Akademi Yoksulluğu, Zulmü ve Acıyı
Entelektüel Mastürbasyonu İçin Nasıl Kullanıyor?
Dekolonizasyon
siyaseti, sömürgeden kurtulma eylemi gibi bir şey değildir. “Kalbi ve aklı
sömürgelikten kurtarma” ve “sömürgelikten kurtulma” gibi ifadelerin akademik
ortamda hızla tüketiliyor olması, endişe verici. Dedem, sömürgelikten kurtulan
biriydi. Öldü, ama yaşıyor olsaydı o, bu akademisyenlerin söz konusu kavramı
kendisine izah ettiklerinde kafasını kaşıyıp rahatsızlığını ortaya koyardı.
Beni
asıl endişelendiren, terimin sömürgecilik pratiklerinden kurtulmaya dair
uygulamaları anımsatıyor olması. Dekolonizasyon, beyaz için farklı, siyah için
farklı anlamlara sahip. Peki bu neden önemli? Bu terimi, beyazların elinde
olan, siyahların simgesel düzeyde varlık imkânı buldukları akademik mahfillerde
duyduğumda, beni neden kaşıntı tutuyor? Boğazım tüm o cümleleri neden
yutamıyor, neden kelimelerden oluşan bir hapishaneye dönüşüyor? Sakın bu
“dekolonizasyon pratikleri” denilen şey, bizi yeniden sömürgeleştiriyor
olmasın?
Beyaz
bir akademisyen veya öyleymiş gibi yapan kadar insan muamelesi görmüyorum ben.
Beyaz olmayanlara alan açtıklarını iddia edip, insan muamelesi görenlere itiraz
etmek şart. Bunlar, bir de gülünç kimi yollardan, pozitif ayrımcılık üzerinde
duruyorlar. İşe alım esnasında bizden “yabancı” olmadığımızı göstermemiz
isteniyor. Bir siyah, “Dekolonizasyon” kelimesini duyduğunda, aynı acıyı beyaz
da hissediyor mu içinde? Amerika’da üst düzey akademisyenler yarışında
kalabilmem için daha kaç kez bu türden aşağılayıcı ifadelere katlanmam gerek?
Bunları bilmeyen aynı beyaz meslektaşlarım, tüm merhametleri ve zarafetleriyle
beyaz olmayanlardan yana saf tuttuklarını göstermek için dekolonizasyon
yöntemine dair konferanslarda boy gösteriyorlar.
Beşeri
bilimler alanında dekolonizasyon meselesini bir komediye dönüştüren diğer bir
husus da kurulan şebekelerin yol açtığı etki. Tarihten bildiğim kadarıyla
Kolomb, şebeke kurma konusunda gayet başarılı. Zincirlenmiş, bana benzeyen
insanlarla didişmiş, bizleri “Buraya Gel” şarkısıyla bizi bir ağın içine dâhil
etmiş.
Akademik
mahfillerin zerre güvenliği yok, ayrıca ifade hürriyeti de pek hoş
karşılanmıyor oralarda. “Radikal” denilerek cezalandırılıyoruz, ayrıca özgürce
konuşma imkânımız yok. Bizlere “fazla duygusal”, “öfkeli”, hatta “akademik
açıdan yetersiz” diyorlar. Gerçek bir dekolonizasyon çalışmasında işe alınmama
riskine karşın tüm köprüler yakılıyor. Dekolonizasyon çalışmaları sahasında
olduğunuzu söylemeniz yetmiyor. Dekolonizasyon yöntemleriyle uğraşanların bile
efendinin araçlarını taklit edip cilâlaması asla şaşırtıcı değil, çünkü
hepimiz, bu şirketleşmiş dünyada sömürgeciliğe bulaşmış kişileriz.
“Ben
sadece sizin ufak çocuklar olarak burada ne aradığınızı, Mapuche topraklarına
niye geldiğinizi merak ediyorum. Buraya sizi ne getirdi? Soru mu soracaksınız
bize? Bizi çalışma konusu hâline mi getireceksiniz? Ben, sizin eve gidip uzun
süredir kalbimde taşıdığım dert yükünü ele almanızı istiyorum oysa.”
Mapuche
lideri Ñana Raquel, Nisan 2015’te Şili’de bulunan Araucanía bölgesindeki
Curarrehue mezrasına gelen ABD’li insan hakları öğrencilerine bu cevabı
veriyordu. Ondaki bu öfke, rizomatik sistemimde devamlı yaşanan değişimlerimi
nasıl politize etme ve beşeri bilimleri nasıl deneyimlemem gerektiği meselesini
nasıl yeniden tefekkür edeceğim, eksikleri nasıl telafi edeceğim, meseleyle
ilgili perspektifleri yeniden nasıl okuyacağım üzerine düşünmeye itti.
Araştırma esnasında yaptığımız iş de bu değil mi zaten? Ñana Raquel’in
soruları, haklı öfkesi ve gösterdiği tepki, bir toprağı gerçek anlamda neyin
tarif ettiğine dair bakış açılarını yeniden düşünmeme neden oldu. Bu, esasında
karıncaları ve arıları nasıl anlayacağımı öğrettiğinde, dedemin beynime
titizlikle kazıdığı bir bilgi.
Beşeri
bilimlerde dayanışma, direniş ve toprak meselesine dair büyük tartışmalar
içerisine girmek zorundaysak, politik düşünürler olarak bizlerin bu deneyimler
üzerine kafa yorması şart. Akademisyenler olarak kuzeydeki ilkeleri nasıl ele
alacağız? Bu işi yaparken, bizi neyin oraya götürdüğü gerçeğini itiraf edecek
miyiz kendimize? Homojen akademik ortamlarda faaliyet yürüten (ve zihninde kimi
liberal izler taşıyan) birçoğumuz, bu soruyu dobra dobra soracak cürete sahip
değiliz.
Seksenlerde
ellerindeki mikroskopla Latin kökenlileri gözlemleyip incelemek için bölgeye
geldiklerinde pedagoglar, bize savaş sahasına dönüşmüş olan El Salvador’da
yaşamanın nasıl bir şey olduğunu sordular. Bu durum, aklıma hemen Raquel’in
sorularını getirdi. Raquel de ben de mülksüzdük ve Kuzey Amerika’daki ilkelere
göre hareket edip belirli araştırma gündemlerine katkı sunuyorduk. Bu anlamda
biz, belirli tarihsel ölçütlere göre “okunma” konusunda benzer bir deneyimi
paylaşıyorduk.
Raquel’in
sesi heyecanlı, coşkulu bir ses. O gün Riholi’de bulunan Ruka kasabasında
toplandık. Çember oluşturduğumuz an, dikkatimizi yaşlıların sessizliği çekti.
Raquel, bize çok kıymetli bir ders vermişti aslında. Nepal ve Ürdün’de
yürütülen araştırma projelerinde kullanılan işlemleri sorguladıktan sonra,
Raquel’in talebi yüzümüze tokat gibi indi. O, bize politik bilincin zahirine
sahip olan bizlerin akademik disiplini “egzotik” davranışları incelemek, bu
hâliyle, onları kültürel değiş tokuşu neyin teşkil ettiği bilgisinden mahrum
etmek, onların kuyusunu kazmak ve bu insanları karalamak için kullandığımızı
gösterdi.
Sahada
kurulan bu türden etkileşimler, meselenin özüne nüfuz eden soruları çıkarttı
açığa: beşeri bilimlerde toplumsal tavizle ilgili meseleleri nasıl ele
almalıyız? Bunları unutmakla işe başlamak gerekir mi? Birçok örnekte akademik
mahfiller, öğrenim merkezlerinden çok, birer sirke benziyorlar. Bu sirkte daha
iyisini yapmaya dönük dış baskılar üzerine kurulu rekabet kültürü, öğretmenle
öğrenci arasındaki ilişkiye bir biçimde yön veriyor.
Geleneksel
yüksek eğitim sisteminin trajik sonuçlarından biri de sosyal aktivizm konusu
üzerine uzman olduğunu iddia eden, ama müdahil olma konusunda zerre deneyime
sahip olmayan akademisyenlerle çalışmak. Burada esasen kıyıya köşeye atılmış
topluluklarda olan bilgiyi tüketerek, başkalarının acısı üzerinden kariyer
edinmiş kişilerden bahsediyorum. “Hiç bilmedikleri veya çok az bildikleri
şeyler hakkında” konuşma pratiği, özünde, dekolonizasyon konusunda araştırma
yapmak için hazırlık yapan ve birer öğretmen ya da danışman olan bizlere de
aktarılıyor.
Linda
Smith, “araştırma” kelimesinden iğrendiğini söyleyen bir isim. Ona göre, bu
kelime İngilizcedeki en necis kelimelerden biri. Ona pek katılmıyorum aslında.
Her sömestr oturup “unutma” kılavuzunu veya ders programını kaleme almaya
çalıştığımızda, mevcut toplumsal gerçeklerle beşeri bilimlerde önceden tarif
edilmiş disiplini ilişkilendirmemize katkı sunacak içeriği nasıl ele alacağımız
üzerine kafa yormak zorunda kalıyoruz. Oysa asıl soru şu: Öğrencilerin kötü not
alma korkusu olmadan, özgürce konuştukları ortam nasıl yaratılabilir?
Bugün
politik aciliyeti olmasa bile her şeyin üzerinde postkolonizasyon ve
dekolonizasyon çalışmalarının tasdik mührü var. Bu türden eğilimler, süsten
ibaret ve bizim bu türden çabaların asli temeline karşı çıkmamız gerek. Bir
yandan derin bir idrak için çaba sarfetmeden, dayanışmaya dair yüzeysel
vizyonlarımızı muhafaza ederken, bir yandan da neoliberal sistemi eleştirmeye
devam edemeyiz. Bunlar, kendi sırtımızı okşamaya yarayacak türden eylemler ve
sadece sonuçta muteber tüketiciler için alan açmaya yarıyor.
Çalıştığım
kurumun koridorları, Dünya’nın Güney’ine dair konferanslar, kolokyumlarla
ilgili sahte dayanışma afişleriyle ve Güney’e yönelik seyahat afişleriyle
kaplı. Uçağa, otele, yemeğe ve ulaşıma verecek paranız varsa, siz de CV’inize
bir iki satır ekleyebilir, yeni toplumsal hareketler ve onların sistemi yıkmaya
dönük radikal stratejileri hakkında iki çift laf edebilirsiniz. Ülkeye kaçak
girmiş, sizin yatağınızı yapacak olan bir temizlikçinin yanından geçip, onun
mücadeleleri hakkında konferans salonunda ahkâm kesebilir, yoksulluk ve emek
hakları konusunda akademik muhabbetlere girebilirsiniz.
Entelektüel
mastürbasyondan önce bizim o cümlemizi orgazma ulaştıran yoksulluk, korku,
zulüm ve acıdan kurtulmak için daha iyi bir şeyler yapmamız gerek. Tartışmalar,
soru önerileri, büyük önermeler kaleme almak, “rahatlama”nın bir yolu.
Rahatladıktan sonra da başka eğlence yöntemlerine geçiş yapıyoruz.
Neoliberalizm,
her şeyi bir ürüne veya deneyime dönüştürdü. Oysa bizim, ders programımızın ve
araştırma faaliyetimizin ardındaki iktidar mantığını didik didik etmemiz gerek.
Eğer dekolonizasyon pratiğine gerçekten bağlı ve sadıksak, bizim sessizlerin o
hiç kaleme dökülmemiş olan seslerine kulak vermemiz, toplulukların iç
dinamiklerine dikkat kesilmemiz ve onların deneyimlerine nasıl etiketler
bulduğumuzu anlamamız şart.
Clelia O. Rodriguez
6 Nisan 2017
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder