20 Eylül 2018

,

Tahtakuruları

Yıllar önce Aziz Nesin, aslında ülke insanının yeterince et tüketememesinden dem vuruyor, o ünlü “halkın yüzde altmışı aptal” lafını, halkın yüzde altmışlık kısmının et tüketemediği haberi üzerinden dillendiriyordu.

Bugünse gene kriz var ve insanlar, iki yüz gram kıyma almadan önce epey bir düşünmek zorundalar. Devlet, bu iaşenin dağıtımı ve temini noktasında belirli bir role sahip. Ama mevcut uluslararası, bölgesel ve ülkesel kriz şartlarında bu rol ifa edilemiyor. Bu yönde halkı kışkırtma ve ayaklandırma derdine düşmeyen sol ise derhal veganizme sarılıyor. Veganizm, bunun için var. İnekleştirilen insanoğlu, sorumluluklardan ve yükten kurtuluyor, zira bu, üst-insan için atılan bir adım.

Zamanla devlet, halkla ilgili sorumluluklarından sıyrılıyor, giderek, şirket gibi idare ediliyor, içerik ve biçim buna göre oluşuyor. Ve tabii sol da içeriğini ve biçimini buna göre oluşturuyor. Devlet denilen tencereye uygun bir sol kapak bulunuyor.

Etin yenemediği koşullarda, muhtemelen devlet eliyle, bir “şarbon paniği” piyasaya sürülüyor, böylelikle et yememe ile alakalı gerilim azaltılıyor, kontrol altına alınıyor, kaynağı bilinmeyen bir korku tüm ülkeyi sarıyor, insanlar, “zaten yenecek bir hâli de kalmamış etin” diye düşünüyorlar.

Tam bu sorumluluğun ortadan kalktığı ortamda veganlar sahneye çıkıyorlar ve “tüm et satışları durdurulsun” diye basın açıklaması yapıyorlar. Açıklama, tabii ki, istediğinde “Kadın”, istediğinde “Kürd”, istediğinde “Özgürlükçü Gençler”, istediğinde “LGBT” partisi olan, neticede hiçbir şey olamayan örgütün (ESP’nin) bürosunda yapılıyor.

Esasında bu başlıkların tamamı, ilgili sorumluluklar bağlamında tekrar tekrar eleştirilmeyi bekliyor. Misal, burjuva TV kanalları birden hayvan sevici oluveriyor, bu yönde faaliyet yürütenler devreye sokuluyor, sokakta rahatça hayvan gezdirmek isteyen burjuvalar ve yarenleri, gerekli düşmanı da temin ediyor: “Başörtülü bir kadın, elindeki sopayla tasmasız köpek gezdiren kadına saldırdı” haberi yapılıyor hemen. Oysa sokakta tasmasız köpek gezdirmek yasak!

Et yiyemediğimiz koşullarda, Batı kaynaklı haberler servis ediliyor. Sosyal medya, birden Maduro’ya yönelik küfürlerle bezeniyor.

Nusret, muhtemelen devletin dış PR çalışması bünyesinde örgütlenmiş bir isim. Türkiye devleti ile kurulan ilişkiler bünyesinde Maduro’yu lokantaya götürüyorlar. Onca baskının orta yerinde Maduro, Türkiye gibi bir nefes borusu bulduğuna sevinerek, et yiyor. Hemen “kendi memleketinde insanlar et yiyemezken, Maduro et götürüyor” haberleri pişiriliyor. Newsweek gibi mahfiller, bu haberi servis ediyorlar. Kendi ülkesinde “et satışları yasaklansın, herkes vegan olsun” diyen veganlara tek laf etmeyenler, tüm mızraklarını Maduro’ya sivriltiyorlar. Bunların bir kısmı, “biz devletçi-iktidarcı sol değiliz, üretim güçlerinin gelişimine uyumlu siyasetimiz var bizim” diyenler (ESP). Bu siyaset, AKP’ye sırf devletle iç içe ve iktidarla sarmaş dolaş olduğu için kızıyor. Bunlar, AKP muhalif iktidar partisi iken, liberal mahfilken ona pek kızmıyorlardı.

Nusret’in şovu, et yemenin seksi, özel, sadece belirli kesime ait bir pratik olduğunu anlatıyor bir yanıyla. Et yemenin gündemden düştüğü gerçekliğe dair bir mecaz o. Nusret, batıda “tuz güzeli” olarak anılıyor. Eti koruyan tuz, bu vasfından sıyrılıyor, süse, renge dönüşüyor. Tuz, şovda bir tür “sperm” mecazı olarak kullanılıyor. Zihinlere et yemenin özel kişilere ait pratik olduğu fikri kazınıyor.

Yani devlet, belirli bir alanla alakalı sorumluluğundan vazgeçiyor, hemen piyasaya, o sorumluluğun boş, anlamsız hatta zararlı olduğunu söyleyen bir örgüt sürülüyor. Tesadüf mü bu?

Bu arada belirtmekte fayda var: bize yönelik eleştiriyi, esas olarak “sola fazla saldırıyorsunuz” olarak özetlemek mümkün. Ama bu lafı edenler, Marx, Lenin, bilcümle Marksist yazında sola saldırıldığını, solun eleştirildiğini görmüyorlar. Üstelik bu isimler, neden “solcu” olduklarını da izah etmiyorlar.

Dahası, bu feveranda “koministler malınızı, karınızı elinizden alacak” diyen köy ağasının yaygarası var.

TİP’lilerin mitingi öncesinde ağa, köylüleri uyarıyor, söz konusu lafı ediyor, köylünün biri, “sen kendi derdine yan” diyor ağaya. Ağadaki, kendi derdini genele yayma iradesi, bu solcularda da var. Yani aslında biz, sol denilen yapıda faal ve güçlü olan devletle burjuvaziye saldırıyoruz, bu saldırı karşısında birileri çıkıp “sola saldırıyorlar, koşun” diye bağırıyorlar.

Sonuçta Maduro, bir ülkenin sorumluluğunu üstlenmiş. Onun eşit bireylerden biri olarak değerlendirip, “ben öyle yapmazdım, bence yanlış” diyerek eleştirmek doğru değil. Daha dün Venezuela temelli “yirmi birinci yüzyıl sosyalizmi” edebiyatına sarılanlar, daha ilk sarsıntıda Venezuela’yı düşmana satıyorlar. Asıl yanlış bu… Maduro’yu Tayyip üzerinden eleştirmek, Tayyip karşıtı CHP solculuğunun işi olmalı. Süreçler, dönemler ve durumlar farklı saiklerle değerlendirilmeli.

Görünenler, görünümler dünyasına hapsolmuş olanlar, ne sınıfları ne de politik dinamikleri görebiliyorlar. Sadece bireysel ihtiyaçlarını önemseyebiliyorlar. AKP karşıtı pratikleri de bu ihtiyaçlar üzerinden biçimleniyor. “Özgürce içmek, giyinmek, yaşamak istiyorsan, AKP’ye karşı çık” deniliyor. Burada “AKP niye var?”, “neleri örtüyor, neleri açığa çıkartıyor?” sorularının cevabına hiç bakılmıyor. Bireysel vasıflar ve özellikler, Tayyip denilen birey-düşman karşısında koruma altına alınıyor, buna da “siyaset” deniliyor. Bireyi aşan kolektif meselelere karşı sorumluluk, anti-Tayyip siyasetinin duvarına çarpıp dağılıyor. Bu siyasetin havalimanı işçilerinin taleplerine gülüp geçiyor olması lazım!

Sonuçta zaten artık kimse, tahtakurularından devrime uzanan yolu zerre düşünmüyor. Çünkü artık onların, köprülerin, havalimanlarının, kapitalist-emperyalist üretim güçlerinin gelişimine ayarladıkları siyasetleri, eylemlerde bireylere dağıtılan güneş kremleri var.

Eren Balkır
19 Eylül 2018

0 Yorum: