09 Eylül 2018

, ,

Tefrik


İblis talip olmaz imiş duyduk sonradan
Yezid yola gelmez imiş duyduk sonradan

[Erzurumlu Noksani]


Belki bir 12 Eylül projesidir, belki de doksanların krizine toplumsal alanda verilen bir cevap biçimidir: doksanlı yıllarda büyük futbol kulüpleri, kombine bilet satışına başlıyorlar. Bu adıma uygun olarak, rakip takım taraftarına ayrılan kısım iyice ufaltılıyor ve taraftarlık, özünde kendi takımını sevmek değil, karşı takıma küfretmek ve öfkelenmek üzerinden tanımlı hâle geliyor. Özetle, bugün Fenerbahçeli, Beşiktaşlı veya Galatasaraylı olma hâli, yüz küsur yıllık bir hikâye değil. Bu hikâye, en fazla yirmi beş-otuz yıllık.

* * *

Tanımları belirli bir bağlamda yapmak şart.

Sonuçta Aleviliği yüz, beş yüz veya beş bin yıllık bir hikâye olarak tanımlamaya çalışanların birer tüccar olduğunu görmek gerekiyor. Tüccarın bilincinin esnaf-zanaatkâr bilinciyle kurduğu bağ, önemli.

Tanıl Bora’nın "sebat"[1] dediği de bu esnaf-zanaatkâr bilinciyle alakalı. O bağların tüccarlara, oradan büyük sermayeye nasıl kenetli olduğunu tarih bize öğretiyor. Bora, bir kez daha, kendi mülkü ve pratiğini yüceltmek suretiyle, büyük sermayeye bağlanma yollarını arıyor.

* * *

Alevilikle kurulan ilişkiyi Aleviliğin kurduğu ilişkiler belirliyor.

Özünde Alevilik de “Hacı Bektaş” ve “Pir Sultan” adıyla dernek kurulmasına ilişkin devlet emriyle tanımlı. Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Gazi Olayları, Sivas Katliamı ve 28 Şubat süreci, bu Aleviliğin inşa sürecinde, o tanımın oluşturulmasında önemli sütunlar olarak iş görüyorlar. Alevi, kim ve ne olduğunu devletin ve sermayenin bu tanımlama gayreti içinde öğreniyor. Hiçbir kavram uzay boşluğunda salınmıyor. Yani Sünni-muhafazakâr kesimle kurulan ilişkilerde devleti görmek nasıl mümkünse, aynı devleti Alevilikle kurulan ilişkilerde de aramak gerekiyor. Aramayanlar, devletin laik kurgusuna yedeklenmeyi devrimcilik zannediyorlar.

* * *

Sonuçta HDP veya sosyalist sol, özcü bir yaklaşımla, Aleviliği tek çıkış kapısı olarak görüyor. Kürd kitlesi, yeterli görülmüyor.

Sol, toplumsal zeminini Alevilik üzerine kuruyor. Sınıfsal ayrımlar, politik ayrışmalar hükmünü yitiriyor. 7 Haziran seçimleri öncesi Ayhan Bilgen’in dile getirdiği tasnif, böylesi bir ayrım yapılsa bile, coğrafyaya göre yapılabildiğini ortaya koyuyor. Bilgen o konuşmasında, HDP’nin Sivas’ın doğusundaki Kürt-Alevilere odaklanmasını salık veriyor. Batı’daki Alevilerse devlet partilerine teslim ediliyorlar. Bu tasnif ve pazarlık karşı-devrimci.

* * *

Solun CHP limanına yanaşması da temelde Alevilik bağı ile gerçekleşiyor. O Alevileri safa çekmek için bir süre CHP postuna bürünülüyor. Bu şekilde Alevilerin avlanabileceği düşünülüyor. Bu yaklaşım, solun teorik, ideolojik ve politik kavgasını düzen içi dinamiklere teslim ediyor. Ali’yi bilmeyen, Hüseyin’i tanımayan bir kültür, bugünün maymun oynatan, gün boyu şarap içen Yezid’lerine uygun siyaset değirmenine su taşıyor. Herkes yezitleşiyor.

Bugünü yaşamak, eğlenmek, tüketmek üzerine kurulu insan tipi, solu da ele geçiriyor. O, kendi içinden, kendi içinde yürüyen sınıflar mücadelesini örtbas edecek aktivistler buluyor. Altı ok bu bağlama yerleştirildiğinde, “önemli bir değişimin altına imza attık” diyorlar, ama altı okun nüfuz alanını genişlettiklerini görmüyorlar. Çünkü sol, CHP’nin içinden çıkışını önemli ve kutsal görmekten vazgeçmiyor, onun ezdiği, sindirdiği kitlelere asla bağlanamıyor. O ana rahminden ve oradaki sıcaklıktan memnun.

* * *

Aslında verili içeriği ve tanımı itibarıyla bu Alevilikle ilişki kurmak, devletle ilişki kurmak. Bu açıdan Veysi Sarısözen gibi solcuların Cumhuriyet gazetesindeki son operasyon üzerinden, “Alevilere saldırı başlatılacak, ey Aleviler bize gelin” demesinin politik bir anlamı yok. Sarısözen, yıllar önce bağlandığı devlet ve yüksek siyasetin koltuğundan Alevilere ahkâm kesebileceğini düşünüyor. Yanılıyor. Esasen bu tür yazılar, yerel seçimler bağlamında, CHP-HDP ittifakına yönelik pazarlıklar dâhilinde kaleme alınıyorlar ve bir anlam ifade etmiyorlar.

Cumhuriyet gazetesindeki içerik ve biçimi bir dernek toplantısıyla değiştirmek madem mümkündü, bugüne dek neden yapılmadı, soru bu çünkü. İstenilen, medet umulan şey başka, demek ki. O vakit, “Cumhuriyet’e darbe” yapanlarla oradaki gelişmeyi “darbe” olarak niteleyip gazeteye dair umut besleyenler, aynı güce bağlı. Alevileri korkutup “bize gelsinler” diyenlerle, “Cumhuriyet Atatürkçü özüne dönmüştür” diyenler, aynı odağa hizmet ediyorlar.

* * *

Sarısözen yazısında[2] Eski Sovyetçi yoldaşlarını Rusçu, eski Aydınlıkçı hasımlarını Çinci olarak görüp eleştiriyor ki buradan Sarısözen’in kendisini Amerikancı sol olarak gördüğü anlaşılıyor. Ergenekoncu-Avrasyacı ile Batı hattı-ABD-AB arasında ayrım yapanlar, ezilenlere ve emekçilere yalan söylüyorlar.

Yazı dolayımıyla Sarısözen, özellikle Alevilere, “gelin aradığınız CHP bizde, biz CHP’den daha fazla CHP olabiliriz” buyuruyor. Bu zokayı yutabileceğini düşündüğü Alevilerse, kendilerini Koç gibi aileler ve paşalarla tanımlıyorlar ağırlıklı olarak. İnşa edilen tanım, bunu gerektiriyor.

Batı’daki düşünce kuruluşlarından, parlamentolardan gelen fonlara kaşık sallamayı yazarlık veya aktivizm zannedenlerde bir hikmet bulunuyor; devlet, Ankara’daki bir-iki bina zannediliyor, onun menzili ve erimi çeşitli hilelerle gizlenmeye çalışılıyor, sonuçta o menzil ve erimin o fonları ve kaşıkları da içerdiğini görmek gerekiyor.

Eren Balkır
9 Eylül 2018

Dipnotlar:
[1] Tanıl Bora, “Sebat”, 29 Ağustos 2018, Birikim.

[2] Veysi Sarısözen, “Vatandaş Simit Yiyemezken”, 7 Eylül 2018, YÖP.

0 Yorum: