah halkın sürdürdüğü mücadelenin zuhur ettiğine tanık oluyoruz. Filistin ulusal kurtuluş hareketi, Siyah kurtuluş hareketini selamlar ve Malcolm X, Martin Luther King, Frederick Douglass, Kara Panterler, Sojourner Truth ve kendi kaderini tayin hakkı ile kurtuluş mücadelesi için yol açan tüm Siyah devrimci kuşaklarının deneyimlerinden çok şey öğrendiğimizi beyan ederiz.

ABD içindeki mücadele, emperyalizme karşı mücadelenin bütünleyici bir parçasıdır; esasında o, canavarın göbeğinde sürdüğü için, merkezî bir mücadeledir. Bu, aynı zamanda yerleşimci-sömürgeci güçlerin toprakların çalınması ve soykırım üzerinden inşa edildiği Kuzey Amerika genelinde tüm yerli halkların ve ulusların bir mücadelesidir. Bugün o yerli halklar direnmeye devam etmektedirler.

ABD içerisinde halk hareketlerinin ve kurtuluş mücadelelerinin elde edeceği her zafer ve her politik başarı, Filistin’e ve tüm dünya insanlığının kurtuluşuna ait bir zafer olacaktır. ABD’deki halkların kaderinin yönetici sınıf partileri olan Cumhuriyetçilerin ve Demokratların elinde olduğunu düşünen herkes ölene dek bir yanılsama içerisinde yaşamaya devam edecektir. Bu tespit, Filistin’in özgürlüğüne, Siyah halka zulmedenlerin verdikleri garantilerle ya da onlarla kurulacak ittifaklarla kavuşacağını düşünenler için de geçerlidir.

Siyah mücadelesi, ABD imparatorluğunu mağlup edecek alternatif politik sistem için dünya genelinde verilen mücadelenin öncü gücüdür. Biz, bu yenilginin ancak mücadelenin, halkın örgütlenmesinin, adaletsizliğe karşı öfkeyle ayaklanan halkların ve ortaya çıkan ayaklanmaların bir ürünü olacağını biliyoruz.

Irkçılık karşıtı hareket ve Siyonizm karşıtı hareket bir bütündür ve asla birbirinden ayrıştırılamaz. Irkçılıkla mücadele etmek kapitalizmle mücadele etmek; kapitalizmle mücadele etmekse sosyalizm için mücadele etmek demektir.

Cephe, tüm Filistinlileri, özellikle ABD’deki Filistin cemaatimizi Ferguson’a destek için yapılan ve Michael Brown anısına gerçekleştirilen eylemlere katılma, Siyah kurtuluş hareketinin desteklenmesine dönük sürekli ve yoğun bir çaba içinde olma, Siyah hareketi ile birlikte uzun soluklu, kesintisiz, ortak ve karşılıklı bir mücadele yürütme konusunda teşvik etmektedir. Bu işin tarihi uzundur, mücadele ve dayanışmayla kurduğumuz bağların güçlendirilmesi ve derinleştirilmesi tüm cemaatimiz için hayatî önemdedir.

FHKC, ABD imparatorluğuna meydan okuyan, Ferguson’ın cephe hattında mücadele eden halkına ve siyah mücadelesine gönül vermiş tüm nesillerine devrimci selamlarını, dayanışma mesajını ve tebriklerini iletmektedir. Bizim Filistin kurtuluş mücadelemiz, Siyah kurtuluş mücadelesinin bir parçasıdır. Bu, Cephe’nin kuruluşundan beri temel, ilkesel konumu olmuştur. Biz, bugün söz konusu duruşumuzu yeniden teyit ediyor, her iki halk ve dünya özgürleşene dek, aynı duruşu sergileyeceğimize söz veriyoruz.”

FHKC

,

IŞİD'in Durdurulmasının Yolu


IŞİD’in Durdurulmasının Yolu, Bugün ABD’nin İstemediği, Birleşik, Özgür Kürdistan’dan Geçmektedir

Kürd ulusal kurtuluş mücadelesi, Ortadoğu’nun en uzun süreli ulusal kurtuluş mücadelesidir. 30 milyon Kürd, dünyada devleti olmayan en büyük etnik gruptur. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda büyük güçler, Kürd bölgelerini dört ulus arasında pay etmişlerdir: Kürdlerin büyük bölümünün yaşadığı Türkiye, Suriye, Irak ve İran.

ABD Başkanı Woodrow Wilson, dört yıl içerisinde bağımsız bir Kürd devletinin kurulacağı sözünü verir. Ancak diğer ülkeler yanında, Türkiye, Suriye ve Irak devletlerinin oluşmasını koşullayan, Milletler Cemiyeti’nin aracılık ettiği Lozan Anlaşması (1923) Irak ve Irak petrolünün kontrolünü İngilizlere verir. Bu da tarihsel Kürd coğrafyasının Türkiye, Suriye, Irak ve (öncesinde Pers İmparatorluğu olan ve savaş esnasında İngilizlerce işgal edilmiş bulunan) İran arasında pay edilmesine yol açar. Kürdler, ABD ve diğer büyük güçler tarafından yüz üstü bırakılırlar.

Bu, boşa düşen birçok vaatten birisidir. Ama Kürdler, halkının parçalara ayrıldığı tüm bu devletlerde, zulme karşı mücadele ederler.

Büyük güçlerin ikiyüzlülüğü, Birinci Dünya Savaşı sonrasında görüldüğü üzere, bugünün de bir gerçeğidir. ABD ve Avrupa Birliği, Irak’ta Kürdleri silâhlandırmış, aynı ABD, Avrupa Birliği ve NATO güçleri, Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) “terörist örgüt” ilân etmiştir. PKK, Birleşik Krallık’ta da terörist örgüt olduğu tespitiyle yasaklanmıştır. PKK’nin Türk devletine karşı sürdürdüğü uzun soluklu silâhlı mücadelede binlerce üyesi katledilmiş, hapse atılmış ve işkence görmüştür. Bugüne dek, mevcut ateşkese rağmen, PKK lideri Abdullah Öcalan hâlâ Türk hapishanesindedir.

Ana güçlerin yirminci yüzyılın önemli bir kısmında takip ettiği temel strateji, Kürdleri yaşadıkları dört ulus arasında parçalanmış hâlde tutmak ve bu devletlerin Kürdleri ezmesine izin vermek olmuştur. İster ordu ister Erdoğan idaresi altında olsun, Türkiye’nin politikası zulüm üzerine kuruludur. Aynı durum, hem baba hem de oğul Esad dönemi Suriye’si ve Şah ile İslam Devleti idaresi altındaki İran için de geçerlidir.

Saddam idaresindeki Irak, Kürdlere yönelik yoğun bir baskı politikası uygulamıştır. ABD 2003’te Irak’ı işgal ettiğinde, Kürdlerin Saddam’a yönelik muhalefetini kendi amaçları için kullanmayı bir şans olarak görmüştür. İlkin ABD, Kürdleri ideolojik anlamda kullanmış, maruz kaldıkları zulmü, özelde 1988’deki Halepçe Katliamı’nı öne çıkartmıştır. Oysa ABD, katliam esnasında Saddam’ın saldırı konusunda İran’ı suçlama politikasını desteklemiştir.

Ardından ABD, Kürd bölgelerini işgal için üs olarak kullanmıştır. Sonrasında Kürdlere etkin bir özerklik bahşederek, onları, doğrudan işgal altındaki Irak devletinin mezhepsel yapısına yöneltilen böl-yönet stratejisinin parçası kılmıştır. Bu da, ABD’nin inşa ettiği Irak Devleti’nde Sünni Müslümanların yoğunlaşan dışlanma sürecine karşı İslam Devleti’ne (eski IŞİD) büyük için gerekli alanı açmıştır.

Esasında bugün İD’in somutladığı somut tehdit, Irak’taki ABD politikasının doğrudan bir ürünüdür.

Bugün ABD özerk Kürd Irak bölgesini tercih etmektedir, çünkü o bu bölgeyi İD tehdidine karşı kullanmak istemektedir. Ama ayrıca ABD, zayıf ve bölünmüş bir Kürd ulusunu birleşik ve özgür bir Kürdistan’a tercih etmektedir.

Irak Kürdistanı, ABD petrol şirketlerinin hâkimiyetinde olan, petrol açısından zengin bir bölgedir. Bu bölge, ayrıca (Kürd kardeşlerine zulmeden) Türkiye’ye ve İsrail’e petrol temin etmektedir. ABD iş dünyası dergisi Forbes, sinsice gülümseyerek seyrettiği süreci şu şekilde özetlemektedir:

“Kürdlerin İsrail ile ilişki kurmak istiyor olmaları, onların İsrail’e ham petrol satışlarını boykot etmeyi sürdüren Arap komşularından görece daha yüce gönüllü bir dış politika gütmeyi amaçladıklarını göstermektedir.”

İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Irak Kürdlerinin bağımsızlığını desteklemesinin ama bir bütün olarak Kürdistan’ın tam bağımsızlığına kesin biçimde karşı çıkmasının nedeni budur. İsrail’in arzusu, bölünmüş ve zayıflamış bir Irak’tır, ama bu ülke, eğer Kürd bağımsızlığı sınırı aşan bir momentuma sahip olursa, aynı şeyin İran’da da gerçekleşmesini isteyecektir.

ABD, Türkiye ve İsrail’in Kürdlerle kendi oyunlarını oynuyor olması gerçeği, Kürdlerin bağımsızlık mücadelesini bir an olsun kesintiye uğratmamaktadır. Ama bu da, mücadele, kuzey Irak’ta artıklarla idare eden, emperyalizm yanlısı küçük bir devlete doğru saptırıldığı (ve böylesi bir devletin oluşumuyla sınırlandırıldığı) takdirde, birleşik ve bağımsız Kürdistan talebinin Kürdlerin tatbik ettikleri ajitasyon dâhilinde ön planda olacağı anlamına gelmemektedir

Irak Kürd liderliği, gerici güçlerle birçok anlaşma yapmış, onlara güvenmeyi sürdürmüştür. Geçmişte bu liderlik, PKK’ye karşı Türk ordusunun yürüttüğü operasyonlara bile destek vermiştir. Bugün bile, İD tehdidiyle yüzleşen Kürdler arasında belirli bir birlik söz konusu iken, silâh tedarikiyle ilgili konuşan bir analizcinin şu tespiti önemlidir: “Belki de bir şeyler PKK’yle ilişkiye son verecek ama Irak Kürdlerinin lideri Barzani bunu ister mi? Sanmıyorum.”

Irak Kürd güçleri, İD’e karşı yoğun bir mücadele vermemekte, Sincar Dağları’ndan Ezidîlerin kurtarılmasında etkin bir rol oynamamaktadır. Bu işler, Türkiye’den gelen PKK güçleri ile Suriye’den gelen müttefiklerince üstlenilmektedir. Bir Kürd kaynağının tespitiyle:

“Barzani ve güvenlik aygıtı, İD güçlerinin seksenlerin sonunda önemli bir bölümü kadın ve çocuk olan, 182.000 Kürd köylüsünün katledildiği Enfal’deki katliama katılan insanlarla aynı soykırımcı köklere sahip olduğunu anlayamadı. ABD’li yetkililerin bildirdiğine göre, Sincar’daki savunma çok zayıftı ve peşmerge savaşmadan geri çekildi. Ezidî Kürdleri, bu tarihsel hata konusunda KDP liderlerini asla bağışlamayacaklardır ve bu derin yaraları iyileştirmeleri yılları bulacaktır.”

Büyük güçlerin bu türden kesimleri kendi yanlarına çekmeleri yeni bir şey değildir. Marx ve Engels, on dokuzuncu yüzyılda, emperyalistlerin vekilliğine soyunan küçük milliyetçi hareketleri şiddetle eleştirmiştir. Aynı şey, yirmilerde ve yetmişlerde İrlanda cumhuriyet hareketinin kimi kesimlerinin de başına gelmiştir. Benzer bir duruma düşen Kosova Kurtuluş Ordusu da Balkan Savaşı’nda NATO’nun kara kuvvetlerine dönüşmüştür. Aynı tespit, 2011’de NATO’nun gerçekleştirdiği hava saldırısının yardımıyla ilerleyen Libya muhalefet güçleri ve her iki tarafta felâkete yol açan girişimleriyle, Özgür Suriye Ordusu için de yapılabilir. Neokonların uzun süredir açıktan uyguladıkları strateji, Batı’nın hoşlanmadığı rejimlerin ortadan kaldırılması için halk hareketine ait kimi unsurları kullanmak üzerine kuruludur. Ama sosyalizm güçlerinin ve halk tabanına sahip ulusal kurtuluş mücadelelerinin bir kuşak öncesine göre zayıf oldukları dünyada bile, bu, kaçınılmaz biçimde yaşanacak bir süreç değildir.

Tüm coğrafya genelinde kurulacak bağımsız bir Kürdistan, İD’in ilerleyişini durduracak ve Irak Kürd liderliğini marjinalleştirecek yegâne gelişme olabilir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan kurgu dağılmakta ama bu dağılma, gerici güçler lehine gerçekleşmektedir. Birleşik ve özgür bir Kürdistan, halkçı ve ilerici bir ürün ortaya koyan ulusal kurtuluş mücadelesinin bir işaret fişeği olabilir. Bu bağımsızlık, Ortadoğu’nun mevcut durumunda, Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına karşı ANC’nin (Afrika Ulusal Konseyi’nin) zaferinin yol açtığı etkiye sahip olabilir. Politik çekim merkezi hâline gelerek, İD’in sızamadığı ve emperyalistlerin yanına çekip istismar edemediği bir alan olabilir. Emperyalistlerin onu istememelerinin nedeni bu.

Tam bağımsız ve birleşik bir Kürdistan talebi, Suudîlerin, Katarlıların ve Türklerin İD’e para ve başka türden yardımlarını kesmesi talebi ile birleştiğinde, olayların seyrini değiştirebilir.

Kürdlerin uzun ve kahramanlıklarla dolu bir anti-emperyalizm sicili mevcuttur. Kimi Iraklı Kürd liderler, bu mirası çok ucuza satmaktadırlar. Ama Kürdler, diğer Kürdlerin ya da Filistinlilerin zararına olacak şekilde bir kâr elde etme gayreti içine giremezler. İD’e karşı gerçekleştirilecek en iyi savunma aracı, kesinlikle ABD silâhları ya da Batı yanlısı petrol politikası değildir.

Bazı Kürdler, “iyi ama bugün İD’in saldırıları karşısında ne yapmamız gerekiyor?” diye sorabilirler. Bugün savaş şahinleri, “durum şimdi farklı, Kürdlerin tek başına savaşmalarına izin veremeyiz” laflarıyla, önceki felâketlere yol açan müdahalelerinin tarihini silmek istemektedirler.

Biz bugün geçmiş deneyimlerimizden, “bir şeyler yapılmalı, zira bundan daha kötüsü olamaz” diye panikle yapılan çağrıların uzun vadede yenilgilere yol açacağını geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Bize hiçbir şeyin Saddam’dan daha kötü olamayacağı söylendi ama o kendi halkını katletti. Savaş ve işgal, ölümü ve çekilen çileleri perçinledi. Bize Libya’da, “Bingazi düşecek, hiçbir şey daha kötü olmayacak” dendi. Ama olup biten, geçmişten daha kötüydü: 30.000 insan öldü ve ülke, silâhların tüm bölgeyi kuşattığı bir afet bölgesine dönüştü.

Bizim cevabımız şu olmalı: “Evet, elbette Kürdler kendilerini silâhlarıyla savunmalıdırlar ama ABD’nin bombardımanı anlamına gelecek, ABD ile yapılacak bir anlaşma ölü sayısını çoğaltacak, yıkım sürecini daha da yoğunlaştıracaktır. Bu, Kürdler arasındaki gerici güçlerin ağırlığını da artıracaktır. En iyi savunma, birleşik Kürdistan çağrısını yükseltmek ve NATO güçleri arasındaki ayrımlardan istifade etmektir. Bu, aynı zamanda İD’i uzun vadede durdurmak için de en iyi yoldur.

John Rees
17 Ağustos 2014
Kaynak

,

Halkın Şeriatı


Mazlumlar bizim dediklerimizi yaparlarsa iyi, yapmazlarsa kötü oluyorlar. Biz, esasında onların bizi bizim istediğimiz düzeyde anlamalarını sağlayacak koşulların oluşmasını bekliyoruz. Mutlak bir örtüşme, zamansal kesişme gerçekleştiğinde “devrim” olacak, güneş herkes için doğacak zannediyoruz. Mazlumlar bizim dediklerimizi yapmazlarsa, onları karalayacak kelime çıkınımızı çıkartıyoruz hemen. İçinden bıçağı çıkartıp, mazlumların doğal, verili öfke biçimlerini bir bir doğramaya başlıyoruz. Yekten “faşist” ilân ediyoruz onları, çünkü öğrendiğimiz şu: faşizm, zafere ulaşmayan devrimin bir ürünü.

Ama kimse o devrim niye olmamış, işçiler, emekçiler neden Hitler’in peşine gitmişler, sorgulamıyor. Hitler, kitabında diyor: “bu komünistler ödlek adamlar, höt dersin susarlar.” Herkese “faşist” etiketi yapıştırmada işte bu ödlekliğin intikamı var, dolayısıyla cesareti ve şiddeti örgütleyenin kellesi, hemen faşist kellelerin toplandığı sepete atılıveriyor.

Mazlumların bizim dediğimizi yapmamasının, bizim iktidar ve devletle kurduğumuz tarihsel ilişkileri lime lime etmiş olmamızla ilgisi olabilir mi? Onların kudret arayışlarını boşa düşüren, karşılıksız bırakan bir ideolojiyi kim neylesin? İktidar ve devlet eleştirileriyle geçen ömrümüz neye merhem olmuş, sorgulamayacak mıyız? Mazlumları sırf vicdanımızı aklamak, rahatlatmak için mi kullanacağız?

* * *

Müslüman bir İngiliz, İngiltere’den IŞİD’e katılan gençleri anlatan bir makale[1] kaleme alıyor: Diyor ki, bu gençler romantik, çölde macera arıyorlar. “Beyinleri yıkanmış demeyelim, çünkü eylemlerindeki sorumluluktan onları azade kılıyor bu yaklaşım” diye ekliyor polis kafasıyla. Sonra, “intikam ve iktidar için, batılı değerleri yok etmek adına, sapık, totaliter İslam versiyonlarını muzaffer kılmak amacıyla eylemlere girişiyorlar” diyor. Ama yazı boyunca neyin intikamını aldıklarına dair tespit yok. Irak işgali, İngilizlerin dâhli, gerçekleşen katliamlar, İngiltere’deki Müslüman gençlerin çektiği çileler yok yazıda. Üstelik yazıyı yazan kişi, IŞİD’e katılan gençlerin güç sahibi olmaktan zevk alan sapıklar” olduğunu söylerken, bir yandan da “Londra’da hasbelkader bir perakendecide çalışırken, bugün tetikteki parmağıyla ölüm ve hayatın kudretine sahip oluyor”, yani bir bakıma, “burada adam değilken, orada adam olmuş!” diyor. Buradaki alaycılığın, küçümsemenin intikamı alınmasın istiyor bir yandan.

Devamında yazar, bugün SoL yayıncılığın “Dilovası” haberlerinde görülen türden, polise, istihbarata kimi hedefler gösteriyor. Akıl veriyor, “bu gençler yarın burayı kana bularlar” uyarısında bulunuyor, bazı camilere işaret ediyor, 11 Eylül sonrası Müslümanların terörize edilmesi işlemini güncellemeye çalışıyor, kendi verili rahat konumunu garantiye alarak. Bu noktada, İngiliz olan bir IŞİD militanının şu mesajını paylaşıyor: “Duydum ki, benim burada edindiğim beceriler İngiliz hükümetini endişelendirmiş!”

Diğer bir yazısında[2] ise, Amerikalı gazeteci James Foley’nin kafasını kesenin İngiliz vatandaşı olduğunu söylüyor ve bunun üzerine, İngiltere’deki IŞİD yanlısı bir Müslüman’ın paylaştığı şu mesajı aktarıyor: “Bir İngiliz kardeşimiz kesmiş kafayı! Ne şeref! Amerika’ya ne güzel mesaj vermiş!” Guantanamolu tutsakların üzerindeki elbise de bu mesaja dâhil. Devamında, IŞİD’cinin şu mesajını paylaşıyor yazar: “İngiltere halkına sesleniyoruz, devletinizin eylemlerinin bedelini sizler ödeyeceksiniz. Devletinizi suçlayın, bizi değil.”

Bir Müslüman yazıyor bunları. “Batılı değerlere saldırıyor” diyerek, batılı kamuoyunu örgütlemek istiyor. “İslamofaşizm” terimi, liberallerin ağzından çıkıp kamusallaşıyor. Mesele, bireyselleştirilip talileştirilmeye çalışılıyor. Arka planındaki toplumsal-tarihsel ilişkiler karartılıyor. Vice News’in belgeselinde konuşan Belçikalı Müslüman, neden IŞİD’de olduğunu ağlayarak anlatıyor: “Bize çok zulüm ettiler.” Herkes zannediyor ki, Müslüman Araplar istedi İngiliz, Amerikan askerlerini, gelsin kızlarına, analarına tecavüz etsin, babalarını çırılçıplak soyup onlara işkence etsin, oğullarını gözünü kırpmadan kurşuna dizsin. Yaşanan şaşkınlık hâli biraz da bundan.

Bu hâlden anlayacak tek gerçek millet, Kürdler; ama onlar da IŞİD saldırısı altında, bu dili kullanıyor ve kendisini bölgenin laik ve modern geleceğinin garantisi olarak sunmaya çalışıyor. Düne kadar zalimin kendisi için kullandığı argümanları IŞİD’e karşı kullanıyor şimdi. Onlar da herkes gibi, bir Kerbela merasimindeki tiyatro sahnesine ait kadın görüntüsünü “IŞİD kadınları pazarda satıyor” diyerek sunan yalana ortak oluyor, o da bir Kur’an okuma yarışmasında 9 yaşındaki ağlayan kız çocuğu ile IŞİD militanını gösteren görüntüyü, “küçük yaşta zorla evlendirilen kız” diye veriyor. “Baba beni okula gönder” kampanyalarını, töre üzerinden halkına hakaret edilmesini unutuyor. Fransa’da Müslüman gençler isyan edip araba yaktıklarında, burada kimi solcular o gençlere "faşist" diyorlardı. O yüreği yoldaş bilen ve burada araba yakan Kürdler, bugün araba sahiplerinin akıllarına sesleniyorlar maalesef, batıya ve Batı’ya verilen mesaj bu. Ama kimse, IŞİD’in zincirlerinden tam da bu sebeple kurtarıldığını ve ortalığa salındığını düşünmüyor. Kürdler dâhil herkes, modern, laik ve batılının hizasına çekilsin diye. İsrail, Suudiler ve Türkiye, kendi bekaları adına, bölge dizaynında sınırları bu “maşa”yla çizmek istiyor. IŞİD militanları, “bizim sınırlarımız olacak ama hududumuz olmayacak” diyor. Hududu olmayan İsrail’in karşısına İslamî bir İsrail çıkartılıyor.

İsrail sevenler derneği Hamas’a karşı IŞİD’i övüyor, kendisine saldırmayı “küfür” sayıyor diye. İsrail’in teokratik, dikta rejimine övgüler dizen solcular, birden IŞİD üzerinden kendilerini pazarlama imkânı buluyorlar. Herkes, ne kadar modern, ne kadar batılı ve ne kadar laik olduğunu ispatlamak için IŞİD yazıları yazıyor.

Örneğin Ergin Yıldızoğlu[3], herkesin kendisi kadar apış arasıyla yaşayıp düşündüğünü önvarsayarak, Müslüman gençlerin, özellikle cinsel konularda, Avrupalı Hristiyan gençler karşısında ezildiklerini ve buna karşı tepki olarak IŞİD’e katıldıklarını, onlara, "bu dünyayı terk etmeden, hazlarından vazgeçmeden" mücadele etmeyi öğretmek gerektiğini söylüyor. Müslüman genç, kendisine küfreden bu Yıldızoğlu’nu ne yapsın? Ancak İran’a ya da Filistin’e yönelik porno kanalları açmayı düşünebilen bu zihniyeti Ortadoğu’nun kabulleneceği güne dek bekleyelim mi? İran’ın Amerika, Filistin’in İsrail tarafından bombalarla yok edileceği gün mü solun zafer günü? Haz kapıları o zaman mı kırılacak, dünya o zaman mı bizim olacak? “Biz” kimiz?

* * *

Freud’a göre, “id” koordine edilmemiş içgüdüsel eğilimler kümesi; süper-ego, ahlâkî ve eleştirel mekanizma; ego ise id ile süper-egonun arzuları arasında arabuluculuk yapan örgütlü ve gerçekçi kısım. İD, yani İslam Devleti ismini alan IŞİD’in, yüksek siyasetin derininde, mazlumların kara öfkesini dışavuran kontrolsüz, “içgüdüsel” bir niteliği olabilir mi? Biz, o sırf steril, makbul ve gelişkin egomuzun dili ve bedeni olanlar, hangi süper-egonun hizmetinde olduğumuzun farkında mıyız? Egomuzun ak olduğunu gösterirken, neye ve kime alan açıyoruz, liberalizmin akıncı birliği olmak, bize kimin ve neyin zaferini getirecek?

Yukarıda bahsi geçen Şiraz Mahir’e ait makalede bir IŞİD’cinin şu cümlesi geçiyor: “Biz burada Suriye halkı için bulunmuyoruz, toprak Allah’a aittir, halka değil.” Kendisini savaş şeriatı ile kuran için olağan cümleler bunlar. Ama şeriat, halksız bir anlam ifade etmiyor. İD’e göre “mürted” olan Ali Şeriati’nin tespitiyle, “Kur’an’da halk sözcüğü ile Allah aynı manada.” O hâlde bugün yaşananlara başka bir açıdan bakmak da mümkün. Ancak mülkiyet üzerinden Allah’la rabıta kurabilene karşı oluşturulacak bir halk şeriatı, tüm bu kan revan içinde, illaki demleniyor olmalı. Ak egoların, kara idlerin görmediği, görmek istemediği bu.

Eren Balkır
21 Ağustos 2014

Dipnotlar:
[1] Shiraz Maher, “Why the British Cihadis Fighting in Syria and Iraq Are So Vicious”, 21 Ağustos 2014, DailyMail.

[2] Shiraz Maher, “The West Should Take Note: There Is No Avoiding Isis”, 21 Ağustos 2014, Guardian.

[3] Ergin Yıldızoğlu, “Bilmece, Gizem ve Enigma Olarak IŞİD”, 20 Ağustos 2014, Cumhuriyet.

20 Ağustos 2014

, ,

Direniş Şairi: Semih Kasım


Semih Kasım ve Devrimin Dili

 

Rama’daki Galilee Köyü’nde bulunan evinde meşhur Filistinli Arap Dürzî şair Semih Kasım (1939- 19 Ağustos 2014) ile buluşmak için gittim. Bir tepenin yamacındaki evi, halkın “zeytin denizi” dediği bir vadiye bakıyor.

Odasına girdiğimde, üzerinde cüppesi ve kırmızı atkısıyla ayakta duran Kasım beni selamladı. Arapça “Ehlen ve Sehlen” (“hoş geldin”) dedi. Şairle bir önceki buluşmam iptal olmuştu; ona bir süre önce kanser teşhisi konmuştu ve tedaviye sık sık zaman ayırması gerekiyordu. Bugün Kasım kendisini sağlıklı hissediyor ki bu da benim şansım. Şairin evinde bana çevirmen, sözlük bilimci ve Kasım’ın kadim dostu Dr. Nezih Kassis eşlik ediyor.

Kasım, Arapçadan Rumenceye yeni çevrilen kitaplarından birinin nüshasını sallıyor ve haylaz bir çocuk gibi gülümsüyor, kahve masasının üzerinde gazeteler var, onların da üstünde bu kitabın birkaç nüshası. “Maalesef Rumence okuyamadığım için bu kitapta ne yazdığını bilmiyorum” diyor. Gülümseyerek, “belki sen okuyabiliyorsundur” diye ekliyor. Kitap, Poeme adı altında, şaire ait yazıların toplandığı bir eser, Rumenceye iki deneyimli Romen akademisyen George Grigore ve Gabriel Bituna tarafından çevrilmiş.

Her ne kadar Arapça konuşan dünyada şair olarak saygı görse de Kasım dışarıda daha az biliniyor, Sadece “Sudan Daha Hüzünlü” isimli eseri çevrilmiş İngilizceye. Kitabın çevirmeni, arkadaşı Dr. Kassis.

Direniş Şairi

Kasım, 1939’da Yukarı Ürdün’de, Zarka şehrinde doğar. Babası buradaki Arap Lejyonu’nda subay olarak görevlidir. Ailesi ikinci dünya savaşı patlak vermesi üzerine Rama’ya dönmek için bir trene biner, şair o günden beri burada yaşamaktadır. 1948 Savaşı başladığında dokuz yaşındadır, ona göre, bu yıl onun doğum tarihidir, zira hatırladığı ilk görüntüler bu yıla aittir.

Kasım erken yaşta şiirle ilgilenmeye başlar, 18’inde ise Mevakibü’ş-Şems [“Güneş Alayları”] ismiyle, ilk şiir seçkisini yayınlar. Şiirler milliyetçi duygularla yüklüdür; İsrail’in kurulmasını takip eden ilk günlerde Arap halkına askerî yönetim dayatılır. Askerî valinin katı kararlarına karşı mücadele eden Kasım, sonrasında şiirine de yansıyacak olan, politik faaliyetler içine girer.

Ardından genç şair ünlü “direniş şairleri”nden biri hâline gelir. Direniş şairleri, şiirleri Filistin ulusal hareketinin bir parçası olarak övülen, aralarında merhum Mahmud Derviş ve Tevfik Zeyyad’ın da bulunduğu şairlere verilen isimdir. Bu yaftayı kendisine sorduğumda Kasım şu cevabı veriyor:

“Benim için kullanıldı ve bu beni gururlandırıyor. Ben bir direniş şairiyim, sadece Arap ve Filistin direnişinin değil ama. Ben enternasyonal direnişin bir şairiyim.”

Gerçekten de şiirler, oyunlar, romanlar ve politik makalelerle yüklü o muazzam külliyat konu bakımından çok geniş bir alana uzanıyor; Vietnam Savaşı’ndan Latin Amerika’ya ve ABD’deki yurttaşlık hakları hareketlerine dek bir konuyu ele alıyor. Dahası, şiir onun eylemliliği ile de birleşmiş. Kasım, İsrail’de askerlik yapmayı ilk reddeden Dürzî. Başbakan David Ben-Gurion’a bir mektup yazıyor ve mektupta kendisinin silâh değil, şiir için doğduğunu söylüyor.

Konuyu bugünün mücadelelerine getirdiğimizde, kararlı bir ses tonuyla, Ortadoğu genelinde devrimlerin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. “Arap dünyasındaki mevcut durum altüst oldu, zira askerî diktatörlüğün ve yozlaşmanın kontrolündeki yönetim sonsuza dek süremezdi.” Diğer politik şiirleri yanında ondaki poetika, tüm Arap dünyası genelinde, değişim mesajı taşıyan bir güç olarak görüldü. Değişimin bir gün gerçekleşeceği konusunda her daim iyimser oldu: “Hep şunu söyledim: Diktatörlük ve yozlaşma genel anlamda Arap dünyasını özelde İslam dünyasını sonsuza dek yönetemez. Bu mantıklı ve olağan bir durum değil. Bir seferinde Tunus’ta devrim olduğunda oraya gidip Habib Burgiba Bulvarı’nda yalın ayak dans edeceğimi söylemiştim.” (Tunus’ta devrim olduğunda Kasım, Tunuslu eylemcilerce bizzat davet edildi ve kendisinden Tunus’un ana caddesinde yalın ayak dans etmesi istendi.)

Birçok dile tercüme edilen külliyatıyla Kasım, Asya, Avrupa, Kuzey Afrika, Amerika ve Rusya’ya davet edildi. Dediğine göre, 1979 İslam Devrimi’nden beri İran’a şahsen davet edilen tek İsrail pasaportlu kişi.

Devrimin Dili

O, şiiri “gerçek bir devrimci iş” olarak tarif ediyor ve onun insanlara ulaşma kapasitesine inanıyor. “Değişime iştirak ettiğimi gururla söyleyebilirim” diyor ama öte yandan büyük resme dair bakışını da hiç kaybetmiyor. “Tüm dostlarım, meslektaşlarım, o devrimciler çok çile çektiler ama hepsi de tarih yapma noktasında takdiri hakkediyorlar.”

Kahire’de ve tüm Körfez ülkelerinde birlikte şiir okuduğu Mısırlı halk şairi ve devrimci Ahmed Fuad Necim’in kısa süre önce vefat etmesi onu çok üzmüş. “O gerçek bir şair, gerçek bir özgürlük savaşçısıydı. Birçok kez hapse atılmıştı.” Her ne kadar Kasım, halk diliyle konuşan şiiri takdir etse de, kendisi standart Arapça ile kaleme alınmış şiiri tercih ediyor. “Bir Arap olarak ben Arap birliğini, Arap milletini savunuyorum, Araplar, tanklar, uçaklar ya da iktidarlar üzerinden değil, ama bir biçimde birleşmek zorundadırlar.” Ona göre, dil ve kimlik hayatî bir rol oynuyor: “Birleştiren, Arap dili olmalı. Tek millet, tek kültür, tek dil, tek tarih.”

Bu onun, İngiliz ve Fransız diplomatları arasında birinci dünya savaşı esnasında imzalanan ve batının çıkarlarına Ortadoğu’yu peşkeş çekilmesinin temellerini atan “Sykes-Picot cürmü”ne verdiği cevap. “Bu anlaşmanın tüm Arap tarihindeki en büyük trajedi olduğuna inanıyorum.”

Bu tür tarihsel cürümler, Kasım’ın şiirinde sık sık yinelenen konular. “Zindancıyla Sohbetin Sonu” isimli şiiri en çok bilinen şiirlerinden, bu şiirde Kasım İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne dair tüm taraflara adalet getirecek bir yaklaşımın ihtiyaç olduğundan bahsediyor. Şiirde Kasım, hücresinin başında bekleyen zindancıya, “Küçük hücremin penceresinden senin büyük hücreni görebiliyorum” diyor. Şair bu dizeyi şu şekilde izah ediyor: “Bu mücadele sürdüğünden, zindancı, beni kendi zindanındaki küçük bir hücreye koymuş olabilir ama aynı zamanda o da mahpustur. O da benim yaşadığım meselenin mahpusudur. Onun için ülkenin tümü bir hücredir. Orada sadece hapiste olan ben değilim.” Bu, şiirlerinde hep çatışma dâhilinde mevcut olan insanî değerleri arayıp durduğundan, şairin tüm çalışmasında öne çıkan bir temadır.

Zindancıyla Sohbetin Sonu’ndan:

Küçük hücremin dar penceresinden,
Bana gülümseyen ağaçları görüyorum.
Çatıları doldurmuş ailemi sonra
Pencere ağlıyor ve benim için dua ediyor.
Küçük hücremin dar penceresinden
Senin büyük hücreni görebiliyorum!

Kendisini öldürecek kişiye yazılmış bir mektup biçimini alan “Seyahat Biletleri” isimli şiirinde Kasım, katilinin cebinden bir bilet alıp barış ve özgürlüğün peşine düşmesini, bir seyahate çıkmasını ister. Maruz kaldığı ve yıllarca süren zulme rağmen ondaki bu hümanizm kimilerini şaşırtabilir.

Seyahat Biletleri’nden:

Öldüğüm gün
Katilim cebimde
Biletler bulacak:
Biri barışa,
Biri tarlalara ve yağmura,
Biri de insanlığın vicdanına.
Yalvarırım israf etme biletleri
Yalvarırım, beni katleden sen: git.

Kasım’ın şiiri yasaklıdır, hücrelere atılır, İsrail gizli servisi Şin Bet tarafından takip edilir. Bu, “Yarasalar” şiirinde ele alınır. Ama Kasım değerlerine bağlı kalır: “Her zaman şunu dedim: ırkçılık, Siyonizm ve emperyalizm bizi sadece tek bir koşulda yenebilir, bize insanlığımızı terk ettirdiğinde. Kimsenin insanlığımı benden almasına izin vermeyeceğim, o benim siperim. Orada savaşıyorum ve kimse beni bu barikattan söküp alamaz.”

Gelecek Nesil

Mülâkatın bu aşamasında Kasım durup bir sigara yakıyor. Mahcup bir biçimde gülümsüyor ve doktorun sigarayı bırakmasını tavsiye ettiğini söylüyor. Sohbetimiz genç şairlere öğütlere dönüşüyor sonra. “Güzel şiirler yazan yeni birçok sesimiz, delikanlımız ve kızımız var.”

1967’de, Hayfa’daki Demun Hapishanesi’nde kalırken üyesi olduğu İsrail Komünist Partisi’nde çalıştığı günlerde Kasım, İttihad ve Cedid isimli iki derginin editörlüğünü üstleniyor. Bana editörlük dönemini ve genç şairlerden aldığı katkıları anlatıyor: “Genç şairler bana şiir getirirlerdi, ben de o şiirleri okuyup onlara ‘bakın, bu şiir bana benziyor. Gidin ve size benzeyen bir şiir getirin bana.’ Beni taklit etmenizi istemiyorum. Ben sizin yüzünüzü, dilinizi istiyorum” derdim. Bu konuda gerçekten katı: “Bu, hep benim politikam olmuştur. Bana benzeyen yeni bir nesil istemiyorum ben.”

Her ne kadar bugün kendi şiiri genç şairleri etkilese de o, bugünkü şair neslinin kendi yolunu bulması gerektiğini söylüyor. “Kendisine benzeyen, özgün olan yeni bir nesil istiyorum ben. Etkilenmek, sevmek, hoşlanmak, incelemek, okumak, öğrenmek tamam ama aynı zamanda özgün de olunmalı.” Kasım, şimdilerde İsrail’deki Arap nüfusu tarafından yaygın biçimde okunan Kulü’l-Arab isimli gazetenin editörlüğünü yapıyor.

İki yıl önce Kasım’a kanser teşhisi konuldu, o günden beri tedavi görüyor. Misafirlerin gelmesi canına can katıyor. Ölümü kabullenirken bir yandan da şiir yazmanın nasıl bir şey olduğunu soruyorum ona. “Şair insandır ve doğanın parçasıdır. Doğadaki değişimler beni etkiliyor ve bedenim bu doğanın bir parçası. Dolayısıyla bedenimdeki her türden değişim yazılarımı etkileyecektir.”

Devam ediyor: “Daha az yaygara kopartıyorum. Şüphelerim var. Ama iyimserliğimi terk etmiş değilim.” Kahvesinden bir yudum alıyor ve bu konuya dair yazdığı bir şiirini okuyor:

Seni sevmiyorum, ölüm.
Ama senden korkmuyorum da
Biliyorum ki bedenim senin yatağın.
Ruhum da canım da yatak örtün.
Biliyorum, taburen bana çok dar.
Seni sevmiyorum, ölüm.
Ama senden korkmuyorum da.

Kasım’ın siyasî hayatı, birçok ayaklanmaya, isyana, yenilgiye ve küresel değişikliğe tanık olmuş. Gençken Nasır’ın panarabist milliyetçiliği ve radikalizminden etkilenmiş, bugünse değişimin daha uzun vadede gerçekleşeceğini düşünüyor: “Gençken” diye söze başlıyor ve devamında elindeki sigarayla beni işaret edip, “ki sen de gençsin” diye devam ediyor: “Düşündüğün her şeyin hemen şimdi ya da yarın olması gerektiğini düşünürsün. Yapılmak zorundadır. Yapılmalıdır ve yapılacaktır.”

Biraz duraksıyor. “Şimdi böyle düşünmüyorum” diyerek tekrar başlıyor söze, biraz dalgın bir ifadeyle. “75 yaşındayım. Zaman, deneyim ve hayat, tüm bu şeyler, bana acele etmemeyi, zamana saygı duymayı ve işlerin seninle ya da sensiz halledilmesini zamana bırakmayı öğretti. Artık dünyada değişimleri beklemeyi öğrendim.” Gençken öfkeli olma hâlini tarif ediyor sonra: “Uzun yıllar yalnız olduğumu düşündüm. Konuşan bir tek bendim ve dünya beni dinlemeliydi. Bu berbat dünya beni dinlemek zorundaydı.”

Bu, ilk şiirlerinin önemli bir bölümündeki mesaj aynı zamanda. “Dünya beni dinlemelisin yoksa kırbacımla kırbaçlarım seni.” Gülüyor. Kendisindeki değişimin 2001’de başladığını söylüyor. Şüphelerinin su yüzüne ilk çıkışı da Sudan Daha Hüzünlü şiiri. Şiir bir serbiyye çalışması, Kasım’ın kendisinin geliştirdiği ve ruh hâliyle duygulardaki değişimler üzerine kurulu bir şiir biçimi, serbiyye. Burada şair, zulmün ve ümitsizliğin yol açtığı kaosu anlama karşısında ağıt yakıyor.

Miras

Tüm bölge genelinde insanlar, Kasım’ın şiirlerini ezberlemesine rağmen o, şiirlerinin nasıl anımsanacağı üzerine hiç düşünmüyor. “İnan bana, beni gelecekte nasıl anımsayacaklar diye hiç sormuyorum kendime.”

“Eğer Filistin halkı özgür olacaksa, eğer Arap dünyası birleşecekse, eğer sosyal adalet tüm dünyada muzaffer olacaksa, eğer uluslararası barış tesis edilecekse, beni ya da şiirlerimi kimin hatırlayacağını asla umursamıyorum. Umurumda değil.”

Kasım’ın şiirinde amaç, özelde Arap dünyasında varolan vizyondan daha geniş bir vizyona sahip olmak. “Örneğin intifada ile ilgili şiir yazmışsam bu şiir asla bir belgesel değil, hayır, ben, intifadadaki duygu, onun anlamı üzerine yazıyorum. Şiir, özel ve lokal bir eylemden ziyade, görece daha insanî ve daha enternasyonal oluyor böylelikle.”

Genelde Kasım dünya konusunda iyimser. “İyimser olmazsam, tek kelime yazamam. Değişim yarın sabah gerçekleşmeyecek; biz bugün değil, yarından sonra değiştireceğiz dünyayı.” Burada bir mecaza başvuruyor ve devam ediyor: “Hep bu noktada bazalt taşını örnek veririm. Eğer bazalt taşının üzerine tek bir su damlası düşse, bu damla, bugün, bir ay ya da bir yıl sonra olmasa da ille küçük bir çukur açacaktır.”

Liam Brown
12 Şubat 2015
Kaynak

19 Ağustos 2014

,

Ferguson Dersleri


Ferguson Ateş Altında

Birkaç gün önce 18 yaşındaki Michael Brown’un katledilmesi sonrası başlayan gösteriler, St. Louis’in 20 mil kuzeyindeki bu küçük kasabayı manşetlere taşıdı. Ayaklanma giderek yoğunlaştı, polisle çatışmalar daha da yaygınlaştı. Uçuşa yasak bölge ilân edilen kasabayla ilgili yayın yasağı kararı çıkartıldı, iki muhabir gözaltına alındı, görüntülere bakılacak olursa, polis mevcut durumu haber yapmaya çalışan diğer gazetecilere de gaz bombaları atıyor.

Ferguson, Missouri bugün sıkıyönetim altında. Obama dâhil tüm siyasetçiler, devlet destekli “fikirler”ini dile getirdikçe, ağır silâhlarla donanmış insanlar öfkeli kalabalığa daha çok saldırıyorlar.

Medya hâlâ gösterilere katılanların niyetlerini sorguluyor ve esas olarak isyanın kendisine odaklanıyor. Kimileri “ne faydası var bu şiddetin?” diyor. Arkasından şu soru geliyor: “Bu şiddetten kim istifade ediyor?” Ferguson’daki kalabalıklar adalet istiyorlar. Bu mazlum halk “yanlış zamanda yanlış yerde” bulunmak ve siyah olmak sebebiyle, yolda yürürken vurulup vurulmayacaklarını bilmek istiyor.

Amerika Birleşik Devletleri bu öfkeli taleplere nasıl cevap veriyor? Gaz bombaları, zırhlı araçlar ve küçük bir ordu ile.

Eğer tarih bize bir şey öğretmişse, o da şudur: ABD, mazlumları tahkir etmekten başka bir şey yapmaz. Küba’dan Vietnam’a, Oakland’dan Bronx’a, Ferguson’dan Gazze’ye, halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve toplumsal devrimi sabote etme noktasında ABD’nin ortaya koyduğu gayretleri detaylandırmak için saatlerce uğraşabiliriz. ABD, mazlumların düşmanıdır ve her zaman da öyle olmuştur.

İktidar kolayca feragat edilen bir şey değildir. Eğer Ferguson’daki göstericiler ve tüm ülke genelindeki mazlum kitleler bu Beyaz İktidarı’nı gerçekten parçalamak istiyorlarsa, o vakit bizim bunun için mücadele etmeye hazır olmamız gerekir. Pasif direniş veya statükoya karşı çıkmak için barışçıl yollara meyletmek cazip gelebilir. Kimse canının yanmasını istemez. Birçok insan için başkasına zarar verme fikri hafife alınabilecek bir mesele değildir. Ancak barışçıl direniş yolu mazlumlara asla özgürlük getirmez. Bu, Mike Brown ya da polis terörizmine kurban gitmiş herhangi bir kişi için adalet talebinde bulunmak noktasında da geçerlidir. Barışçıl direniş karşı tarafın bir vicdanı olduğunu varsayar. Masum bir genç olan Mike Brown’u vuran poliste sizce vicdan var mı? Sizce o polis, sosyal koşulların derinliğini ya da ahlâkî zorunlulukları hiç aklına getirmiş midir? Polis zalim devletin bükülen koludur; onlarda vicdan namına bir şey yoktur, eğer olsaydı bile, stratejik açıdan bu vicdana bel bağlamak mümkün değildir. Barışçıl direniş ayrıca bir seyirci talep eder. Polis aktif biçimde muhabirleri ve gazetecileri gözaltına almaktadır. Alınmayanlarsa şüphesiz ki sindirilmiş durumdadırlar ya da kimi görüntülerin de gösterdiği üzere, saldırıya uğramaktadırlar. Ferguson’ı seyreden seyirciler ana medya ortamlarında değil, sosyal medyada toplaşmaktadırlar; Bu seyirci, olayları kitlelerle arasındaki alternatif iletişim biçimleri üzerinden izlemekte ve o kitlelerle organik bir ilişki kurmaktadır. Söz konusu seyircinin polisi durdurması mümkün müdür? Kesinlikle değil.

Ferguson seyircisi, biz ne kadar ona sempati duyarsak duyalım, onun varlığı bizi ne denli heyecanlandırırsa heyecanlandırsın, hâlâ liberal eylemsizliğin söz konusu sembolik evrenine mahkûmdur. Çekilen ıstırapla ilişki kurabiliriz. Yaşanan yıkımla ilişki kurabiliriz. Maruz kalınan zulümle ilişki kurabiliriz. Ama bu ilişkiyi ifade etme yöntemlerimiz en iyi hâliyle düşünceye sırtını yaslar ve (en azından yaygın biçimde uygulanan yöntemler dâhilinde) Ferguson’daki mazlum halka hiçbir somut yardım sunmaz.

Ferguson halkının liberal eylemsizliğe ihtiyacı yoktur. Ona lazım gelen, pasif bir sempati de değildir. Bu halkın ihtiyaç duyduğu şey asla barışçıl direniş değildir. Ferguson halkı, tıpkı Gazze halkı gibi, bir Halk Ordusu’na muhtaçtır.

“Halk Ordusu Olmayan Bir Halk Hiçtir”

Bu söylenenler, halk enerjisini farklı bir biçimde maddîleştiriyor diye, onun ortaya koyduğu enerjiyi küçümsüyoruz anlamına gelmez. Aksine bizim bu enerjiyi övmemiz ve polis terörizmine karşı ayağa kalkan kitlelerin bizatihi belirledikleri tavrı desteklememiz gerekir.

Halk Ordusu, kitlelerin polis terörüne yeterli cevap üretmesini ve faşist saldırılara karşı kendisini savunmasını sağlar. Halk, bir halk ordusunu hakketmektedir. Güvende olmak ve polisin misillemesi ya da ölüm korkusu olmaksızın mücadeleyi sürdürmeleri, halkın hakkıdır. Halk ordusu, devlet destekli olmayan bir yoldan, Ferguson’ın safında, tüm mazlumların ülke genelinde mücadele etmesini ve onunla ilişki kurmasını sağlar. Burada mesele, geçmişte kalmış kimi kavramlara yönelik nostaljik ya da maceracı bir başvuru yapmak değildir. Bizim meseleye doğal yoldan yaklaşarak, Mao ya da Lenin’e başvurmamız gerekmemektedir. Mevcut duruma dair tüm cevaplar bugündeki anlayışımız içinde mevcutturlar. Asıl güçlük, hangi fikirlerin destekleneceği ve bu fikirlerin, kitleler içindeki en geniş temsiliyet üzerinden, nasıl aktarılacağıdır.

İşte partinin de devreye girdiği yer burasıdır. Bu parti ne bir burjuva politik partidir ne de her türden “Marksist”in kullandığı köhnemiş ve retoriğe dönüşmüş bir aygıttır. Biz en insanî ve en kapsamlı olan partiyi kastediyoruz. Bu parti, mazlumlardan oluşan, mazlumların politik açıdan en ileride olan kesiminin oluşturduğu, mevcut ırkçı emperyalist devlete karşı direnişi örgütlemede liderlik yapan ve belirleyici olan bir partidir. Bu parti, sömürenlere karşı sömürülenlerin çıkarlarını savunmaya hazır aynı ölçüde radikal bir halk ordusu ile birleştirilmiş olan bir yapıdır. Ferguson’daki zulmü sistematize edilmiş, kudretli bir güce dönüştürecek olan da işte bu partidir.

İktidar bir yanılsamadır. Eğer içinde yaşadığımız toplumu dönüştürmek, koşullara gerçek manada karşı koymak istiyorsak, birincil önceliğimiz iktidarın alınması olmalıdır. Burada iktidar derken kastedilen, tüm amorf biçimleri dâhilinde iktidar ama daha kesin bir ifadeyle, müesses devlet iktidarıdır; bugün yönetici sınıf tarafından yönetilenlere karşı kullanılan politik iktidardır. Bu iktidarı ele geçirmek ve onunla bizim hâkim olduğumuz bir ilişki tesis etmek, sınıfsal açıdan onu parçalayan bir mücadeleye ihtiyaç duyacaktır.

Mike Brown’un ailesi ve dostlarının talep ettikleri adalet, mevcut toplumsal düzende mümkün değildir. Para insandan daha önemli oldukça, insanlar para için bir araç olmaktan başka bir şey olmayacaklardır. Toplumumuzun ve kapitalizm dâhilinde sahip olduğumuz mevcut varoluşumuzun temel sorunu, birkaç reform yapmak ya da gösterişli yeni bir hukuk tesis etmek değildir. Sorun, toplumumuzun tüm işleyişinde mündemiçtir. Doğruyu söylemek gerekirse, aslında bu bir “sorun” da değildir. Bir insan, bir grubun soykırıma tabi tutulması ve başkasının köleleştirilmesi üzerine kurulu bir toplumda yaşıyorsa, süregiden bu sistemsel zulüm ne türden bir “sorun”la yüzleşmektedir?

Henüz mücadele bitmemiş olsa da, Ferguson’dan alınacak kimi dersler vardır. Bize bir parti gerekmektedir. Bize halk ordusu gerekmektedir. Bizim ihtiyacımız olan, yeni bir toplumdur. Michael Brown için adalet temel bir gerekliliktir. Bize hükmeden sistemle anlamlı ve sistematik bir tarz dâhilinde mücadele etmeye hazır olana dek, adalet sadece kısa süreli bir umut olarak kalacaktır; o güne dek akşam haberlerinde o âlimler, “temiz” ve liberal anlayışları ile gülmeye devam edebilirler.

Ferguson halkı için ülke ve dünya genelinde gerçekleşen tüm gösteri ve yürüyüşlerle dayanışma içinde olalım. Gazze’den Missouri’ye dek uzanan, halkları kucaklayan mazlum dayanışmasını büyütelim ve onu tek bir mücadele hâline getirelim. Ferguson ile dayanışma içinde olalım. Kahrolsun polis! Michael Brown için adalet herkes için adalettir.

Zak Brown
14 Ağustos 2014
Kaynak

18 Ağustos 2014

, ,

Filipinler Komünist Partisi


Dünyanın En Uzun Komünist Devrimi

Hakkında Bilinmesi Gereken On Şey

 

1. Filipinler Komünist Partisi (FKP) 26 Aralık 1968’de Alaminos, Pangasinan’da yeniden kuruldu. Silâhlı kanadı Yeni Halk Ordusu (YHO) 29 Mart 1969’da Capas, Tarlac’ta oluşturuldu. Partinin de içinde yer aldığı Ulusal Demokratik Cephe (UDC) isimli devrimci ittifak ise 24 Nisan 1973’te kuruldu. FKP-YHO-UDC, silâhlı devrimi, kurtarılma imkânını hâlihazırda tüketmiş mevcut sistemin yerine başka bir sistem koyma noktasında, etkin ve nihai çözüm yolu olarak görmektedir.

Başlangıcından beri FKP ilhamını, komünist liderler Karl Marx, Frederick Engels, Vladimir Lenin ve özellikle de Mao Zedong’un öğretilerinden alır, Mao’ya yönelik ilginin özel nedeni ise, ülkenin içinde bulunduğu koşulların 1949 Devrimi öncesi Çin koşullarına benziyor oluşudur. YHO’nun ilk liderleri, II. Dünya Savaşı esnasında Japon işgaline karşı gerçekleştirilen Filipin direnişinde aktif rol almış olan Huk Ordusu’nun köylü ve genç üyeleridir. UDC, halkın demokratik cumhuriyetini kurma noktasında, birliğin temeli olarak on maddelik bir program hazırlamıştır (bu program sonrasında 12 maddeye çıkartılmıştır.).

2. FKP, kentlerin kırsaldan kuşatılmasına dayalı Maoist askerî stratejiyi benimsemiştir, bu strateji, daha önce Filipinler’de uygulamaya sokulmamış bir stratejidir. YHO, sıkıyönetim esnasında yaşanan zorlu koşullarda mevcut gücünü korumayı bilmiş, hatta gelişme kaydetmiştir. Komşu devletleri komünist ya da Amerika karşıtı olan Vietnam’daki coğrafî avantajlardan yoksun olan ordu, ulus genelinde gerilla savaşı vermiştir.

3. Seksenlerde Güneydoğu Asya’daki birçok komünist parti yenilmiş ya da lağvedilmiş iken FKP ilgili dönemde önemli bir askerî güç ve politik etkiye sahip olmuştur. Filipinler Ordusu bile UDC’nin gücünün 1986’da zirveye ulaştığını, ülke genelinde üye sayısının 25.ooo civarında olduğunu söylemiştir. YHO ise bir bildiriyle, söz konusu rakama birkaç yıl önce ulaştığını söylemiş, seksenlerde gelişmiş tüfeklere sahip savaşçı sayısını kontrol altında tuttuğunu duyurmuştur.

4. FKP’nin yeniden kuruluş süreci, ellilerde önemli politik kayıplar yaşamış eski komünist partisinin (Partido Komunista ng Pilipinas, 1930) acı deneyiminden sonuçlar çıkartan gençlerin başlattığı bir arındırma hareketinin mirasıdır. Otuz yıl sonra FKP, kuruluş ilkelerini yeniden teyit eden yeni bir arındırma kampanyası daha gerçekleştirmiştir.

Sovyet bloku dağıldığında, FKP, dünya genelinde Marksizmi savunmayı sürdüren birkaç komünist partiden biridir. Partiye göre, doksanlarda Sovyet Rusya çöktüğünde itibarsızlaşan sosyalizm değil, revizyonizmdir.

FKP, seksenlerde ciddi politik hatalar yaptığını kabul eden ilk Filipinli politik partidir. Partiye göre, bu önemli yanlışlar, kentlerdeki kitle tabanının ve kitle desteğinin küçülmesine yol açmıştır. Ayrıca parti, kimi YHO birimlerinin sebep olduğu insan hakları ihlalleri ve aşırılıklardan ötürü özür dilemiştir.

Arındırma kampanyası doksanlar boyunca sürmüş, FKP yereldeki kitle hareketini ayaklandırma yoluna gitmiştir. Bu hamleye ilk tepki Filipinler hükümetinden gelmiş ama bu hamle sayesinde FKP ülkedeki ana politik güç olma imkânına kavuşmuştur. 45 yıl sonra parti, dünyanın en uzun Maoist devrimine öncülük etmeyi sürdürmektedir.

5. FKP, ulusal demokratik hareket olarak bilinen, altmışlı yıllarda ortaya çıkan ilerici eylemcilikten istifade etmiştir. Bu hareket ilhamını kısmen Filipinli devlet adamı ve milliyetçi aydın Claro M. Recto’nun desteklediği “İkinci Propaganda Hareketi”nden almıştır.

6. FKP’nin devrimci politik programı, hâkim yozlaşmış (trapo: kirli paçavra) partilerin yavan, seçkinci ve halk karşıtı ajandaları karşısında önemli bir avantaja sahiptir. Kırsalda savunulan programın merkezî unsuru hâlâ toprak reformu meselesidir, böylelikle fakir köylülerin silâhlı devrime verdikleri destek bir biçimde varlığını muhafaza etmektedir. Partinin eşitsizliğe ve zulme son verme vaadi birçok toplumsal sektörü ve aydını cezbetmektedir. Bugün işittiğimiz, kadın hakları, cinsiyet eşitliği, yerli halkların yetkilendirilmesi, çevrenin korunması, işçi hakları, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık ve daha birçok başlık FKP-YDC-YHO kadrolarınca altmışların sonu ve yetmişlerin başında dillendirilmiştir.

7. Ulus genelinde sahip olduğu ve takımadaların en ücra köşelerine kadar ulaşabilen ağı üzerinden FKP, Filipin dilinin yayılmasına ve gelişmesine muazzam katkılar yapmıştır. Başından beri FKP, kitlelerin dilini, yayınlarında, örgüt dokümanlarında ve toplumsal faaliyetlerinde bilinçli ve yaratıcı bir biçimde kullanmıştır. Parti ayrıca kültürel mirasımızın korunması, zenginleştirilmesi ve popülerleştirilmesi için çabalamış, özellikle yerli halklara ait pratiklerin korunması noktasında önemli adımlar atmıştır.

FKP’nin politik pratiklerinin akademya üzerinde de önemli bir etkisi olmuştur. Marksizm ve onunla bağlantılı konu başlıkları yetmişlerde partinin güç ve etki sahibi olması ile kabul gören akademik disiplinler hâline gelmiştir. Parti ayrıca tarihyazımının ve radikal bilgi birikiminin ana mecraya sokulmasını teşvik etmiş, bunu akademisyenleri teori ile pratiği kaynaştırmaya zorlayarak, Filipinler’deki eğitimde mevcut olan sömürge yönelimini revize ederek ve üniversite araştırmalarını Filipin halkının somut ihtiyaçlarıyla ilgilenen ve onlara cevap veren bir niteliğe büründürerek gerçekleştirmiştir.

8. 1986’da UDC ile Filipin hükümetleri arasında barış görüşmeleri yapılmıştır. Her iki taraf 1998’de Kapsamlı İnsan Haklarına Saygı ve Uluslararası Savaş Hukuku Anlaşması olarak bilinen anlaşma dâhil, bir dizi anlaşmaya imza atmıştır.

9. Yasadışı ilân edilmiş olduğundan FKP’nin seçimlere katılması ya da önde gelen kadro ve üyelerinin kimliklerini ifşa etmesi mümkün değildir. Ancak bugün FKP üyeliği artık bir suç olmaktan çıkmışsa da hâkim bürokraside, özellikle orduda mevcut olan akıldışı komünist korkusu sebebiyle, FKP’ye desteğini ifade etmek hâlâ tehlikeli bir konudur.

FKP, seçimlerin para babası ve savaş zengini seçkinlerin partilerince maniple edilen nafile ve düzmece demokratik bir ritüel olarak icra edildiğini düşündüğünden, mevcut gerici seçim siyasetini reddetmektedir. Kendi ifadesine göre, parti, kimi ilerici ve vatansever güçlerin gerici seçimlere girmesine saygı duymaktadır ama gerçek bir değişimin yaşanabilmesi için gerekli ana mücadele biçiminin hâlâ uzun süreli bir halk savaşı olduğu tespitinde ısrarcı olmayı sürdürmektedir.

10. FKP’nin kurucu başkanı Joma Sison’dur. 1986’da Sison, Bibliyografik Marksizm Sözlüğü (Londra) tarafından, 1848’de kaleme alınan Komünist Manifesto’dan beri en önemli 200 Marksist’ten biri olarak gösterilmiştir. 1988’de bir dizi seminer vermek için Avrupa’da bulunduğu esnada pasaportu Cory Aquino tarafından iptal edilen Sison, Hollanda’ya iltica etme yolları aramıştır.

Geçen Mart ayında Filipin ordusu, FKP’nin üst düzey kadroları olan Benito Tiamzon ve Wilma Austria’yı tutukladığını iddia etmiştir.

Halk savaşı henüz hâkim sistemi yıkacak güçte değilse de mevcut sistem lime lime olmaya devam ettikçe FKP-UDC-YHO tarafından vaat edilen devrimci ayaklanma bu yazının yazarını da içerecek biçimde, tüm kitlelere umut veren aşılması zor bir seçenek olarak kalacaktır.

Mong Palatino
15 Ağustos 2014
Kaynak

16 Ağustos 2014

,

Filistin'den Ferguson'a Mazlumların Dayanışması

“Adalet yoksa barış da yok”

 

Tarihî Filistin’in içindeki ve dışındaki Filistinli gruplar ve bireyler, Ferguson, Missouri’deki kardeşleriyle dayanışma içinde olduklarını gösteren aşağıdaki bildiriye imza attılar.

On sekiz yaşında vahşi bir biçimde katledilen Amerikalı Mike Brown için adalet talep eden silâhsız göstericilerin üzerine salınan polislerin çoğunun İsrail’de eğitim görmüş olması şaşırtıcı değil. Filistinlilerin çoğunlukla, göstericilere gaz bombaları atma ve taciz edici gazetecileri devreye sokma gibi, İsrail’in sömürgeci ordusuyla ilişkilendirdiği despotik taktiklerin tümünün bugün Ferguson’da uygulamaya sokulduğuna şahit oluyoruz.

Her ne kadar Ferguson ve Filistin iki farklı bağlam olsa da, her iki yer ve her iki halk kendilerini “elden çıkartılabilir ötekiler” olarak görmeyi sürdüren ve buna göre muamele eden beyazların üstünlüğüne iman etmiş zulüm düzenine karşı mücadele ediyor.

Aşağıdaki bildiriyi imzalayan bireylerin hepsi birbirleriyle anlaşmıyor, birbirlerini tanımıyor olabilir. Ancak imza atanların hepsi de, her Filistinli için, tüm dünya genelinde mazlumların mücadeleleri ile kurulan ilişkileri desteklemenin ve bu ilişkileri güçlendirmenin ahlâkî bir sorumluluk olduğuna inanmaktadır.

Bahsedilmeye değer diğer bir husus da Filistinlilerin verdikleri özgürlük mücadelesinin geçmişte ve bugün siyahî kardeşlerimizin verdikleri mücadelenin bir kopyası olmamasıdır. Ayrıca siyahların mücadelesi de homojen değildir. Nihayetinde siyahî kardeşlerimizin mücadelesi, bizim mücadelemizi “popüler” kılma noktasında devreye sokulan basit bir araç değildir.

Ancak geçmişte ABD, Güney Afrika ve Afrika kıtasındaki sömürgelerde sürdürülmüş olan insan hakları mücadeleleri ile ırk ayrımcılığı ve sömürgecilik karşıtı mücadeleler bize öğrenmemiz gereken bir dizi model sunmaktadır. Bugün Filistinliler (Mahmud Abbas ve dalkavuklarının ihanetleri hariçte tutulmak kaydıyla) ABD, İsrail olarak bilinen yerleşimci-sömürgeci güç ile Avrupa ve Arap devletlerinde mündemiç olan despotizme karşı ayağa kalkmaktadırlar.

*  *  *

Bildiri

Biz, aşağıda imzası bulunan Filistinli bireyler ve gruplar, Ferguson, Missouri’de, 9 Ağustos günü polis tarafından silâhsızken vurulan siyahî genç Michael Brown ile dayanışma içinde olduğumuzu ifade ederiz. Bizler, mücadelelerini sokağa taşıyan ve militarize polis işgali ile yüzleşmiş Ferguson halkına yönelik desteğimizi ve dayanışma duygularımızı iletmek isteriz.

Yerinden yurdundan edilmiş halkımıza mensup tüm gruplar ve kesimler adına bizler, neredeyse tüm hayatî yönleri dâhilinde, siyahî kardeşlerimizi hedef almayı sürdüren zulme karşı verdiğiniz mücadelede ve acılı gününüzde yanınızda olduğumuza dair sözümüzü iletiyoruz.

Ahlâkî açıdan maruz kaldığınız haksızlığı anlıyoruz. Duyduğunuz acı ve öfkeyi yüreğimizde hissediyoruz. Sizi sistematik biçimde insanlığın kenarına iten ırkçı kapitalist sistemin altyapısına karşı gerçekleştirdiğiniz isyanı iyi anlıyoruz.

Ve biz sizin safınızdayız.

Siyahlara ve onların hayatlarına yönelik ilgisizliğin ve saygısızlığın, zulmün kasten tatbik edildiği ülkenizdeki beyazların üstünlüğü üzerine kurulu sistemde yaygın bir durum olduğunu görüyoruz. Biz de temel insanî değerler için mücadele ettiğimizden, sizin çağlar boyunca verdiğiniz mücadeleleri birer ilham kaynağı olarak kabul ediyoruz. İlhamımızı ve gücümüzü Malcolm X, Huey Newton, Kwame Ture, Angela Davis, Fred Hampton, Bobby Seale ve diğer isimler gibi devrimci liderlerinizden ve çağlar boyunca verdiğiniz mücadelelerden alıyoruz.

Üniversiteye başlamasına bir hafta kala hayatına son verilen Michael Brown’a saygılarımızı sunuyoruz. Ayrıca siyahların hayatına yönelik horgörü ve ırkçılıkla motive olanların benzer koşullarda katlettiği daha birçok siyaha hürmetlerimizi iletiyoruz: Ezell Ford, John Crawford, Eric Garner, Trayvon Martin, Tarika Wilson, Malcolm Ferguson, Renisha McBride, Amadou Diallo, Yvette Smith, Oscar Grant, Sean Bell, Kathryn Johnston, Rekia Boyd ve sayılması gereken daha birçokları.

Siyah İktidar yumruğunu kaldırarak havaya, Ferguson halkını selamlıyor ve adalet talebine katıldığımızı beyan ediyoruz.

İmzalayanlar:
Susan Ebulhava, romancı ve eylemci
Lina Elsafin, üniversite mezunu, Londra Üniversitesi, Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu (SOAS)
Budour Hassan
Rinad Abdullah, Profesör, Birzeit Üniversitesi
Remzi Barud, Middle East Eye Yönetici Editörü
Diana Buttu, Avukat, Filistin
Rana Baker, üniversite mezunu, (SOAS)
Abbas Hamide, eylemci ve örgütçü
Abir Kıpti
Ahlam Muhtasib, Profesör, Kaliforniya Devlet Üniversitesi (CSU)
Alaa Milbes, Ramallah, Filistin
Alaa Mervan, Ramallah, Filistin
Nur Cuda, Washington DC
Ali Zübeyde, Sakhnin, Filistin
Arij Elrecebi , Kudüs, Filistin
Arij Saeb, öğrenci, Kudüs
Esma Cabir
Bisan Ramazan, Nablus
Dina Zübeyde, Amsterdam, Hollanda
Dr Jess Ghannam, San Fransisko Kaliforniya Üniversitesi (UCSF)
Huweyde Arraf, Avukat, New York
Necmi Afed, Tetra Tech DPK
Monadel Herzallah, USPCN, San Francisco Bay Area
Gassan Hüseyin
Dinna Ömer
Randa C. Issa
Emel Huri, MD MPH, Washington, DC
Amani Bereket Moorpark, Kaliforniya
Fadi Quran
Fecr Harb
Falastine Dwikat, PCACBI
Hala Gabriel
Halid Carrar
Usame Ahmed, AMP Bay Area müdürü
Hala Turjman
Halla Şueybi, Birzeit Üniversitesi
Harun Arsalai
Zeyd Şueybi
Hürriye Ziade
Dima Eleiwa, Şucayya, Gazze, Filistin
Cemil Selim, Birzeit Üniversitesi
Kerim Selim, Uluslararası Dayanışa Hareketi, Filistin
Halid Bereket
Huzame Hanun, Filistin
Leyla Avartani, Ramallah, Filistin
Lana Habeş, Oraya Gidelim Kolektifi
Lana Huri, Washington DC
Yusuf Elcemal, Malezya Üniversitesi
Saffan Hamdi
Lina Bereket
Lema Nezih, avukat
Yâra Kayyali Abbas, Filistin
Meryem Barguti, Birzeit Üniversitesi
Muhammed Ayyad, üniversite mezunu, SOAS
Nadir Elhuzundar
Nancy Mansur, Varolmak Direnmektir, New York/Filistin
Muhammed Elkadir, Birzeit Üniversitesi
Nazik Hassan, avukat, Riverside, Kaliforniya
Nora Taha
Rena Zueybi
Rolin Tafakji-Haydami
Samira Suud
Sana İbrahim
Şirine Seykali, UCSB
Tahir Herzallah
Tamara Rim, Washington DC
Ahmed Nimer, Filistin
Riya Elsanâ, gazeteci, Londra
Alaa Milbes, Ramallah
Belal Dabur, Gazze doktor
Huda Asfur, PhD, Durham NC
Iyad Afalqa, Irvine, CA
Ruba Leech, Portland, OR
Reşad Eldabbah, Arap-Amerikan Uzmanlar Ağı
Meysun Süleyman Hatib, İnsan Hakları Uzmanı
Diana Elzir, Ramallah, Filistin
Mona Kadah, Boston MA
Lucy Garbett, Kudüs, Filistin
Hadil Assali, Columbia Üniversitesi, NYC
Mecid Şihade, Oakland, CA
Tamara Tamimi, Filistin
Hammam Ferah, psikoterapist ve editör
Dina Elmuti, İşkence Kurbanları İçin Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi
Leyla Hamdan, Portland OR
Büşra Şemma, VA, ABD
Rahip Fahid Ebuakil, Presbiteryan rahibi, Atlanta, GA
Rehab Nazzal, sanatçı, Kanada
Ezis Silwadi, Filistin
Dua’ Nahala, serbest araştırmacı, Belçika
Emel Uveys, Filistin
Şahin Nassar, UCR
Emin Dellal, gençlik danışmanı
Dr. Tarık Şedid, cerrah
Zaha Hassan, Esq
Randa Issa, PhD
Murad Salih, GED
Lila Şerif, Ph.D
Said Atşan, Ph.D
Raşa Huri, MD Kudüs
Hadil Assali, Columbia Üniversitesi, NYC
Rebab İbrahim Abdulhadi, Irk ve Direniş Araştırmaları Doçent Doktoru, San Fransisko Üniversitesi
Tanya Keylani
Şehd Ebuselame

Örgütler:
Filistin İçin Amerikalı Müslümanlar
Emir Cubran’a Özgürlük Kampanyası
Uluslararası Dayanışma Hareketi, Filistin
Oraya Gidelim Kolektifi
Samidun Filistinli Tutsaklarla Dayanışma Ağı
Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler, New Mexico Üniversitesi
Ahmed Sedat’a Özgürlük Kampanyası
Bay Area İntifada, Bay Area
PAWA, Filistinli Amerikalı Kadınlar Derneği
NSJP, Filistin’de Adalet İçin Ulusal Öğrenciler
Filistin’de İnsan Hakları İçin Birleşmiş Amerikalılar
Mashjar Juthour, Filistin
Harvard Filistin Dayanışma Komitesi
El-Awda NY, Filistin Ülkeye Dönüş Hakkı Koalisyonu
Duvarı Durdurun
ABD’de Süren İsrail’e Karşı Akademik ve Kültürel Boykot

Rana Baker
15 Ağustos 2014
Kaynak