06 Nisan 2013

, ,

"Beden Benim" Hareketi

Emperyalizmin kanlı botlarıyla girdiği Ortadoğu’nun üzerinde bugün bir hayalet dolaşıyor: liberalizmin hayaleti. 

Bu liberalizm, İslam’a saldırarak yol almaya çalışıyor. Kendisini bu karşıtlıkla tanımlıyor.

Liberalizmin Tunus kapısından girişine “Bahar” denildi, Arap artık nihayet hürdü. İslam fazla esaretti, fazla zincirdi, fazla tutsaklıktı. Parababaları, Arapları kurtarmaya gelmişlerdi. Bugün de bir kadının bedeninde cisimleşmesine “özgürlük” diyorlar.

Tunus’ta etini liberalizmin afişine çeviren kadının ismi de özenle seçilmiş: Âmine, Peygamber’in annesinin adı.

Bugün Arap kız camdan bakıyor, batılı kadınlara öykünmeyi özgürlük zannediyor. Esaretten kurtulmayı kendini inkâr etmekte tanımlıyor.

Âmine “beden benim” diyor, buradan başka şeylere de “benim” diyebileceği günlerin hasretini çekiyor. Aslında faşizm, zarar ziyan olanın üzerine çarpı atıyor, liberalizm de o çarpıyı daire içine alıyor. Tercüme faaliyeti neticesinde “Beden benim, tercih benim” diyen irade, liberalizme hizmet ediyor. Bu liberal formül uyarınca, bedenini tercih edilir kılmak için uğraşıyor. Liberalizm, kadına bugün fahişelikten ve kölelikten başka bir şey öneremiyor.

Patron işçiye, “senin bedenin var, benim teknolojim, makinelerim, şu güçlerimizi bir birleştirsek, ne müreffeh oluruz” diyor. Kadın da benzer bir biyopolitika düsturu ile ikna ediliyor.

“Benim bedenim” demek, kadını salt beden olarak pazara çıkartan kapitalizme katkı sunuyor. Peygamber’in, yanlış bilgi olduğu açık, dokuz yaşındaki bir kız çocuğu ile evlendiğini sorgulayanlar, safariye çıkar gibi, Uzakdoğu adalarına gidip oralarda dokuz on yaşındaki kız çocuklarıyla fuhuş yapan patronlara hizmet ediyorlar, onların adımlarını kolaylaştırıyorlar.

Tunuslu kadının eylemi, salt üretkenlik ve aile sınırları içinde tutulan kadınla pazara çıkartılan kadının geriliminde gerçekleşiyor. Femen denilen grup da ikinci tarafa hizmet eden bir ajan örgütü olarak sağa sola saldırıyor.

Femen, esas itibarıyla geçmişin renkli devrimlerinin uzantısı olarak iş görüyor. Ama tesadüf ki Avrupa’da çeşitli camilerin önünde Âmine için eylem koyuyorlar. Bu camilerden biri, Almanya’daki Ahmediye Camii. Söz konusu cami, iki yıl önce Avrupa’yı Müslümanlardan temizlemeyi aklına koymuş Geert Wilders gibi faşistlerin saldırısına uğramış. Camiye atılan bomba, yumrukları sıkılı çıplak kadınlarla yineleniyor. Grup, ellilerde Amerikanlaşan Türkiye’ye pazarlanan kadın dergilerini bugün canlı olarak güncelliyor. Emperyalizm için yolu temizliyor.

Solun kadına, “beden benim, kimsenin ahlâkını tanımıyorum” dedirtmesi, bu açıdan anlaşılır gibi değil. Dışarının hukuku için içerinin ahlâkı paramparça ediliyor. İşçiyi işçicilikle, kadını kadıncılıkla ezmek, solun alamet-i farikası oluyor. Parçacılık yaparak parçalama eylemini gerçekleştirdiğini zannediyor, yanılıyor.

Muhabbet ve aşk insansızlaştırılıyor, pornografi güncelleniyor. Örneğin İsrail parasıyla Avrupa’da İran’a yönelik bir TV kanalı kurmuş İranlı bir “komünist” grup, bu kanalda saatlerce porno film yayınlıyor, bununla övünüyor, pornografiyi ilericilik zannediyor. Bu durum, Irak işgali sonrası uydu antenlerinde bizzat adı “Arap pornosu” olan kanalların çoğalması ile tutarlı. Aynı İsrail’in Gazze kuşatması esnasında TV yayınını kesip Filistinlilere 24 saat porno seyrettirmesi de hatırlanmalı.

Tunuslu kadının teşhirciliğinde desteklenecek bir şey yok. Bu, kapsamlı bir nitelik ve sadece biçim arz eden İslam’a saldırının basit bir yansıması. Kadının ya da işçinin kendinden menkul bir hâle zorlanması, onun başka insanları, kesimleri örgütlemesinin önünü almak için yapılıyor. Demek ki parçalarken bütünlemeyi, bütünlerken de parçalamayı her zaman gözetmek gerekiyor.

Kadın erkeğe göre anadır, bacıdır, yardır. Kadın, sadece beden ve sadece kadın olursa, elbette ki bu ilişki biçimlerini tarihin çöplüğüne atacak, erkeğin zulmüne ses çıkartamayacak ya da onun da maruz kaldığı zulme tepki koyamayacak bir yere mahkûm olacaktır. Bu ilişkilerden kurtulduğunda özgür olacağını zannetmek, ne büyük bir yanılgıdır. “Çalışmazsam, sömürüden kurtulurum” demek kadar saçma! Asıl, bu özgürlüğü kimler istiyor, ona bakmak gerekiyor.

Solun ilerlemeciliği liberalizm içindir, içindedir. Liberalizm, sömürü ve zulme karşı kolektif ve bütünlüklü mücadeleyi parçalamak için görevlendirilmiştir. AKP döneminde istatistiksel bir veri olarak kadına yönelik şiddetin artmış olması, ondaki liberalizmin eskiden sızmadığı yerlere sızmış olmasıdır. Artık mutaassıp mahallelerde evli kadınlar, internetten tanıştıkları erkeklerle birlikte olabilmek için garsoniyerler açmaktadırlar. Bu imkân, paranın, emtianın akışı, yoğunlaşması ile ilgilidir. Gazetelerin, televizyonların görevi, bu akışın kolaylaşması için yolu temizlemekten ibarettir. Dolayısıyla, tüm üçüncü sayfa haberlerinde kadın kadar erkek de kurbandır. Onlar, düzenin tetikçisi, bar fedaisi olarak iş görmektedirler.

“Beden benim” demek, en ilkel, en sıfır noktası, en temel ve en basit olandan bakıp hayatı kirden pastan temizlediğini düşünmektir. Oysa bu yanılsamadır, patriyarka, kapitalizm ya da emperyalizm, ne uzaydan gelmiş, bu bedene fazla bir mikrop ne de işleyişteki doğadışı bir sapmadır.

Teorik bir işlemin, soyutlamanın pratik hayatın yerini almasını bir sorun olarak görmek gerekir. Pratikte fazlayı törpüleme girişimi, sömürü ve zulme karşı mücadelenin fazla olarak görünmesiyle sonuçlanacaktır.

Teorik işleme göre, anaerkillikten ataerkilliğe geçiş momentinden bugünde içinde olduğumuz momente düz bir çizgi çekilmektedir. Aslında ne yirmi bin yıl önceki ana bugünkü anadır, ne de o dönemki kadın bugünkü kadındır. Arada hiçbir şey yaşanmamış gibi yapmak, pratikte kişileri biraz olsun rahatlatabilir, onların sorumluluklarını azaltabilir ama bu rahatlama ve sorumsuzluk, mücadeleyi silikleştirecektir.

“Beden benim” demek yerine, kavgalı sürecin sonucunda oluşacak “ortak bedene bugünden aitim” demek, mücadele için ön açıcı olacaktır.

Aksi takdirde, memelerimizi teşhir etmek, sol mememizin altındaki cevahiri söndürecektir.

Eren Balkır
5 Nisan 2013

0 Yorum: