04 Nisan 2013

,

Merdan-ı Zülfikar


Gün Zileli, kişisel Perinçek hesaplaşmasını ve günah çıkartma ayinini gerçekleştirdiği anılarında, hapisten çıktıktan sonra, önceden çalışma yürüttükleri Maraş’a gittiklerini anlatıyor. Buradaki Alevîlerin dedeye ve genel olarak yola bağlılıklarını anlatan Zileli, devrimcilerin teması ardından, özellikle gençlerin dinden, imandan ve yoldan uzaklaştıklarından bahsediyor.

Babamın Sesi isimli film de Maraşlı bir Kürd Alevî ailenin hikâyesini aktarıyor. Maraş Katliamı esnasında baba, korkudan Alevî olduğunu gizliyor, kapısına dayananlara birkaç dua okuyor ve onlarla birlikte ev basmaya gidiyor. Kepçe operatörü olan baba, dağa çıkan oğluna küs gidiyor bu dünyadan.

12 Eylül oluyor sonra. Bazı solcular, özellikle Avrupa’da, Alevî olduklarını hatırlıyorlar. AB ölçütlerinde belirli bir kimlik edinmek ve bu kanaldan akan parayı avuçlamak için Alevî olunuyor. Özellikle Almanya’da Alevîliğin başlı başına bir din olduğu üzerinde duruluyor. Almanya, kendi Protestan geçmişini İslam’a Alevîlik üzerinden gölgelendiriyor. Hristiyanlıkta mezhepler başlı başına bir din olarak görülüyor zira.

Solcular, örgütlemek için gittikleri Alevîliğin bu batılı formatına örgütleniyorlar. Cem evlerine akan paralar yağmalanıyor. Sahte bir yığın dede türüyor. Eskinin Kur’an’ı ve İslam’ı bilen, onca “kâfirsiniz” lafına inat din içinde kalan dedeleri gidiyor, yerine laik Kemalist sahte cemaat liderleri geliyor.

Bunlardan biri İzzettin Doğan. Aileden MHP’li olan bu zat, dedeliğini ilân ediyor. Süleyman Demirel’in yıllar sonra açıkladığı üzere, Cem Vakfı’nı onun talimatıyla kuruyor. O yıllarda vakfa yapılacak iş başvurularında bile “asker kökenli olmak” birinci şart kabul ediliyor. Özünde Cem Vakfı ve Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı, doğuda yükselen savaşta Kürd Alevîler üzerinden batıdaki Alevîleri kaptırmamak için kuruluyor. Zaman içinde tarihsel planda esasen kavgalı olan Bektaşîler ve Kızılbaşlar yan yana düşüyorlar. İkincisi birincisinin tarihsel maddî imkânlarından faydalanmaya çalışıyor.

Bektaşîlik, Osmanlı ordusunun kurucu ideolojisi olarak devlet kurumu biçiminde örgütlendiğinden, dağlı Kızılbaşlar onlara her daim diş biliyorlar. Örneğin Dersim Katliamı’nda Bektaşî ocağına bağlı Çepniler, Topal Osman’ın efradı, kullanılıyor. Bu Çepniler, uzun dönem Mustafa Kemal’in yakın korumalığını üstleniyorlar. Kemal Paşa, Niğde’de bir sohbet esnasında şekerli kahve istediği vakit kendisine gülümseyen çaycıyı dövenler de bu korumalar.

Kemal Paşa, Osmanlı’nın devlet hafızası ile yetişmiş bir isim. Dolayısıyla, işgal esnasında kendisine yardım etmek isteyen Alevîleri hatta Bektaşîleri kapı dışarı ediyor. Alevîler de Malatya-Nevşehir hattında kendi ordularını kuruyorlar. Kemal Paşa, daha çok Osmanlı ile ilişkili olan ocakla ve kanalla temas kuruyor. Örneğin, Sivas Kongresi’ne gidildiğinde, bugüne kıyasla çok daha fazla Alevî’nin yaşadığı kentten tek bir Alevî temsilci kongreye çağrılmıyor. Alevî’yi kapı dışarı etmiş, Dersim’de, Koçgiri’de katletmiş bir paşayı Allah-Muhammed-Ali silsilesine bağlamaksa gene Alevîlere düşüyor.

Bugünse Alevîler, sığ bir Kemalizm eleştirisi üreten AB’cilik ile Kemalizm arasında çekiştiriliyor. Tüm mücadele geçmişlerini silmeyi maharet sayıyorlar. Kerbela’dan bugüne tüm zulümleri unutmalarının nedeni, Alevîlerin bugünkü zulme karşı sessiz kalacaklarına dair bir ahit içine girmiş olmaları. Bu siniklik ve korkaklıkla devletin Türkleştirme ve Arap düşmanı yapma gayretlerine de çok kolay cevap veriyorlar. Öyle ki “Alevî” sözcüğünün “Alev”den türediğini iddia ediyorlar. Hz. Ali’nin kılıcı, Hz. Hüseyin’in mücadelesi silinmişse geriye tabii ki tuhaf bir kültürel gevezelik kalıyor.

Sivas Katliamı, bu korkunun ve sinikliğin iyice hücrelere yerleştirilmesi için yapılıyor. Allah’tan devrimciler, Gazi’de dik durarak bu havayı biraz olsun dağıtıyorlar. Ama Alevîler, ülkenin ortasından, yani Sivas’tan, orman yangınını bölmek için açılan yollar misali, bölünmesi karşısında hemen teslim oluyorlar ve tam da devletin istediği şey, yani “PKK düşmanı” oluveriyorlar. Şimdi de “nazlı gelin” misali, “bizim ismimiz o mektupta niye geçmiyor” diye feveran ediyorlar. CHP ile kurdukları çıkar ilişkilerinin devam etmesi için türlü tezvirat üretiyorlar. Apo ise son mesajında, “demokratik ittifakın Alevîler olmadan yapılamayacağını, kimsenin ucuz propagandalara kanmaması” gerektiğini söylüyor. Oysa Osmanlı’dan miras hafızadaki Alevîlere bugün pek rastlanmıyor. Şimdi savaşmadan, mücadele etmeden tanınma isteği ve yer bulma arzusu moda. Ama Alevîlerin hafızasında özellikle Şafîlerin düşmanlıklarına ilişkin düşmanlık sürekli ateşleniyor, PKK de Kürd örgütü olmakla, bu düşmanlığa bağlanıyor. Bugünse Alevîlerin haklarını savunmak Şafî olan Ahmet Tan’a düşüyor, tarihin cilvesiyle.

Tarihsel olarak Alevîlik şehirleşen, şehrin kurgusuna yedirilen resmî dine karşı bir başkaldırı iken, bugün şehri kuran Kemalizmin bir alt sancağı olarak istismar ediliyor. Özündeki başkaldırı silinince, Zülfikar terk edilince, boşluğu egemenlerin teolojisi ve teorisi dolduruyor. İzzettin Doğan Fethullah ile iş tutabiliyor, Alevî subaylar kurban niyetine harcanıyorlar, şamanizmle eşitlenip mevcut putların hizmetine sunuluyor, cem evleri folklorik sergi salonlarına dönüşüyor, kendinden menkul bir “din” olduğu iddia edilip Avrupaî rant kapılarına bağlanıyor. Kerbela zulmünü nefesine geçirmiş kavimlerin ve milletlerin ortak başkaldırısı olmayı terk edip, bugünün zulümlerine kör ve sessiz kalacağı bir yere hapsediliyor. Kurtuluş için çöl kumuna gömülen Zülfikar, merdanını bekliyor.

Eren Balkır
4 Nisan 2013

0 Yorum: